GÜNDEM


More

Sözcü Haber

Unknown on : 28 Aralık 2014 Pazar 0 YORUMLAR
Unknown
ETİKETLER :

Sözcü Haber


Görüşmeye hazırız

Posted: 27 Dec 2014 03:58 PM PST



Suriye'den çok önemli açıklama: Hazırız

Suriye Dışişleri Bakanlığı, Rusya'nın muhalifler ile görüşme planını kabul ettiğini ve görüşmeye hazır olduklarını bildirdi. Birleşmiş Milletler'den de Rusya planına destek geldi.


Suriye Dışişleri Bakanlığı, Rusya'nın muhalifler ile görüşme planını kabul ettiğini ve görüşmeye hazır olduklarını bildirdi. Birleşmiş Milletler'den de Rusya planına destek geldi.

Suriye, Rusya'nın müzakere planına "evet" dedi.

Suriye Dışişleri Bakanlığı'ndan yapılan açıklama, Rusya'nın Suriye yönetimi ile muhalefeti bir araya getirme girişiminin kabul edildiği duyuruldu. Bakanlık açıklamasında, "Suriye, ülkedeki krize bir çıkış yolu bulmak ve Suriye halkının beklentilerine cevap vermek için Moskova'da düzenlenmesi öngörülen hazırlık istişare toplantılarına katılmaya hazır" denildi.

Terörle mücadeleden vazgeçmeyeceğini vurgulayan Suriye yönetimi, Moskova'daki ön görüşmelerin hedefinin "Suriyeliler arasında dış müdahalesiz diyalog kongresi düzenlenmesi" olduğunu kaydetti.

Rusya'nın planına Birleşmş Milletler'den de destek geldi. BM Genel Sekreterliği'nden yapılan açıklamada, "Suriye'deki krizi sonlandıracak siyasi çözümün bulunmasına yardımcı olacak ve şiddeti azaltacak her türlü inisiyatifin memnuniyetle karşılandığı ifade edildi.

Rusya'nın Lübnan, Türkiye ve Moskova'da sürdürdüğü diplomasi trafiğine Mısır da katıldı. Mısırlı yetkililer ülkeyi ziyaret eden Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Koalisyonu Başkanı Hadi Bahra ile görüşecek.

Suriye yönetimi, 17 Aralık'ta bir heyeti Mısır'a göndermişti. Bu ziyaretten günler sonra Suriye'nin içinden Yerel Devrim Koordinasyonları'nı temsil eden bir başka heyet Mısır'a giderek Dışişleri Bakanı Şükri ile görüşmüştü.

Ulusalkanal

Fethullah Gülen Kanada'ya mı kaçıyor?

Posted: 27 Dec 2014 03:57 PM PST



Hakkında yakalama kararı çıkartılan Fethullah Gülen'in, Amerika'nın iade ihtimaline karşı Kanada'ya kaçmayı planladığı iddia edildi. Kanada'ya kaçan eski TSK imamının, Gülen için Toronto'da yer baktığı da öne sürüldü.

Fethullah Gülen'in, Amerika'nın iade ihtimaline karşı, kaçmayı planladığı iddia edildi.

Hakkında terör örgütü kurmaktan yakalama kararı çıkartılan Gülen'in, gideceği ülkenin de Kanada olduğu öne sürüldü.

Kanada'nın Türkiye ile suçlu iade anlaşması bulunmuyor. Ülke bu yüzden seçildi. Sabah gazetesinin haberine göre, güvenlik birimleri Gülen'in kaçması için gerekli işlemleri de deşifre olunca Kanada'ya kaçan hareketin TSK imamı H.Ö.'nün yaptığını tespit etti.

Gülen ile ilgili kırmızı bülten çalışması sürerken, eski TSK imamının da Gülen için Toronto kentinde yer baktığı belirlendi.

Gülen'in kaçışı için ilk olarak Güney Afrika düşünüldü. Sabah'ın haberine göre, Güney Afrika'da bir sivil toplum örgütü yöneticisi Başbakanlık'a gönderdiği mektupta, "Paralel Yapı elemanları Fethullah Gülen'in ülkeye sığınması için nabız yokluyor" dedi. Ancak yaşanan son gelişmeler üzerine Güney Afrika seçeneğinden vazgeçildiği ifade edildi. Tuncay Güney'in yanı sıra Türkiye tarafından hakkında yakalama kararı çıkarılan birçok kişinin saklandığı Kanada'nın Gülen için daha güvenilir bir yer olduğuna karar verildi.

Ulusalkanal

Mezarlıklar bile özelleştirilecek

Posted: 27 Dec 2014 03:54 PM PST

"Torba Yasayla kentler daha da yaşanmaz hale gelecek" Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası, T ürk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği yasasında yapılmak istenen değişikliklerin tehlikelerine dikkat çekti. Oda başkanı Ertuğrul Candaş, yasanın odaların kamucu ve toplumcu yanını yok edeceğini söyledi.


Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından hazırlanan ve Meclise sunulan "3194 Sayılı İmar Kanunu tasarısı"na tepkiler gelmeye devam ediyor.
Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası Genel Başkanı Ertuğrul Canbaş, başta mimar ve mühendisler olmak üzere geniş çevrelerin muhalefet ettiği tasarıyı değerlendirdi.

Candaş Meclise odaların kamucu ve toplumcu yanının yok edilmeye çalışıldığını söyledi.

Ertuğrul Candaş, torba yasayla birlikte mülkiyet konusu hakkında bu güne kadar bilinen mevzuatın değişeceğine dikkat çekti.

Mühendislerin itiraz noktalarından birisi de tasarıdaki mezarlıklarla ilgili madde. Candaş, taslağın talep edilmesi halinde özel mezarlıklara izin vereceğini belirtti.

Ulusal Kanal

Fethullah Gülen üzerine alındı!

Posted: 27 Dec 2014 03:53 PM PST



Fethullah Gülen'in Aydınlık yazarı Sabahattin Önkibar'dan şikayetçi oldu

Fethullah Gülen'in Aydınlık yazarı Sabahattin Önkibar'dan şikayetçi oldu.
Aydınlık gazetesi yazarı Sabahattin Önkibar yazdığı yazıda Fethullah Gülen'in ismi geçmemesine rağmen kendisi hakkında şikayetçi olduğunu yazdı.
Önkibar, "F tipi örgüt deyince başkaları değil de Fethullah alınıyor, birileri bu duruma "yarası olan gocunur" derse ne ceva verecek diye sordu.

İşte Önkibar'ın yazısının ilgili bölümü;
İstanbul Basın Savcılığı'ndan istisnasız her hafta aldığım davetlerin sonuncusu Fethullah Gülen'in şikayeti üzerine.
Ancak şikayete konu edilen yazımda Fethullah Gülen'in ismi bir kere olsun geçmiyor.
Dahası, Cemaat ifadesi de yok. Sadece F tipi örgüt ifadesini kullanarak onun karıştığı iddia edilen cinayetleri sorguluyorum ki, referansımın Cumhurbaşkanı Erdoğan olduğunu ısrarla belirtiyorum.
Ve bu yazıyı Fethullah Gülen yargıya taşıyor.
Söyleyin niye F tipi örgüt deyince başkaları değil de Fethullah alınıyor?
Birileri bu duruma 'Yarası olan gocunur' derse ne cevap verecek?

Ulusal Kanal

PKK ile Hüdapar Cizre'yi yakıp yıktı

Posted: 27 Dec 2014 03:51 PM PST



Şırnak'ın Cizre ilçesinde terör örgütü PKK'nın gençlik yapılanması YDG-H ve HÜDA-PAR üyesi bir grup arasında silahlı kavga yaşandı.

Olaylarda 2 kişi öldü, 3 kişi yaralandı. Valilikten yapılan açıklamada, saat 03.00 sıralarında Cizre'nin Nur Mahallesi'nde silah seslerinin gelmesi üzerine bölgeye ekiplerin sevk edildiği belirtildi. Açıklamada, çıkan olaylarda Yasin Özer ve Abdullah Deniz'in öldüğü, Nedim Kültür, Hakim Budak ve Hekim Kasırga'nın yaralandığı kaydedildi. Bölgede güvenlik güçlerince zırhlı araçlar ve helikopterler vasıtasıyla gerekli çalışmaların yürütüldüğü aktarıldı. Terör örgütü YDG-H üyeleri, kazdıkları hendeklerle güvenlik güçlerinin mahalleye geçişini engellemeye çalıştı.


AA

Memur zam bekliyor

Posted: 27 Dec 2014 03:47 PM PST



Memur ve emeklilere ek zam isteyen Türkiye Kamu-Sen ve Türk Eğitim-Sen Genel Başkanı İsmail Koncuk, "Kamu çalışanlarını ve emeklileri enflasyona ezdirmedik" diyenlerin bu iddialarını ek zam yaparak ispatlamaları gerektiğini söyledi

HABER MERKEZİ
Türkiye Kamu-Sen ve Türk Eğitim-Sen Genel Başkanı İsmail Koncuk, memur ve emeklilere ek zam talebinde bulundu. Koncuk, Ataşehir Zübeyde Hanım Öğretmenevi'nde, sendikaya bağlı İstanbul şube başkanları ve temsilcilerinin katıldığı toplantıda, gündem belirleyen bir konfederasyon olduklarını ifade ederek, 6 Aralıkta Ankara'da zam talebiyle büyük bir eylem gerçekleştirdiklerini anlattı. "Yıllardır kamu çalışanlarını ve emeklileri enflasyona ezdirmedik" diyenlerin bu iddialarını kamu çalışanlarına ek zam yaparak göstermelerini isteyen Koncuk, "Hükümet samimiyetini ek zam yaparak göstermeli. Yoksa sizin samimiyetinizin olmadığını herkes anlar. 2 milyon 600 bin kamu çalışanı bunu görmeli, 1 milyon 800 bin memur emeklisi AKP iktidarının nasıl olduğunu görmeli'' diye konuştu.

Vergi zammı geçti
Ödenen verginin zammın önüne geçtiğini dile getiren Koncuk, bir sendikanın İstanbul şube başkanının, "İktidarın, AKP'nin misyonuna uymayan kişinin yönetici olmaya hakkı yoktur" sözlerini eleştirdi. İsmail Koncuk, 77 milyon vatandaşın kanun önünde eşit haklara sahip olduğunu vurgulayarak, "Sen kimsin ki AKP'nin misyonuna uymayan yönetici olamaz diyorsun? AKP'nin misyonuna niye uyacağım? Devlet memurları neden uymak zorunda? Ne diyeceklerini, yazacaklarını şaşırmış hale gelmişler. Bunlar suçtur. Devlet memurunun, ne AKP ne de başka misyona uyma zorunluluğu vardır. Memurun görevleri kanunla tanımlanmıştır" ifadelerini kullandı.

Yeni Mesaj

İsveç'te aynı gün ikinci cami saldırısı

Posted: 27 Dec 2014 03:46 PM PST



İslam ve yabancı düşmalığının yeni merkezi İsveç oldu. Eskilstuna kentinde önce bir camideki cemaat diri diri yakılmak istendi, ardından bir başka cami saldırıya uğradı

İsveç'in Eskilstuna kentinde dün gece bir caminin daha saldırıya uğradığı belirtildi. Aftonbladet gazetesine açıklama yapan polis, önceki gün öğle saatlerinde Eskilstuna kentinde bir caminin kundaklanmasının ardından aynı gece bir başka caminin daha saldırıya uğradığını söyledi. Polis, gece kimliği henüz tesbit edilemeyen kişi tarafından camı kırılan caminin, öğle saatlerinde kundaklanan camiye çok yakın olduğunu açıkladı. Namaz sırasında meydana gelen ilk saldırıda 5 kişi yanık ve zehirlenme nedeniyle hastaneye kaldırılmıştı.

Demokrasiye saldırı

İsveç'te ırkçılık ve yabancı düşmanlığı üzerine çalışmalar yapan Expo Vakfı'nın araştırmasına göre, bu yıl İsveç'teki camilere karşı en az 12 saldırı düzenlendi. Expo'nun editörü Daniel Poohl, camilere giden kişilerin saldırıları her zaman yetkililere bildirmediklerini kaydetti. İsveç Başbakanı Stefan Löfven saldırıyı kınadığını belirterek şunları kaydetti: "Saldırı sadece göçmenlere yönelik değil aynı zamanda demokrasimize yapılmış bir saldırıdır. Bu tür saldırılara bir son vermek için tüm birimlerimiz harekete geçti."


Yeniçağ

Siyasetçiyi eleştiren çocuk hapse atılmaz

Posted: 27 Dec 2014 03:45 PM PST



CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, "Anayasa'da 'basın hürdür, sansür edilemez' diye kural varken ve bugün için bu kural yürürlükteyken medyanın hür olduğunu savunan veya düşünen bir arkadaşım var mı? Lütfen elini kaldırsın, ben görmek isterim. Yok. Anayasa değişikliği yapalım, çağdaş bir Anayasa yapalım. Evet. Ama darbe hukuku değişmediği sürece Anayasa'nın değişmesinin hiçbir anlamı yok. Önce

Kılıçdaroğlu, Beykent Üniversitesi Ayazağa Yerleşkesi'nde Genç Sosyal Bilimciler Platformu tarafından düzenlenen "2. Ulusal Gençlik Tartışmaları" etkinliğinde yaptığı konuşmada üniversitenin, dünyanın bütün ülkelerinde en fazla önem verilen kurumlardan birisi olduğuna işaret ederek üniversiteleri "evrensel değerleri, özgür tartışmayı içinde barındıran, her türlü düşüncenin tartışıldığı kurumlar" şeklinde tanımladı. Kılıçdaroğlu, bilgi toplumunu yakalamanın sihirli anahtarının eğitim olduğunu dile getirerek şunları söyledi: "Eğitimin özü, daha nitelikli sorular sormayı sağlamaktır. 'Sen sus, sen konuşma, büyüklerin ne derse onu yap' diye eğitim verilirse o ülkenin geleceği karanlıktır. Eğitim nitelikli insan yetiştirir. Eğer nitelikli kişileri yetiştirebilirsek ahlaki düzeyimizi yükseltmiş, demokrasimizi güçlendirmiş, kadın erkek eşitliğini sağlamış, demokrasiyi derinleştirmiş, katma değeri yüksek ürünler üreten bir ülke olacağız."

Darbe hukuku değişmeli
Kılıçdaroğlu konuşmasını şöyle tamamladı: "Eğitimin bir diğer özelliği, karşı düşünceye tahammül etmektir. 16 yaşındaki bir çocuk, hapse atılamaz. Sayın Burhan Kuzu hocamız çok güzel bir şey yapmış. Siyasal Bilgiler Fakültesi'ne gitmiş, öğrenciler yumurta atmışlar. Olabilir. Atılmaması bizim de gönlümüzde yatan. Siyasetçiyi dinlesinler, sorular sorsunlar. Bunların hepsine evet. 16 yaşındaki bir çocuğu bir siyasetçiyi eleştirdi diye hapse atarsanız olmaz, dünyaya rezil edersiniz Türkiye'yi. Bana da yumurta atıldı. Şikâyetçi olmadık. Siyasetçiyseniz eleştiriye tahammül etmek zorundasınız, en sert eleştirilere bile. Biz, darbe hukukunun değişmesini istiyoruz. Türkiye'de birinci sınıf demokrasinin olmasını istiyoruz. Bu ülkenin insanları birinci sınıf demokrasiyi hak ediyor. Biz üçüncü sınıf demokrasiye muhtaç veya mahkum bir ülke olmamalıyız."

Yeniçağ

MHP’liler yine aynı pankartı açtı

Posted: 27 Dec 2014 03:43 PM PST



MHP, İzmir'in Seferihisar İlçe Başkanlığı, yolsuzlukları protesto etmek için binasına yine, "Hırsızlık oğuldan babaya değil, babadan oğula geçer" yazılı bir pankart astı.

MHP, geçen çarşamba günü de Zeytinburnu İlçe Başkanlığı'na, "17-25 Aralık Rüşvet ve Hırsızlık Haftası" nedeniyle "Hırsızlık oğuldan babaya değil! Babadan oğula geçer" yazılı pankart asmıştı. Pankart, itfaiye merdiveniyle polisler tarafından indirildi. MHP Zeytinburnu İlçe Başkanı Reşat Ok, resmi bir talimat olmadığı için itfaiyenin müdahale etmediği pankartın polisler tarafından hukuksuz bir şekilde indirildiğini söylemişti. Bu olaydan bir gün sonra da CHP Sözcüsü Haluk Koç, yolsuzluk ve rüşvet operasyonlarının yıldönümü nedeniyle Gümüşhane il binasına astıkları afişler için, Gümüşhane Sulh Ceza Hakimliği'nden temsilciklerini arama kararı aldırıldığını açıklamıştı. Aynı durumun MHP binalarında da yaşandığını belirten Koç, bunun demokrasiye aykırı olduğunu söyledi. Koç, "17-25 Aralık Haftası nedeniyle, o binanın camında afişler varmış. Bunlar suç unsuruymuş. Masum insanları zan altında bırakıyormuş. Mahkemeden karar alıyor, emniyet de Gümüşhane CHP il binasında arama kararı çıkartıyor. İbretlik bir karar. Sadece Gümüşhane değil, birçok ilde aynı durumla karşılaştık" demişti.

Yeniçağ

“Milli Görüş baba ocağımız”

Posted: 27 Dec 2014 03:42 PM PST



Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'ın "Biz görev adamıyız, bizde emeklilik olmaz" sözlerini "siyasete devam" olarak yorumlayan SP'liler heyecanlandı.

SP Genel Başkanı Mustafa Kamalak, Milli Görüş'ün merhum Başbakan Necmettin Erbakan'ın mirası olduğunu belirterek, "Milli Görüş baba ocağımız. Kapılarımız gelmek isteyenlere ardına kadar açık" dedi. AKP'de üç dönem kuralına takılan 71 milletvekili SP'yi de harekete geçirdi. Çoğu Milli Görüş kökenli olan isimlerin kural nedeniyle bir daha milletvekili seçilemeyeceklerini dikkate alan Mustafa Kamalak, yaklaşan genel seçimlerde bu kişilere adres olarak SP'yi gösterdi. Milli Görüş'ün her zaman çekim merkezi olduğunu ifade eden Kamalak, " Milli görüş merhum Erbakan'ın kurucusu olduğu bir kale. Baba, ata ocağı. Adı şaibeye karışmayan herkese kapımız sonuna kadar açık" diye konuştu.


Kahve sohbeti
Bu arada Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'ın önceki hafta Cuma namazını SP'nin bahçesinde bulunan Hamidiye Camisi'nde kılması kulisleri hareketlendirdi. Arınç, namazın ardından SP Genel Başkanı Mustafa Kamalak ve Oğuzhan Asiltürk ile bir araya geldi. Kahve eşliğinde sohbet eden Arınç'ın bu ziyareti 1 saat sürdü. Arınç'ın bir hafta sonra "emeklilik" açıklaması yapması dikkat çekti. Hamidiye Camisi, Erbakan'ın namazlarının büyük bir kısmını burada kılması nedeniyle kamuoyunda "Erbakan Camisi" olarak biliniyordu.

Yeniçağ

Dinimizde faiz haramdır

Posted: 27 Dec 2014 03:41 PM PST



CHP Yalova Milletvekili Muharrem İnce, Eğitim-İş Sendikası'nın Silivri'de düzenlediği "Bağımsız Türkiye, Bağımsız Sendika" konulu panele katıldı.

Konuşmasında Tayyip Erdoğan'ı sert bir dille eleştirip, "Faiz haramdır" sözünü hatırlatan İnce, şöyle dedi: "Doğru, bizim dinimizde faiz haramdır. Peki rant? Bire bin kazanmak. Faiz yüzde 15, yüzde 20 neyse rant ise bire 10 bin. Bunlar rant bittikten sonra faizi de haram olmaktan çıkarırlar merak etmeyin." Erdoğan'ın çelişen açıklamalar yaptığını belirten İnce, "Türkçe ile felsefe, bilim yapılamaz'diyor. Nisan 2012'de ise 'Türkçe ile felsefe ve bilim yapılamaz diyenler ırkçıdır'şeklinde açıklama yapıyor. Ya 2.5 senede ne değişti? Ne değişti biliyor musunuz? Konuşma metnini yazanlar değişti." dedi.

Yeniçağ

200 milyar dolar yastık altında

Posted: 27 Dec 2014 03:39 PM PST



İAR Başkanı Halaç "Altın bankacılığının teşvik edilmesiyle 5 bin tonluk yastık altı altının yüzde 10'u ekonomiye kazandırılabilirse, 20 milyar dolar kaynak girişi sağlanmış olur" dedi

İstanbul Altın Rafinerisi (İAR) Başkanı Özcan Halaç, İAR olarak 2011 yılında başlattıkları altın toplama projesi kapsamında bugünkü değerle yaklaşık 1,5 milyar dolarlık kayıt dışı bir tasarrufun sisteme girdiğini belirterek, "Yastık altında olduğunu tahmin ettiğimiz tutarın, yani 5 bin tonun yüzde 1'i bile değil... Altın bankacılığının teşvik edilmesiyle bu 5 bin tonluk yastık altı altının yüzde 10'u ekonomiye kazandırılabilirse, ekonomiye 20 milyar dolar kaynak girişi sağlanmış olur" dedi. Halaç, emtia türü olarak bilinmesine karşın altının aynı zamanda önemli bir finansal enstrüman olduğunu, altın bankacılığının ise kısaca altının bankacılık sistemi içinde değerlendirilmesi olarak tanımlanabileceğini anlattı.


16 banka ile proje
Altın bankacılığının halktan hurda altın toplanması, altın hesabı, altın hesaplarına faiz ve kâr payı verilmesi, altın kredisi, şubelerden gram altın satışı, altın havalesi gibi ürünleri ve hizmetlerinin bulunduğunu söyledi. Halaç, İAR'ın öncülüğünde, şube ve ATM'lerden gram altın satışının, hurda altın toplama gibi projelerin hayata geçişinin, altın bankacılığına olan ilginin artmasını sağladığını ifade ederek, İAR'nin altın bankacılığındaki önemli ürün ve hizmetlerin proje sahibi olarak, halktan altın toplama projesinde 11 banka ile şubelerden gram altın satış projesinde ise 5 banka ile iş ortaklığı yaptığını vurguladı.


"Hesap sayısı"
Özcan Halaç, şubeden gram altın satışı, vadeli altın hesapları, altın toplama gibi ürünlerle genişleyen ürün yelpazesinin, altın bankacılığına olan ilgiyi oldukça arttırdığını yineleyerek, bu durumun, altın bankacılığı müşteri sayısının da önemli ölçüde artmasını sağladığını dile getirdi. 2010 yılı sonunda mevduat bankalarındaki altın hesap sayısının 400 bin iken, 2013 sonu itibarıyla bu rakamın 2,2 milyonu aştığına işaret eden Halaç, gelinen noktanın beklentilerin ve potansiyelin çok altında olduğunu söyledi. Tasarruf oranları açısından ülke olarak yıllardır istenilen noktaya gelinemediğini belirten Halaç, şöyle devam etti: "Aslında ülkemizde hane halklarının tasarrufu mevcut ancak, bu tasarrufların önemli bir kısmı maalesef kayıt dışı. Kayıt dışı bu tasarrufun en başında ise altın gelmekte. Altın bankacılığının önemi de tam olarak burada. Yeterli destek sağlanması durumunda altın bankacılığı aracılığıyla bu kayıt dışı tasarruflar kısa sürede finansal sistem içerisine girecektir. Yastık altı olarak tabir ettiğimiz bu kayıt dışı altınların miktarının, 5 bin ton olduğunu tahmin ediyoruz. Bu yastık altı altın tasarrufunun ekonomik büyüklüğü, yaklaşık, 200 milyar dolar."

100 bin TL'ye kadar devlet güvencesi

İAR Başkanı Halaç hesaplarda devlet güvencesi olduğunu belirterek şunları söyledi "Altın yatırımcılarının, yatırım yapılabilecek, en avantajlı altına ulaşabilecekleri erişim noktalarının başında bankaların olması ve altın hesapların, banka ayrımı olmaksızın 100 bin TL'ye kadar devlet güvencesinde olması, yatırımcıları bankalara yöneltmektedir. Daha önce müşteriler altınlarını genellikle devlet güvencesi ve sigorta kapsamında olmayan kiralık kasalarda saklıyorlardı. Altına yatırım yapmak isteyen kişiler, altınlarını bankada mevduat olarak değerlendirdikleri zaman, hem altınları faiz veya kâr payı ile çoğalıyor hem de hırsızlık gibi risklerden kurtuluyorlar."

Yeniçağ

Plan PKK’ya kaçma imkanı verecek şekildeydi

Posted: 27 Dec 2014 03:36 PM PST



Silvan'da 3 yıl önce 13 askerin şehit olduğu, 7 askerin yaralandığı saldırıyla ilgili bölgedeki 4 komutan hakkında açılan davada, sanık Binbaşı Milbay Şahin savunma gönderdi. Şahin, "Plan PKK'nın etkisiz hale getirilmesi için değil, kaçma imkanı verecek şekildeydi" dedi.

Diyarbakır'ın Silvan ilçesinde 14 Temmuz 2011 günü PKK'lıların 13 askeri şehit ettiği, 7 askeri yaraladığı saldırıda ihmalleri bulunduğu iddiasıyla Silvan 4'üncü Taktik Jandarma Alay Komutanı Albay Mehmet Murat Toprak, 4'üncü Taktik Jandarma Tabur Komutanı Binbaşı Milbay Şahin, 1'inci Bölük Komutanı Üsteğmen M. Emin Karagöz ve 2'nci Bölük Komutanı Üsteğmen Necmettin Erdoğan'ın tutuksuz yargılanmalarına, Diyarbakır 7'nci Kolordu Komutanlığı Askeri Mahkemesi'nde devam edildi. Duruşmada Binbaşı Milbay Şahin'in avukatı Nail Karaaslan hazır bulundu. Dava dosyasına giren bilirkişi raporuna karşı sanık Binbaşı Milbay Şahin savunma gönderdi. Şahin savunmasında "Plan teröristlerin etkisiz hale getirilmesini sağlayacak şekilde değil, teröristlere bölgeden sıyrılma imkanı verecek şekildeydi" dedi. Şahin, "İfadede 13 Temmuz 2011 günü 16.30'da Kolordu Komutanı'na planın arz edildiği ve emir doğrultusunda planda tadilat yapıldığı belirtilmiştir. Birliklerin yorgunluk durumu dikkate alınmamıştır. Harekat emri belirtilen toplantıdan önce yayımlanmıştır. 2'nci Jandarma Komando Bölüğü'nün harekat emrinin yayımlandığı saatte halen 45 derece sıcaklıkta ve gün boyu takip harekatında olduğu hiç dikkate alınmamıştır. Plandaki Bent deresinin aşılmasının mümkün olmamasından dolayı dere yatağına inilmeye mecbur kalındı. Saat 04.00'da Şorik Tepe'ye ulaşıp telefonla Alay Komutanı ile görüşmek istedim. İstirahat ettiği belirtildi" ifadelerini kullandı. Mahkeme, araştırılacak bir husus kalmadığından dosyanın Askeri Savcı'ya gönderilmesine hükmederek, duruşmayı erteledi

Yeniçağ

Maliye Bakanlığı “vergi yüzsüzlerini” açıkladı

Posted: 27 Dec 2014 03:32 PM PST



Maliye Bakanlığı, devlete 1 milyon liranın üzerinde vergi borcu olan mükellefleri açıkladı.

Devlete toplam 14 bin 247 kişi ve kuruluşun 1 milyon liranın üzerinde vergi borcu bulunuyor. Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, vergi borcu 1 milyon lira ve üzerinde olanların kamuoyuna duyurulmasına ilişkin "Uygulamayla, vergisini zamanında ödeyerek vatandaşlık görevini yerine getirenlerin hakkını koruyoruz" dedi. Maliye Bakanlığı, devlete 1 milyon liranın üzerinde vergi borcu olan mükellefleri açıkladı. Listede sadece ilk 100'de yer alanların borcu ve bunların cezası 15 milyar lirayı geçti.
-Listede banka şubelerinin yanı sıra çok sayıda elektronik, gıda, finans, enerji, tekstil, inşaat, sanayi, medya ve turizm şirketinin olduğu görüldü. Maliye Bakanlığı, 30 Kasım 2014 tarihi itibarıyla 1 milyon liranın üzerinde vergi borcu olanlar ile vergi ve ceza tarhiyatları kesinleşenleri, Gelir İdaresi Başkanlığının (GİB) internet sitesinden kamuoyuna duyurdu. Listenin ilk sırasında 839,4 milyon liralık borç ile İmar Bankası eski Genel Müdürü Hilmi Başaran yer aldı. Başaran'ı 672,5 milyon liralık borç ile İmarbank Offshore Limited şirketi, 433,6 milyon liralık borç ile Sportingbet com.Alderney ltd. ve 385,8 milyon lira borç ile İflas. Hal. İmar Bankası Ankara şubesi takip etti.


Herkes tanımalı
Her vatandaşın vergisini zamanında ödemesinin önemine işaret eden Bakan Şimşek, "Yüzsüzleri herkes tanımalı, bunlar 77 milyona borçlu" dedi. Kanunun kendilerine bu hakkı verdiğini belirten Şimşek, "Borcunu ödemeyenler konusunda icra hükümlerini titizlikle uyguluyoruz, bu borçların önemli bir kısmı iflas etmiş kişilere ait. İcra yoluyla takibe uğramak istemeyenler, borçlarını ödeme konusunda mutlaka vergi dairelerimiz ile irtibata geçmeli. Mevcut yasal düzenlemeler kapsamında kendilerine mutlaka yardımcı olunacaktır" dedi. Şimşek, Bakanlığın geçmiş yıllara oranla daha gelişmiş teknoloji ve insan kapasitesine sahip olduğunun altını çizerek, sektörlerin vergi kaçırma alanlarını daralttıklarını kaydetti. Kayıtdışının, devletin daha az kazanması, vatandaşın daha az hizmet alması anlamına geldiğini vurgulayan Şimşek, böyle bir adaletsizliğe kesinlikle izin vermeyeceklerini bildirdi.


Yeniçağ

Bu saray çocukların “geleceğini” çalıyor!

Posted: 27 Dec 2014 03:31 PM PST



Ak Saray'ın ülkemizin yarınını çaldığını söyleyen CHP Genel Başkan Yardımcısı Selin Sayek Böke, "Türkiye bu sarayda tıkandı" ifadesini kullandı

CHP'nin ekonomiden sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Selin Sayek Böke, Türkiye'nin 2014 yılındaki en büyük ekonomik skandalının Recep Tayyip Erdoğan'ın inşa ettirdiği Ak Saray olduğunu söyledi. Böke ile 2014 yılını ve 2015'te Türkiye'yi nelerin beklediğini konuştuk.
* Ekonomide hükümet pembe tablo çiziliyor. Fakat yurt dışı kredi derecelendirme kurumları sürekli notumuzu düşürüyor. Gerçek tablomuz nedir?
Her vatandaş ekonominin bir parçasıdır. Dolayısıyla ekonominin nasıl gittiğini kredi derecelendirme kuruluşlarından veya siyaseten bir amaç uğruna anlatanlardan daha iyi bilen vatandaşın kendisidir. Bu sene Türkiye yaklaşık yüzde 3 büyümüş olacak. Bugüne kadar hep yüzde
5 büyümüşsen ve son yılda bu yüzde
3 olacaksa tarihsel olarak yaratabildiğimiz kadar gelir yaratamıyoruz demektir. Türkiye'nin en temel sorunu bu ekonomik yavaşlamadır. Bunun bir izdüşümü de işsizliktir. Türkiye'de işsizlik çift haneli bir rakama ulaşmış vaziyettedir. Yüzde 10.5 resmi rakamdır. Bir de bu olumsuz tablodan ümidini kaybetmiş, "gitsem de iş bulamayacağım" diye düşünen insanları da dahil ederseniz bu rakam yüzde 18'e varır. Enflasyon da Türkiye'nin büyük sıkıntısı. Son 10 yılda enflasyon hedeflenen noktaya gelemedi. Hâlâ yüzde 9'da. Eskiden cebinizde 100 lira vardı, şimdi yine 100 lira var ama eski 100 liralık ürünü almak için 110 lira ödüyorsunuz.
* OECD Türkiye'nin gelir dağılımında üyeleri içinde servetin en adaletsiz paylaşıldığı 2. ülke olduğunu açıkladı.
Türkiye'de gelir dağılımında ciddi uçurumlar var. En alt yüzde 10'luk gelir kesimiyle en üst yüzde 10'luk gelir kesimi arasındaki gelir farkı neredeyse 14 kattır. Biliyoruz ki bu gelir adaletsizliği, kendi başına sosyal ve ekonomik risk yaratan ve yavaşlamaya katkıda bulunan sorunlardan biridir. Aslına baktığınızda bazı alanlarda da alt gelir gruplarının erişemediği refah unsurlarına da eriştiği bir dönemden geçtik. Zaten küresel düzen buydu.
* 2014 yılına damgasını vuran en önemli ekonomik gelişme nedir?
Türkiye'de şu anda ekonominin bu kadar yavaşlamasının temel sebebi hukukun üstünlüğünün zedelenmesidir. Artık ekonomik faaliyete katılan hiçbir birey yarınını öngöremiyor. En üst makamdaki birinin çıkıp belli bankalara, şirketlere dair açıklama yapması ve bunu teknokratlardan önce yapması hukukun nasıl işlediğini sergiliyor. Böyle bir ortamda ne üretim oluyor ne istihdam yaratılıyor.
* Erdoğan'ın Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı'ya sürekli faiz indirimine gitmesi konusundaki baskısını nasıl yorumlarsınız?
Türkiye'de kâğıt üzerinde Merkez Bankası bağımsızlığı var. Faizler neden yükselir? Neden sürekli "indirin" diye bağırıyorlar? Esasında durmadan indirin diye müdahale edildiği için faizler yükseliyor. Siyasetçi olarak faizi siyasi bir karara dönüştürürseniz piyasada o faizi belirleyenler döner der ki, "burada ciddi bir risk var." Çünkü yarın o siyasetçinin ne diyeceğiniz bilemezler. O zaman da faiz zaten siyasi risk sebebiyle daha yüksek olur.
*Türkiye, son yılların en büyük cari açığını 2013'te verdi, 65.4 milyar dolar. Ekonomide hızla ilerlediğini söyleyen hükümet söylemleriyle çelişmiyor mu?
Cari açığın küçülmesi bu modelde esasında büyümenin yavaşlaması ve işsizliğin artması anlamına da geliyor. 2014'te cari açığın azaldığını göreceğiz. Bu hem yavaşlamadan olacak hem de petrol fiyatlarının düşmesinden kaynaklanacak. Her 10 dolarlık petrol fiyatı düşüşü cari açığı yaklaşık 4 milyar dolar değerinde azaltıyor. Petrol fiyatları neredeyse 100 dolardan 60 dolara indi. 16 milyar dolar civarında cari açıkta düzelme bizim bir şey yaptığımız için değil, dünyada petrol fiyatları düştüğü için olmuş olacak. Ve bize muhtemelen "bakın cari açık küçüldü" hikâyesini anlatacaklar. Cari açığın temelinde yatan sorun (ithalata bağımlı üretim ve dış borca bağımlı üretim) bunlarda bir değişiklik yoksa eğer yarın Türkiye'nin ekonomisinin tekrar canlandığı takdirde yine cari açıkla karşılaşacağız.
* Ak Saray ekonomiyi nasıl etkiler?
O saraya bakıyorum ve düşünüyorum, bu mücadele sadece bugünün Türkiyesi'ne dair bir mücadele değil. Bu verilen ekonomik kararlar, siyaseten verilen ekonomik kararların hepsi yarınımızı çalıyor, çocuklarımızın yarınını, Türkiye'nin geleceğini çalıyor. Türkiye'de siyaset öyle bir noktaya getirildi ki, bu sarayın duvarlarına takıldı. Son 10 yıldır buldozerin üstüne çıkmış bir kişi var. Buldozerin üstünde taşı toprağı birbirinin üzerine koyarak ekonomik bir büyüme yarattı. Ama onu yaparken ağacı, fidanı, hayatı yok etti. Yarınımız bitti. Türkiye bu sarayda tıkandı. Masrafını bile bilemediğimiz bir saray şu an karşımızda duruyor.
* Bu sarayla Türkiye'nin nur topu gibi sürekli artan gideri olan bir kuruluşu daha oldu. Türkiye'nin içmeye ayranı yokken cumhurbaşkanı nereye gidiyor?
Bu yıl cumhurbaşkanlığına geçen seneki bütçeye kıyasla iki katı daha çok para ayrıldı. Demek ki oranın aynı şekilde devam etmesi vizyonu her sene bütçeden aynı paranın artarak muhtemelen oraya aktarılması talebi gelecek. Buna bizim "dur" dememiz gerekiyor. O para halkımızın ödediği vergiler ve o vergilerin halka hizmet için harcanması lazım. O saray şu anda halka hizmet etmiyor.


Yeniçağ

Parmak kütletmeyin!

Posted: 27 Dec 2014 03:30 PM PST



Uzmanlar, birçoğumuzun alışkanlık haline getirdiği parmak kıtlatmayı (çıtlatmayı) önermiyor. Eklemleriniz harap olabilir, kalıcı sorunlar oluşabilir. Çünkü The Journal of Manipulative and Physiological Therapeutics'da yayımlanan parmak kıtlatması araştırmasından hiç de iyi sonuçlar çıkmadı.

Okan Üniversitesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Bölümü'nden Yrd. Doç. Dr. Gamze Şenbursa, parmak kıtlatması alışkanlığının yan etkileri hakkında yapılan araştırmada elde edilen bulgular hakkında şu bilgileri verdi: "Bu araştırmada parmaklarını kıtlatan 300 kişinin eklemlerindeki harabiyet incelendi. Eklemi kıtlatmayı alışkanlık haline getirenlerde yumuşak dokuda zedelenme, kavrama kuvvetinde azalma gibi sonuçlar tespit edildi. Harabiyet eklemi çevrelen bağları hızlı ve tekrarlı bir şekilde gerilmesinin sonucudur. Profesyonel beyzbol atıcılarında da benzer yaralanmalar görülmektedir ancak yaralanmalar daha ciddi seviyededir ve atış için kullanılan koldaki daha fazla eklemi etkiler." Yrd. Doç. Dr. Şenbursa, parmaklarınızı birleştirip dışarıya doğru büktüğünüzde eklemlerinizden sesler gelirken, eklem içinde olup bitenleri şöyle anlattı: "Eklemler iki kemiğin birleşim yerinde bulunur, yumuşak doku ve bağlar tarafından çevrelenir. Vücudumuzdaki bütün eklemlerde sinoviyal sıvı da denilen kalın, berrak eklem sıvısı vardır. Eklemlerinizi kıtlatmak için parmaklarınızı esnettiğinizde, eklemdeki kemikleri birbirinden ayırmış olursunuz. Böylece eklemi çevreleyen yumuşak doku kapsülü de esner. Kapsülün esnemesiyle eklem içindeki hacmi artırırsınız. Bir fizik kuralı olarak 'hacim artarsa, basınç azalır'. Eklem sıvısının basıncı düştüğünde sıvı içinde çözünmüş halde bulunan gazlar baloncuk haline gelir. Eklem yeterince esnediğinde kapsüldeki basınç düşer ve baloncuklar patlar. Bu patlama eklemlerinizden sesler gelmesine neden olur.
Gazların sıvıda tekrar çözünmesi 25-30 dakika sürer ve bu süre içinde eklemlerden ses gelmez. Gazlar çözündüğünde eklemleriniz tekrar kıtlatılabilecek hale gelir." Şenbursa, eklemleri kıtlattıktan sonra insanların rahatlama hissetmelerinin sebebini ise şöyle açıklıyor:
"Eklemlerden 'çıt'sesinin alınmasından sonra eklem hareketinin arttığına dair kanıtlar bulunmaktadır. Eklem manipüle edildiğinde eklemdeki hareketi algılayan reseptörler uyarılır ve eklemi çevreleyen kaslar gevşer. Eklemleri kıtlattıktan sonra insanların rahatlama hissetmelerinin sebebi budur."

Yeniçağ

Saçlarımızla ilgili yanlış inanışlar...

Posted: 27 Dec 2014 03:29 PM PST



Saçın kısa kesilmesinin kazıtılmasının saç dökülmesini önleyici veya saçı gürleştirici etkisi yok.

* Her gün saçların yıkanması saçların fazla dökülmesine yol açar. Zeytinyağı, badem yağı ve yumurta karışımlarının saça sürülmesinin saça bir faydası yoktur.
* Yıkama ve tarama esnasında saçın dökülmesi normaldir. Ancak durup dururken dökülüyor veya elinizi attığınızda tutam tutam geliyorsa doktora başvurulmalıdır.
* Saç dökülmesinde hala ilk başvurular kuaför ve eczaneler. Oysa saç dökülmesi bazen bize bir hastalık tanısı koydurabilecek kadar önemli olabilir. Dolayısıyla bazı alışveriş merkezlerinde ve eczanelerde saç analizi yapılır ve saç dökülmesine son gibi ürün satışı için yapılan sloganlara kanmayıp eğer saç dökülme probleminiz varsa bir dermatoloğa başvurmak en doğru yol olacaktır.


Yeniçağ

İnternetten alışveriş kabusunuz olmasın!

Posted: 27 Dec 2014 03:27 PM PST



Trend Micro, yılbaşı alışverişlerini fırsat bilen bilgisayar korsanlarına karşı alınacak önlenlemleri açıkladı

İnternet ve veri güvenliği sağlayıcı Trend Micro, yılbaşı için online alışveriş platformlarını kullanacaklara önerilerde bulundu. Trend Micro'nun yaptığı araştırmaya göre online alışverişte en çok satın alınan ürünlerin başında bilgisayar, tüketici elektroniği, oyuncak ve kıyafet geliyor. Kullanıcıların bu ürünlere ilgisinin farkında olan bilgisayar korsanları sahte sipariş siteleri ve kimlik avı saldırıları gibi birçok yöntemle kredi kartı bilgilerimizi çalmaya çalışıyorlar. İnternet üzerinde herhangi bir sorun yaşamadan güvenli bir şekilde sevdiklerine hediye almak isteyen herkesin dikkat etmesi gereken noktalar ise şu şekilde;

Siber suçlular kullanıcılara gönderdikleri e-postalarda özellikle herkesin ilgi gösterdiği ürünler için sahte kampanyalar içeren e-postalar yolluyorlar. Bu e-postalardaki bağlantılara tıklayıp alışverişini oradan yapan kişilerin kredi kartı bilgileri bilgisayar korsanları tarafından çalınıyor. Ne yapılmalı? Kullanıcılar gelen e postaları güvenlik yazılımıyla taramalı ve eğer şüpheli bir kaynaktan geldiğini düşünüyorsa itibar etmemeli. Web tehditleri arama motorlarında sıkça ilk sıralarda yer alabiliyor. Kötü niyetli kişiler tarafından düzenlenen popüler alışveriş sitelerinin sahte versiyonları, arama motorlarının ilk sonuçları arasında yer alabiliyor. Bu sitelerden alışveriş yapan kişiler ise kredi kartı bilgilerini doğrudan bilgisayar korsanlarına vermiş oluyorlar. Ne yapılmalı? Güvendiğiniz ve daha önceden alışveriş yaptığınız online alışveriş sitelerinin adreslerini internet tarayıcınıza kendi elinizle yazarak giriş yapın. Bu sayede arama sitelerinden yönlendirilerek değil, kendi yazdığınız doğru site adresiyle erişim sağlayabilirsiniz.


İNDİRİM OLASILIKLARI

Yarı yarıya promosyonlar ve aşırı indirimler görüldüğünde bir kez daha düşünmekte fayda var. Çünkü saldırganlar bu tür mesajları kullanmayı oldukça seviyor. e yapılmalı? İnternet üzerinde karşılaştığınız gerçekçi olmayan indirimler hakkında ilgili marka ile iletişime geçerek böyle bir şeyin gerçekten olup olmadığını araştırın. Eğer çok fazla çevrimiçi alışveriş yapıyorsanız ve bu alışverişlerinizi mobil cihazlar üzerinden gerçekleştiriyorsanız, mutlaka güvenilir mecraların uygulamalarını kullanın. Çünkü mobil görünüme sahip web sitelerinin sahtelerini üretmek saldırganlar için çok daha kolayken, kullanıcılar için anlaşılması bir o kadar zor oluyor. e yapılmalı? Mobil tarayıcı üzerinden alışveriş yapmak yerine büyük markalara ve güvenilir uygulama üreticilerine ait online alışveriş uygulamalarını kullanın. Mobil cihazınızı mutlaka kapsamlı bir güvenlik programıyla güvenlik altına alın. Gerçek zamanlı olarak güncellenen bir güvenlik yazılımı, kullanıcıların sahte web sitelerine girmesine engel olacak ve tehditlerden koruyacaktır. Mobil cihazları da koruyan güvenlik yazılımlarının tercih edilmesi kullanıcıların her platformda güvenli bir internet deneyimi yaşamasını sağlayacaktır.

Bu arada, Trend Micro'nun özel hazırladığı sayfada (santaknows.trendmicro.com) bilgilerinizin ne kadarının sosyal medyada gözüktüğünü de test edebiliyorsunuz.

Yeniçağ

“Kent Konseyleri” Ya Da Ulus Devletin İmhası”

Posted: 27 Dec 2014 03:24 PM PST




19 Aralık 2012 de yayımlanan "Kent Konseyleri" Ya Da Ulus Devletin İmhası" başlıklı yazımı, PKK'NIN "ÖZERKLİK" İSTEMİNİN HÜKÜMET KANADINDAN DA KABUL GÖRDÜĞÜ SÜREÇTE, Bir kez daha yayına koymanın anlamlı olacağını düşündüm… Mahmut ÖZYÜREK


Parlamento içi muhalefetin "istemem, yan cebime koy" anlayışı ile karşı çıktığı, parlamento dışı toplumsal muhalefetin, Atatürkçülerin neredeyse büyük bir çoğunluğunun "yetmez ama evet" çiler örneği destekledikleri "KENTKONSEYLERİ", özünde "devletsizleştirme" projesinin tabana yayılmasının önemli bir ayağını oluşturmaktadır.
Bu yazıyı kaleme alırken, kendini "Atatürkçü" olarak tanımlayan, Atatürkçülük iddiasında bulunan, ancak Atatürkçülükten "sistemin öngördüğü kadar" nasiplenmiş kimilerinin sert-acımasız eleştiri ile karşılaşacağımı da biliyorum.
Mustafa Kemal Atatürk'ün; "İnsanlar, gerçekliğine inandıkları şeyleri söylemekten çekinmemelidirler. Gerçekleri söylemek, insanın başına büyük işler de açabilir. Yine de doğru bildiğimiz yoldan şaşmamalıyız. İnsanlık, gerçekleri söylediği için cezalandırılan, acı çeken, ama doğrulardan ödün vermeyen insanların çabalarıyla bugünkü düzeyine ulaşmıştır." , "Yolunda yürüyen bir yolcunun yalnız ufku görmesi kâfi değildir. Muhakkak ufkun ötesini de görmesi ve bilmesi lâzımdır"sözlerinden hareketle, yurtseverliğimin bir gereği olarak gördüğüm doğruları bu güne değin olduğu gibi, bundan böylede söylemekten geri durmayacağım.
Konu ile ilgili olarak Türkiye'nin altına imza koyduğu kimi uluslararası sözleşmeleri anımsamakta yarar var.
Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı,15 Ekim 1985 tarihinde imzaya açıldı. Türkiye anlaşmayı 21 Kasım 1988′de imzaladı.
1999 Helsinki Zirvesi... Türkiye'ye "üye adayı" unvanı verildi.
4 Haziran 2003: "İnsan hakları"na ilişkin iki Birleşmiş Milletler sözleşmesi" TBMM'nden alelacele, yangından mal kaçırır gibi AKP ve CHP'nin oylarıyla, geçirildi. Türkiye, AB istiyor diye, "Kişisel ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi" ile "Ekonomik Sosyal ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi"ne (bundan böyle her iki sözleşmeyi ifade etmek için "ikiz sözleşmeler" ifadesi kullanılacaktır.) katılım işlemlerini tamamlayarak bu sözleşmelere de taraf olmuştur.
• 3.7.2005 tarihli ve 5393 sayılı Belediye Kanununun 76.maddesine dayanılarak hazırlanan "Kent Konseyi Yönetmeliği"08/10/ 2006 tarihli 26313 sayılı RG de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.
• 5449 sayılı "Kalkınma Ajanslarının Kuruluşu, Koordinasyonu Ve Görevleri Hakkında Kanun" 25 Ocak 2006 da kabul edildi.
• 19 Ekim 2007 de yapılan "Lizbon Antlaşması", 1 Aralık 2007 de yürürlüğe girdi. Lizbon Antlaşması'na göre, "Avrupa Birliği, üye devletlerin antlaşmalar önündeki eşitliğine, temel yapılarına ilişkin, siyasal ve anayasal, bölgesel ve yerel özerk yönetimler dâhil, ulusal kimliklerine saygı gösterir" (m. 3a/2).
• 1996'dan bu yana çıkarılamayan "Yerel Yönetimler Yasasının son ayağı olan 6360 sayılı "Büyükşehir Belediyesi Kurulması Ve Sınırlarının Belirlenmesi" hakkındaki kanun 12.11.2012 tarihinde TBMM de kabul edilmiş 06.12.2012 tarihinde ise yürürlüğe girmiştir.
Helsinki Zirvesi'nde Türkiye "aday üyeler listesi "ne alındıktan sonra ikinci aşama "AB'ye katılım müzakerelerinin başlaması" olacaktı. Ne var ki müzakerelerin başlatılması, Türkiye'nin, "Kopenhag ölçütlerini tam olarak yerine getirmesi" ön koşuluna bağlanmıştır.
Buradaki "tam olarak yerine getirme"koşuluna özellikle dikkat çekmek gerekir. Çünkü, böyle bir koşul eşyanın doğasına aykırıdır. AB üyelerinin hiç biri "tam olarak yerine getirme" koşulu ile karşılaşmamıştır. Kaldı ki böyle bir şey de olanaksızdır. AB, Türkiye'nin "Kopenhag koşullarına tam olarak uyma" sürecini izlemek amacıyla şöyle bir süreç uygulanmıştır.
-"Katılım Ortaklığı Belgesi'yle Türkiye'ye buyruklarını iletiyor.
• -Türkiye "Ulusal Program" la taahhütte bulunuyor.
-"Uyum Yasaları" ile taahhütlerini yerine getiriyor.
21 Kasım 1988′de imzalanan Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı, "yerel makamların, kanunlarla belirlenen sınırlar çerçevesinde, kamu işlerinin önemli bir bölümünü kendi sorumlulukları altında ve yerel nüfusun çıkarları doğrultusunda düzenleme ve yönetme hakkı ve imkânı anlamını" içermektedir
1999 Helsinki Zirvesinde ise "azınlıkları korumanın ve onlara saygı göstermenin güvenceye ve bu güvencenin de istikrara kavuşturulması" istenmiştir.
4 Haziran 2003: "İnsan hakları"na ilişkin iki Birleşmiş Milletler sözleşmesi TBMM'de kabul edildi. Türkiye'nin 34 yıl katılmaktan kaçındığı İkiz Sözleşmeleri AB hayali uğruna imzalaması, teslimiyetçi çevrelerce Türkiye'nin, AB yolunda "önemli bir virajı almış" olduğu şeklinde yorumlanmıştı.
İç hukukun üzerinde yer alan sözleşmeler "tüm halklarla, hükümeti olmayan ya da vesayet altında bulunan halkların kendi geleceğini belirleme hakkını" içeriyordu. Böylece Türkiye, "tüm halkların kendi kaderini belirleme hakkını" tanımış oldu. Buna göre Türkiye'de "halk" olduğunu ileri süren herhangi bir topluluğun, Türkiye Cumhuriyeti'nden ayrılma hakkı kabul edilmiş oluyor, ayrılmak istemeyenlere ise, kendi statülerini özgürce belirleme hakkı tanınıyordu. Bunlar sözleşmelerin şu ilkelerine dayandırılmaktadır: "Tüm halklar self-determinasyon hakkına sahiptir. Bu hak ile siyasal statülerini ve ekonomik, sosyal ve kültürel gelişmelerini serbestçe belirleyebilirler. Devletler, halkların self-determinasyon hakkının gerçekleşmesi için destek sağlamalıdır."
İkiz sözleşmeler, Emperyalist – yağmacı emellerin önünde engel olarak duran, Vladimir İliç Lenin'in bağımsızlığın ön koşulu olarak ortaya attığı "Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı'nı, AB-D'nin kurnaz mimarları, ulus devlet yapısı içinde yaşayan "Halkların Kendi Kaderini Tayin Hakkı"na dönüştürüvermişlerdi.
"Halkların Kendi Kaderini Tayin Hakkı'; Thomas Woodrow Wilson tarafından, 1919 yılında Emperyalist sömürünün, mikro milliyetçiliğin, ulus devletlerin parçalanmasının ön koşulu olarak ortaya atılmıştır.
Küreselleşmeci kraliyetçiler bugün 200 civarında olan devlet sayısının önce 1000'e, sonra da 5000'e çıkarılarak bir "dünya kentler federasyonu" kurulmasını hedeflemektedirler. Bu hedefe ulaşabilmek için araç olarak da öncelikle "İkiz Sözleşmeleri" kullanmaktadırlar. Çünkü bu sözleşmeleri kabul eden üniter/ulus devletlerin; halklara, etnik, dilsel ve dinsel topluluklara bölünmesi ve böylelikle yıkılmasının yollarına taş döşeme işlemi bu sözleşmelerle sağlanmıştır.
1990'ların başında Maastricht Anlaşması'yla "yerellik ilkesi" AB'nin temel ilkelerinden biri haline geldi. Yeni üye olacak devletlere de ön koşul olarak dayatıldı. Batı emperyalizmi "yerinden yönetim" ve "kendi kaderini tayin hakkı" gibi özü boşaltılmış, ambalajı parlak kavramları, hedef ülkeleri etnik temelde parçalayıp sömürgeleştirmek için kullanmaktadır.
Bir diğer önemli hatırlatmayı daha yapmakta yarar var. "Kent Konseyleri, Kalkınma Ajansları, Büyükşehir Yasaları"nın ön hazırlıkları, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) tarafından yapıldı.Belediye başkanlarının yetkilerini daha aktif bir biçimde kullanmaları amaçlı UNDP'nin çalışmalarını ise Avrupa Birliği ve Birleşmiş Milletler finanse etti.
AB, bu çerçevede, Türkiye'nin eyalet sistemine geçişinin alt yapı hazırlıkları için 4 milyon Euro harcadı. AB'nin dayatmalarıyla devreye giren ve federalizmin önünü açan "Kalkınma Ajansları"na ise, AB 1 milyar TL kaynak ayırdı. Yani, "Kent Konseyleri, Kalkınma Ajansları, Büyükşehir Yasaları" nın finansmanı tümüyle AB ve BM hibeleri ile yürütüldü. Avrupa Birliği ve Birleşmiş Milletler yalnızca "hibe" vermekle yetinmediler. Onlarca uzman(özel görevli- casus) bu çalışmaların yürütülmesinde görev aldı. Diğer sömürgeleştirme projelerinde olduğu gibi, Soros ve AB'den beslenen, mandacı ,"Truva Atı" örgütlenmeler de boş durmadılar "beyin yıkama-dönüştürme" eylemlerini aralıksız sürdürdüler.
Bu ihanet senaryosunda görev alanların en tehlikelileri ise "Hem AB'ci, hem de Atatürkçü" olduğu savı ile halkı kandıranlardır. Bunlar diğerlerinden farklı olarak, Atatürk'e veya Kemaliz me doğrudan cephe alarak saldırarak tepki çekmek yerine, daha sinsi bir yöntem izleyerek "Atatürkçü oldukları" yaygarası ile bir kısım saf ve bilinçsiz yurttaşlarımızın işbirlikçilerin safında mevzilenmesini sağlamaktadırlar.
Başta ABD ve Avrupa birliği ülkeleri olmak üzere dünyanın tüm gelişmiş ülkeleri daha çok merkezileşirken, gelişmiş ülkelerin denetimlerindeki uluslararası kuruluşlar (IMF, Dünya Bankası ve Dünya Ticaret Örgütü vb.) gelişmekte olan ülkelerde "yerelleşmeyi" ve devletin küçültülmesini, devletsizleştirmeyi, niçin önermektedirler? Niçin milyonlarca Euro'yu "hibe olarak" bu projelere harcamaktadırlar?
Çünkü ulus ötesi şirketler, dünya ölçeğinde programlar uygularken, ulus-devletlerin sınırlarından, parlamentolarından, ordularından, bürokrasilerinden büyük rahatsızlık duymaktadırlar.
Dünya sermayesinin 3/2 sini elinde tutan batılı çete başlarının sözcülerinden. Rockefeller bir konuşmasında; Birinci Dünya Savaşı'nda 50, İkinci Dünya Savaşı'nda 100, bu gün 194 olan devlet sayısının yakın gelecekte 1000'e sonra 5000 ülkeye çıkacağını söylemişti. Böylece ulusal kimliği ve dirençleri dumura uğratılmış, kent devletçiklerinde gelişen küresel Pazarlar üzerinden sömürü kolaylaşacak, Dünya "dikensiz gül bahçesine" dönüştürülecektir.
Amerikan tekeli Rockefeller'in patronu olan Nelson A. Rockefeller, dönemin ABD Başkanı Eisenhower'e 1956 yılında yazdığı mektubunda şöyle yazıyor: "İktisadi yardımlarda, ABD'nin karşılık beklemeden yardım ettiği ve işbirliği yapmak isteğinde samimi olduğu izlenimi oluşturulmalı. Elimizdeki bütün propaganda imkânlarıyla durmaksızın, az gelişmiş ülkelere yapılan Amerikan yardımının karşılıksız bir yardım olduğunu, art niyet taşımadığını bütün kafalara sokmalı, bu konuda hiçbir masraftan çekinmemeliyiz. Bu arada ideolojik savaşa ara vermemeliyiz. Bu ülkelere yatırım yapan kapitalistlerimiz, teknik eksperlerimiz ve diğer uzmanlarımız az gelişmiş ülkelerin milli ekonomilerinin bütün dallarına girmeli, onları bizim çıkarlarımıza göre geliştirmelidir. Bu ülkelerdeki politik bakımdan güvenilir yerli işadamlarının ulusal çabaları da teşvik edilmelidir."
1957'de Eisenhower Doktrini olarak ortaya atılan, "Ortadoğu'da Barış ve İstikrarı Koruma Planı" , günümüzde "Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika'yı da kapsayan Büyük Ortadoğu Projesinin", ABD Başkanı George Bush tarafından ilk defa 1990'da açıklanan "Yeni Dünya Düzeni" projesinin de, gerçek amacı, işte bu sayıyı yakalamaktır. Yani, milli devletleri aşiret ve şehir devletlerine kadar parçalayıp, sonra da dünyayı yönetmek.
Konu bu bağlamda ele alındığında "Kent Konseyleri", bir tür "eyaletleşmeye" yol açarak, emperyalizmle uyum/bütünleşme sürecini yürütebilmesine olanak tanıyan Bölgesel Kalkınma Ajanslarının, Büyükşehir Yasalarının kim için ne amaçla ısrarla Türkiye'de uygulanmak istendiği daha rahat anlaşılır.
Üzülerek belirtelim ki, konuyu bu bağlamda ele almadan/alamadan, "Körlerin fili tanımlaması" gibi "Kent Konseyleri, Kalkınma Ajansları"nı "demokratikleşme", Büyük Şehir Yasasını ise "eyaletleşme" olarak halka sunmak büyük bir aldatmaca, aymazlık ve ihanet örneğidir.
Açıkça üniter /milli devleti, Eyaletler devletine dönüştüren, başkanlık sistemine ya da bir diktatörlük sistemine doğru gidişin altyapı taşlarını döşeyen, "Kent Konseyleri, Kalkınma Ajansları, Büyükşehir Yasaları" bir bütünün parçaları ve özü itibariyle ihanet yasalarıdır.
Bu ihanet yasaları yalnızca AB-D'nin, değil, aynı zamanda ülke içinde "devşirilmiş" kimi "Truva Atı" örgütlerinde dayatmasıdır. Açık Toplum Enstitüsü kurucusu Soros'un desteklediği TESEV'in hazırladığı "Yerel ve Bölgesel Yönetim İçin Öneriler" raporunda önerilen her şey, bu ihanet yasalarının içine yerleştirilmiş ve TBMM'nin gündemine getirilmiştir. TESEV'in hazırladığı bu rapora, TESEV'in 183 no'lu kurucu üyesinin muhalefet edeceğini, direneceğini beklemek, en hafif deyimle safdilliktir.
Özünde "devletsizleştirme" projesinin tabana yayılmasının önemli bir ayağını oluşturan "Kent Konseyleri" ne geçmeden bir noktanın altını daha çizmek gerekir.
1996'dan bu yana birçok kez gündeme alınmasına karşın bir türlü yasalaştırılamayan "Kamu Yönetimi Temel Kanunu" AB-D'nin kurnaz mimarlarının önerisi ile "Kent Konseyleri, Kalkınma Ajansları, Büyükşehir Yasaları" olarak parçalara ayrılmış, ambalaj değiştirilerek, "kalkınma, demokratikleşme, yönetişim, katılımcılık, yerinden yönetim vb." kavramlarla cilalanarak yasalaştırılmıştır.
Bu ihanetin yasal dayanaklarının tamamlanması için, Yasalarımızda birkaç değişiklik daha planlanıyor. Dilerseniz nelerin planlandığını İçişleri eski Bakanı Abdülkadir Aksu'nun kendi ağzından yaptığı şu açıklamadan öğrenelim.
"Olursa her ilde bir yönetici olacak, o da seçimle gelecek. Şu an da atanmış vali ve seçilmiş belediye başkanı birlikte olmayacak. Bu konu da partide araştırma ve geliştirme bölümü çalışıyor. (…) En iddialı projelerimizden biri de, her il ve ilçelerde bir nevi, 'yerel parlamento' olarak adlandırılabilecek çalışma sistemi kurmak."
Aksu, ANAP'ın olduğu kadar AKP'nin de önde gelen isimlerindendir. "Her il ve ilçelerde bir nevi yerel parlamento", söylemi, amacını aşan değil, tam tersine amacı doğru tanımlayan bir söylemdir. Amaçlanan "yerel parlamento"dan anlaşılması gereken bu günkü adıyla "KENT KONSEYLERİ"dir.

"YEREL GÜNDEM 21" VE "KENT KONSEYLERİ"
Yerel Gündem 21, kendi mimarlarınca şöyle tanımlanıyor. "Yerel Gündem 21, 1992 yılında yapılan Rio de Janeiro'daki Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Konferansı'ndan (Yeryüzü Zirvesi) bu yana, dünyada yaklaşık 135 ülkedeki binlerce, ülkemizde ise 60'ı aşkın kentte uygulanan 21. yüzyılda çevresel, toplumsal, ekonomik gelişmeye ve öncelikli kent sorunlarının çözümüne yönelik çalışmaları kent halkı ile birlikte yürüten ve uygulamaya geçiren bir ortaklık projesidir."
YG21 ile "sorunların çözümünde sadece devleti içeren tek özne yerine, hükümetler, is adamları, ticaret birlikleri, bilim adamları, vatandaşlar, hükümet dışı kuruluşların da içinde bulunduğu çok taraflı görev ve sorumluluk üstlenen gruplardan yardım alınması" öngörülmüştür.
Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı göre, özerk yerel yönetim kavramı, "yerel makamların, kanunlarla belirlenen sınırlar çerçevesinde, kamu işlerinin önemli bir bölümünü kendi sorumlulukları altında ve yerel nüfusun çıkarları doğrultusunda düzenleme ve yönetme hakkı ve imkânı anlamını" içermektedir
Türkiye'deki Kent Konseyleri, YG-21'lerin "yasal" olarak statü kazandırılmış yeni yapılarıdır. Bugün Avrupa'da ve diğer pek çok ülkede "Local Agenda 21 (LA-21)" olarak isimlendirilen bu yapılar bizde de yeni belediye kanununa kadar varlıklarını YG-21 adı altında sürdürmüşlerdir. Yasal bir statü kazandıkları zamanda isimleri "Kent Konseyleri" olarak değiştirilmiştir. Bununla birlikte Kent Konseyleri kavramlaştırmasına değişik ülkelerde de rastlamaktayız. Adı ister YG-21 olsun isterse de Kent Konseyleri olsun, iki yapının da ortak iddiası, yerelde yeni bir yönetişim modeli olarak gösterilmeleridir.
Türkiye'de içeriği ve özü dumura uğratılmış "kalkınma, demokratikleşme, yönetişim, katılımcılık, yerinden yönetim vb." kavramlarla, Dünya Bankası, Birleşmiş Milletler, OECD, bunlara destek veren IMF'nin dayatması olarak gündeme gelen"YG-21 ya da "KENT KONSEYLERİ"nin temel işlevi, merkezi yönetimin sağlaması gereken kamusal hizmetlerin yerel yönetimlere bırakılmasıdır.
Türkiye'de de bugüne kadar, merkezi yönetim tarafından belediyelere devredilen ya da uzun süredir zaten belediyeler eliyle verilen kamu hizmetlerinin hızla özelleştirilmesi ve piyasalaştırılmasının deyim yerindeyse "kılıfı-ambalajı" olarak önceleri "Yerel Gündem-21" şimdi de "KENT KONSEYLERİ" sahneye sürülmüştür.
Doğası gereği bir türlü doymak bilmeyen "küresel çete ve özel sektör", Yerel Yönetimlerin elinde olan "ulaşım, yol yapımı, çöp, kent temizliği, su, çevre düzenlemesi vb." gibi yerel yönetimlerin kendi olanakları ile sunduğu hizmetlerden çekilmesi, küresel çete ve özel sektör için çok önemli kar alanları yaratmıştır. Bu karlı alanı ele geçirmek için yapılan çalışmalarda katılımcılarının kimler olduğuna bakmak bile ileri sürdüğümüz tezin doğruluğunu kanıtlar niteliktedir.
"Avrupa Birliği Yolunda İyi Yönetişim" adıyla yapılan çalışmalar "TÜSİAD, OECD, Dünya Bankası ve Avrupa Birliği" ortaklığıyla yürütülmüştür.
2005 tarihli ve 5393 sayılı Belediye Kanunu'nun "Kent Konseyi" başlıklı 76. maddesi ne dayanılarak çıkartılan, asıl olarak YG21 programını esas alan "Kent Konseyleri Yönetmeliği" "sürdürülebilir kalkınma" ilkeleri çerçevesinde, "yönetişim" anlayışını, "hemşerilik hukuku"na dayanarak hayata geçiren ve katılımın yaygınlaşmasını "kent vizyonu" etrafında geliştirilmesini sağlayan çok aktörlü bir yapıdır. Kent konseyi, katılım ve yerinden yönetim ilkelerini hayata geçirmeye çalışır."

"YÖNETİŞİM"
Kent konseylerinin omurgasını oluşturan, "katılımcılık, demokratikleşme, sürdürülebilir kalkınma" anlayışlarını yaşama geçireceği ileri sürülen "Yönetişim" kavramını şöyle tanımlanıyor.
"20. yüzyıl toplumları, "yöneten ile yönetilen", "devlet ile toplum" arasında durmadan açılan bir uçurumla yaşamaya çalışmıştır. Devlet aşırı büyümüş, toplumun üzerine abanmış, toplumun taleplerini duyma ve yerine getirme melekelerini yitirmiştir. Demokrasi, ancak, devlet ile toplum arasındaki bu uçuruma son verilerek gerçek hale getirilebilir. Bu nedenle "yönetişim" KATILIMCILIKTIR.
Türkiye'de özellikle kendini "sol"olarak tanımlayan örgütler ve kişilerin "olmazsa -olmaz" istemidir "yönetişim" ve "katılımcılık." Ancak "demokratikleşme, kavramında olduğu gibi "katılımcılık" da ulus ötesi sermayenin yeniden biçip-diktiği bir elbisenin, mazlum ulusların üzerine zorla değil , "rıza" ile giydirilmesine dönüşmüştür.
Bu nedenle Yönetişim; Ulus egemenliğini temsil eden iktidarın yeniden paylaşılmasıdır. Önceliği "Kamu yararı" olan devlet aygıtından "kamusal alanları" terk etmesi talep edilmektedir. Devletin önceliği, Kamu yararı değil, küresel aktörler arasındaki paylaşımın gözetilmesi, iş ve işlemlerin "genel sekreterliği"ni yürütülmesi olmalıdır.
Konumuz olan "Kent Konseyleri" işte bu anlayış üzerine oturtulmuştur. Üçlü bir sacayağı olacaktır. Birinci ayak "genel sekreterliği yürütme" işlevi dışında bir görevi olmayan ve devleti temsil eden "BÜROKRASİ", İkinci ayak toplumun üretken, girişimci, toplumsal gelişmenin lokomotif işlevi gören "ÖZEL SEKTÖR".( TOBB'nin her ildeki temsilcileri Kent Konseylerinin doğal üyesidir.) Üçüncü ayak ise "Sivil Toplum Örgütleri"dir.
Bu üçüncü ayak konumuz açısından üzerinde durulmaya değer. Nedir bu sivil toplum kuruluşları? Örneğin Atatürkçü Düşünce Derneği, bir sivil toplum kuruluşu mudur? Gerek Dünyada, gerekse ülkemizde "Sivil Toplum Örgütü" "NGO" denildiğinde, nitelik ve nicelik olarak "Sermaye Tabanlı" örgütler anlaşılmalıdır. Doğru olan da budur. Bu nedenle nitelik ve nicelik olarak sermaye tabanlı olmayan örgütlenmeler "Demokratik Kitle Örgütleri"dir. DK. Örgütleri sermaye ile ortak bir paydada buluşamazlar, Kent Konseylerinin üçüncü ayağını oluşturan yapılanmanın içine alınmazlar, uygulamada da alınmamışlardır.
Buradan şu çıkarsama rahatlıkla yapılabilir. Yönetişim; genel sekreterliği yürütme" işlevini yerine getiren ve devleti temsil eden BÜROKRASİ ile Sermayeden (Özel sektör ve Sivil Toplum Örgütleri) oluşan bir yapılanmanın adıdır.
Kaldı ki bu güne değin, siyasal iktidarlara ve devlet bürokrasine baskı uygulayarak, söz ve karar süreçleri üzerinde etkili olan kesimler, "Özel sektör ve Sivil Toplum Örgütleri"dir. Kent Konseylerinin asıl hedef kitlesi olan/olması gereken, "katılımcılığının" sağlanması beklenen toplum kesimleri, yani milli gelirden en düşük payı almaya mahkûm edilen, üreten, emeğiyle geçinen, geniş halk yığınları, sermaye dışı tüm toplumsal kesimler karar süreçlerinin en alt düzeyine itilmişlerdir.
Özel sektör ve sermaye tabanlı sivil örgütlenmelerin temsilcileri dışında, örgütsel ve bireysel katılımın olanaksızlaştırıldığı, belirli örgütlü kesimler dışındaki kent yasayanlarını dikkate almayan, zaten söz ve karar süreçleri üzerinde etkili olabilecek kesimlerden oluşan, Kent Konseyi'ne, kent yoksullarının katılımı ancak kararı başkaları tarafından alınan ve "yoksulluğu sürdürülebilir" kılan projeler düzeyinde olmaktadır.
Katılımcılık, demokratikleşme, sürdürülebilir kalkınma, yerinden yönetim gibi geniş halk yığınlarının kolayca benimseyip savunacağı kavramlarla ortaya atılan "Kent Konseyleri" zaten örgütsüz ve yoksul olan geniş toplum kesimlerinin kısıtlı da olsa yararlanabildiği demokratik kimi hak ve özgürlüklerinde sınırlandırılmasının aracı olabileceği gözden uzak tutulmamalıdır. Bu nedenlerle "katılımcı-yönetişim" adı verilen bu uygulama demokratik değil, tam tersine anti-demokratiktir. Yani, yönetim, söz ve karar yalnızca "Sermayenindir."
Sömürünün ve sermayenin küreselleştiği, Küresel sermayenin, ulus/üniter devletlere karşı küresel bir saldırıya geçtiği gerçeği ile karşı karşıya olduğumuzu yaşayarak görüyor ve biliyoruz.
Bir bütünün parçaları olan "Kalkınma Ajansları, Kent Konseyleri, Büyükşehir Yasaları" gerçekte, yerel kamu hizmetlerinin ve halkın gereksinmelerinin küresel sermayenin kar alanına dönüştürüldüğü, yerel yönetimlerin, ulusaldan kopartılıp, küresel çetenin kontrol ve denetimine geçtiği, Yerel Yönetimlerin kar amacı gütmeden gerçekleştirdikleri kamu hizmetlerinin özelleştirilerek piyasalaştırıldığı, sosyal devlet kavramının tarihe karıştırıldığı bir sürecin öncüleridir. Önümüzdeki yıllarda Yerel Yönetimler ulus ötesi işletmecilerinin kar alanları haline gelecektir.
Türkiye Cumhuriyeti, üniter/ulus devlet modeli üzerine antiemperyalist bir devrimle inşa edilmiş, devlet öncülüğünde planlı kalkınmayı ilke edinmiş, Kamusal gücün temel dinamiklerinin devletin denetim ve kontrolünde olduğu bir "sosyal devlet" olarak kurulmuştur. Neresinden bakarsanız bakın, "Kalkınma Ajansları, Kent Konseyleri, Büyükşehir Yasaları" Kamusal gücün ve kamu hizmetlerinin sermayenin tekeline devredilmesi, bir KARŞI DEVRİM hareketidir. Küresel çete ve onunla bütünleşmiş işbirlikçi, tekelci sermaye, yerinden yönetim, yönetişim, katılımcılık adı altında yereli ulusaldan ayırarak, kamu ekonomisi ve devletin stratejik kararlar alma yetki ve yeteneğini de ortadan kaldırmayı hedeflemektedir.
Bu nedenle, yerelin, ulusal-merkezi olan ile birliğini savunmak, günümüzde izlenmesi gereken politika olarak ortaya çıkıyor; küresel sermaye lehine yürüyen özelleştirmeye karşı direnmek, ancak yerellik – federalizm- eyaletleşme gibi siyasal örgütlenmelere karşı çıkmakla mümkün görünüyor.

SONUÇ
Devlet ulusal egemenliğin aracıdır. Bu araca rakip veya paralel başka egemenlik araçları tanımlanamaz. Günümüzde yaşanan dönüşümün ana hedefi; ulusal ekonomileri devletsizleştirmek ve küreselleştirmek olarak görülmektedir. Böylelikle kamu yönetiminde tasfiye edilen ulusal devletin idare yetkisiyle birlikte, egemenlik gücü de küresel çeteye devredilmiş olacaktır.
Eğer bu olguya karşı gereken önlemler alınmaz, toplumsal muhalefet örgütlenerek karşı bir direniş gösterilmezse, yakın gelecekte Türkiye Cumhuriyeti için bir yok oluş, kendi kendini imha operasyonu ile karşılaşmak kaçınılmaz sonuçtur.
Bu toplumsal muhalefeti örgütlemek, antiemperyalist, antifaşist direniş cephesini oluşturmak Kemalistlerin omuzlarında bir görev ve tarihsel sorumluktur.
Bu görev ve sorumluluğu, kurtuluşu Avrupa Birliğinde, Soros Vakıflarında gören Atatürk Maskeli Mandacılara ihale etmek, son tahlilde küresel çetenin kucağına oturmakla eş anlamlıdır.
Kırk yıldır NATO'ya uşaklık edip, sonrada kendini "Atatürkçülüğün Noteri" ilan eden sistemin has adamlarından, türeyen ya da türetilen Atatürkçülerden emperyalizme karşı direniş beklemek tam bir aymazlıktır. Çünkü Sn. Yılmaz Dikbaş'ın söylemiyle;
Hem AB'ci, hem de Ulusalcı olunamaz!
Hem AB'ci, hem de Atatürkçü olunamaz!
Hem AB'ci, hem de Anti-emperyalist olunamaz!
Hem AB'ci, hem de tam bağımsızlıkçı olunmaz!
Ülkemizin ve Ulusumuzun tek kurtuluşu ''altı ok'' felsefesinin, yani Kemalizm'in ödünsüz yaşama geçirilmesi ile olanaklıdır.
Son söz:
"Biz emperyalistlerin eline düşen bir kuş gibi yavaş yavaş ve sefil bir ölüme mahkûm olmaktansa, babalarımızın oğulları olmak sıfatıyla vuruşa vuruşa ölmeyi tercih ederiz. Ve yine şunu da iyi bilmenizi isterim ki, bir millet maddi ve manevi bütün gücünü ortaya koyar, savaşır, didinir, sonunda muvaffak olamazsa, o millet zaten ölmüştür. Fakat ben şuna inanıyorum ki, Türk Milleti mutlaka muvaffak ve muzaffer olacaktır".

 (Gazi Mustafa Kemal Atatürk- 20 Eylül 1919/Sivas) 19 Aralık 2012


Mahmut ÖZYÜREK
(Not: Sn. Prof. Dr. Birgül Ayman GÜLER'in "DEVLETTE REFORM" Makalesi "kaynak" olarak değerlendirilmiştir.)

Menemen Olayı Türk Devrimine Karşı Düzenmiş Bir Suikast Girişimidir

Posted: 27 Dec 2014 03:13 PM PST



İzmir'in Menemen ilçesinde, askerliğini yedek subay olarak yapmakta olan öğretmen Mustafa Fehmi Kubilay'ın 23 Aralık 1930 tarihinde mürteci Derviş Mehmet ve adamlarınca da hunharca katledilmesi Cumhuriyet rejiminin, 1925 yılındaki Şeyh Sait isyanından sonra tanık olduğu ikinci önemli irtica olayıdır.
84 yıl önce gerçekleşen bu isyan girişimi, emperyalizmden güç ve destek alan gerici, bölücü, işgalci artığı beslemelerin Türk devrimine karşı düzenledikleri bir suikast girişimi ve sapkınlığıdır.
Menemen olayı ve Kubilay'ın hunharca katledilmesini, birkaç mürtecinin giriştiği gerici bir kalkışma olarak değerlendirmek, Türk ulusunun daha birkaç yıl önce yüzbinlerce şehit vererek ülkemizden kovduğu emperyalist yağmacıları ve katliamlarını aklamak ve tarihsel gerçekleri perdelemektir . Menemen olayı;  Genç Türkiye Cumhuriyetini batı emperyalist yağmacılığının hegemonyası altına sokmaya, Türk Ulusunun bağımsızlık direncini kırmaya ve Kemalist devrimi engellemeye yönelik dış destekli bir kalkışmadır.
Nasıl' ki bu gün; Bir CIA/NATO kirli savaş ürünü olan IŞİD, 2012'de Ürdün'ün Safevi kasabasında CIA, Türkiye ve Ürdün İstihbaratı tarafından kurulmuşsa, Menemen irticai kalkışması başta İngiltere olmak üzere, Yabancı güçlerin beslemesi İngiliz Muhipleri Cemiyeti Başkanı Sait Molla, Erbilli Şeyh Esat, Giritli Hüsnü Bey ve Giritli Şeyh Sükûti tarafından planlanmıştır.
Türk devrimini ve laik cumhuriyeti bertaraf ederek, saltanat ve şeriatı getirmek, tekke ve zaviyeleri açmak, şapkayı yasaklayıp yeniden fesin kullanılmasını sağlama amacında olan Nakşi tarikatı lideri, Erbilli Şeyh Esat, İngiliz casusu Lawrence ile bağlantılı olarak çalışıyordu. Yani İngiltere tarafından Truva atı olarak kullanılmıştır.
Eylemin planlayıcılarından Manisa Mutasarrıfı Hüsnü Bey, Nakşibendî tarikatı mensubuydu. 8 Eylül 1922'de Yunan güçleri ile birlikte Manisa'yı terk etti ve Yunanistan'a yerleşti. Hüsnü Bey'in adı artık Hüsnüyadis'ti. Müslüman inancını da Ortodoks Hristiyanlığına dönüştürmüştü.
Eski Menemen Belediye Başkanı Şeyh Sükûti, İngiliz Muhipleri Cemiyeti üyesiydi. Nakşibendi tarikatı lideri Erbilli Şeyh Esat'ın müridiydi. Şeyh Sükûti de Türkiye'den kaçtı. 1925 yılında Hüsnüyadis ile Yunanistan'da yolları kesişti.
İşte isyan girişiminin arkasındaki bu gerçekler, gerici ve bölücü kuvvetlerin emperyalizmle iş ve güç birliğini ortaya koyuyor. 84 yıl sonraya döndüğümüzde de olguların değişmediği görülüyor. Türkiye Cumhuriyeti'ne kasteden kuvvetler, bugün de emperyalizmin güdümünde hareket ediyor.
Emperyalizm, doğası gereği, ele geçirmeye,  hâkimiyet kurmaya çalıştığı ülkelerde toplumsal, siyasal gericiliğin en büyük destekçisi olarak öne çıkar. Türkiye'de ne zaman ki emperyalizme, yabancı sermayeye bağımlılık artmıştır; faşist ve dinci gericilik yükselişe geçmiştir.
1923 te Sevr i yırtıp Lozan'ı kabul ettiren Türk ulusu karşısında silahla amaçlarına ulaşamayacaklarını gören Emperyalistler 1923 ten sonra strateji değiştirerek emperyalizmin emrinde çalışan etki ajanı, istihbarat elemanı ya da provokatörler aracılığı ile işgal edeceği ve sömüreceği ülkeleri içeriden çökertemeye yöneldiler.
Bu gerçek 1925 şeyh Said ayaklanmasında, 1930 Menemen suikastında, 1937-1938 Dersim bölücü kalkışmasında hiç değişmemiştir. Emperyalist haydutlar devşirilmiş, besleme, kendilerine bağlı bölücü ve gerici kadroları kullanarak amaçlarına ulaşmaya çalışmışlardır. 
 Bu nedenle;  Siyasal dinci faşizme ve gericiliğe karşı mücadele, siyasal dinciliği besleyen, palazlandıran ana damar olan emperyalizmle karşı mücadele ile özdeştir. Başka bir söylemle emperyalizmi alt etmeden siyasal-dinci faşizmi ve gericiliği alt etmek olanaksızdır. Hesaplaşmayı dinci-gerici siyasal sistemin temel dayanağı olan emperyalizmle yapmayı göze alamayan her hareket tali sorunları öne çıkarıp dinci faşist sistemin aklanmasına meşrulaştırılmasına hizmet eder.
Kemalist devrimin yiğit neferleri Kubilay ve silah arkadaşlarını bu duygularla bir kez daha anıyor, anılarının önünde saygı ile eğiliyoruz.  
YÖNETİM KURULU ADINA:                                                                                                                                                           Mahmut ÖZYÜREK
                                  ULUSAL EĞİTİM DERNEĞİ
ISPARTA ŞUBE BAŞKANI

Manipülasyon (!)

Posted: 27 Dec 2014 03:05 PM PST



Köşk seçimi öncesi hükümete doğrudan bağlı isimlerin,malum anket şirketleri aracılığı ile seçmen kitlesinin algı ve aday tercihini yönlendirme amaçlı olarak ülke genelinde cumhurbaşkanlığı seçimine yönelik olarak belli aralıklarda düzenli ve sistemli bir şekilde açıkladıkları anket sonuçlarını " başvekil lehinde manipüle ettiği iddiaları " neredeyse ayyuka çıkmıştı.

Köşk yarışının diğer iki adayı olan İhsanoğlu ve Demirtaş,farklı zamanlarda farklı noktalarda yaptıkları açıklamalarla konunun hassasiyetine özellikle vurgu yaparak " anket adı altında yapılan çalışmaların neticesi olarak kamuoyunu bilgilendirme gayesi ile açıklanan istatistiki rakamların diğer aday lehinde bilinçli olarak yüksek gösterildiğini ve bu etik dışı davranışın seçmen algısını aleni biçimde yanıltmaya yönelik manipülasyon amacı taşıdığını " ifade etmiş ve bu durumun kendilerine oy verme arzusunda olan seçmenler üzerinde olumsuz etki doğurmaması gerektiğini defaatle dile getirmişlerdi.

Görünen köyün kılavuza ihtiyaç duymadığı kadar açık ve net bir şekilde seçim sonuçlarına yönelik olarak seçmen iradesini bir çeşit algı yönlendirmesi metotlarıyla etkileme amacı taşıyan bu ve benzeri manipülasyon iddialarının köşk adayı olan diğer iki rakipten geliyor olması " olan biten hadiselere siyaset gözlüğü ile sadece tarafgir olarak bakan ve sahip olduğu politik tercihlerine göre değerlendirmeyi malesef ki meziyet olarak benimsemiş ve bu bağlamda gün gibi açık ve net olan hakikatleri bile siyaset penceresinden yorumlama ve şahsi siyasal düşünce yada ideolojinin mevcudiyetine kar yada zarar getirip getirmeme felsefesi ile değerlendiren " yüzde yüz doğru bir hakikati sadece mensup olduğu siyasi entelijansa zarar verme endişesi taşıdığı gerekçesiyle kabullenmeme ve her ne pahasına olursa olsun sahir gerçeklikleri reddetme " hastalığı ile düçar olan salt zihin siyaset anlayışının doğal bir neticesi olarak üç isim arasında devam eden köşk yarışında kamu yetki imkan kaynak güç olanak ve hazinesini son raddesine kadar kullanmaktan çekinmeyen medyatik popülaritesi zirve yapmış üstelik 12 yıldır iktidar partisinin başında ki isim olarak yürütme erkini bütünüyle kendine bağlamış olan " hak ve selahiyetlerin kullanımı açısından ayrıcalıklı bir aday " karşısında sadece yasa gereği nama açılan banka hesapları üzerinden toplanılan mütevazi rakamlarla seçim giderlerini finanse etmeye çalışan ve partizan esaslı kamu yayımcılığı anlayışının tezahürü olarak devlet televizyonu olarak bilinen lakin daha çok iktidar partisi ve üyelerine ait özel mülkiyete nazır bir televizyonculuk mantığı ile idare edilen yayımların dışında özgürce seçim çalışma,plan,program,niyet,beklenti ve ülke gündemiyle alakalı değerlendirme yapma fırsatı buldukları ortam ve platformlarda dile getirdiği ve ısrarla söylediği " seçmen kitlesinin tercihlerini yönlendirme ve dolayısıyla seçim sonuçlarını doğudan etkilemeye yönelik " anket adı altında açıkça manipülasyon yapıldığı izlenim şikayet ve serzenişleri özellikle akp cephesinde ve yanlı yayın kumpanyası müritlerinin denetim ve kontrolünde olan müsveddelik jurnallerde yeterince karşılık bulmuyordu doğal olarak.

Lakin köşk seçimi tamamlandıktan ve YKS`nın resmi olarak adayların aldığı oy oranlarını açıklamasının ardından " ikinci tur oylaması için hazırlanmıyoruz " beyanı ile başvekilin kesin olarak köşk yolcusu olduğu çıkan sandık sonuçlarına göre netlik kazandıktan sonra nasıl olduysa bundan önceki seçim dönemlerinde de benzer manipüle ve yönlendirme iddialarına karşılık olarak seçim sonrasında herkes kendi kabuğuna çekilip konunun muhatapları derin bir sessizliğe bürünüyor olduğu halde köşk seçiminin ardından bağımsız ve tarafsız yayın anlayışına sahip olduğu konusunda ortak aklın ve vicdanın tereddüt etmediği Ahmet Hakan ın sunduğu tarafsız bölge programında akp`ye yakın duruşu ile bilinen ve hatta akp`li vekillerin bazılarının doğrudan irtibatlı olduğu bir anket şirketinin imtiyaz sahibi " seçim öncesi yapılan anket çalışmalarında seçmenin tercihlerine yönelik açıklanan yüzdelik oranlarda seçim sonuçlarını etkileme amacı taşıyan sonuç açıkladınız mı ? " yada daha net bir ifadeyle açıkladığınız anket sonuçlarında manipülasyon yaptınız mı seklindeki soruya hiç tereddüt etmeden evet anket sonuçlarını manipüle ederek yayımladık şeklinde benim için gayet normal herkes için malum olan bir hakikati kamuoyu nezdinde üstelikte canlı yayında itiraf etmiş oldu

Türk siyasi tarihinin en çalkantılı ve sıkıntılı günlerini ülke olarak yaşadığımız " mevcut otorite eliyle siyasi popülizm " amacı taşıyan yapay gündem paranoyası ve kamu kurumlarının aslında hiç var olmayan bir korku senaryosu üzerinden partizan usullerde dizayn edilmesi ve derin devlet metotları perspektifinde yeniden ara rejim dönelerini andıracak şekillerde " yasama - yürütme – yargı " üçlemesinin sadece bir ve tek adam kontrolüne indirgenmesi ve kamu idaresinde masa başında üretilen trajikomik senaryolar üzerinden kitle iletişim araçları ve sosyal medya ekipmanları tam kapasite kullanılmak suretiyle toplumsal anlamda ayrıştırma ve kamplaştırma ve sair düşünceleri siyasetle bağlantısı 3 – 5 yılda bir önüne konan sandığa oy atmaktan ibaret olan pasif seçmen kitlesinin en ücra taban seviyesine kadar radikal söylemlerle gerginlik polltikasının içerisine hükümet eliyle ısrarla çekilmesi ve bu planlı gerginlik politikası üzerinden kesin çizgi ve sınırlarla fikir düşünce inanç mezhep ve ideolojik anlamda birbirlerinden uzaklaşmış ve yıllar yılı aynı havayı soluyan siyasi tercihleri ne olursa olsan sosyal ve içtimai hayatta hiçbir vakit birbirleriyle çatışma anlamında zıt düşmemiş bireyleri " konjonktürel hesaplamalara indirgenmiş politik kazanımlar " teoremi ile birbirinden tamamen ayırarak " herkesin kendine göre tarafını ve safını belli edeceği ve kimsenin kimseye hiçbir konuda eyvallah etmeyeceği bencillik ve enaniyet üzerine kurulu ben merkezli siyaset çarkı " ile mevcut otoritenin çizdiği istikamet üzere olanlar yada olmayanlar biçiminde zihinlerin kalplerin fikir ve düşüncelerin tamamen birbiriden ayrıldığı " bir yönüyle evinden işine işinden evine giden ve hayat-ı gayesinde derd-i maişetten gayrı hiçbir davası olmayan bireylerin militarist düşüncelerce boş meydanlarda vurgulanan hamasi söylemlerle radikalize edildiği bir ortamda cereyan eden köşk seçimi hazırlık çalışmaları sonrasında " kamu imkanlarına sırtına dayayarak devlet erkinin faaliyet ve eylemlerini parti amblemleri ve politik amaçlarla süsleyerek " adalet ve hakkaniyet zaviyesinde açık ara rakiplerine fark atma marifeti sergileyen ve " cumhurbaşkanlığı seçimi kanununda sarih bir ifade olan " cumhurbaşkanı adayı olan kişi kamu görevinden istifa etmiş sayılır " hükmü gereğince hükümetin başı olarak başvekillikten istifa etmesi hem yasal hem de ahlaki değerler açısından gerektiği halde kendi partisinin 2012 yılında 65487 sayılı kanun maddesi ile yasalaştırdığı hükümlere riayet etmeyerek açıkça milletin gözünün içine baka baka " kendi çıkardığım kanunu tanımıyorum yada kanun koyucu olarak çıkarılan kanunların hükümleri halk arasında ayrıcalıklı bir zümre pozisyonunda bulunan partimi ve liderini bağlamaz " edası içinde kendi şahsına münhasır bir uygulama neticesinde görevinde kalma ve başvekililği sürdürme garabetine ve sahip olduğu yürütme gücünün sağladığı imkanlar sayesinde ülke sathını bir baştan bir başa köşk seçim hazırlıkları kapsamında devasa boyutlarda tertip edilen organizasyonlarla hazırlanan ve tüm bunlarla yetinmeyip bir de tüm devlet imkanlarını elinde topladığı ve kampanya süresince hesapsızca kullandığı gibi hala ilk tur sonunda köşk makamın kesin olarak garantileyememiş olmanın verdiği sıkıntı nedeniyle " toplumsal refleksleri yönlendirme amaçlı seçmen irade karar ve tercihlerini etkileme ve genel manada muhalif kesim üzerinde bıkkınlık yılgınlık ve yenilgi psikozunu hakim kılma amacıyla planlı ve organıze biçimde kendine bağlı araştırma şirketleri aracılığıyla kademeli olarak yapılan anket çalışmalarının nihayetinde kendisinin alacağı tahmini oy yüzdesini tespit edilen değerin % 8 – 10 fazlasını,en yakın rakibi olan ihsanoğlunun destek oranının ise ulaşılan gerçek rakamsal değerinin en az % 5 – 8 oranında bilinçli bir şekilde az gösterilmesi yani anket sonuçları üzerinden sosyolojik algı amaçlı manipülasyon yaparak girdiği bir seçim mücadelesinin sonunda ( 30 mart 2014 tarihinde parti olarak aldığı 20 milyon küsür oydan 800 bin adet oy daha düşük oy almasına rağmen genel katılımın yerel seçime oranla % 20 civarında daha düşük kalması nedeniyle ) % 51,4 bandında bir oy oranına ulaşarak Türkiye Cumhuriyetinin 12.cumhurbaşkanı olmaya yasa gereği hak kazanmış oldu

Cumhurbaşkanlığı seçim kanununa göre " mevcut cumhurbaşkanının grev süresinin dolmasından 60 gün önce başlayan seçim sürecinde " kamu imkanlarının eşit bir şekilde kullanımına imkan verilmemesi bir yana adaylardan birisinin sahip olduğu yürütme gücü nedeniyle kamu kaynaklarını hesapsız ve sınırsız bir şekilde devlet kurumlarının merkez ve taşra teşkilatları dahil olmak üzere özellikle merkez partisinin sahip olduğu yerel yönetimler aracılığı ile topyekün biçimde diğer rakiplerin bireyselliğine karşı sanki devlet politikası şeklinde bir kampanya tertibatçılığına soyunması,kamu kontrolünde bulunan kitle iletişim araçlarının tamamımın sadece tek adam ve tek aday üzerinde 7x24 yoğunlaşması girdiği çıktığı her yerin yaptığı ettiği her işin hatta alıp verdiği nefesin bile yayınlarını normal yayım akışlarını son dakika uyarılarıyla keserek vermesi bunun yanında " Agıt üyerinin de seçim öncesi ve sonrası şartların eşit olmamasından yola çıkarak aynı haklar üzerinde hakkaniyetli bir yarış sürdürülmediğini yaptıkları titiz çalışma ve incelemelerin sonunda resmi olarak rapora bağladıkları gibi " diğer adaylara neredeyse yok denecek kadar az yer vermesi hatta çoğu zaman normal haber yayın akışının içinde bile haber değeri taşıyor olmasına rağmen ısrarla yer vermemesi ve daha ayrıntıya gerek olmadığını düşündüğüm nice adaletsizlikler silsilesinin akabinde oluşan " haksız rekabet ortamında " teknik anlamda bu yarışı foto finiş teknolojisine dahi gerek kalmadan açık ara önde götürmesi ihtimali gün gibi aşikar olduğu halde tüm bu fazlalıklarla yetinmeyip bir de " kamuoyunu bilgilendirme ve güncel sosyolojik eğilimleri fotoğraflamayı amaçlayan " istatistiki bir işlem olan anket sonuçlarını kendi lehinde ve rakiplerinin aleyhinde olacak şekilde manipüle etmeye cüret etmenin ne gibi bir izahı olabilir bunu da " her şey rağmen şahsi karizmasını ön planda bulundurarak seçim günü köşk yarışında önde olmasını istediği aday olarak başvekile oy veren akp`li yada diğer seçmen kitlesine " basit bir sual olarak sorup muhasebesini kendi hür vicdanlarına bırakıyorum.

Bilmeyenler görmeyenler duymayanlar için tekrar etmiş olayım köşk seçiminden kısa bir süre sonra cnntürk`te yayınlanan ahmet hakan`ın hazırlayıp sunduğu tarafsız bölge programında seçim öncesi kamuoyu yoklamaları yapan ve seçmen iradesini ölçmeye yönelik olarak güncel verilerle hazırlanan anket sonuçlarını açıklayan akp ve başvekile yakınlığından ziyade doğrudan bağlantısı ile bilinen metropoll anket şirketinin imtiyaz sahibi özer sencar canlı yayında " cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi yapılan anket çalışmalarının sonuçlarında seçmen kitlesinin tercihlerini etkilemeye yönelik olarak manipülasyon yaptınız mı ? " sorusuna hiçbir tereddüt göstermeden evet anket sonuçlarını manüpüle ettik " başvekilin % 50 – 51 arasında tespit edilen tahmini oy oranını % 57 – 58 / % 40 bandında seyreden ihsanoğlu için ise % 30 – 32 arasında bir tercih ortalamasına sahiptir şeklinde anket sonuçları üzerinde başvekilin lehinde oynama yaparak seçim sonuçlarını açıkça manüpile ettiğini söyleyerek " malum olan bir hakikati en yetkili ağız olarak ilan etmiş oldu "

Açıklamanın devamında da manipülasyon yapılmasının nedenini " seçimin yapılacağı gün yaz dönemine denk geldiğinden dolayı ülke nüfusunun dolayısıyla seçmen kitlesinin çok ciddi bir oranının ( YSK verilerlerin göre 55 milyon olarak açıklanan toplam seçmen sayısının neredeyse % 30 una denk gelen bir rakam ki seçim sonuçlarını doğrudan etkileyecek bir potansiyel ) oy kullanacakları mevcut ikametlerinin dışında tatil aile ziyareti ve benzeri nedenlerden dolayı olduklarından dolayı seçim günü 1.tur ve tekrarı olursa 15 gün sonra yapılacak olan 2. tur için tatil ziyaret yada gezi planlarını iptal ederek gelip vatandaşlık görevlerini icra etmek için oy kullanmalarına mani olmak amacıyla özellikle sahil kesimlerini dolduran ağırlıklı olarak CHP li seçmenin üzerinde " anket sonuçlarına göre tahmini oy oranlarını yüksek göstererek " nasıl olsa kazanacak olan aday belli böyle bir durumda tatili yarıda kesip gidip oy kullanmaya gerek yok nasıl olsa durum değişmeyecek " şeklinde bir ön yargı oluşturmak amacıyla böylesine açık ve alçakça bir manipüle operasyonunun tezgahlandığını ayrıntılı bir şekilde itiraf etmiş oldu.

30 mart 2014 yerel seçiminde % 89 olan katılım oranının bu tarihten sadece 4 ay sonraya denk gelen başka bir seçimde % 72 lere düşmesi 4 ay içinde oy kullanım oranından sandık istatistiklerinden gelen verilere göre YSK`nın yaptığı resmi açıklamaya dayanarak söylüyorum % 17 oranında bariz bir açığın ortaya çıkmış olması realitesinden yola çıkarsak;metropoll şirketi sahibinin " muhalif seçmen üzerinde bıkkınlık yılgınlık ve umursamazlık düşüncesinin hakim kılınarak kullanacakları oyun zaten bir işe yaramayacağı ilan edilen anket sonuçlarına bakılırsa en güçlü tek adamın zaten ilk turun sonunda köşk makamını garanti edeceği " umutsuzluğunu yaygınlaştırarak seçmen iradesinin " oy kullanmak zaman kaybından başka bir işe yaramayacak bu nedenle tatil planlarını heba etmenin manası yok " noktasına getirmek amacıyla bilinçli kasıtlı ve sistemli olarak manipüle edilen ve kamuoyuna servis edilen anket sonuçlarının bariz bir şekilde işe yaradığını görmek hiçte zor olmasa gerek..

Hasılı kelam her seçim döneminde olduğu gibi cumhurbaşkanlığı seçiminde de başvekil " allem etti kalem etti gak dedi gug dedi tavşana kaç tazıya tut dedi ona bağırdı buna çağırdı birini yuhalattı öbürünü alkışlattı birine çattı tv ekranlarını bilboardları gazete köşelerin kapattı " 7x24 her anını kamu medyası ve satılık medya ahalisi üzerinden ballandıra ballandıra sersiv etti yetmedi emr-ü ferman ile çalışan anket şirketlerinin hazırladığı sayısal verilere dayalı analitik değer ölçüm sonuçlarını lehinde % 10 rakiplerinin aleyhinde % 10 yani toplamda açık ara % 20 gibi devasa bir farkla ilan ettirdi YSK 55 milyon seçmene karşılık seçmen oranının % 33 fazlasına denk gelen 18 milyon birleşik oy pusulası bastırdı seçim günü münferit olarak görülen daha doğrusu yakalandığı ve basına yansıdığı için bilinen oy kullanmak için kabin içine giren bir vatandaşın nereden temin ettiği bilinmeyen (!) oy pusulalarına seri biçimde RTE mührünü vururken vazifedar bir emniyet mensubunun dikkatini çekmesi üzerine müdahalede bulunduğu sonrasında ise gözaltına alınması esnasında 5–6 kadar akp`linin emniyet güçlerine fiili mukavemette bulunduğu şanlıurfa örneğinde olduğu gibi bilinmeyen görülmeyen tespit yada takip edilmeyen gözden kaçmış yada sadık sandık kurullarının gözetiminde (!) benzer hadiselerin yaşandığı istifham ve tereddütlerin her daim askıda kalacağı soru işaretleri ve şaibe iddiaları da dahil olmak üzere eze eze vura vura ve daha doğru bir ifadeyle göstere göstere cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturmayı zoraki de olsa başardı..

Artık bu saatten sonra geçeni ve geçmişi konuşmak kimseye fayda sağlamaz alan alacağını öyle yada böyle aldı ancak geride kalanlar adına yani bu ülkenin asıl sahipleri olan " her yönüyle sahipsiz ve kimsesiz ve çaresiz olan " seçmen kitlesi nam-ı diğer siyaset çerçevesinden bakıldığında halk yığınları (!) birkaç yılda önümüze demokrasi adına konulan ve yönetime ortak olun nidalarıyla sözde irademize başvurulan seçim dönemlerinde " yönetim ve yönelim tercihlerinin netleşmesi açısından kullandığımız milli irade hakkını " kime neye niçin ve neden verdiğimizin hesabını bilmeli ve milletin teveccühü üzerinden oy devşiren siyasi elitleri kendi ellerimizle gönderdiğimiz Ankara kulislerinde test etmeli ve millete rağmen iş çevirme art niyetini gözlemlediğimiz mensubiyetlere bir sonraki dönemde de bu cüretkarlığının bedelini rey hesabı ile ödettirllme noktasında kararlı olmalıyız.

Şayet aksi bir durum olursa ki mevcut hal-i vaziyetimiz onu göstermekte : Aziz Nesin`in eseri olan Kemal Sunal`ın usta oyunculuğu ile süslediği evlere senlik bir Naseddin Hoca fıkrası tadında gülerken düşündüren eylenirken darb-ı mesel kıvamında hüzünlendiren " davaro " adlı eserin aynı adlı sinema uyarlamasının son sahnesinde köyün ağasını vurduktan sonra çıktığı hakim karşısında söylediği gibi :

" ben ağayı vurdum herkes sevindi ama şimdi duydum ki yeni gelen ağa eskisinden betermiş milleti canından bezdirmiş "

ifadesinde işaret etiiği üzere aynı türküleri söylemeye ve aynı filmleri seyretmeye ve aynı teraneleri sindirmeye ve hepsinden önemlisi kendi ellerimizle biçimlendirdiğimiz aynı kaderi şahsi keyfiyetlerimizle aynen yaşamaya devam ederiz..

Gelene ağam gidene paşam mantalitesi içinde " bana dokunmayan yılan bin yaşasın " bezirganlığını şiar edinerek otorite tüccarlığına soyunan ve kamu kaynaklarına dayadıkları hortumlardan beslenen siyasetin,sadece kar getiriyor diye şakşakçılığı yapan ikiyüzlü tuzu kurular takımının politik şaklabanlığı " çıkar ve menfaat kümelerinin dışında ( ki bu mihval toplam nüfüsun % 10 a ancak tekabül eder ) " kimseye bir yarar sağlamaz…

Kemal Sunal`ın mükemmeliyet derecesinde oscarlık oyun kabiliyetinde içini doldurduğu " sülo " karakterinin köyün ağasını vurmaktan dolayı yargılandığı mahkeme huzurunda söylediği gibi :

Şimdi söyle hekim bey .. ŞUÇ KİMDE (!)



Malum-u İlam
twitter/rasyonelboyut

Hiç yorum yok: