Sözcü Haber |
- Ocak-Aralık 2015 arası en çok satılan otomobiller!
- Emekliler zamlı maaşları 17 Ocak'ta alacak
- 10 Ocak Çalışan gazeteciler günü
- Buz Adam Ötzi Avrupa’ya göçü aydınlatıyor
- Aleviler adına konuşamazsınız
- Neden adalarımızı İsrail işgalinden kurtarmıyorsunuz
- Diyanet İşleri Başkanlığı, kürtaj fetvası yayınladı
- İstemeden kırdığımız birileri varsa özür dileriz
- Neden?
- CHP O Masaya Bir Kez Daha Oturmamalıdır!
- İngiltere Suudi Arabistan'a silah satarak uluslararası hukuku ihlal ediyor
- Gözlemlenmiş son haliyle evren
- Çankaya sapığı yakalandı
- Ulusal Eğitim Derneği Cumartesi Söyleşileri
- DİHA Muhabiri Çalışan Gazeteciler Günü’nde gözaltına alındı
- Çalışan Gazeteciler Günü
- Gizli kamera tuzağında gözaltı
- Demirtaş'tan "barış" açıklaması
- Bu milletin adı Türk milleti, kaldıramazsınız
- Parlamenter sistemden asla vazgeçmeyeceğiz
- Başkanlık sisteminin Türkiye için gerekli olduğunu söylüyoruz
Ocak-Aralık 2015 arası en çok satılan otomobiller! Posted: 10 Jan 2016 02:02 PM PST LANCIA TOPLAM SATIŞ: 2 LAMBORGHINI TOPLAM SATIŞ: 6 FERRARI TOPLAM SATIŞ: 10 LEXUS TOPLAM SATIŞ: 13 BENTLEY TOPLAM SATIŞ: 19 GEELY TOPLAM SATIŞ: 25 INFINITI TOPLAM SATIŞ: 43 MASERATI TOPLAM SATIŞ: 73 SMART TOPLAM SATIŞ: 88 TATA TOPLAM SATIŞ: 168 SUZUKI TOPLAM SATIŞ: 177 JAGUAR TOPLAM SATIŞ: 336 CHERY TOPLAM SATIŞ: 394 PROTON TOPLAM SATIŞ: 500 SSANGYONG TOPLAM SATIŞ: 605 ALFA ROMEO TOPLAM SATIŞ: 847 PORSCHE TOPLAM SATIŞ: 861 MITSUBISHI TOPLAM SATIŞ: 1.366 LAND ROVER TOPLAM SATIŞ: 1.577 SUBARU TOPLAM SATIŞ: 1.737 MİNİ COOPER TOPLAM SATIŞ: 1.739 MAZDA TOPLAM SATIŞ: 1.761 JEEP TOPLAM SATIŞ: 3.507 VOLVO TOPLAM SATIŞ: 6.939 KIA TOPLAM SATIŞ: 13.873 HONDA TOPLAM SATIŞ: 16.278 CITROEN TOPLAM SATIŞ: 16.520 SEAT TOPLAM SATIŞ: 16.911 AUDI TOPLAM SATIŞ: 20.279 SKODA TOPLAM SATIŞ: 22 107 PEUGEOT TOPLAM SATIŞ: 22.808 NISSAN TOPLAM SATIŞ: 26.421 MERCEDES-BENZ TOPLAM SATIŞ: 30.333 BMW TOPLAM SATIŞ: 31.221 DACIA TOPLAM SATIŞ: 37.257 OPEL TOPLAM SATIŞ: 47.000 FORD TOPLAM SATIŞ: 47.158 FIAT TOPLAM SATIŞ: 47.363 TOYOTA TOPLAM SATIŞ: 47.996 HYUNDAI TOPLAM SATIŞ: 50.131 RENAULT TOPLAM SATIŞ: 101.746 VOLKSWAGEN TOPLAM SATIŞ: 107.401 TOPLAM OTOMOBİL SATIŞI: 725.596 |
Emekliler zamlı maaşları 17 Ocak'ta alacak Posted: 10 Jan 2016 01:46 PM PST Emeklilerin zamlı maaşları 17 Ocak'tan itibaren hesaplara yatırılmaya başlanacak Yaklaşık 11 milyon emekli için Ocak ayı zam ayı oldu. Bu ay tüm emeklilerin maaşları artacak. Sayıları 8.9 milyonu bulan SSK ve Bağ-Kur emeklisi hem seyyanen zam hem de enflasyon oranında artış alacak. Sabah'ın haberine göre emeklilerin Ocak maaşlarında hem 100 liralık seyyanen zam hem de yüzde 3.86 oranındaki enflasyon olacak. Memur emeklileri ise yüzde 6'lık zam ve farkı alacak. Memur emeklileri ise 2016'nın ilk 6 ayı için yüzde 6'lık artışın dışında oluşan enflasyon farkını da hesaplarında görecek. Böylece tüm emekliler çifte maaş alacak. SSK ve Bağ-Kur emeklilerinin maaşına önce yüzde 3.86'lık enflasyon zammı yapılacak. Ortaya çıkacak rakama 100 lira seyyanen zam eklenecek. Böylece 1.500 lira alan bir emeklinin maaşı Ocak'ta 1.657 lira 90 kuruşa çıkacak. Memur emeklileri ise yüzde 6'lık ilk zam dilimini bu ay maaşlarında görecek. Buna enflasyondan oluşan yüzde 1'lik bir rakam da eklenecek. Zamlı maaşlar 17 Ocak'tan itibaren 25'ine kadar hesaplara yatmaya başlayacak. Temmuz ayı emekliler için yine zam ayı oluyor. SSK ve Bağ-Kur emeklileri Ocak ile Temmuz arasında oluşacak enflasyon kadar artışa kavuşacak. Memur emeklileri ise Temmuz'da yüzde 5'lik bir zam ve enflasyon farkı daha alacak. |
10 Ocak Çalışan gazeteciler günü Posted: 10 Jan 2016 12:03 PM PST Çalışan gazeteciler günü, 1961 Anayasasında gazeteciler lehine yer alan hükümlerden sonra basın çalışanlarının bazı hakları yasal güvenceye kavuştu. Günümüzde ''212 sayılı yasa''olarak bilinen düzenleme ile iş sözleşmelerinin yazılı olarak yapılması, sözleşmelere işin türü ve ücret miktarının yazılması gibi gazetecilerin sosyal ve yasal haklarını belirleyen hükümleri içeriyordu. Bu nedenle yasanın yürürlüğe girdiği gün olan "10 Ocak" "Çalışan gazeteciler bayramı" olarak kabul edildi. Ancak 12 Mart 1971 askeri darbesinden sonra bu hakların bir kısmının geri alınması üzerine, bu günün adı "10 Ocak Çalışan gazeteciler günü" olarak değiştirildi. 212 sayılı yasanın gazetecilere getirdiği haklar patronlara da bazı sorumluluklar yüklüyordu. Bunun üzerine adeta kazan kaldıran patronlar 10 Ocak günü gazetelerinde okuyucularını şaşkına çeviren bir ortak bildiri yayınladılar ve ''gazetemizi üç gün kapatıyoruz''duyurusunu yaptılar. Gazete sahiplerinin bu ortak tepkisi karşısında, basın çalışanları adına İstanbul Gazeteciler Sendikası, ortak bildiri yayınladı. Gazetelerin kapatılma kararının gazete sahipleri tarafından verildiğini, basın çalışanlarının bu durumu onaylamadıklarını duyurdular. Ayrıca basın çalışanları İstanbul Gazeteciler Sendikasında gerçekleştirdikleri olağanüstü toplantıda, patronların üç günlük boykotu sırasında ''BASIN'' adlı bir gazete yayınlanmasına karar verdiler. Gerekli girişimlerin ardından çalışanların ortak ürünü olan ''Basın Gazetesi'', 11 Ocak günü yayınlandı. Basın gazetesi, gazete patronlarının üç günlük boykotu sırasında düzenli olarak yayın hayatını sürdürdü. Basın Gazetesi'nin son sayısında yer alan başyazıda, basın emekçilerinin elde edilen hakların korunması amacıyla elbirliğiyle mücadele edecekleri kaydediliyordu. 14 Ocak 1961'de boykot sona ererek, gazeteler yeniden yayına başladı ancak üç günde yaşanan olaylar, Türk basın tarihinde yerini aldı. Patronların boykotuna karşın 11 Ocak'tan itibaren üç gün boyunca çok zor şartlarda çalışıp "Basın Gazetesi" çıkartan gazeteciler"Çalışan Gazeteciler Günü" nün de temeli oldu. Anca bu gün Çalışan gazetecilerin ekonomik, sosyal, demokratik hak mücadelesinin kazanımı olan 212 sayılı yasa, sırtını siyasal iktidarlara dayamış büyük medya guruplarınca işlevsizleştirilmiş, fiilen yürürlükten kaldırılmıştır. Binlerce basın çalışanı içinde 212'li yasa gereğince iş, sosyal ve ekonomik hak güvencesine sahip olanların oranı yüzde 10 bile değil. Gazete ve televizyon kanallarında çalışan binlerce gazetecinin ezici çoğunluğu ne 212'li ne de Basın Kartı sahibi. Sektörün yeni istihdam alanı olan internet medyası ise 212 bir yana hala herhangi bir yasal zemine bile sahip değil. Bu koşullar altında yaşam mücadelesi veren basın çalışanlarının 1961 örneğinde olduğu gibi haklarını elde etmek için ortak eylem yürütmeleri ise "siyasallaşmanın bir sonucu olarak" ufukta gözükmüyor. Çalışan Gazeteciler Bayramından, Çalışan Gazeteciler Gününe ve bu gün "Çalıştırılmayan Gazeteciler Günü" anlayışına gelen süreç ancak örgütlü bir mücadele ile aşılabilecektir.. Bu duygularla 'Basın Çalışanlarının Mücadele Günü'nü kutluyoruz. YÖNETİM KURULU ADINA: Mahmut ÖZYÜREK Ulusal Eğitim Derneği Isparta Şube Başkanı |
Buz Adam Ötzi Avrupa’ya göçü aydınlatıyor Posted: 10 Jan 2016 12:00 PM PST 5 bin 300 yıllık mumya Ötzi'nin midesinde gastrite neden olan Helicobacter pylori bakterisi bulundu. Bilim insanları bakterinin genomunu çözdü. Bakteri, Afrika'dan Avrupa'ya göçün sanılandan daha önce gerçekleşmiş olabileceğini gösteriyor İtalya'da Alp Dağları'nda 25 yıl önce erimiş buzulların arasında keşfedilen 5 bin 300 yıllık mumya Ötzi'nin, gastrit ve ülser gibi mide sorunlarına neden olan bir bakteri taşıdığı ortaya çıktı. Discovery News Ötzi'nin midesindeki bakterilerin, DNA dizisi çıkarılan bilinen en eski patojenler olduğunu yazdı. Bu keşif ayrıca, Afrika'dan Avrupa'ya göçün sanılandan daha önce gerçekleştiğini de gösterdi. Paleopatolog Albert Zink ve mikrobiyolog Frank Maxiner öncülüğündeki ekip, Ötzi'nin midesinin içinde Helicobacter pylori patojeninin kanıtlarını buldu. Zink, Discovery News'e yaptığı açıklamada "5 bin 300 yıllık Helicobacter Pylori'nin genomunun tamamını çözdük" dedi. Arkeofili internet sitesinden Ayşe Bursalı, bu bulgunun Avrupa'ya yapılan göçlerin tarihine ışık tuttuğunu aktardı. Science dergisinde önceki gün yayımlanan araştırmanın başlangıcı 2010 yılına dayanıyor. Araştırmacılardan Zink "Günümüzde, Helicobacter pylori bakterisinin varlığına dair kanıtlar hastanın mide dokusunda bulunur. Ötzi'nin mide mukozası korunmamış olduğu için birşey bulmayacağımızı düşünüyorduk. Fakat mide içeriğinin tamamının DNA'sını çıkararak sorunu çözdük" dedi. Maixner da, "Bunu yaptıktan sonra, karışımdan Heliobacter DNA dizilerini ayırmayı ve tüm genomunu çıkarmaya başardık" diye ekledi. Bilim insanları, Ötzi'nin midesinde günümüzde Heliobacter bulaşmış insanlarda görülen proteinler tespit etti. Ancak mide mukozası bugüne kadar korunamadığı için mide sorunları yaşadığı kesin olan Ötzi'ye mide iltihabı teşhisi konulamadı. Ötzi'nin mide sorunlarını hangi oranda yaşadığı bu nedenle netleşmedi. ASYA TİPİ BAKTERİ Buzadam Ötzi'de bulunan bakteri türü, araştırmacıları şaşırttı. Araştırmacılardan Thomas Rattei "Ötzi'de, günümüzde Avrupalılarda bulunanla aynı tür Heliobacter bulacağımızı sanmıştık. Fakat bulduğumuz Orta ve Güney Asya'da genellikle görülen bakteri türü oldu" dedi. Avrupa'daki Heliobacter popülasyonunun Asya ve Afrika bakterilerinin karışımı olduğu biliniyor, fakat bu karışımın nerede ve özellikle ne zaman gerçekleştiğine dair farklı teoriler var. Bakteriler genelde aile içinde bulaştığı için, bakterilerin coğrafi yayılımı dünya nüfusunun tarihiyle bağlantılı. Neolitik insanlar göçebe yaşamı bırakıp tarıma başladığı zaman, çoktan melez Avrupa bakterisini taşıdıkları düşünülüyordu. Ötzi üzerindeki araştırma bunun doğru olmadığını gösterdi. Araştırmacılardan Yoshan Moodley "Sadece tek bir genom bizim için müthiş bir bakış açısı sağlıyor. Afrika türü bakteriyi Avrupa'ya getiren göçlerin, Ötzi yaşarken henüz gerçekleşmemiş olduğunu, ya da ciddi oranda gerçekleşmediğini söyleyebiliriz" dedi. Heliobacter popülsayonları üzerine araştırma yapan Daniel Falush, bilimin Afrika türü bakterinin Avrupa'ya nasıl geldiğini çözmesi gerektiğini söyledi. Falush "İlk başta bunun yaklaşık 9 bin yıl önce Neolitik göç sırasında olduğunu düşünmüştük. Fakat bunun yanlış olduğu görülüyor. Bu genom, Afrika göçlerinin büyük ihtimalle son 5 bin yıl içinde gerçekleştiğini gösteriyor" dedi. BUZADAM'IN İLK BULGULARI Büyük olasılıkla omzuna saplanan ok ile ölen Buzadam Ötzi 1991'de Alp Dağları'nda keşfedildi. 5 bin 300 yaşındaki bu adam, 30-45 yaş arasında yaklaşık 1.60 boyundaydı. Ve organları, giyisileri görülebiliyordu. DNA analizleri Ötzi'nin kahverengi gözlü ve kahverengi saçlı olduğunu gösteriyor. Keçi derisinden bir peştemal ve tozluk giyiyordu. Otzi'nin tabanı ayı derisi üst kısmı geyik derisinden yapılma ayakkabılarının içinde onu sıcak tutması için koyduğu düşünülen otlar bulundu. |
Posted: 10 Jan 2016 11:55 AM PST PKK, etnik bölücülüğü Alevilerin arasına da sokarak onların birlikteliğini de zedeliyor. PKK ile arasına kalın çizgi çekmeyen her yapılanma bölücülükle aynı kaderi paylaşır. PKK'nın 50'nin üzerindeki sözde legal kuruluşlarından biri olan Demokratik Toplum Kongresi'nin (DTK) "Türkiye Bölünsün" bildirgesi, 29 Aralık tarihli Özgür Gündem gazetesinde yayınlandı. Şimdilik özerklik maskesiyle ile yetinen ama olması halinde ise fiili olarak "Bağımsız Kürdistan"ı emperyalizm desteğinde kurmayı düşleyen bölücü örgüt PKK, Alevileri de sürece dahil etmek istiyor. 24 Temmuz'dan bu yana istikrarlı ve planlı bir şekilde başarıyla sürdürülen vatan savaşını engellemek içinde öne sürülen aceleye getirilmiş DTK'nın "Özyönetim Bildirgesi" iyi ki yayınlandı. Gündemi değiştirmek, dikkatleri başka yöne çekmek için de yayınlandığı belli olan bildirge Türkiye kamuoyunda taşların yerine oturması için de önemeli bir fırsat yaratmıştır. ÖZERK KÜRDİSTAN PROVOKASYONU "Özerk Kürdistan" oyununda yer alan bazı sözde Alevi kuruluşları, ne yazık ki PKK'nın etkisinden kurtulmuş değil. PKK'nın (DTK) barış, kardeşlik, eşitlik, ezilmişlik, baskı, zulüm kelimelerinin etkisi altında kalarak bölücülüğü meşrulaştırmaya çalışan bu türden örgütlerin önümüzde ki dönem daha büyük sorunlarla yüz yüze gelecekleri kesindir. Anadolu Alevileri adına PKK destekçiliğinin, şakşakçılığının bir faturası önlerine gelecektir. Devletin merkezi kuvvetlerinin, Amerikancı/İsrailci PKK bölücülüğüne karşı can bedeli sürdürdüğü Vatan Savaşı'na bazı Alevi derneklerinin yöneticileri cepheden karşı durarak eylemlere başladılar. Alevi Bektaşi Federasyonu (ABF) Genel Başkanı Baki Düzgün bu nedenle Genel Merkezlerinde açlık grevine başladı. Aynı kervana katılan Pir Sultan Abdal Kültür Derneğinin (PSAKD) şubeleri de 24 saatlik açlık grevine başladılar. Siz ey, Anadolu Alevileri adına ortaya çıktığını söyleyen dernek yöneticileri ne yapıyorsunuz? ABD'nin ülkemizde ki beşinci kolu PKK'yı savunmak size mi düştü? "Özerk Kürdistan" projesi yabancıların önerisidir ve Türkiye coğrafyasına yabancıdır. Bu proje kardeşi kardeşe düşman etmenin somut adımıdır ve Alevileri bu oyunda figüran olarak kullanmaya hiç kimsenin hakkı yoktur. ALEVİLER ADINA KONUŞAMAZSINIZ Şu Alevilerimiz adına ortaya çıkanların söylediklerine bir bakar mısınız? Hangi Anadolu Alevisi bu söylemleri benimseyebilir? Hangi Alevi, Alevileri de birbirine düşürecek önermelerin arkasında durur? Özgür Gündem gazetesine göre "Aleviler, deklarasyon hepimiz için kurtuluştur" demiş. Neyden kurtuluş, hangi ülkeden koparak kurtuluş, Alevilerin hangi bölümünden ayrılarak kurtuluş olacak? Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı (HBVAKV) Genel Başkanı Ercan Geçmez, "Bir kez daha Kürtlerin sadece kendileri için değil bütün toplum için öneriler" yaptığını açıklıyor. Kimmiş bu bütün toplum? Bütün toplumda ne demek? Kendisi 14 maddelik deklarasyonu nasıl okudu ve böylesi bir sonuç çıkardı? Doğrusu bunu meraktan değil, konuyu daha iyi anlamak için soruyoruz! Sayın Geçmez kendi kafasına benzeyenler dışındakileri herhalde aptal zannediyor! Ankara Demokratik Alevi Dernekleri (ADAD) Eşbaşkanı Murat Işık, "sonuç bildirgesinde Kürtlerin taleplerinin demokratik bir şekilde tartışmaya açıldığını" öne sürüyor. Işık devamla işi ifrata vardırarak, "Alevi toplumunun da özyönetim anlayışına yabancı olmadığını, bizzat tarihte bu sistemi yaşattığını" belirtiyor. Aleviler ile PKK bölücülüğünü karşılaştırmak ve sonuç çıkarmak ancak eşbaşkanlara yakışır. Murat Işık tarih yapacağım diye tarih çarpıtıcılığına soyunuyor. PSAKD Genel Başkanı Gani Kaplan ise, "bildirgenin tüm Türkiye toplumu için olduğunu ve desteklediklerini ifade etti." Kaplan şöyle devam ediyor, "Batı'nın özerklik meselesini konuşması gerekiyor. İstanbul, Ankara, İzmir bu önerileri konuşmalı, tartışmalı" önerisinde bulunuyor. PSAKD'nin geldiği yer gerçekten ürkütücü. Pir Sultan ismine yakışmayan önermeleri dile getirmekten sakınmayan Gani Kaplan PKK bölücülüğünün eylem alanına girmesi bizleri gerçekten üzüyor. Ankara Dersimliler Derneği Başkanı Bülent Akdağ kendilerine yakışanı açıkladı, "DTK Genel Kurulu'ndan çıkan sonuç bildirgesinin Türkiye'yi daha da demokratikleşeceğini" söyleyerek "Dersim" içinde pay çıkardı. Dersimciliğin Türkiye'nin bütünlüğünü hedef alan bir oluşum olduğu biliniyor. Açlık grevine başlayanlar şunu çok iyi bilsinler ki, sahte soldan gelenler ve bölücülüğün atmosferini soluyanlar Aleviler adına hareket edemezler. Onların o güzel Alevi tanımlamasının ardına sığınarak PKK'cılık yapamazlar. ALEVİLERİ BÖLME OPERASYONU DTK'nın son hamlesini anlamayan bazı sözde Alevi kuruluşlarının yöneticileri PKK gibi davranmaktan vazgeçmelidir. PKK'nın etnik bölücülüğü Alevilerin arasına da sokarak onların birlikteliğini de zedeliyor. PKK, Tunceli Alevisi ile Amasya Alevilerini, Malatya Alevileri ile Aydın civarı Alevilerini karşı karşıya getiriyor. Onların arasına nifak tohumlarını ekerek büyük düşmanlık yapıyor. PKK ve onun farklı isimli kolları olan HDP, DBP, HDK benzeri organizasyonlarla arasına kalın çizgi çekmeyen her yapılanma bölücülükle aynı kaderi paylaşır. PKK'nın kanatlarının kırılması, her türlü legal olanağın ellerinden alınması olmazsa olmazlar arasında yer alır. |
Neden adalarımızı İsrail işgalinden kurtarmıyorsunuz Posted: 10 Jan 2016 11:36 AM PST Şeyh Nimr'i idama götüren sebeplerden birisi de İsrail'in Riyad üzerindeki egemenliğini sorgulaması. Nimr, işgal altındaki Suudi Arabistan topraklarını gündeme getirmiş, Suud yönetimine "Madem o kadar muktedirsiniz neden adalarımızı İsrail işgalinden kurtarmıyorsunuz" diye sormuştu. Suudi Arabistanlı din adamı Ayetullah Nimr El Bakır Nimr (57)'in idamının ardındaki önemli bir neden de, Suudi Arabistan'a ait olan ve 1967 yılından bu yana İsrail işgali altındaki Tiran (80 Km2) ve Sanafir (33 Km2) adalarının akıbetini sorması oldu. Herkes onun Şii din adamlığını sorgularken, gözardı edilen önemli bir gerçek de buydu. Cesur din adamı Nimr, ölmeden önce yaptığı bir konuşmada Bahreyn ve Yemen müdahalelerini eleştirerek, "Neden İsrail'in 1967 yılından buyana işgal ettiği Tiran ve Sanafir adalarını kurtarmıyorsunuz? Orası vatan toprağı değil mi?" demişti. Arabistan yönetimini rahatsız eden bu konu yıllardır Arabistan'da sümen altı edilmiş durumda. İSRAİL 1967 SAVAŞINDA İŞGAL ETTİ Suudi Arabistan toprağı olan Tiran ve Sanafir adaları, 5 Haziran 1967 günü başlayan ve altı gün süren Arap-İsrail Savaşı sırasında askeri amaçlar için S. Arabistan Kralı Faysal tarafından Mısır'a verilmişti. Savaş sırasında İsrail tarafından işgal edilen iki ada, Akabe Körfezi'nin Kızıldeniz'e açılan ağzında bulunuyor ve bölgenin kontolü açısından stratejik önem arz ediyor. İsrail bu savaş sırasında Mısır, Ürdün ve Suriye ile savaştı ve Sina Yarımadası ile Golan Tepelerini ele geçirdi. Savaş sonrasında Mısır yönetimi, Adaların Suudi Arabistan yönetimine ait olduğunu söyledi ve hak iddia etmedi. Suudi Arabistan ise Adaların Mısır'a devredildiğini ileri sürdü ve konunun üzerine örttü. Mısır'la 17 Eylül 1978 günü imzaladığı Camp David anlaşmasından sonra İsrail, bölgenin uluslararası geçiş güzergâhı olarak tanınması karşılığında bu adalardaki askeri güçlerini çektiyse de Suudi Arabistan bu adalar üzerindeki hâkimiyetini kaybetmiş oldu. İsrail'in gemileri için geçiş güvenliği sağlanması karşılığında çekildiği adaların daha sonra BM tarafından Amerikan ve Mısır güçlerinin yönetimine bırakıldığı, İsrail'in ise bölgeyi lojistik destek için istediği gibi kullanabilmekte olduğu bildiriliyor. Konu o gündün bugüne de İsrail-Suudi Arabistan ittifakını bozmamak için gündeme gelmedi. Arabistan yönetimi hiç de küçük olmayan iki ada için 'mercan kayalıklarından ibaret" diyor. Ayrıca 'yerleşim olmadığı için de bir öneminin bulunmadığını' ileri sürüyor. Arabistan yönetimi konunu ülke içinde dillendirilmesini ve basında yazılmasını da yasakladı. Bunun en son kurbanı cesur din adamı Nimr oldu. 8 YIL ÖNCE DE GÜNDEME GETİRDİ Ayetullah Nimr, Adalar konusunu ilk kez 8 yıl önce görev yaptığı Katif'teki dini merkezde bir hutbe sırasında gündeme getirdi. Konuşmasında "Siz bize ABD ve İsrail aleyhine konuşmayın diyorsunuz. Biz ise diyoruz ki İsrail iki adamızı işgal etmiş ve bunu halka söylemiyorsunuz. Bu adaları kurtarmaya niyetiniz var mı?" dedi. Bunun üzerine uyarıldı. İran yanlısı olduğu iddia edilen Nimr aslında İran'ın Şiilik anlayışını da eleştiren birisi. Suriye yönetimini de, zamanında gerekli tedbir almadığı için eleştiren Nimr, Esad'ı uyararak Baas Partisi'ne çeki düzen vermesini istemişti. Irak'taki çatışmaları da hatırlatan Nimr, Esad'ın tedbir almaması halilnde buradaki olayların Suriye'ye de sıçratılacağını vurgulamıştı. BAŞI KESİLEREK İNFAZ EDİLDİ Ayetullah Nimr, silahlı mücadeleden ziyade sözlü/siyasi mücadelenin daha etkili olacağını belirterek, "söz silahtan daha güçlüdür" diyordu. 2011 ve 2012 yılları arasında meydana gelen Bahreyn ayaklanması sırasında Katif'teki muhalif gösteriler nedeniyle gözaltına alınan Nimr, ülkenin yüzde 20 nüfusuna tekabül eden Şii mezhebinin tanınmasını ve buna yönelik ayrımcılığın ortadan kaldırılmasını istemişti. Nimr, ayrıca seçimlerin yapılmasını ve ABD ve İsrail destekli dış müdahalelerin durdurulmasını da istemişti. Bahreyn olayları sırasında Arabistan'ın müdahalesini eleştiren Nimr, Adalar konusunu tekrar gündeme getirmişti. Nimr, Yemen'e müdahaleyi de cezaevinden gönderdiği mesajlarla kınamış ve Adalar konusundaki eleştirisini yinelemişti. KILIÇLA İDAM EDİLDİ Nimr hakkında özel yetkili Riyad Ceza İhtisas Mahkemesi tarafından 15 Ekim 2014 günü "Siyasi otoriteye itaatsizlik, ülkenin güvenliğini tehdit eden unsun olmak, yabancı ülke müdahalesine zemin hazırlamak ve tutuklanma sırasında silahla direnmeye çalışmak"la suçlanarak idam cezasına çarptırılmıştı. Nimr "silahlı direnme" iddialarına karşı "beni silahla gören varsa gösterin kabul edeyim" demişti. Nimr'in infaz edildiği gün 46 kişi daha infaz edildi. İdam edilenlerin dördünün Şii diğerlerinin ise Sünün kökenli El Kaideci oluduğu ileri sürüldü. Nimr kılıçla kafası kesilerek infaz edildi. Cenazesi ailesine de verilmedi. İran'ın Arapça yayın yapan el-Alem televizyonuna 2010 yılında bir açıklama yapan Mısırlı Milletvekili Muhammed Abdu's Semi, İsrail işgali altındaki stratejik öneme sahip 'Sanafir' adasının Suudi Arabistan'a ait olduğunu belirterek, İsrail'den bu adayı Riyad yönetimine bırakmasını istedi. Semi, Suudi Arabistan yönetiminin sessizliğini anyalamadığını hatırlatarak şunlara değindi: "Sanafir adası, askeri açıdan stratejik bir öneme sahiptir ve uluslararası sınırları belirleyen yasalara göre de burası Suudi Arabistan'a aittir. Bu ülkenin uluslararası mahkemelere başvurarak bu adayı talep etme hakkı bulunmaktadır. İsrail'in bu adadaki askeri varlığı İsrail'e bu adaya sahip olma hakkı vermez. Bu adanın stratejik önemi çoktur. Bu adayı ele geçiren tüm bölgeye hakim olabilir ve başkaları için tehlike oluşturabilir." TURİZM AÇISINDAN DA ÖNEMLİ ADALAR 80 Km2 alana sahip olan Tiran adası, bugün turistik amaçla da çok sayıda otele sahip. Tiran adası doğal akvaryum ve dünyanın en önemli dalış merkezi olarak kabul ediliyor. 33 Km2'ye sahip olan Sanafir adası da bölgede turizm ve askeri amaçlarla kullanılan önemli ada. İsrail 22 Ocak 1970 günü bir operasyonla da Kızıldeniz ağzında bulunan Mısır'a ait 42 Km2 alana sahip olan Şadvan Adası'nı ele geçirmişti. Bu ada daha sonra Mısır'a geri verilmişti. |
Diyanet İşleri Başkanlığı, kürtaj fetvası yayınladı Posted: 10 Jan 2016 11:29 AM PST Diyanet'in 2016 Takvimi'ne konulan fetvaya göre, mecbur kalmadıkça yapılan kürtaj, "cinayet" demek. Kürtaj yaptıran da, bunun karşılığında ya 5 deve bağışlayacak ya da 212 gram altın (21 bin lira) verecek. Diyanet'in 2016 yılı takviminde fetvalara da yer verildi. Takvimin 30 Aralık Cuma tarihli yaprağında "Kürtaj yapmanın ve yaptırmanın dini hükmü nedir?" başlıklı fetva da yer aldı. "İnsan hayatının kurulması, İslam dininin 5 temel ilke ve amacından birisi olduğu gibi insanın en şerefli varlık olduğu, saygınlığı ve dokunulmazlığı da İslam'ın ısrarla üzerinde durduğu fikirlerden birisidir" denilen fetva şöyle: DİNDE YERİ YOK: Yaşama hakkı erkek spermi ile kadın yumurtasının birleştiği ve döllenmenin başladığı andan itibaren Allah tarafından verilmiş temel bir hak olup, bu safhadan sonra ana baba da dahil hiç kimsenin bu hakka müdahale etmesine izin verilmemiştir. Ayet ve hadislerde yer alan genel prensipler ve özel hükümler anne karnındaki ceninin dinen meşru sayılan hakkı ve bir gerekçe olmadan düşürülmesine, aldırılmasını ve gebeliğe son verilmesine müsaade etmez. YA 5 DEVE YA 212 GRAM ALTIN: (Çocuklarınızı yoksulluk korkusuyla öldürmeyin) ayeti, HZ Peygamber'in, "Kasten çocuk düşüren ve buna sebep olanın maddi tazminat ödemesine hükmetmesi, anne karnındaki çocuğun hayat hakkında da güvence altını almaktadır. Bu itibarla İslam annenin hayatını doğrudan etkileyecek bir zaruret bulunmadıkça anne karındaki çocuğun düşürülmesini ve aldırılmasını kabul etmemektedir. Cenine karşı bir cinayet işlenmesi halinde gurre denilen bir ceza tazminat ödenir. Gurre miktarının sünnetteki tatbikat örneğinden yola çıkarak 5 deve, altın ve gümüş (212 gram altın) olduğu görülmektedir. HATAYLA DA OLSA DÜŞÜK YAPANA CEZA: Gurre ceninin mirası kabul edilir. Düşmesine sebep olan kimse hariç varisleri arasında paylaştırılır. Gurrenin ödenmesi için çocuk düşürmenin kasten veya hatayla olması, anne veya baba tarafından işlenmesi fark etmez. Ruhun cenine 4 aylık iken üflendiğini bildiren hadisten hareketle bu sureden önce ceninin kürtaj edilebileceği yönünde görüş varsa da bu isabetli değildir. Bu yoruma göre ruhun üflenmiş olması, ceninin müstakil kişilik olması kabul edilmekte, ruh üflenmeden önce cenin bir et parçası sayılmaktadır. Oysa cenin döllenmenin gerçekleşmesiyle potansiyel bir insan haline gelmesiyle dokunulmaz bir insan haline gelmekte olup dokunulmazdır. Ruh taşıyan canlı bedeni imha etmek caiz olsaydı uykudaki insanı öldürmek caiz oldurdu. Allah Teala uyku halinde insan ruhunun bedenden ayrıldığını haber vermektedir. |
İstemeden kırdığımız birileri varsa özür dileriz Posted: 10 Jan 2016 11:27 AM PST Kanal D'den sonra 'polis çocuğu' olarak Beyaz da özür diledi! Sunuculuğunu yaptığı Beyaz Show programına telefonla bağlanan ve Diyarbakır'da süren çatışmaları "Sessiz kalmayın. Yazık; insanlar ölmesin, çocuklar ölmesin, anneler ağlamasın" sözleriyle eleştiren Ayşe Çelik'le ilgili konuşan Beyazıt Öztürk, "Keyifle telefona gittim ancak, 'Çocuklar ölüyor burada' diye bir tepkiyle karşılaşınca beynim durdu. 'Ne yapacağım' diye kendi iç sesimi dinlemekten konuşulanı dinleyemedim. Bir niyetin olduğunu anlayamadım. Öğretmenim deyince de inandım ama öyle olmadığı ortaya çıktı. Terör örgütünü alkışlatmak gibi bir durum yok. İstemeden kırdıklarım olduysa özür dilerim" dedi. Beyaz Show'un cuma akşam yayınlanan bölümüne telefonla bağlanan ve öğretmen olduğunu belirten Ayşe Çelik, "Ülkenin doğusunda yaşananların farkında mısınız? Burada yaşananlar ekranlarda çok farklı aktarılıyor. Sessiz kalmayın. İnsan olarak biraz daha hassasiyetle yaklaşın. Burada çocuklar ölüyor" demişti. Milli Eğitim Bakanlığı, Ayşe Çelik adından Diyarbakır'da görev yapan bir öğretmenin kadrolarında bulunmadığını açıklamış, Kanal D de yayınladığı özür metninde, "Beyazıt Öztürk, toplumun her kesimini kucaklayan tarzına rağmen böylesi bir provokasyonun içine çekilmeye çalışılmıştır. Doğan TV ve Kanal D ilk günden bugüne devletin yanında yer almıştır" ifadeleri yer almıştı. Birçok basın organında çıkan haberlerde, Ayşe Çelik'in 2013 yılında bir okulda ve halk eğitim merkezinde geçici olarak görev yaptığı belirtildi. "İstemeden kırdığımız birileri varsa özür dileriz" Kanal D Ana Haber Bülteni'nde katılan Beyazıt Öztürk, Beyaz Show'a telefonla bağlanarak, Diyarbakır'daki sokağa çıkma yasaklarına ve operasyonlara dikkat çekemeye çalışan Ayşe Çelik'le ilgili açıklamalarda bulundu. Kendisinin bir polis çocuğu olduğunu belirten Beyazıt Öztürk, "Benim geçmişime bakıldığında, tutarlılık gözüküyor. Şehitler olduğunda programı yarıda kestik, terör örgütünün orada verdiği zararlardan haberimiz var. Güvenlik güçlerinin ne kadar zor şartlarda mücadele ettiğini hepimiz biliyoruz" diye konuştu. Yaşananları "şansızlık" olarak nitelendiren Öztürk, "İstemeden kırdığımız birileri varsa özür dileriz. Bazı açıklamalar da yapılıyor, lütfen beni kimse politikaya malzeme etmesin. Ben insanların yüzü gülsün diye uğraştım. Malzeme olmak istemiyorum bu konuyla ilgili" ifadelerini kullandı. Beyazıt Öztürk'ün konuyla ilgili yaptığı açıklamalar şöyle: "Konukların soracağı sorular bellidir bizde. O keyifle telefona gittim ancak, 'Çocuklar ölüyor burada' diye bir tepkiyle karşılaşınca beynim durdu. Seyirciler bana bakıyor, konuklar var, 'ne yapacağım' diye kendi iç sesimi dinlemekten konuşulanı dinleyemedim. Aklımda şu kaldı, "Burada bir şeyler oluyor, siz eğleniyorsunuz." Ben hep aynı şeyleri söyledim, "Daha dikkatli olacağız" dedim. Bir niyetin olduğunu anlayamadım. Öğretmenim deyince de inandım ama öyle olmadığı ortaya çıktı. Ben bir polis çocuğuyum, benim babam her gün evden çıkarken biz dönecek mi diye yolcu ettiğimiz için. "Lütfen beni kimse politikaya malzeme etmesin" Benim geçmişime bakıldığında, tutarlılık gözüküyor. Şehitler olduğunda programı yarıda kestik, terör örgütünün orada verdiği zararlardan haberimiz var. Güvenlik güçlerinin ne kadar zor şartlarda mücadele ettiğini hepimiz biliyoruz. Bunlara gerçeken çok üzüldüm, şanssızlık oldu. İstemeden kırdığımız birileri varsa özür dileriz. Bazı açıklamalar da yapılıyor, lütfen beni kimse politikaya malzeme etmesin. Ben insanların yüzü gülsün diye uğraştım. Malzeme olmak istemiyorum bu konuyla ilgili. İşime çok seviyorum, işime de devam edeceğim Kanal D'de. Ben de olsam tepki verirdim böyle bir durumda. Benim tarafımdan dinlenmediği için.. Canlı yayın zor bir şey. Başıma gelmeyecek bir şey değil; işte geldi. Konukların seyircilerin önünde olması, arkadaşların, herkes izliyor. Kendi iç sesimden duyamadım, ne olduğunu da almadım. Terör örgütünü alkışlatıyor dediler. Aklımızdan geçmeyecek bir şey bu. Bunu yapmam. Ondan dolayı söyleyeceklerim bu kadar, gerçekten de istemeden yaptığım bir şeyler olmuşsa ki olmuş özür diliyorum. Herkesten farklı, fazla söyleyeceğim bir şey yok. Türk halkı ne düşünüyorsa ben de onu düşünüyorum. Silahların bırakılmasını ve bu işlerin çözülmesini diliyoruz. Allah oradaki bütün güvenlik güçlerine kolaylık versin. Tekrar söylüyorum, devletimizin ve milletimizin yanındayız." |
Posted: 10 Jan 2016 05:00 AM PST Benim Cumhurbaşkanım olamıyorsun? gözünün görmediği, kulağının duymadığı, kokusunu alamadığın, elinin değmediği, her şey için, eğer yandaşın ise, kayıtsız şartsız, inanıyorsun, sorgulamıyorsun, asıyorsun kesiyorsun, aslan kesiliyor kükrüyorsun, mangalda kül bırakmıyor, kanun kural tanımıyorsun, ama ister kavganın içinde olsun, ister dışında, neresinde olursa olsun Berkin Elvan, 15 yaşında, bir çocuk, Daha yolun başında, yeni yeni hayatı, anlamaya başlamış, Çevresinde ne gördüyse onun peşine gitmiş, neyin doğru neyin yanlış olduğunu, nerede duracağını, nerede koşacağı, nerede susup nerede konuşacağını, öğrenememiş. Ya, ne diyeyim, çocuk, çocuk, daha ötesi var mı? gözünün gördüğü, kulağının duyduğu, hayatı da, kendini de, Tanıma şansı bulamadan, elimizden kayıp giden, 15 yaşında Berkin Elvan'ın, Çocuk olduğunu kabullenip Hakkında, tek şefkatli kelime etmedin, daha kötüsünü yapıp, evlat acısından, yüreği yanan annesini, yerden yere vurdun, ya, Bir çocuğu, Bir yüreği yanmış anneyi, Anlayamıyorsun, Ya, Bu yüzden, "Benim Cumhurbaşkanım olamıyorsun" Aydın KOCA |
CHP O Masaya Bir Kez Daha Oturmamalıdır! Posted: 10 Jan 2016 04:00 AM PST CHP ISPARTA İL BAŞKANI SN. AV. EYÜP ERSOY'A AÇIK MEKTUP (CHP O Masaya Bir Kez Daha Oturmamalıdır !) Sn. Başkan, Öncelikle böyle bir mektup gerekliliği nereden doğdu onu açıklamalıyım. Parti Tüzüğü gereğince CHP Isparta il Başkanı olarak siz, tüm ilçe Başkanlarının da Tüzel Kişiliğini temsil yetkisini üzerinizde taşıyorsunuz. Bu nedenle ben, bu mektupta dile getirdiğim konuların sizin şahsınızda tüm CHP örgütü ve hatta tüm üyelere ulaşmasını/ulaştırılmasını amaçlıyorum. Umarım sizin Hukukçu kimliğiniz özellikle bu mektupta dile getireceğim konuları Örgüt tarafından daha anlaşılır kılınmasını da kolaylaştıracaktır. Sn. Başkan, gerek 7 Haziran, gerekse 1 Kasım Genel seçimlerinde "Yeni Anayasa" vurgusu üzerinden propaganda yapan AKP şimdi "Yani Anayasa'yı gerçekleştirmek için gereksinim duyduğu desteği alabilmek" adına CHP ve MHP genel başkanları ile görüştü. Görüşmeler sonrası karşılıklı yapılan açıklamalardan anlaşılıyor ki her iki parti de, kimi çekincelerle "Yeni Anayasa" konusunda AKP ile uzlaştı. Gerek CHP, gerekse MHP'nin koyduğu çekince "anayasanın ilk 4 maddesinin değiştirilmemesi" koşuludur. Ayrıca her iki partide 2011 yılında kurulan Anayasa Uzlaşma Komisyonu'nun yeniden canlandırılması ve çalışmaya başlaması konusunda da AKP ile uzlaştılar. AKP ile HDP'nin "yeni Anayasa" konusunda bir uzlaşmazlığının olmadığı ise bilinen bir gerçek. Sn. Başkan, Peki, ilk 4 maddeye çekince koymak Türkiye'nin üniter yapısı ve ulusal birliğinin, ülke bütünlüğünün korunması için yeterli mi? "İlk 4 madde kırmızıçizgimizdir, bunlara dokundurtmam" demek herkesin kendini etnik ve dini kimliklerle ifade edebileceği federatif dinci faşist bir diktatörlüğü engelleyebilir mi? Her iki partinin önkoşul olarak ortaya koyduğu bu çekince Anayasanın sözünden ve özünden (ruhundan, amacından) uzaklaşılması, ilk dört maddenin etkisiz ve geçersiz kılınması yolunda atılacak adımların üzerini örtmeye yönelik büyük bir yalan ve aldatmacadır. Türk Milletinin egemenliği ve Türk vatandaşlığını düzenleyen 6. ve 66. Maddeler, İdarenin bütünlüğü ve üniter yapısını düzenleyen 123. ve 127. Maddelerde bir çekincesi olmayan CHP ve MHP bu maddelerde "pazarlığa açık" olduklarını kamuoyu ile paylaştılar. Bu maddelerin değiştirilmesi, yeniden yazılması veya anayasadan çıkartılması (CHP ve MHP'nin buna bir itirazı, karşı duruşu söz konusu değil) ilk dört maddenin içeriğinin boşaltılması ve yaptırımlarının ortadan kaldırılması ile sonuçlanacaktır. Sn. Başkan, Mustafa Kemal ATATÜRK 1930 yılında "Yolunda yürüyen bir yolcunun yalnız ufku görmesi kâfi değildir. Muhakkak ufkun ötesini de görmesi ve bilmesi lazımdır" diyordu. AKP'nin iktidara geldiği günden ve özellikle 2007 den bu yana Türk halkına "yeni sivil anayasa" dayatmasının temel nedenini görüp ve bilmemiz bir tarihsel bir zorunluluktur. TAYYİP ERDOĞAN'IN "YENİ SİVİL ANAYASA" VE "BAŞKANLIK SİSTEMİ" DIŞINDA KURTULUŞ YOLU KALMAMIŞTIR. AKP kaynağını ve iradesini Türkiye topraklarından alan bir siyasal parti değil, CİA- MOSSAD tarafından kurgulanmış, proje partisi olduğu, 1950 den bu yana yeterince aşındırılıp Kemalist özü boşaltılan Cumhuriyet rejiminin ve aydınlanma devriminin son kırıntılarını da ortadan kaldırmak ve "Federe İslam Cumhuriyetini" yaşama geçirmekle görevli olduğu belgeleri ile kanıtlanmış bir olgudur. Bu projenin başını çeken Tayyip Erdoğan 15 Ağustos 2015 te yaptığı bir konuşmada bunu açıklıkla dile getirdi. Erdoğan Cumhurbaşkanı'nın anayasal sınırları tartışmalarıyla ilgili olarak "İster kabul edilsin ister edilmesin, Türkiye'nin yönetim sistemi bu anlamda değişmiştir. Şimdi yapılması gereken bu fiili durumun hukuki çerçevesinin yeni bir Anayasa ile netleştirilmesi, kesinleştirilmesidir" Yeterince açık ve anlaşılır değil mi? Sn. Başkan, Yeni Anayasa dayatmasında Tayyip Erdoğan yalnız da değildir. Tayyip Erdoğan ve AKP'nin bu dayatmalarının gerçek sahibi, AKP'nin iktidarı ele geçirmesinde yadsınamaz katkı ve destek veren ABD – AB emperyalizmidir. Erdoğan bu gerçeği, gizleme gereği duymamış, emperyalist projelerde "eşbaşkan" olduğunu birçok kez itiraf da etmiştir. Hem AB, hem de ABD Türkiye'ye uzun süredir içeriği de kendilerince belirlenmiş bir anayasanın yazımını dayatmaktadır. Amerikan Hava Kuvvetleri'nin bir yan kuruluşu olan RAND adlı şirket 1990'da Türkiye hakkında yayımladığı bir raporda şunlara yer vermiştir: "Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ve ilgili yasalar; özgürlükçü, çoğulcu ve demokratik bir içerikle yeni baştan yazılmalıdır. Araştırmacı Gazeteci Sn. Arslan Bulut; Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a daha iktidar olmadan yine ABD'den bir lobi kuruluşu aracılığıyla gönderilen bir memorandumu yayımladı. Bu Memorandumda Erdoğan'ın yapması gerekenler açıkça ifade edilmektedir: "Mr. Erdoğan, sizin küreselleşme ile demokrasi ilişkilerini bağdaştırma yolundaki adımlarınız, Türkiye'ye kriz sırasında destek olan uluslararası güçler tarafından da kabul görecektir. (Ankara hükümeti kastediliyor) yerel yönetimlere otonomi (özerklik) vermek ve milli hükümetin fonksiyonlarını yerel düzeyde merkezi olmaktan çıkarmak zorundadır" Adamlar amaçlarını açıkça dile getirmişler. Daha ne desinler? Sn. Başkan; Sizde kabul edersiniz ki geçmiş dosyası Anayasal suçlar bakımından hayli kabarık olan Tayyip Erdoğan'ın "Yeni Sivil Anayasa" ve "Başkanlık Sistemi" dışında kurtuluş yolu da kalmamıştır. Ancak bu günkü TBMM aritmetiği ile AKP için yaşamsal niteliğe sahip olan Türkiye Cumhuriyeti'nin tabutuna son çiviyi çakma eylemini, başka bir söylemle "Yeni Sivil Anayasa" ve "Başkanlık Sistemi"ni tek başına yapması olanaksızdır. İşte tam da bu nedenle Erdoğan ve AKP'nin tek ve son çıkış kapısının anahtarını ellerine almak için TBMM de temsil edilen Muhalefet partilerinin desteğini istemektedirler. Anlaşılan o ki CHP ve MHP bilerek ya da bilmeyerek bu ihanet bataklığına, Türk ulusuna karşı yüz yıl öncesinden hazırlanıp servis edilen bu tuzağa düşmüş gözüküyorlar.. YENİ ANAYASA, TÜRK TOPLUMUNA KARŞI HAZIRLANMIŞ "BÜYÜK BİR KOMPLO" DUR Sn. Başkan, görüldüğü gibi sorun parti çıkarları, örgüt disiplini boyutlarının çok ötesinde Türk ulusunun varlık/yokluk sorunudur. Sorun Atatürk'ün Nutuk'ta, Türk toplumuna karşı hazırlanmış "büyük bir komplo" diye adlandırdığı Sevr Antlaşması'nın hukuksal alt yapısını oluşturmak ve meşru kılmaktır. Sorun Mustafa Kemal Atatürk'ün "Türk milletine karsı, yıllardan beri hazırlanmış ve Sevr Antlaşması ile tamamlandığı sanılmış büyük bir suikastın sonuçsuz kaldığını bildirir bir belge" olarak tanımladığı Lozan antlaşması ile elde edilen kazanımların yok edilmesidir. Sn. Başkan, Erdoğan ve AKP "Yeni Sivil Anayasa" dayatmasının yol haritası taşlarını döşemeye 2003 te İktidarı ele geçirmesi ile başlamış ve bu günlere gelinmiştir. 2003 ten bu yana; · Türkiye'de "İkiz İhanet Yasaları olarak bilinen "Birleşmiş Milletler "Kişisel ve Siyasal Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme ve " Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşmelerle" · Ulusal- üniter devlet yapısı içinde yer alan, etnik kökeni farklı halkların "kendi kaderlerini tayin hakkı tanındı.", "federe devlet yapılanmasının önü açıldı" · İstinaf Mahkemeleri'yle "yargının Ankara'yla bağlantısı kesildi". · Kalkınma Ajansları kuruldu. "Bu sayede karar organları merkez yerine bölgesel sisteme devredildi". · Adalet Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı mensupları, vali yardımcıları ve kaymakamlar, federal sistemi incelemeleri için ABD ve Avrupa'ya gönderildi. · Büyükşehir Yasası çıkarılarak, "belediye başkanlarına eğitimden, yatırımlara özerkliğe gidecek yetkiler tanındı." İhanete giden yola döşenen bu yasalara karşı ne yazık ki TBMM de 2003 ten bu yana ana muhalefet olarak bulunan CHP, etkili bir direnç göstermek yerine, AKP'nin işini kolaylaştıracak bir duruş sergilemiştir. Parlamento dışı muhalefetin direnci ve direnişi ise sonuçsuz kalmıştır. "SİVİL ANAYASA" SÖYLEMİ TAM BİR YALAN VE DÜZENBAZLIKTIR! Sn. Başkan, Yeni anayasacıların geviş getirircesine her ortamda dillendirdikleri "sivil anayasa" kavramı ise tam bir yalan ve düzenbazlık örneği. Gerek hukuk, gerekse siyasal yazımda "sivil anayasa" diye bir anayasa türü yok. "Durum böyleyken, çok özel önemde bir şeyden söz ediyormuş gibi kullanılan bu laf nereden çıktı? 2007 yılında AKP'nin görevlendirdiği Mersin Milletvekili Zafer Üskül'ün dile getirdiği"Atatürk ilke ve devrimlerine bağlılıktan ve Kemalizm'den arındırılmış ideolojisiz, sivil ve renksiz anayasa" betimlemesi, AKP anayasasına takılacak sivil anayasa lafının icat edilmesine başlangıç olmuş görünüyor. Bu ilk adıma göre sivil anayasa "Atatürksüz anayasa"demektir."(B.Ayman Güler) Sanırım AKP sözcülerinin ve kimi muhalefet sözcülerinin "Sivil Anayasa'dan neyi amaçladıkları açıklıkla anlaşılmış oldu. "YENİ ANAYASA, ATATÜRK VE TÜRK KAVRAMINDAN ARINDIRILMIŞ, POST MODERN SEVR ANAYASASIDIR" Sn. Başkan, bir başka kuyruklu yalan ve düzenbazlık ise yürürlükte olan anayasanın"darbe anayasası" olduğu iddiasıdır. Bu sav gerçeği yansıtmamaktadır. Çünkü buanayasa 1982 den bu yana 15 kez değişikliğe uğratılmış, 110 maddesi günün gereksinmelerine uydurulmuştur. En son 12 Eylül 2010'da referandum yolu ile 20 maddesi değiştirilmiştir. O günden bu güne ne değişmiştir ki yeni bir anayasa gerekli olsun? (Esasen bugün bu anayasanın tek sorunu 90/C maddesindeki değişikliktir. Bu madde ile AB UYUM YASALARI ve İKİZ İHANET SÖZLEŞMELERİ anayasanın üstüne çıkarılarak milli (ULUSAL)egemenliğimiz onursuzluk derecesinde yara almıştır) CHP O MASAYA BİR KEZ DAHA OTURMAMALIDIR! Sn. Başkan, bu iletiyi uzatmamak adına; bu meclisin anayasa yapamayacağını, "yeni anayasa" dayatmasının "ağır bir anayasal suç" oluşturduğunu, vb. kimi konularının ayrıntılarına girmeyeceğim. Sn. Başkan, 16 – 17 Ocakta CHP'nin büyük kurultayı Ankara'da yapılacak. Siz ve Kurultay Delegeleri CHP Isparta örgütünü bu kurultayda temsil edeceksiniz. CHP Genel Merkez Yönetiminin bilerek ya da bilmeyerek içinde yer almayı taahhüt ettiği (üzerine aldığı) "Yeni, Atatürk ve Türk kavramından arındırılmış, post modern Sevr anayasası"oyununun bozulması yönünde çaba göstermenizi, Atatürkçü ve Hukukçu kimliğinizle bu sinsi tuzağa karşı duruş göstermenizi bekliyor ve diliyoruz. CHP "Anayasa Uzlaşma Komisyonu" masasına BİR KEZ DAHA OTURMAMALIDIR! AKP'nin Kemalist Cumhuriyete vurmayı planladığı son darbe OYUNU BOZMALI, BU SİNSİ TUZAĞA BİR KEZ DAHA DÜŞÜLMEMELİDİR. Sn. Başkan, eğer bu tuzağa düşülür ve AKP ve Erdoğan Türkiye Cumhuriyeti'nin tabutuna son çiviyi çakmayı başarırsa CHP'nin siyasal Parti olarak varlığı da kendiliğinden ortadan kalkacaktır. BU YIKIM OYUNUNDA MUSTAFA KEMAL ATATÜRK'ÜN KURUCUSU OLDUĞU CHP FİGÜRAN OLAMAZ VE OLMAMALIDIR. Bu, Sizin şahsınızda CHP'nin tüm ilçe örgütlerine, il yönetimine ve hatta tüm halkımıza yapılmış bir "acil durum" çağrısıdır. Bu "acil durum" çağrısına gereken anlayış ve duyarlılığı göstereceğiniz yönündeki umudumuzu korumak istiyoruz Başarı ve esenlik dileklerimizle. Mahmut ÖZYÜREK Ulusal Eğitim Derneği Isparta Şube Başkanı |
İngiltere Suudi Arabistan'a silah satarak uluslararası hukuku ihlal ediyor Posted: 10 Jan 2016 03:30 AM PST İngiltere'nin Suudi Arabistan'a silah satışının Suudi Arabistan'ın Yemen'deki saldırıları sebebiyle uluslararası hukuk ihlali olduğu belirtiliyor. İngiltere'nin Suudi Arabistan'a silah satılmasına izin vermesinin uluslararası hukuk ihlali olduğu bildiriliyor. Sebepse Suudi Arabistan'ın bu silahları Yemen'de binlerce sivili öldürmek için kullanıyor olması. Suçlamanın İngiltere'ye Avrupa parlamentosu, Birleşmiş Milletler ve insan hakları örgütleri tarafından uyarılar yapıldıktan sonra Silah Ticaretine Karşı Mücadele (CAAT) tarafından yapıldığı belirtilirken, konuyla ilgili yasal işlemlerin başlatıldığı da aktarılıyor. İngiltere'nin Suudi Arabistan'a silah satılması için yeni izinler çıkartmayı sürdürdüğü belirtilirken, hükümetin silah satışını durdurmayı kabul etmediği söyleniyor. |
Gözlemlenmiş son haliyle evren Posted: 10 Jan 2016 03:13 AM PST Pablo Carlos Budassi isimli bir sanatçı, NASA ve Princeton Üniversitesi'nin verilerini kullanarak evrenin haritasını çıkardı. Sputnik'in haberine göre, Güney Amerikalı ressam ve müzisyen Pablo Carlos Budassi, Princeton Üniversitesi'nin logaritmik haritaları ve NASA uydularının çektiği fotoğrafları sayesinde evreni 'tek bir göze sığdırdı'. Söz konusu karede, evrenin bugüne kadar gözlemlenebilmiş tüm kısımları bir arada görülüyor. Tam merkezinde Dünya'nın da içinde yer aldığı Güneş Sistemi'nin oturtulduğu karede Samanyolu, komşu galaksi Andromeda, diğer yıldız oluşumları ve Büyük Patlama'dan (Big Bang) kalan plazma halkası yer alıyor. 3 MİLYON UZAY NESNESİ Princeton Üniversitesi'nin bu kareye kaynak oluşturulan ve Sloan Dijital Gökyüzü Araştırması (Sloan Digital Sky Survey) baz alınarak ortaya çıkarılan haritada, 3 milyon uzay nesnesi bulunuyor. |
Posted: 10 Jan 2016 03:00 AM PST Ankara'da kadınlara arabanın içinden tacizde bulunan ve çektiği görüntüleri de Twitter'dan paylaşan sapığın yakalandığı bildirildi. Kadınlara arabanın içinde mastürbasyon yaparken yol soran ve çektiği görüntüleri Twitter üzerinden paylaşan kişinin yakalandığı belirtildi. Ankara Emniyet Müdürlüğünden yapılan açıklamada, "Çankaya'daki sapığı şikayet ediyoruz" isimli kampanyanın sosyal medya, görsel ve yazılı basında geniş yer bulduğuna işaret edildi. Çankaya İlçe Emniyet Müdürlüğü Suç Önleme ve Soruşturma Büro Amirliğine ve 155'e dün saat 20.00 itibariyle yaklaşık 2 bin mail ihbarı üzerine çalışma başlatıldığı aktarıldı. Açıklamada, şunlar kaydedildi: |
Ulusal Eğitim Derneği Cumartesi Söyleşileri Posted: 10 Jan 2016 02:30 AM PST ULUSAL EĞİTİM DERNEĞİ ISPARTA ŞUBESİ HER 15 GÜNDE BİR CUMARTESİ GÜNLERİ "CUMARTESİ SÖYLEŞİLERİ" ADI ALTINDA 2014 YILI KASIM AYINDA BAŞLATTIĞI ETKİNLİKLERİNİ SÜRDÜRÜYOR 09. Ocak 2016 Cumartesi günü yapılan söyleşinin konusu "KÖY ENSTİTÜLERİNDEN BU GÜNE – Üretim için Eğitimden – Tüketim İçin Eğitime – TÜRK MİLLİ EĞİTİMİ" , Konuk; Gönen Köy Enstitüsü Son Mezunlarından, ( E ) İlk Öğretim Müfettişi TALİ ÖZDEMİR'Dİ. Köy Enstitüleri Belgesel sunumu ile başlayan söyleşi Özdemir in sunumu ve Konukların da katkıları- soru yanıtlarla devam etti. Şube Yönetimi 15 gün sonra "ADALET VE DEMOKRASİ HAFTASI –Şehitlerimizi anma etkinliği düzenleyeceklerini, etkinliğin halka açık olduğunu, ilgi duyan tüm kişilerin etkinliğe katılabileceğini belirttiler… |
DİHA Muhabiri Çalışan Gazeteciler Günü’nde gözaltına alındı Posted: 10 Jan 2016 02:30 AM PST Mardin Dargeçit'te, Dicle Haber Ajansı (DİHA) Mardin muhabiri Murat Verim'in de aralarında bulunduğu 3 kişi gözaltına alındı. Dicle Haber Ajansı'nın haberine göre, 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü'nde Mardin'in Dargeçit ilçesinde, yapılan ev baskınlarında DİHA muhabiri Murat Verim, İrfan Yakut ve Abdurrahman Otkır gözaltına alındı. Gözaltı gerekçesi öğrenilemezken, 3 kişi İlçe Emniyet Müdürlüğü'ne götürüldü. |
Posted: 10 Jan 2016 02:00 AM PST Çalışan gazeteciler günü, 1961 Anayasasında gazeteciler lehine yer alan hükümlerden sonra "Çalışan gazeteciler bayramı" olarak kabul edilen fakat 12 Mart 1971 askeri darbesinden sonra bu hakların bir kısmının geri alınması üzerine " 10 Ocak Çalışan gazeteciler günü" olarak değiştirilmiştir. Neden "gazeteciler" değil de "çalışan gazeteciler" günü? 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü basın meslek örgütleri tarafından çeşitli etkinliklerle kutlanırken akıllara gelen bir soru sosyal medyada geniş yer buldu. Neden "gazeteciler" değil de "çalışan gazeteciler" günü? NEDEN "ÇALIŞAN GAZETECİLER" GÜNÜ? Çalışan Gazeteciler Günü ilginç bir öyküye dayanıyor. 1961 yılınında 10 Ocak günü resmi gazetede yayınlanan bir kanun ile basın çalışanlarının bazı hakları yasal güvenceye kavuştu. Şimdi ''212 sayılı yasa'' olarak bilinen düzenleme, iş sözleşmelerinin yazılı olarak yapılması, sözleşmelere işin türü ve ücret miktarının yazılması gibi gazetecilerin sosyal ve yasal haklarını belirleyen hükümleri içeriyor. PATRONLAR KAZAN KALDIRDI! Ancak 212 sayılı yasanın çıktığı süreç başta ''babıali'de dokuz patron olayı'' olmak üzere türk basın tarihinin en çalkantılı dönemlerinden birini tetikledi. İlgili yasanın gazetecilere getirdiği haklar patronlara da bazı sorumluluklar yüklüyordu. Bunun üzerine adeta kazan kaldıran patronları 10 Ocak günü gazetelerinde okuyucularını şaşkına çeviren bir ortak bildiri yayınladılar ve ''gazetemizi üç gün kapatıyoruz'' duyurusunu yaptılar. Bildirinin altında, 9 gazete patronunun imzası vardı. Yayınlanan bildiride ise 212 sayılı yasa ile Basın İlan Kurumu'nun oluşturulmasıyla ilgili 195 sayılı yasaya yönelik tepkilerin dile getirilirken yasaların mesleki sakıncalar doğuracağı iddia edilmişti. Bidiriye imza atan 9 patronun sahibi oldukları gazeteler ise Akşam, Cumhuriyet, Dünya, Hürriyet, Milliyet, Tercüman, Vatan, Yeni İstanbul ve Yeni Sabah'tı. GAZETECİLER DE PATRONLARA KAZAN KALDIRDI! Gazete sahiplerinin bu ortak tepkisi karşısında, çalışanlar da bir araya geldiler. İstanbul İazeteciler Sendikası, çalışanlara ait bir ortak bildiri yayınlayarak, kapanma kararının gazete sahipleri tarafından verildiğini, diğer çalışanların ise bu durumu tasvip etmediklerini açıkladılar. Gazeteciler aynı gün, sendika önünden başlayan sessiz bir yürüyüş gerçekleştirdiler. ayrıca, sendikada gerçekleştirilen olağanüstü toplantıda, patronların üç günlük boykotu sırasında ''basın'' adlı bir gazete yayınlanmasına karar verildi. "ÇALIŞAN GAZETECİLER" BASIN GAZETESİ'Nİ ÇIKARDILAR Gerekli girişimlerin ardından çalışanların ortak ürünü olan ''basın gazetesi'', 11 ocak günü yayınlandı. basın gazetesi, gazete patronlarının üç günlük boykotu sırasında düzenli olarak yayın hayatını sürdürdü. Patronların boykotuna karşılık, ankara ve izmir'de de çalışanlar, gerçekleştirdikleri yürüyüşler ve yayınladıkları bildirilerle tepki gösterdiler. Basın Gazetesi'nin son sayısında yer alan başyazıda, basın emekçilerinin elde edilen hakların korunması amacıyla elbirliğiyle mücadele edecekleri kaydediliyordu. 14 ocak 1961'de boykot sona ererek, gazeteler yeniden yayına başladı ancak üç günde yaşanan olaylar, Türk basın tarihinde yerini aldı. Patronların boykotuna karşın 11 Ocak'tan itibaren üç gün boyunca çok zor şartlarda çalışıp "Basın Gazetesi" çıkartan gazeteciler "Çalışan Gazeteciler Günü"nün de temeli oldu. PEKİ GAZETECİLERİN BUGÜNKÜ DURUM NE? 212 sayılı yasanın çıkması hayli çalkantılı bir sürecin ürünü olsa da 2013 yılı itibariyle gazeteciler açısından 212 sayılı yasa hala bir kazanıma dönüşmüş değil. Bugün Doğan Grubu, Doğuş Grubu, Turkuvaz Grubu gibi endüstriyel medya klübündeki grupların çalışanları arasında 212'li olanların oranı yüzde 10'un bile altında kalıyor. Gazete ve televizyon kanallarında çalışan binlerce gazetecinin ezici çoğunluğu ne 212'li ne de Basın Kartı sahibi. Sektörün yeni istihdam alanı olan internet medyası ise 212 bir yana hala herhangi bir yasal zemine bile sahip değil. |
Gizli kamera tuzağında gözaltı Posted: 10 Jan 2016 01:53 AM PST Eski CHP Genel Başkanı Deniz Baykal ve MHP'li bazı siyasetçilere yönelik 2011'deki genel seçimler öncesinde "gizli kamera kaydı yapılması" olaylarını soruşturan Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'nın talimatının ardından bir polis ve bir çilingir gözaltına alındı. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, 2011'de internet aracılığıyla kamuoyu gündemine gelen siyasilere yönelik gizli kamera kayıtlarıyla ilgili gizli bir soruşturma yürütmeye başladı. Türk siyasetinin dizayn edildiği iddialarına neden olan ve CHP'nin eski lideri Baykal ile MHP'li eski siyasilere yönelik "yasadışı görüntü alınarak özel hayatın gizliliğini ihlal edilmesini" araştıran savcılık, sekiz ay devam eden soruşturmanın ilk aşamasında bazı önemli bulgu ve ipuçlarına ulaştı. Milliyet'ten Tolga Şardan'ın haberine göre, soruşturma çerçevesinde bazı ihbarları da mercek altına alan savcılık, eminiyet birimleri ile ortak çalışma yürütmeye başladı. Siyasilere yönelik gizli kamera ile kayıt olaylarıyla ilgili geçmişe yönelik delilleri de yeniden elden geçiren savcılık, yasadışı kamera kayıtları yapılan mekanlar üzerinde çalışmalarını yoğunlaştırdı. Bu çerçevede, mekanlara nasıl gizli kamera yerleştirildiğinin yanıtını arayan savcılık, mekanlara çilingir marifetiyle girildiği bilgisine ulaştı. Bu gelişme üzerine çalışmalarını yoğunlaştıran savcılık, geçen hafta devam eden soruşturmanın ilk ayağını oluşturan operasyon için düğmeye bastı. Savcılığın talimatı üzerine bir polis ve bir çilingir hakkında gözaltı işlemi uygulandı. Soruşturma kapsamında savcılıktan talimatı alan emniyet birimleri geçen salı Ankara'da iki şüpheliyi gözaltı yaptı. Emniyet birimlerince doğrudan savcılığa çıkartılan polis ve çilingirin "şüpheli" konumunda ifadeleri bizzat soruşturma savcısı tarafından alındı. Siyasilere yönelik yasadışı kamera kaydı alınması olayına karıştığı iddiasıyla gözaltına alınan şüpheli polisin, Emniyet İstihbarat kadrosunda görev yaptığı öğrenildi. İsimleri ve savcıya verdikleri bilgiler gizli tutulan iki şüphelinin, soruşturma kapsamında tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldıkları kaydedildi. Savcılığın, iki şüpheliden elde edilen bilgiler doğrultusunda genişletilebileceği ifade edildi. SİYASETE DAMGA VURMUŞTU Türkiye siyasi tarihinin en büyük skandallarından biri olarak tarihi geçen aset skandalı görüntüleri 6 Mayıs 2010'da 'habervaktim.com' internet sitesinde yer aldı. CHP Genel Başkanı Deniz Baykal ve eski özel kalem müdürü, milletvekili Nesrin Baytok'a ait olduğu iddia edilen görüntüler büyük yankı yaptı. Baykal sert tepki göstererek olayı "tezgah" ve "komplo" olarak nitelendirdi. Başlatılan soruşturma kapsamında ise görüntülerin ABD üzerinden gönderildiği belirlendi. Savcılık ABD'deki ilgili şirketlerden bilgi istedi. Ancak bilgi gelmedi. Soruşturma Ankara Özel Yetkili Cumhuriyet Savcılığı'na devredildi. Devam eden süreçte Baykal, 10 Mayıs'ta istifa etti, Kemal Kılıçdaroğlu 22 Mayıs'taki Kurultay'da Baykal'ın yerine genel başkan seçildi. 12 Haziran 2011 seçimleri öncesi siyasi gündemi sarsan bir başka kaset furyasında ise hedef MHP yöneticileri oldu. "farkliulkuculuk" adlı internet sitesinde 26 Nisan 2011'de yayımlanan ilk görüntüler sonrası MHP'nin iki genel başkan yardımcısı istifa etti. 21 Mayıs'a kadar devam eden süreçte yayınlanan görüntüler sonrası aralarında genel başkan yardımcıları ve bazı parti yöneticilerinin de bulunduğu sekiz kişi daha hem partiden hem de milletvekili adaylığından istifa etti. Görüntüleri yayınlayan sitelerin 25 tanesinin yurtdışından, birinin Türkiye'den yayın yaptığı tespit edildi. |
Demirtaş'tan "barış" açıklaması Posted: 10 Jan 2016 01:47 AM PST Demirtaş'tan Beyaz Show'da konuşan 'Ayşe öğretmen' açıklaması HDP İstanbul konferansından konuşan Eş Başkan Selahattin Demirtaş, Beyaz Show'da konuşan Ayşe öğretmenle ilgili açıklama yaptı. HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş, HDP'nin İstanbul il konferansında konuştu. Demirtaş'ın açıklamalarından satır başları şöyle; Aman dilememizi bekliyorlar. Bizim tarihimizde, geleneğimizde ezenden aman dilemek, af dilemek yoktur. Bir kadın televizyona bağlanıp çocuklar ölmesin diyor, barış mesajı verilmesi bütün devlet mekanizmasını harekete geçiyor. Biri barış olsun dediği için neden bu kadar saldırıya uğruyor? Çünkü barış diyenler başlarına ne geleceğini görsün istiyorlar. %50 almış, %11 oy alan partiden korktuğu kadar kimseden korkmuyor. Neden? Çünkü bu %11'in gücünü biliyor. |
Bu milletin adı Türk milleti, kaldıramazsınız Posted: 10 Jan 2016 01:45 AM PST AKP'nin, Uzlaşma Komisyonu'na "Yeni anayasa için iki metinli referandum hazırlayalım" önerisine tepki geldi Halk oylamasının sadece anayasa değişikliğinde olabileceğine dikkat çeken eski Adalet Bakanı Türk, "Yeni anayasada başkanlık sistemi öngörülür ise o anayasa halkoyuna sunulur. Böyle bir halk oylaması usulü yok" ifadesini kullandı. Anayasa'dan Türk ibaresi çıkarılamaz Çift metinli referandum yönteminin Anayasa'da bulunmadığını söyleyen Eski Bakan Sami Türk, AKP'nin birleştirici olmak amacıyla yeni anayasada Türk sözcüğünü kullanmak istemediğini belirtti EskiAdalet Bakanı ve DSP Genel Başkan Yardımcısı Hikmet Sami Türk, halk oylamasının sadece anayasa değişikliğinde olabileceğine dikkat çekti. Türk, "Bizim Anayasamızda öngörülen halk oylamasının tek şekli, anayasa değişiklikleri için. Yani yapılacak olan yeni anayasada başkanlık sistemi öngörülür ise o anayasa halkoyuna sunulur. Sadece parlamenter sistem mi, başkanlık sistemi mi olsun böyle bir halk oylaması usulü yok. Böyle bir şey yapmak için anayasa değişikliği yapmak gerekir. Tek durum için halk oylaması yapılır o da Anayasa değişikliği için" dedi. Böyle yöntem yok Anayasa değişikliklerinde de 2 tür referandum yöntemi olduğunu kaydeden Türk, şöyle devam etti: "Eğer anayasa değişikliği 330 ile 367 arasında bir oy ile TBMM'de kabul edilirse o zaman zorunlu olarak halk oylamasına sunuluyor. 367 ve daha yukarı bir oyla kabul edilirse halk oylamasına sunulma zorunluluğu yok. Cumhurbaşkanının takdiriyle halk oylamasına sunulabilir. Bunun dışında bir halk oylaması Anayasamızda yok. Parlamenter sistem isteyenler ona oy versin, başkanlık sistemini isteyenler ona oy versin şeklinde bir halk oylaması yöntemi bizim hukukumuzda yok." Güçleri yetmez Sami Türk, çift metinli referandum için anayasa değişikliği gerektiğini, bunun da başlı başına ayrıca ele alınması gereken konu. olduğunu kaydetti. AKP'nin başka bir partiyle iş birliği yapmak zorunda olduğunu ifade eden Türk, şöyle dedi: "367 oyun altında kaldığı takdirde halk oylaması zorunluluğu sınırları içinde kalabilir. Böyle bir halk oylaması yapılması için anayasa değişikliği yapmak gerekir. AKP'nin yapmak istediği değişikliklerden biri de birleştirici olmak için Türk sözcüğünü söylememek. Anayasa'daki Türk ibaresi hukuki anlamda etnik bir kimlik değil. Bir vatandaşlık kimliği. Türk devletine vatandaşlık bağı olan herkes Türk'tür. Vatandaşlık kimliği olarak Türk. dünyanın herhangi bir yerinden gelen kişi vatandaşımız olsa Türk oluyor. Herhangi etnik tanımlama yok Anayasa'da. Değiştirmek kolay değil. Siyasi haklar başta olmak üzere birçok maddede Türk ibaresi geçiyor. Örneğin, 'Her Türk seçme ve seçilme hakkına sahiptir'ifadesi vardır. Siz hangi millet için anayasa yapıyorsunuz? Türkiye Cumhuriyeti'nin, yani bu milletin adı Türk milleti, kaldıramazsınız. AKP bu çaba içinde. Bunu yapmaya güçleri yetmez. Bu anayasa Türkiye Cumhuriyeti'nin ve Türk milletinin anayasasıdır. Halk oylamasına giderse Türk milletine sunulacaktır." |
Parlamenter sistemden asla vazgeçmeyeceğiz Posted: 10 Jan 2016 01:44 AM PST Meclis Başkanı İsmail Kahraman'ın yeni anayasa süreciyle ilgili kendilerine göndereceği mektubu beklediklerini söyleyen CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel, kapılarının açık olduğunu, mektuptaki talepleri değerlendireceklerini belirtti CHP'nin başta darbe hukuku, darbe hukukunun bir kısmı olan darbe anayasası ve çok eksiği olduğunu düşündükleri içtüzük konusunda her türlü iyileştirmeye katkı vermeye hazır olduğunu kaydeden özel şöyle konuştu: Masada yer alırız "Parlamentonun itibarının yükseltilmesini içerecek her türlü içtüzük değişikliğine, her geçen gün daralmakta olan özgürlük alanlarını, yerlerde sürünen basın özgürlüğünü, her gün artan insan hakları ihlallerini durduracak, darbe anayasasından ve darbe kanunlarından Türkiye'yi kurtaracak her türlü masada büyük bir memnuniyetle, büyük bir gayretle otururuz. Ama kimse parlamentoyu kendine ait olan planın parçası yapmaya çalışmasın. Bu parlamentodaki 550 milletvekili 1 Kasım'da aldıkları yetkiyi 1 Şubat'ta, 1 Mart'ta, 1 Nisan'da başkalarına devretmek için almadılar. Biz bu yetkili parlamenter sistem içinde görev yapmak için aldık. Bu sistemi güçlendireceğiz, bu sistem içinde çalışacağız." CHP'nin parlamenter sistemi savunacağını belirten Özel, AKP'nin uzmanlık komisyonlarını çalıştırmadığını, parlamenter sisteme yaptığı darbeden sonra ülkede bir sistem tartışması açmaya çalıştığını, bu oyuna gelmeyeceklerini kaydetti. CHP'nin Anayasa'nın ilk 4 maddesinden taviz vermeyeceğini, daha önce oluşturulan Anayasa Uzlaşma Komisyonu'nun iktidarın tutumu nedeniyle dağıldığını söyledi. Özel, şöyle konuştu: "Eğer bu masadan kaçmayacaklarsa biz oturmaya varız. Geçen sefer o masayı tıkayan temel yaklaşım başkanlık sistemi inadıydı. Eğer o inatla geleceklerse baştan tıkamak istedikleri bir müzakereyi şeklen başlatıyorlar demektir. CHP, parlamenter sistemden ve anayasanın ilk 4 maddesinden taviz vermez. O yüzden de yapılmaya çalışılan darbenin Türk tipi veya başka tipte olması bizi ilgilendirmez. Biz ne yapılmaya çalışıldığını farkındayız ve bu konu da müzakereye açık değil. Parlamenter sistemin bir Hitler doğurmasına izin vermeyeceğiz. Turşu yapma niyetinde değiliz. Anayasa yapacağız. O yüzden 90 gün, 60 gün turşu için uygun bir süre olabilir, anayasa için yeterli bir süre olduğunu değerlendirmiyoruz. Bu komisyon daha oluşmadan iradesine ipotek koymak, belli şartlarla sınırlamak isteyenler var. Elbette yukarılardan gelen baskıların farkındayız ama komisyonu, bir üst işveren edasıyla üretim baskısına zorlamak doğru değil. AKP tipi üretim baskıları iş cinayetlerine sebep oluyor. Böyle bir baskı da bir hukuk cinayetine sebep olabilir." |
Başkanlık sisteminin Türkiye için gerekli olduğunu söylüyoruz Posted: 10 Jan 2016 01:42 AM PST AKP'nin 24. itişare tplantısı açılışında konuşan Başbakan Ahmet Davutoğlu, muhalefetin anayasa tartışmalarında konuyu başkanlık sistemine çekmeye çalıştığını söyledi Bütün toplumsal kesimlerin, siyaset kurumundan yeni bir anayasa beklediğini belirten Davutoğlu, şöyle dedi: "Bu konunun günübirlik politikalarla tartışılmasını istemiyoruz. Bu konu Türkiye'nin meselesidir, tüm partilerimizin de meselesi olmak zorundadır. Bu ülkeyi darbe anayasasına mahkum edenler hesap veremezler. Yeni anayasa hangi temeller üzerine inşa edilecek sorusu gündemin sorusu olmalı. Yeni anayasa nasıl bir ülke olmanın cevabını vermeli. Anayasa millet olmamızıın metne dökülmüş halidir. Yeni anayasa millet olmamızın ruhu yer almalıdır. Bir anayasa ne kadar özgürlükçüyse, toplumsal hayatta da o kadar huzurlu olur. Mevcut anayasa birçok sorunumuzun kaynağını oluşturmuştur. Millet olma bilincimizi yükseltmek gerekmektedir. Vatandaşı devlete tabi kılmıştır. Devleti milletin hizmeti yerine, milleti devlete hizmeti için kurgulanmıştır. Yeni anayasa insanı yaşat ki devlet yaşasın anlayışının güvencesi olmalıdır. AK Parti Türkiye'nin daha özgür, daha müreffeh bir ülke olması için elinden geleni yapmıştır. Bundan sonrası yeni anayasadır. Buradan bir kez daha ilan ediyorum, Türkiye bu yamalı bohçaya dönmüş anayasa ile yol alamaz. Biz AK Parti olarak milletimize verdiğimiz sözler doğrultusunda gerekli adımları attık." Anayasa tartışmalarının başladığından beri muhalefet partilerinin başkanlık sistemine konuyu çekmek istediğini, bu tavrın 2011 yılında gündeme gelen tartışmalardan bir farkı olmadığını kaydeden Davutoğlu, şöyle devam etti: "2010'da hayır diyenler, şimdi dolaylı yollardan hayır demenin peşinde. Biz AK Parti olarak başkanlık sisteminin Türkiye için gerekli olduğunu söylüyoruz. Gelin zihninizdeki bütün önyargılardan arındırın, küçük hesaplar yapmayın. AK Parti olarak bizim hiçbir önşartımız, önyargımız yok. Doğru bildiğimizi söylüyoruz." |
You are subscribed to email updates from Sözcü Haber. To stop receiving these emails, you may unsubscribe now. | Email delivery powered by Google |
Google Inc., 1600 Amphitheatre Parkway, Mountain View, CA 94043, United States |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder