GÜNDEM


More

Sözcü Haber

Unknown on : 15 Ocak 2017 Pazar 0 YORUMLAR
Unknown
ETİKETLER :

Sözcü Haber


Kim Milyoner Olmak İster'in yeni sunucusu kim oldu?

Posted: 14 Jan 2017 08:00 PM PST

     Kim Milyoner Olmak İster'de  Selçuk Yöntem, sunuculuğu bırakıyormuş. Onun yerine Murat Yıldırım gelecekmiş. Bence, hiç mi hiç doğru bir seçim değil. O koltuğa Kenan Işık'tan sonra Selçuk Yöntem oturdu. Kenan Işık ve Selçuk Yöntem'in ortak noktaları ne peki? İkisi de mesleklerinde belli bir yere gelmişler. Hem de yaşlarını başlarını almışlar. Bu tip bir bilgi yarışmasını sunacak kişinin, bu saydığım özelliklere sahip olması gerekir. Peki Murat Yıldırım'da bunlar var mı? Bakın şunu açık açık söyleyeyim: Ben Murat Yıldırım'ı beğenmiyorum. Adamı nedense antipatik buluyorum. Ama buna rağmen tarafsız olarak değerlendiriyorum. Buna emin olun. Haa, ben böyle yazdım. Adam çok da başarılı olur, orası ayrı. Ama bana göre, o yarışmaya sunucu olarak, Murat Yıldırım olmaz be.

 NEDEN BIRAKMIŞ?

     Ulan, daha bu konu hakkında geçen günlerde yazmıştım. Ama yine yazıyorum. Neden bahsediyorum ben? Az önce size verdiğim haberden. Kim Milyoner Olmak İster'de Selçuk Yöntem sunuculuğu bırakıp, yerine Murat Yıldırım geçecekmiş. Peki, Selçuk Yöntem programı neden bırakıyor abi? Haberde bu geçmiyor ya. Bu nasıl saçma bir haber yazmaktır ya. Ne olmuş? Programı sunmaktan mı sıkılmış? Yoksa program nedeniyle dizi, film veya tiyatroya vakit mi ayıramıyormuş? Yok , yok. Haberi başından sonuna kadar okudum, yok. Neden bıraktığını yazmayı akıl etmezler ama. Hemen Murat Yıldırım kimdir diye, hemen haber yapmayı bilirler.
                                                               
NEDEN SUNUCULUK?

     Ulan, şu dünyada her şey menfaate dayanıyor be. Ya tamam anladık. Adamın neden bıraktığını yazmadınız. Ulan Murat Yıldırım kimdir diye haber yapmak ne la. Murat Yıldırım'ı tanımayan mı var la. En son Kocan Kadar Konuş serisinde oynadı. Film, ses getiren bir filmde oldu üstelik. Sinema dünyasına en ufak ilgisi olan bilir, bu adamın kim olduğunu. Onu bırak. Adam kaç tane dizide oynadı. Olmadı bu dizilerden bilirler, tanırlar. Programı sunmaya başladıktan sonra, izleyeceğiz bakalım. Bu programa bir iki beden küçük gibi. Selçuk Yöntem için dedik de, belki film, dizi ya da tiyatroya zaman bulamıyor da, o yüzden bırakmıştır diye. Asıl Murat Yıldırım'ın bu bakımdan en verimli çağı. Dizi çekecek, film çekecek. Tam böyle bir dönemde, neden kariyerinde böyle bir yarışma programı sunmayı kabul etti? Bana pek mantıklı gelmedi. Ama bu konuyla ilgili bir açıklama yapacaktır herhalde.


Cem Kazan
Yaşamdan Yazılar
hakikat.cem@gmail.com

Türkiye'nin yeni Zeki ile Metin'i...

Posted: 14 Jan 2017 07:30 PM PST



 Haber kanallarını izleyenler varsa farkındalardır. Trt Haber ile Trt Türk, ortak yayın yapıyor. Şimdi Trt izliyorum diye de kimse beni, "Yandaş" diye yaftalamasın. Ben yandaş olsun olmasın, tüm haber kanallarını takip etmeye çalışırım. Ntv'den, Cnn Türk'e, Habertürk'ten, Trt Haber'e kadar. Ama Trt Türk'ün yeri bir başkaydı. Hep kültürel programlar yapardı. Televizyonda bir şey bulamadığımda, açtığım kanallardan biri olurdu Trt Türk. Bir kültür kanalıydı. Kitap üzerine, sinema üzerine. Bu nedenle devamlı takip ettiğim kanallar arasındaydı. Ama ne olduysa oldu, Trt Haber ile Trt Türk, ortak yayın yapmaya başladılar. Hadi 15 Temmuz sürecinde anladık. O hayat memat meselesiydi, bu ülke için. Zaten o zamanlar bu darbe girişiminin dışında haber yoktu. Yani, iki kanalın da ortak yayın yapması normaldi. Ama şükür, o günleri atlattık. Her şey düzene girdi. Ama hala bu iki kanal, niye ortak yayın yapıyorlar? Trt Türk, bir kültür kanalıydı. Niye yeniden eskisi gibi sadece kültürel yayınlar yapmaya başlamadı? Öncelikle bu konunun bir aydınlatılması lazım. Bilmiyorum, benim gibi bu soruyu daha önce soran oldu mu? "İşte şu şu nedenlerle, hala Trt Haber ile Trt Türk, ortak yayın yapmaktadır" diye gerekçesini açıklamalı Trt.

GİŞEYE ZİRVEDEN GİRİŞ

     Çalgı Çengi ikimiz filmi, geçen Cuma 6 Ocak'ta, vizyona girdi. İlk hafta gişede ne yapacağını merak ediyordum. Bugün rakamlara baktım. Bence çok iyi başlangıç, ilk üç gün için. Toplamda 607.133 kişi tarafından izlenilmiş. Ahmet Kural ve Murat Cemşir'i severim. Ama filmlerini sevdiğimi pek söyleyemeyeceğim. Düğün Dernek'e yarım saat baktım, sonra kapattım. Onların komedi üslubu beni sarmadı. Ama nedense onlara karşı bir sempatim var. Başarılı olsunlar istiyorum. Ya ne bileyim. O kadar meşhur oldular. Ama hiç gurur yapmadılar. Hep oldukları gibi kaldılar. Samimiler. Bu yanlarını korumaları hoşuma gidiyor. Geçen Tv8'de yılbaşı özel programını sundular. Hiç, "Biz olduk" tavırları yoktu. Oldukları gibiydiler. Bunu daha önce yazmıştım herhalde. Murat Cemşir ile Ahmet Kural'ı ben, yeni Zeki-Metin olarak görüyorum. Onlardan sonra ilk defa böyle bir ikili ortaya çıktı. Çok iyi başlangıç yaptılar gişeye. Gişede yine iyi iş yapacaklar gibi duruyorlar.

Cem Kazan
Yaşamdan Yazılar
hakikat.cem@gmail.com

Onedio testleri bir harika dostum...

Posted: 14 Jan 2017 07:00 PM PST

 Şu son zamanlarda, popüler olan şeylerden biri de,  Amerikan dublaj denilen olay. İlk gördüğümde, eğlenceli bir şey herhalde deyip, birini açtım videonun. Keşke açmaz olaydım.  Ben, Çiçek Abbas'ın o müthiş atışma sahnesini izledim. Yine Türkçe konuşuyorlar. Ama Amerika'lının konuşacağı tarzda. Tek kelime ile çok kötü, çok kötü. 15-20 saniye baktıktan sonra, hemen kapattım. Bir daha ne açarım, ne de kimseye öneririm. Amerikan dublaj dendiğinde, benim aklıma şöyle bir şey gelmişti: Çiçek Abbas'taki o sahnede, Amerikan filmlerinden alınmış replikleri konuşturacaklar zannettim adamlara. "Nasıl yani?" diyecek olursanız. Mesela Yüzüklerin Efendisi'nden iki karakterin konuşması alınıp, o sahneye eklenebilirdi. Bir zamanlar Beyaz Show'da yapılıyordu bu. Hem de baya iyi yapılıyordu. Gerçi Beyaz'ın ekibi yapmıyordu o işi. İnternette meşhur olmuş bir gruptan alıyordu Beyaz'da. Ama onların kim olduğunu da belirtiyordu. Beyaz'daki sistem farklıydı. Mesela eski popüler olan Amerikan dizilerine yapıyorlardı. Bir tanesi hala aklımdadır. Diziyi tam olarak hatırlamıyorum. Bir baba-oğul konuşuyor. Baba diyor ki, "Cumaya gideceğim. Oradan eve geçeceğim. Teyzenler gelmiş. Sen dükkanda kal" diyordu. Daha bunun gibi bir sürü harika dublajlar. Onları çok sevmiştim. Ama şimdiki Amerikan dublajı, beni sarmadı beyler bayanlar.


KİTAP YAZSAM KAÇ SATARDI?

     Onedio internet sitesini biliyor musunuz? Bir ara internette, oraya buraya sörf yaparken karşıma çıktı. Çok güzel testleri var. Siteye bir girdim. Dakikalarca çıkamadım . O testten, o teste geçtim. Blogger olduğumuz için, edebiyat testleri daha çok dikkatimi çekti tabi. Bir tane test vardı. "Yazar olsan, kitabın kaç satardı?" diye. Hemen yaptım testi. Sonuç ne çıktı dersiniz? 73.000 satış yaparmış bir kitap yazsam. Testin değerlendirme bölümünde de, 73.000 rakamı, iyi olarak değerlendiriliyor. Çünkü bu sayıda satış yapmış olmak, kemik kitlem olduğunu gösterirmiş. Ve kemik kitle oluşturmak, bir yazar için çok önemliymiş. Kitap yazmaktan kasıt, roman ya da hikaye yazmaksa, bu benim için olmayacak bir şey. Benim roman ya da hikaye yazmak gibi bir yeteneğim yok. Ama başka tarzda araştırma gibi kitap yazabilirim bak. Ama şu an için öyle bir planım yok. Şimdilik blog yazmak yetiyor bana.


Cem Kazan
Yaşamdan Yazılar
hakikat.cem@gmail.com

Er Meydanından Şov Meydanına: TBMM

Posted: 14 Jan 2017 08:00 AM PST


Meclisin yönelimi ne olursa olsun Türk milletinin çözümü bellidir. Tasarı meclisten dönerse, terörle mücadeleye ket vurulmayacak. Millet kazanacak!

''Bir Ali değil Binali feda olsun bu sisteme'' diyor Sayın Başbakan ben bu satırları yazarken.

AKP grubu ''Bravo, bravo'' naralarıyla ayakta alkışlıyor.

Neyi?

Başbakanlık makamının yok edilme projesini. Milletin meclisinin etkisizleştirilmesini, yürütme, yargı ve yasamanın tek elde toplanmasını.

Sayın başbakan için makamını terk etmek ve ortadan kaldırmak kolay olsa gerek. O meclisi yaratabilmek için cepheden cepheye savaşmamış ki? Değerini nereden bilsin?

Gazi meclisten örnekler veriyor birde. Diyor ki; ''1924'ün savaş koşullarında dahi anayasa yapıldı.''

Tarihi de, Mustafa Kemal'i de yanlış anlamışlar.

1924'te savaş bitmiş, saltanat ve hilafet kaldırılmış, bağımsız Türkiye kurulmuş idi.

Sayın başbakanın ''Savaş koşullarında'' olarak hatırladığı olay ise anayasanın yapılması hadisesi değil, meclisin kurulması hadisesidir.

Hangi meclis?

Askeri ve siyasi, önemli bütün kararların alındığı kurucu meclis. Kurtuluş savaşı ile gazi olan meclis.

Önce kuruluş, sonra kurtuluş şiarıyla hareket eden Mustafa Kemal Atatürk, Kurtuluş savaşını meclis ile yönetmiştir.

Şimdiki iktidar sahipleri ise savaş sırasında meclisi kapatmaya uğraşıyor.

Kapalı kapılar ardında birkaç kişi ile hazırladıkları taslağı hiçbir kurum ve kuruluşa danışmadan meclise sundular. Ne üniversitelere ne de meslek odalarına sorma cesareti bile gösteremediler.

Biz sorduk.

Bu ülkenin geleceği olan üniversite öğrencilerine, Cumhurbaşkanlığı sistemi adı altında dayatılan Başkanlık sistemini sorduk.

Gençliğin Gündeminde Türkiye'nin Öncelikleri Belirleyici

''Gençler bilebilse, yaşlılar yapabilse'' der Goethe.

Gençlerin; ülkenin ve dünyanın gidişatına dair sorumluluk almaması üzerine bir eleştiridir bu söz aynı zamanda.

Büyük bir özgüvenle söylüyoruz ki gençlik, Türkiye'nin içinde bulunduğu bunalımlı süreçten çıkış yolunu biliyor, görüyor.

Türkiye'nin öncelikli sorunu anayasa değişikliği değil, terörle mücadeledir. Türk gençliği, önceliği görmekte ve mevziiye girmektedir.

Terörü ve terörün yaratıcısı olan emperyal güçleri görmektedir. Ülkemizdeki ve bölgemizdeki planlarını bilmektedir.

Bildiği için yüreği Mehmetçik ile çarpmakta, göğsünü gere gere ''Hepimiz Türk polisiyiz'' şiarını haykırmaktadır.

Türk gençliğinin ve Türk milletinin yüreği Mehmetçik ile çarparken, milletin meclisindeki tartışmalar açıkça utanç vermektedir.

Ortalama bir ilkokul kavgasını aratmayan seviyeleriyle, ülkenin bütün derdi buymuş gibi anayasa değişikliğini tartışıyorlar.

Yazımızın ortalarına geldiğimizde birbirlerini boğazlıyorlardı.

Bitirirken ne olacağını kestiremiyoruz.

Özgürlüğünü; saltanatı yıkarak alan, kurtuluş savaşı veren gazi meclisi, er meydanını şov meydanına çevirdiler.

Gazi meclisin milletvekili olma sıfatını taşıyanlara bu sıfatı hak etme çağrısı yapıyoruz.

Milletin size emanet ettiği yetkileri kötüye kullanmayın. Varlığınızın nedeni olan milletinize ihanet etmeyin.

Varlık sebebimiz olan meclisin kolunu, bacağını kesmeyin.

Meclisin şuanki en önemli görevi; milleti birleştirmek olmalıdır. Teröre karşı birliği sağlamalıdır.

Son bir ayda yaşadığımız 5 saldırı bunun kanıtıdır.

Beşiktaş, Kayseri, Andrey Karlov suikastı, Reina, İzmir

Bu saldırıları mecliste birbirinize yumruk atarak mı önleyeceksiniz?

Ya da milletin önüne 2 sandık koyup bölerek mi önleyeceksiniz?

Ya başkanlık tartışmalarıyla Türkiye düşmanlarının ekmeğine yağ süreceksiniz,

Ya da milletin birliğini esas alarak teröre en büyük darbeyi vurmayı hedefleyeceksiniz.

Meclisin yönelimi ne olursa olsun Türk milletinin çözümü bellidir.

Değişiklik tasarısı meclisten dönerse, terörle mücadeleye ket vurulmayacak. Millet kazanacak, ülke kazanacak.

Teröre karşı birliğe Evet, Başkanlık sistemine Hayır!

Cem Dikmen
TGB Genel Başkan Yardımcısı

Vatan Savaşının Esaslı Teşkilâtı: TBMM

Posted: 14 Jan 2017 07:30 AM PST


Cephelerde dağınık millî kuvvetler batıda Yunanlılarla, doğuda Ermenilerle, güneyde Fransızlarla, Konya- İzmit hattında da İngilizlerle yer yer çarpışmaktadır. İstanbul hükümeti ise İngilizlerle birlikte, Kuvayi Milliye hareketini dağıtmak yolunda faaliyete girişirken, Mustafa Kemal, Heyeti Temsiliye'nin başında ve Ankara'dadır.


Kuvayı Milliye hareketine, asiler ve zalimler diye lanet okuyan ve tekfirci ilan eden, kanlarını işe yaramaz ilan eden, onlara karşı harp ve öldürmenin en mübarek bir cihat olacağını söyleyen İngiliz damgalı fetvalar, İstanbul hükümeti tarafından Anadolu'nun dört bir tarafına yüz binlerce basılarak, dağıtılır. Bildirilerin dağıtılmasından sonra Hendek ve Düzce'de başlayan hassasiyet, Bolu'ya kadar sirayet eden bir isyanın fitilini ateşler. Karabiga'dan kaçıp kurtulabilen Anzavur, hiç vakit kaybetmeksizin Adapazarı taraflarında ve Geyve boğazında görünür. Kuvayı Millîye hareketine karşı ayaklanan Düzce'deki isyancılar, o zaman Bolu Mutasarrıfı olan Haydar Beyi tuzağa düşürerek Düzce'ye götürürler ve hapsederler.
Mustafa Kemal Paşa, Hendek, Düzce ve Bolu hadiselerinden sonra, Trabzon mebusu olan erkanıharbiye zabiti Hüsrev Bey ve arkadaşlarının, Gerede'de isyancılar tarafından pusuya düşürülerek esir alındıkları haberini, Ankara'da Ziraat Mektebi'ndeki karargahında, baş döndürücü bir faaliyet halindeyken alır. O andan itibaren üzerinde durduğu en büyük mesele şudur: Meclisi mümkün olduğu kadar çabuk toplamak...
İlk şehidimiz: Kaymakam Mahmut Bey
Kocaeli yarımadasının ortalarından başlayarak birkaç koldan Ankara'ya doğru uzanan ve Ankara üzerinden atlayarak ta Yozgat'ta ve daha ilerilerde patlak veren isyanlara, verdiğimiz ilk şehidimiz Kaymakam Mahmut Bey olur. Daha önce Geyve istasyonunda Kuvayı Milliye süvarileriyle gördüğümüz Kaymakam Mahmut Beyin Geyve'den ileriye yürüyüşü, Adapazarı üzerinden yayılan ve Ankara'ya sıçraması muhtemel isyan ve kargaşalıkları önlemek içindir. Mahmut Beyin şehadeti, Ankara'yı derinden etkiler.


Türkiye Cumhuriyeti'nin Temeli Atılıyor


Cephe işleri, isyanlar ve bütün memleketin durumunu büyük bir ciddiyet ve titizlikle karargahından takip eden Mustafa Kemal Paşa'nın mesaisi bir kat daha artar. Vatanın tamamı kocaman bir cephe olabilirdi artık. Zira isyan hareketleri dalga dalga yayılmış, memleketin her tarafı kuşatılmış durumdadır. Millet iradesinin birleşmesini sağlayacak ve bu iradenin merkezi olacak Meclisin bir an evvel açılması zorunludur artık.
Bir an evvel Meclisin açılmasını sağlamak amacıyla İstanbul'da kapatılan Mebusan Meclisi Reisi Celaleddin Arif Bey imzasıyla, 10 Nisan'da Ankara'ya derhal gelmeleri için mebuslara telgraf, millete beyanname ve İstanbul'daki yabancı temsilcilere protesto telgrafları dağıtılır.(1)
Bütün felaketlerle dolu bu karamsarlık ortamında, Ankara ve oradaki Heyeti Temsiliye Karagâhı umudun merkezidir. Bu karargâh ve onun ruhu olan Mustafa Kemal Paşa ise bütün bu zorluklara karşı milletin gönlündeki vatanseverliğe güvenir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin açıldığı 23 Nisan 1920, Cuma günü, Ankara'nın geçirdiği muhteşem ve heybetli günlerden biri olur. Coşkulu bir törenle açılan ve bütün dünyaya karşı safını ilan etmiş olan Meclis, artık Ankara'da hayatın merkezidir ve bütün Türkiye'nin dayanağıdır.



İlk Büyük Nutuk


24 Nisan Cumartesi günü Meclisin ilk oturumu sabah saat 10'da açılır. Eski tutanakların okunmasından sonra Mustafa Kemal Paşa hitabet kürsüsüne çıkarak uzun söylevine başlar. Söyleyecek çok şey vardır. Sabah başlayan ve o gün dört buçukta son bulan nutukta Mustafa Kemal Paşa, mütarekeden TBMM'nin açılışına kadar olup biten, milletin bağımsızlık aşkı ile giriştiği maceraları hikaye eder. Sivas'tan Sarayla olan mücadelesini anlatır. Bu uzun söylevin ardından Paşa Meclise, bugüne kadar Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının esasını oluşturacak olan şu önemli teklifi sunar:
"Bugünkü zor vaziyet içinde vatanı bölünme tehlikesinden ve yokoluştan kurtarmak için alınması gereken önlemler bittabi hey'eti muhteremlerine ait olacaktır. Ancak bu hususta kendi araştırmalarımıza ve bilgilerimize yaslanan kanaatlerimizi Meclisi Âlinize arz etmeği faydalı görmekteyiz. Memleketi bölünme ve parçalanmadan kurtarmak için derhal Kuvvayi Millîyeyi esaslı teşkilât ile biraraya getirip, birleştirmekten başka çare yoktur. Bunun şekli ne olmak lazım gelir? İşte mesele buradadır."(3)


Dünden Bugüne Millî Seferberlik


Bundan 93 yıl önce de vatanı bölünme tehlikesinden ve yokoluştan kurtarmanın reçetesi, Milli Meclis ve seferberlik hükümetiydi. 93 yıl sonra da koşullar, bir çözümü zorunlu kılıyor. 24 Temmuz 2015'te PKK'ya karşı başlatılan operasyonlara ABD, darbe girişimi ile cevap veriyor. Yetmiyor; TSK'nın Amerikan koridoruna karşı Fırat Kalkanı müdahalesine, bombalarla yanıt veriyor ve bombalarla Türkiye'ye diz çöktürmeye çalışıyor. Şimdi Milletvekillerinin önündeki görev, Kaymakam Mahmut Bey olmaktır. Varlığını vatanının ve milletinin varlığına adamak, Cumhurbaşkanlığı sistemine geçit vermemektir. Amerikancı teröre karşı birleşen milletin merkezi olacak esaslı teşkilatı korumak, kuvvetlendirmektir.
Türk gençliği olarak üzerimize düşeni yapmaya hazırız!


Emrah ZORBA
İnciraltı Tarih Cemiyeti

Kaynakça

1) NADİ Yunus, Ankara'nın İlk Günleri, Sel Yayınları, sf. 45.
2) NADİ Yunus, Ankara'nın İlk Günleri, Sel Yayınları, sf. 76.
3) VELİDEDEOĞLU Hıfzı Veldet, İlk Meclis Milli Mücadele'de Anadolu, sf.143

Teröre Karşı Birliğe Evet Başkanlığa Hayır!

Posted: 14 Jan 2017 07:00 AM PST


Beşiktaş, Kayseri, Andrey Karlov suikastı, Reina ve İzmir saldırılarını milletin önüne 2 sandık koyup bölerek mi önleyeceksiniz?

Tarih: 15 Temmuz 2016

Gazi meclise tarihinin en büyük fiili saldırısı gerçekleşti.

Saldırıyı gerçekleştirenler on yıllardır devletin bütün kademelerine titizlikle girmiş, ABD güdümlü terör yapılanması olan FETÖ idi.

Şanlı ordumuzun adını karalayarak, millet-ordu birlikteliğini hedef alan bombalar hedefine ulaşamadı.

Milletimiz ABD destekli teröre karşı cevabını birlik olarak verdi/veriyor.

Türk milleti öncelikli sorunu doğru tespit ediyor.

Kahvehanelerin, çay ocaklarının, okulların, evlerin, iş yerlerinin gündemini terör meselesi oluşturuyor.

Millet olarak birliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz bu günleri milletimiz tespit ediyor fakat meclisimiz edemiyor.

Tarih: 9 Ocak 2017

Gazi meclise tarihinin en büyük siyasi saldırısı gerçekleşiyor.

''Cumhurbaşkanlığı sistemi'' adı altında ''başkanlık sistemi'' dayatılıyor.

Binlerce yıllık devlet birikimine sahip ülkemizin hiçbir sivil toplum kuruluşunun, üniversitelerinin, meslek odalarının kısacası AKP ve MHP dışında hiçbir kurum kuruluşun fikri alınmadan anayasa değişikliği öneriliyor.

Meclise gelen önergenin ne adı ne de sistemin kendisi tutarlı.

En iyi ihtimalle Meşruti Monarşi (Hem meclis hem şahıs) ile Mutlak Monarşi (Padişahlık) arası bir sistem dayatılıyor. Adı da kendi de tutarlı değil.

Önerdikleri sistemde Cumhuriyet yok. Millet yok. Gazi Meclis yok. Başbakan yok.

Bu sistemi İzmir Milletvekili sıfatıyla meclise sunan başbakan ise tarihe, makamını devrederken toptan ortadan kaldıran başbakan olarak geçmeye çalışıyor.

AKP ve MHP milletvekilleri başta olmak üzere tabanları da kandırılıyor, alay ediliyor.

Emperyal güçlerin ulus devletleri parçalama projelerinin en başında; Yasama, Yürütme ve Yargıyı tek elde toplamayı hedefleyen başkanlık sistemi gelir.

Küreselleşmenin nihai hedefi budur.

Tek elde toplar, o sistemin liderini ele geçirir ve devleti yönetir. Bu sistem devlet aklını devre dışı bırakır.

Devlet aklı, kişisel hırs ve duygulara emanet edilebilir mi?

Milletimiz ve ordumuz emperyalizmin saldırılarına karşı yek vücut hareket ederken, cepheyi içten bölmeye çalışanlar milletimize ihanet etmektedir.

Bunun adı ihanettir.

Ey Gazi meclis üyeleri,

Milletin size emanet ettiği yetkileri kötüye kullanmayın. Varlığınızın nedeni olan milletinize ihanet etmeyin.

Varlık sebebimiz olan meclisin kolunu, bacağını kesmeyin.

Kendinizi etkisizleştirip, iktidarınız hiç bitmeyecekmiş gibi hareket etmeyin.

Meclisin şuan ki en önemli görevi milleti birleştirmek olmalıdır. Teröre karşı birliği sağlamalıdır.

Son bir ayda yaşadığımız 5 saldırı bunun kanıtıdır.

Beşiktaş, Kayseri, Andrey Karlov suikastı, Reina, İzmir

Bu saldırıları mecliste birbirinize bardak atarak mı önleyeceksiniz?

Ya da milletin önüne 2 sandık koyup bölerek mi önleyeceksiniz?

Meclisimiz çözümünü sunmalıdır.

Ya başkanlık tartışmalarıyla Türkiye düşmanlarının ekmeğine yağ sürecekler,

Ya da milletin birliğini esas alarak teröre en büyük darbeyi vurmayı hedefleyecekler.

Meclisin yönelimi ne olursa olsun Türk milletinin çözümü bellidir.

Değişiklik tasarısı meclisten dönerse, terörle mücadeleye ket vurulmayacak. Millet kazanacak, ülke kazanacak.

Diğer seçeneği, gündeme almak dahi istemiyoruz.

Teröre karşı birliğe Evet, Başkanlık sistemine Hayır!

Cem Dikmen
TGB Genel Başkan Yardımcısı

IŞİD, Yılbaşı, Diyanet, Başkanlık, Sahte Din

Posted: 14 Jan 2017 06:30 AM PST


TELE1 TV'DE Ümit Zileli ile Pusula programı

MEB Özel Eğitim Kurumları Yönetmeliğinde Değişiklik Yaptı

Posted: 14 Jan 2017 06:30 AM PST



Milli Eğitim Bakanlığı Özel Öğretim Kurumları Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik 13/01/2017 tarih ve 29947 Sayılı Resmi Gazete'de yayınlandı.


Sayın Ağbal, 96 Bin Öğretmen Açığından Haberdar mısınız?

Posted: 14 Jan 2017 06:30 AM PST


Türkiye Kamu-Sen ve Türk Eğitim-Sen Genel Başkanı İsmail Koncuk, Maliye Bakanı Naci Ağbal'ın Şubat ayında atama olmayacağını söylediğine ilişkin bir bilginin kendisine ulaştığını belirterek, "Sayın Naci Ağbal'dan cevap bekliyoruz; Şubat'ta öğretmen ataması var mı, yok mu? MEB Şubat'ta atama konusunda ağırlığını koymalı, meydanı Maliye Bakanlığına bırakmamalıdır." dedi.

Koncuk yaptığı açıklamada şu ifadelere yer verdi: "Biz Şubat'ta 10 bin atamayı dahi az bulurken, Maliye Bakanı Naci Ağbal'ın Şubat'ta kesinlikle atama olmayacağını söylediği bilgisi geldi. MEB Şubat'ta atama konusunda ağırlığını koymalı, meydanı Maliye Bakanlığına bırakmamalıdır. Sayın Yılmaz öğretmen ihtiyacı için bastırmalıdır. Sayın Naci Ağbal'dan cevap bekliyoruz, Şubat'ta öğretmen ataması var mı, yok mu? Bu konuda verdiğiniz farklı cevaplar size yakışmıyor Sayın Bakan. MEB'in Şubat'ta atama istediğini biliyoruz, anlaşılan bu konuda tek engel Sayın Naci Ağbal'dır. Tam 96 bin öğretmen açığından haberdar mısınız?"


Emek ve Demokrasi İçin Güçbirliği: Faşizme Karşı Birlikte Direneceğiz, Kazanacağız!

Posted: 14 Jan 2017 06:00 AM PST


Emek ve Demokrasi İçin Güçbirliği, Ankara genelinde bir ay boyunca tüm toplantı ve gösterilerin yasaklanmasına ilişkin bir basın toplantısı gerçekleştirdi.

Emek ve Demokrasi İçin Güçbirliği, Ankara Valiliği'nin Meclis'te görüşülmekte olan "Başkanlık" oylaması ile ilgili tüm toplantı ve gösterileri bir ay süreyle yasaklaması üzerine bir basın toplantısı düzenledi. Toplantıya DİSK Genel Başkan Yardımcısı Cafer Konca, KESK Eş Genel Başkanı Şaziye Köse, DİSK Ankara Bölge Temsilcisi Tayfun Görgün ve Emek ve Demokrasi İçin Güçbirliği'ni oluşturan emek ve demokrasi bileşenleri katıldı.

Basın açıklamasının tam metni şöyle:

FAŞİZME KARŞI BİRLİKTE DİRENECEĞİZ, KAZANACAĞIZ!

15 Temmuz darbe girişimini bir lütuf olarak görüp 14 yıldır hayata geçiremediği ne varsa OHAL kanununu bir anayasa haline getirerek yapmaya çalışması AKP'nin gerçek yüzünü, faşizan karakterini de net olarak açığa çıkarmıştır. AKP darbesi OHAL adı ile devam etmektedir.

TBMM'de görüşülmekte olan ve rejim değişikliğini köklü olarak hayatımıza sokacak olan Anayasa değişikliklerine yönelik aykırı tüm sesleri baskı ve şiddet ile susturmaya çalışması AKP'nin nasıl bir gelecek öngördüğünü de göstermektedir.

Anayasa değişikliklerinin TBMM'de görüşülmesi sırasında yasakların zirve yapması tesadüf olmadığı gibi olası referandum sürecinde çok daha sistematik bir saldırı dalgasının geliştirileceğinin de habercisidir. Nitekim 3 aylığına getirildiği söylenen OHAL süresi üst üste uzatılmakta ve yakın aylarda kaldırılmasının söz konusu olmadığı söylenmektedir.

Ankara Valiliğinin 1 ay boyunca açık alanlarda her türlü gösteri, yürüyüş, eylem ve etkinliği yasaklaması da bu kapsamda alınmış bir karardır. Kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi gibi askeri darbe dönemlerinde de aşina olduğumuz gerekçelerin artık suyu çıkmış olmalı ki bu kez gerekçelere hak ve özgürlüklerimizin korunmasını da eklemişler!

Anayasal hakkımız olan, önceden izin almaksızın toplantı ve yürüyüş yapma hakkımızın hak ve özgürlüklerimizin korunması adına yasaklanması ancak AKP faşizmine yakışır.

OHAL maskesiyle sayılan bütün bu gerekçelerin sahte, sokakta, meydanda, kahvede polis baskısı, copu, gazı, tomasının gerçek olduğunu biliyoruz. Cezaevlerinin tıka basa doldurulması, karakollarda işkence olduğunu biliyoruz. İnternet yasakları, sansür, ihraçlar, açığa almalar, sürgünler olduğunu biliyoruz. Aşure günlerimiz yasaklanırken IŞİD artıklarının sokaklarda gövde gösterisi olduğunu biliyoruz.

UYARIYORUZ!

Yasaklamalar, zulüm, faşizan baskı ve uygulamalar AKP'nin siyasal ömrünü kısaltmaktan başka bir işe yaramayacaktır. "Başkanlık Sistemi" de kendilerini kurtaramayacaktır. Halklarımıza ve emekçilere daha fazla bedel ödetmekten vazgeçilmelidir.

Bir an önce OHAL kaldırılmalı, içeride ve dışarıda barışçıl ve demokratik ortamı sağlayacak adımlar atılmalıdır.

Bizler, emek ve demokrasi için bir araya gelen siyasi partiler, demokratik kitle örgütleri olarak bu yasaklara, çatışma çıkaran, kaostan beslenen, batağa saplanan ve dikta Anayasasını dayatan "Kendine demokrat" AKP iktidarının yasaklarına, faşizan tutumuna karşı fiili ve meşru hakkımızı sonuna kadar kullanacağımızı bir kez daha ilan ediyoruz. Emekçilerin yüzyıllardır süren mücadelesi sonucu ortaya çıkan temel hak ve özgürlükleri AKP'nin sivil darbesine, OHAL'ine, Başkanlık hevesine terk etmeyeceğiz.

Emek, demokrasi ve özgürlük mücadelemizi, dün olduğu gibi bugün de daha çok büyüterek sürdüreceğiz.

Zulme Boyun Eğmeyeceğiz, Diz Çökmeyeceğiz, Susmayacağız! DİRENECEĞİZ!                  

EMEK VE DEMOKRASİ İÇİN GÜÇBİRLİĞİ

Anormalin Normalleşmesi…

Posted: 14 Jan 2017 05:01 AM PST


Normal kavramı, olguların toplumsal olarak onaylaması olarak açıklanıyor. Ancak böylesi bir açıklama kaba, tutucu, göreceli, dahası tehlikelidir de. Her onaylama, söz konusu olgunun doğru olduğunu göstermediği gibi, normalliği onaylayan toplumun, eğitim, bilimsel gelişme, değer yargıları, politik bilinç, o topluluktaki özgürlüklerin gelişim seviyesi ile de ilgilidir.

Uygarlık, bugün normal gibi görünen, ya da kabul edilen olguların zaman içinde anormal olduklarının kanıtlanması ile üstelik büyük güçlük ve acılarla yolunu açmaktadır.

Yüz yıllar öncesinde, köle sahibi olmak da, köle olmak da toplumsal olarak kabul edildiği için normal idi. (Nasıl kabul edildiği-ettirildiği konusuna girmiyoruz.) Büyük acılar ve mücadele ile kölecilik anormal hale geldi. Bugün ancak başka yöntemlerle gizlenerek sürdürülebiliyor.

Beş yüz yıl öncesinde Dünya'nın tepsi gibi düz olduğu düşüncesi normal iken yuvarlak olduğuna inanan Kristof Kolomb'un, Doğu'ya gitmek için Batıya doğru yola çıkma düşüncesi anormal idi. Dünyanın yuvarlak olduğunun kanıtlanmasından yüz yıllar sonra bile depremler açıklanırken bir öküzün boynuzunda duran tepsi gibi düz olan Dünyanın, öküzün boynuzunu sallaması ile yıkımlara uğradığı düşüncesi normal idi.

Dünyanın Güneş etrafında dönmesi ve Güneş sisteminin bugünküne yakın şekilde Galileo tarafından açıklanması anormal, Galileo'nun Engizisyonda yargılanması ise normal idi.

Kimya alanında daha 150-200 yıl öncesinde, hava, su, toprak ve ateş dışında element olmadığı düşüncesi normal idi. Bugün atom altı parçacıkların parçalanması deneylerini fazla heyecanlanmadan izliyoruz. Büyük bilim adamı Einstein ünlü fotoğrafında o günlerde normal sayılan anormalliklere dil çıkarmaktadır.

Günümüzden bakıp geçmişte normal sayılan ve bugün saçma, hatta komik bulduğumuz olguları normal saydıkları için hiç kimseyi suçlayamayız. Devrimciler sayesindedir ki insanlık pek çok alanda acılar çekme pahasına bugünlere geldi. Ve yine devrimciler sayesinde bugün normal dediğimiz olgular yerini bugün için anormal gördüğümüz değerlere terk edecektir. Bu durum karşısında üzülmenin, hayıflanmanın gereği yoktur. İnsanlık binlerce yılda ulaştığı gelişmeyi artık birkaç on yıla sığdırabilmektedir.

Geri bıraktırılmış başka toplumlarda olduğu gibi bizim ülkemizde de üzülecek, hayıflanacak esas durum şudur: Tarihin tekerleğini geriye çevirmeye çalışarak, yakın zamana kadar normal saydığımız, ancak günümüzde anormal, hatta gülünç sayılan pek çok değer yargısının, bilimsel gelişmenin yeniden normal sayılması…

Büyük bir algı operasyonu ile toplumun çoğunluğu tarafından onaylandığı kabulü ileri sürülerek sandıktan çıktı diye, yüzyılların gerisinde bıraktığımız değer yargıları toplumumuza yeniden kabul ettirilmeye çalışılıyor. Yakın zamanlara kadar anormal saydıkları demokrasi kavramını seçim sandıklarına indirgeyip sıkıştırarak artık geriye dönülemeyecek kavramları topluma dayatıyorlar. Gericilik işte böyle bir şeydir.

Yüz yıllar öncesinin koşullarında putlara tapan, mağaralarda yaşayan, hastalıkları büyülerle, büyücülerle tedavi eden, Dünyayı öküzün boynuzunda var sayan, Ay ve Güneş tutulmalarında teneke çalan insanlar o gün için gerici sayılamaz.

Ne var ki günümüze, bilgisayar kullanan, internet yolu ile haberleşen, lüks otomobillere, uçaklara binen, en son tıbbi gelişmelerle tedavi gören insanların milyonlarca insanı bin yılların gerisine taşıma çabası gericilik kavramı ile açıklanamaz. Kabaca gerici diye adlandırdığımız bu düşüncenin temsilcilerinin işlediği cinayetler, katliamlar barbarlık kavramı ile bile açıklanamaz.

Günümüzde artık uygar ülkelerde "Dünya dönmüyor ya da öküzün boynuzunda duruyor" diyenleri tedavi için gözetim altına alıyorlar. Ancak bizde toplumsal düzeni yüz yıllar gerisine taşıyanlara gizli açık destek veriyorlar. Çok zorda kalırlarsa "meczup" deyip sıyrılıyorlar.

Eğitim kurumlarında cinsiyet ayrımı, kızların okuldan koparılıp çocuk yaşta evlendirilmeleri, eğitim programlarının laiklikten koparılıp din temelli olması, evrim kuramının yasaklanıp, yaratılış kuranının öğretilmesi, sağlık sisteminde yüz yıllar öncesine dönüş, hastanelerde hacamat birimlerinin kurulması, cin çıkarma seansları, kadınların erkek hekimlere tedavi ettirilmemesi, doğum kontrolü ve kürtajın yasaklanması, töre cinayetlerinin doğal görülmesi, erkekler için çok eşli evliliklerin önünün açılması, imam nikahının medeni nikah yerine geçmesi, güzel sanatların günah sayılması, falcı, büyücü vb. adlar altında şarlatanların her gün TV kanallarında boy göstermesi gibi anormalliklerin yaygınlaşarak "normalleştirilmesi" toplum olarak normal dışına çıktığımızın göstergesidir.

Siyasal erkin bu gidişe "dur" demek yerine benzer gelişmeleri gizli, açık desteklemesi normal bir durum değildir.

Durum ne kadar anormal hale getirilse de bu durum kabullenemez. Bazı kesimler kabul etseler bile tarihin tekerleğinin zaman zaman duraksadığı, ancak geriye götürülebildiği görülmemiştir. Ülkemizde de görülmeyecektir.


Lütfü Kırayoğlu

Terör Milli Birlikle Durdurulabilir…

Posted: 14 Jan 2017 04:38 AM PST


İzmir Barosu, 5 Ocak 2017 tarihinde İzmir Adliyesi önünde gerçekleştirilen terör saldırısında yitirdiğimiz, Fethi Sekin ve adliye çalışanı Musa Can için, ''Teröre Karşı El Ele! Korkmuyoruz, Buradayız'' etkinliği düzenledi.

İzmir Barosu'nun eylemine, İzmir Adliyesi'nde örgütlü Büro İş Sendikası Genel Sekreteri Hasan Şenkaya, Büro İş İzmir Şube Başkanı Soner Sönmez, Eğitim İş Sendikası 4 Nolu Şube Başkanı Haşim Karaman ve Ulusal Eğitim Derneği İzmir Şubesi yöneticileri, adliye çalışanları ve avukatlar katılım sunarak, yürüyüş zinciri oluşturdu. İzmir Barosu Başkanı Aydın Özcan, şehit polisimizin görev yaptığı emniyet noktasında yaptığı basın açıklamasında, yaşam hakkının ve adaletin hedef alındığı terör eylemini kınadıklarını, terörün emperyal savaş politikalarının bir ürünü olduğunu, başkanlık sisteminin halkın ayrışmasına sebep olacağını, bu durumun da teröre hizmet edeceğini açıkladı.

Özcan, ''Teröre Karşı milli birlik ve beraberlik içerisinde; demokratik, laik, sosyal hukuk devleti için, bağımsız yargı ve özgür savunma için, temel hak ve özgürlükler için, adalet ve vicdan için el ele tek vücut direneceğiz'' dedi.

Aydın Özcan, Terörün bir yenilgi, korkaklık olduğunu, terör saldırılarının ancak; Anadolu'da verilen kurtuluş mücadelesinin dayanışma ruhuyla, milli birlik, beraberlik ve geleceğimize sahip çıkarak durdurulabileceğini belirtti.

Katılımcılar el ele tutuşarak insan zinciri oluşturdular, Aydın Özcan zincir boyunca yürüyerek onlar selamladı. ''Teröre Teslim Olmayacağız'' sloganı sık sık atıldı.






Haber ve fotoğraf : Osman Gazi OKTAY

Hiç yorum yok: