Sözcü Haber |
- KEMALİST ÇİZGİ: Şehir Hastaneleri Özelleştirilmiş Birer Ticarethan...
- Kılıçdaroğlu:"Yapamıyorsan istifa edeceksin"
- Hikmet Genç:"Alın Cumhuriyetinizi"
- 'Cumhurbaşkanına hakaret suçu' iptal edilsin başvurusu hakkında karar
- ADD – Laik ve Bilimsel Eğitim 2016-17
- 2016 dan 2017 ye umutlar zorluklar
- TÜİK 2016 yılı enflasyon rakamlarını açıkladı
- Türkmen Alevi Bektaşi Derneği Başkanı:"Türkiye'de sizi öldürürler"
- Sansürcü Akit sunucuyu böyle savundu
- ÖSO İran destekli grupların çekilmemesi nedeniyle barış görüşmelerini durdurduklarını açıkladı
- Korunmaya muhtaç kaç çocuk şiddet ve cinsel istismara uğramıştır?
- CHP: Teklif edilemez ve görüşülemez
- Turkcell Fatura Ödeme Nasıl Yapılır?
- Sigara cezalarında artış
- Zamlı emekli maaşları belli oldu
- Yıldırım'dan ABD'ye sert tepki
- İnsan değil iblis bunlar
- Reina saldırısı sonrası atılan tweetler için yasal süreç başladı
- Kılıçdaroğlu’na suikast uyarısı
- Satranç Federasyonu'ndan 'Cübbeli' Açıklaması
- Donald Trump,"Öyle bir şey olmayacak!"
- Kıbrıs
- Gözaltına alınan Barbaros Şansal'a Atatürk Havalimanında linç girişimi
- Brezilya'da hapishane isyanı: En az 60 ölü
- Kıbrıs'ı Savunamayan Türkiye'yi de Savunamaz!
KEMALİST ÇİZGİ: Şehir Hastaneleri Özelleştirilmiş Birer Ticarethan... Posted: 03 Jan 2017 01:17 PM PST KEMALİST ÇİZGİ: Şehir Hastaneleri Özelleştirilmiş Birer Ticarethan...: Isparta Şehir hastanesi bu günlerde açılıyor. Bu nedenle Isparta da hizmet veren Devlet Hastaneleri de kapatılıyor. ISPARTALILARIN... |
Kılıçdaroğlu:"Yapamıyorsan istifa edeceksin" Posted: 03 Jan 2017 10:30 AM PST Kılıçdaroğlu: Sen hükmetme gücünü kaybetmişsin ve bunu itiraf ediyorsun. Sen hükümetsin, tuzağı boz. Yapamıyorsan istifa edeceksin. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, partisinin grup toplantısında gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu. Kılıçdaroğlu'nun açıklamalarının satırbaşları şöyle: Büyük umutlarla başlamayı düşündüğümüz yeni yılda acı olaylarla karşılaştık. Aslında her yıl sonu bir millattır. İnsanlık tarihi hep umudu yaşatmıştır. İnsanın doğasında umut vardır. 2016'da çok büyük acılar yaşadık. yüzlerce askerimiz polisimiz vatandaşımız şehit oldu. Şu soruyu sormak zorundayız. Bu memlekt bu hale nasıl geldi. Bu soruyu sormazsak affedersniz ama biz insan değiliz. En büyük endişem 2017'nin 2016'yı aratmasıdır. Böyle bir tabloyu Türkiye kaldıramaz. HİÇ SORUMLU YOK Bu memleketi bu hale kimler getirdi? Kimler sorumlu bu işten? Bakkal mı manav mı, simitçi mi sorumlu bu işten. Hiç ortada sorumlu yok. Her türlü acının olduğu Türkiye'de ortada sorumlu yok. Dönüyor ülkeyi yöneten başbakan "bezner terör eylemleri olacak" diyor. Önleyeceğiz demiyor olacak diyor. Türkiye'yi umutsuzluğa sürüklemek için bundan kötü bir dil kullanılamaz. Herkes kaygı içinde. Öldürülme korkusu Türkiye'nin üstüne sinmiş durumda. Her yerde rahatlıkla söyleyebilirsiniz: İyi ki bu memlektte CHP var. ELİNİZİ VİCDANINIZA KOYUN Elinizi vicdanınıza koyun. Kavgadan bıkmadınız mı? Gözyaşından bıkmadınız mı? Annelerin feryadından bıkamdınız mı, üzülmediniz mi? Gencecik çokcuklrı babalar toprağa verirken üzülmediniz mi? Memleketi bu hale kim getirdi diye kendinize sormayacak mısınız? O SİLAHLAR ŞİMDİ TÜRKİYE'Yİ VURUYOR Türkiye yönetilmiyor. Başbakan var, bakanlar var, cumhurbaşkanı var ama Türkiye yönetilmiyor. Liyakat sistemini çökertirseniz devlet çöker. Şu anda çöken bir devlet gerçeği ile karşı karşıyayız. Teröre teslim olan bir iktidarla karşı karşıyayız. Terörle mücadele tumturaklı laflarla olmaz. Birilerinin sırtınız sıvazlarsanız terörü bitiremezsiniz. CHP yaptığın hataları hatırlatıyor. Dünyanın dört bir tarafında militanlar Türkiye üzerinde Suriye'ye geçiyor. Ben söylemiyorum IŞİD komutanı diyor. Bunları gelirken bu ülkenin hükümeti kimdi? İstihbarat, hükümet neredeydi? Musul konsolosluğumuz basıldı. Bunu IŞİD yaptı demediler. Bir terör örgütü ile ideolojik akrabalık kurarsanız bunlar başınıza gelir. 'Başka bir ülkenin iç işlerine karışmayın' dedik. Şimdi o silahların tamamı Türkiye'ye geldi. El Nusra ile akrabalık kurdular. Bu ülkenin cumhurbaşkanı bunu Muhtarlar Toplantısı'nda kurdu. Bir ülkenin Cumhurbaşkanı bunu yaparsa Türkiye Cumhuriyeti'nin itibarı derinden sarsılır. IŞİD'İ BESLEDİNİZ Hayatı boyunca CHP'ye oy vermeyen vatandaşıma sesleniyorum. Terör örgütleriyle iş tutan devlet imajı var. IŞİD'i beslediniz. 70 ilden IŞİD'e militan gidiyorsa nasıl mücadle edeceksiniz. Suriye'de yaralndığı zaman tedavi edip gönderiyorsanız bunu da söyleyen Sağlık Bakanı'ysa nasıl terörle mücadele edeceksiniz? İSTİFA EDECEKSİN KARDEŞİM Bir Allah'ın kulu çıkıp da 'Bu işin sorumlusu benim' demiyor. CHP diyor. Yahu CHP iktidarda mı? İnsanda biraz ahlak olur. Şimdi bunu bıraktılar, 'üst akıl' diyorlar. Sen hükümet değil misin? Sen hükmetme gücünü kaybetmişsin ve bunu itiraf ediyorsun. Sen hükümetsin, tuzağı boz. Yapamıyorsan istifa edeceksin. BUNU YAPMAZSAN SAYGI DUYMAM Ben beceremiyorum diyeceksin, terörü önleyemiyorum diyeceksin. IŞİD'i, PKK'ya Türkiye'yi teslim ettin. Bunu dersen sana saygı duyarım. Bunu demediğin sürece saygı duymayacağım sen terör örgütlerine yardım ve yataklık yapan bir hükümetsin. "YAPMAYIN DEDİK" Etnik kimlik üzerinden siyaset yapmayın dedik. Yaşam tarzı üzerinden siyaset yapmayın dedik. Dini kimlikler inanç üzerinde siyaset yapmayın dedik. Ben söyledim duymadılar. Havuz medyası dipten sağır. Hangi birey ben anne ve babamı seçtim diyebilir? Allah ile kul arasına kimsenin girmeye hakkı da yok yetkisi de yok! Çıkıyor kendi kendisine bütün suçu Allah'a yüklüyor. Suudi Arabistan'dan selefileri Türkiye'ye getiriyoruz. Herkese düşman! Kendisi gibi düşünmeyenlerin katledilmesini savunuyorlar. Böyle bir inanç anlayışı yoktur arkadaşlar. Şimdi laikliği ayrışma aracı olarak görmeye başladılar. Herkes istediği gibi yaşar yasalara uygun olarak. Bunun üzerinden toplumu bölmeye çalışıyorlar. Sevgili Peygamberimizin hayatını okuyun, yeniden okuyun, nasıl yaşadığına bakın, yüreğindeki insan sevgisini görün. Size dayatılan kitapları değil, hiçbir şey yapmıyorsanız açın kutsal kitabınızı okuyun. SALDIRMAZSANIZ ADAM DEĞİLSİNİZ Yılbaşı gecesi güvenlik önlemleri alınmış. Sokakta ateş ediyor, polisi öldürüyor, 39 kişiyi katlediyor sonra elini kolunu sallayarak çekip gidiyor. 200 metre ötede de karakol var? Nasıl oluyor bu? İstediğiniz kadar saldırın, saldırmazsanız adam değilsiniz! Şimdi laikliği ayrışma aracı olarak gördüler. Terör var, insanlar can derdinde bunlar zam üstüne zam yağdırdılar. Kimse farkına varmaz diye giydir giydir diye. Asgari ücrete de yüzde 8 zam yaptılar. 1404 TL. Sayın Cumhurbaşkanı, Başbakan, milletvkeilleri bir ay geçinsin! Bir ev geçindirilebiliyor mu geçindirilemiyor mu? Benim gemilerim yok onların gemileri var. Onların çocuklarının durumu ortada benim çocuklarımın durumu ortada. Ben kul hakkın yemem onlar yer. Benim evimdeki ayakkabı kutularında ayakkabı, onların ayakkabı kutularında dolarlar eurolar var. ZAM ÜSTÜNE ZAM Her şeye zam yaptılar, Osmangazi Köprüsü'nden geçişi indirmişler. Her gün 40 bin adet geçiş ücreti garantisi verdiler. Biz köprü yaptık diyor; kendi yandaşlarına para aktarmak için yaptı. Böyle yapılmasın, böyle olmaz! Deli dumrul köprüsü istemiyoruz. AA GENEL MÜDÜRÜ SANA SESLENİYORUM Anadolu Ajansı kalkıyor köprü ücretleri güncellendi diyor. İzmir Büyükşehir Belediyesi otobüs ücretlerine zam yapıyor. Ona güncelleme demiyor. Anadolu Ajansı'nın Genel Müdürü'ne sesleniyorum; sen köle misin? O makamdan aldığın parayı ben ödüyorum ben. Oturup adam gibi haber yapacaksın! Eğer tarafsız haber yapıyorsan itibarın sarsılır. Zaten AA ise koy bir taraf diyorlar. ANAYASA KOMİSYONU Esad'ın Anayasası'nı getirip Meclis'ten geçirmek istiyorlar. 140 yıllık parlamento geleneğimizi yer ila yeksan etmek istiyorlar. Tarihinize bağlı değilsiniz, yeri geldiğinde tarihinizi inkar edenlerdensiniz. Bu anayasa değişikliğinin büyük bir ayıbı var. Bazı milletvekilleri AKP'li milletvekiller, değişiklik metnini görmeden imzalar attılar. bu kadar büyük bir ayıbı bu parlamento kaldıramaz. Kalkmış imzaladığı o anların fotoğrafını facebook'tan paylaşılıyor. Sen milletvekili de olamazsın, adam da olamazsınız. TÜRKİYE'NİN TARİHİNE İHANETTİR BU! Eğer TBMM'nin yetkilerini bir kişiye devrediyorsan TBMM'nin tarihine ihanet ediyorsun demektir. O ihanet içindedirler. Bir kişiye Mustafa Kemal Atatürk'e verilmeyen bir yetkiyi TBMM'yi fesih yetkisi veriyor. Nasıl olur böyle bir şey? Hangi gerekçeyle fesh edeceksin! Allah akıl versin ne söyleyeyim. Güçler ayrılığı ilkesini kaldırıyorlar. Bütün yetkiler bir kişide olsun diyorlar. Türkiye daha karanlık bir ortamın içine çekilmektedir. Sayın Cumhurbaşkanı, Meclis Başkanı ve Başbakan'dan rica ediyorum. Bu tkelifi geri çekin bu gerilimi kaldıramayız. Bir kişiye bir bölgeyi birden fazla yapıya ayırabilme yetkisi veriyoruz. ne aklın, ne hukukun kabul etmeyeceği bir düzenlemedir. Atatürkçüler, miliyetçiler, samimi müslümanlar, liberaller, demokratlar, bu ülkede adalet arayanların ortak sorunudur. Ama ben yine söylüyorum; Sayın Cumhurbaşkanı sizden rica ediyorum; lütfen bu teklifi geri çekiniz Türkiye'ye en büyük yardımısı siz yapmış olursunuz. Ahmet Şık tutuklandı. FETÖ mağduruydu. Namuslu bir gazeteci, her zaman onun yanındayız. Her zaman onunla gurur duyuyoruz. Hüsnü Mahalli içerde. Kendisi biraz rahatsız. Geçmiş olsun diyorum |
Hikmet Genç:"Alın Cumhuriyetinizi" Posted: 03 Jan 2017 09:30 AM PST Hikmet Genç, canlı yayında Cumhuriyet gazetesini parçaladı AKP'ye yakınlığıyla bilinen 24 TV'de yayınlanan "Günün Manşeti" adlı programda konuşan Yeni Şafak yazarı Hikmet Genç, "Laiklere Gözdağı" manşeti atan Cumhuriyet gazetesini canlı yayında parçaladı. Hikmet Genç, Cumhuriyet gazetesini "Ahlaksız şerefsiz alın cumhuriyetinizi" diyerek fırlattı. |
'Cumhurbaşkanına hakaret suçu' iptal edilsin başvurusu hakkında karar Posted: 03 Jan 2017 09:00 AM PST Anayasa Mahkemesi, "Cumhurbaşkanına hakaret" suçunu düzenleyen TCK'nın 299. maddesinin iptali istemini oy birliğiyle reddetti. Anayasa Mahkemesi, "Cumhurbaşkanına hakaret" suçunu düzenleyen Türk Ceza Kanunu'nun (TCK) 299. maddesinin iptal istemini oy birliğiyle reddetti. Ret kararının gerekçesi Resmi Gazete'nin bugünkü sayısında yayımlandı. Karşıyaka 7. Asliye Ceza Mahkemesi, baktığı bir davada uygulanan "Cumhurbaşkanına hakaret" suçunu düzenleyen 5237 sayılı TCK'nın 299. maddesinin Anayasa'ya aykırılık iddiasını ciddi bularak, iptali istemiyle Anayasa Mahkemesine başvuruda bulundu. Anayasa Mahkemesine aynı yönde bir başvuru da İstanbul 43. Asliye Ceza Mahkemesince yapılmıştı. İki başvuruyu birleştirerek karara bağlayan Anayasa Mahkemesi, iptal istemlerini reddetti. Yüksek Mahkemenin ret gerekçesinde, suç ve ceza arasında adalete uygun bir oranın bulunup bulunmadığının saptanmasında ceza miktarlarının kıyaslamasının değil, o suçun toplumda yarattığı infial ve etkinin, kişiler üzerinde oluşturduğu tehlikenin, zarar görenin kişiliği ile ona verilen zararın azlığının veya çokluğunun, işlenme oranındaki azalma veya artış gibi faktörlerin de dikkate alınması gerektiği belirtildi. Düzenleme ile ulaşılmak istenen amaç arasında Anayasanın 'ölçülülük ilkesi' gereğince makul dengenin bulunmasının zorunlu olduğunun ifade edildiği gerekçede, kanun önünde eşitliğin, herkesin her yönden aynı kurallara bağlı tutulacağı anlamına gelmeyeceği, durumlarındaki özelliklerin, kimi kişiler ya da topluluklar için değişik kuralları ve uygulamaları gerektirebileceği, aynı hukuksal durumların aynı, ayrı hukuksal durumların farklı kurallara bağlı tutulması durumunda Anayasa'da öngörülen eşitlik ilkesinin zedelenmeyeceği kaydedildi. "DEVLETİN SAYGINLIĞI DA KORUNMAK İSTENMEKTEDİR" Cumhurbaşkanının devletin başı sıfatıyla Türkiye Cumhuriyetini ve Türk Milletinin birliğini temsil ettiği, Cumhurbaşkanına karşı gerçekleştirilen hakaret suçunun sadece kendi kişiliğine karşı değil, temsil ettiği değer ve fonksiyonları da ihlal etmiş olacağının kabul edildiğine dikkat çekilen gerekçede, kanun koyucunun, onun kişiliğine yöneltilen eylemin aynı zamanda devlete karşı gerçekleştirilen suçlardan saydığı, Cumhurbaşkanının kişiliğine karşı işlenmiş olsa da bu suçu kamu görevlilerine hakaret suçundan ayırarak ayrı bir suç olarak düzenlediği vurgulandı. Düzenleme ile devletin başı olan ve devleti temsil eden Cumhurbaşkanının şahsında devletin saygınlığına yönelik saldırının önlenmesi ve cezalandırılmasının amaçlandığının kaydedildiği gerekçede, suç oluşturan eylemin, verilecek cezanın alt ve üst sınırın, cezada artırım yapılacak halin, uygulanacak artırım oranının düzenlemede açıkça yer aldığı belirtildi. |
ADD – Laik ve Bilimsel Eğitim 2016-17 Posted: 03 Jan 2017 08:30 AM PST Laik ve bilimsel eğitim çağdaş, pozitif eğitimin temelidir. Türkiye Cumhuriyetini kuranlar da bu gerçeği bildikleri için, işin başında 3 Mart 1924 Öğretim Birliğini (Tevhid-i Tedrisat) yasalaştırarak bu temel üzerine Cumhuriyet eğitimini yükseltti. Osmanlı İmparatorlundan sürüp gelen dinsel bilimsel eğitim ikiliği Cumhuriyetle birlikte sona erdi, din vicdanlara bırakılarak bütün eğitim aşamalarında laik ve bilimsel eğitim uygulandı. Kısaca, din etkisinden uzak, akla, bilime dayanan eğitime laik ve bilimsel eğitim diyoruz. Öğretim birliğinin kabulünden sonra 1925-28 yılları arasında Eğitim Bakanlığı yapan Mustafa Necati döneminde büyük ölçüde laik, bilimsel eğitimin alt yapısı hazırlandı. Bu dönemde karma eğitime geçildi. İnsan merkezli, yaşama ve gözleme dönük 1926 ilköğretim programı hazırlandı, 1928'de yeni abece getirildi, öğretmenin toplumdaki saygınlığı arttı. Daha sonra halkevleri, üniversite reformu, köy enstitüleri, mesleki teknik eğitimdeki atılımlar, kültür ve sanat alanındaki ilerlemeler, yurtdışında eğitimini tamamlayıp gelenlerle laik ve bilimsel eğitim güçlendirildi. Özellikle, Hasan Âli Yücel'in Milli Eğitim Bakanlığı sırasında laik ve bilimsel eğitim hem nicel hem de nitel olarak gelişti.Köy enstitülerinde uygulanan üretici, laik ve bilimsel eğitim yurtta yaygınlaştı. 1973 tarihli 1739 Sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu'nun "Laiklik" başlığı altında düzenlenen 12. maddesi "Türk milli eğitiminde laiklik esastır" dediği halde, 12 Eylül 1982 Anayasası'na uyum için laikliğe aykırı bir biçimde: "Din kültürü ve ahlak öğretimi ilkokul ve ortaokullar ile lise ve dengi okullarda zorunlu dersler arasında yer alır" dendi. Ödünler Cumhuriyetin kurulmasından 1946 yılına değin laik ve bilimsel eğitim başarıyla ve ödünsüz olarak uygulandı.Ancak çok partili düzene geçilirken oy kay kaygısı başta olmak üzere değişen iç ve dış koşulların da etkisiyle, kadrolar değiştirildi, öğretim birliğinden ödünler verilmeye başlandı. Hasan Âli Yücel, İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç, Mesleki Teknik Eğitim Genel Müdürü Rüştü Uzel görevden uzaklaştırıldı. 1947'de Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü kapatıldı. Milli Eğitim Bakanlığına bağlı olarak 10 aylık imam hatip kursları açıldı. 1949'da Ankara Üniversitesine bağlı olarak ilahiyat fakültesi açıldı. 1950'den sonra iktidar değişimiyle öğretim birliğinden sapmalar arttı. 1951'de 4 yıllık imam hatip okulları, 1955'te imam hatip liseleri açıldı. 1954'te resmen Köy enstitüleri kapatıldı. Kuran kurslarının sayısı artırıldı. Laik ve bilimsel eğitimi savunan öğretmenler sürgün edildi, öğretmen kıyımı başladı. 12 Eylül 1980'den sonra laik, demokratik, bilimsel eğitim yerine Türk İslam sentezine uygun bir yapılanmaya gidildi. 1982 Anayasa'sında laikliğe aykırı bir biçimde ilk ve ortaöğretimde zorunlu din dersleri kondu. Bu zorunluluk bugün de sürmektedir. Cumhuriyetin ilk 25 yılında laik, bilimsel, demokratik eğitim titizlikle uygulandı. Daha sonra ödünler ve yanlış politikalarla bu ilkelerden uzaklaşıldı. Özellikle 12 Eylül 1980'den laik ve bilimsel eğitim yerine Türk İslam sentezine uygun bir yapılanmaya gidildi. Cumhuriyet eğitimi bir yandan dinselleştirilirken bir yandan da paralı duruma getirildi. Laik ve bilimsel eğitimin kilometre taşlarından biri de 18 Ağustos 1997'de 4306 sayılı yasayla getirilen 8 Yıllık Zorunlu Kesintisiz İlköğretim Yasasıdır. Bu reform yasasıyla okullaşma oranı, özellikle köy ve yoksul aile çocukları daha uzun eğitim alması sağlandı. 4+4+4 Ne yazık ki kesintisiz 8 yıllık zorunlu eğitim yasası 30 Mart 2012 yılında çıkarılan kamuoyunda 4+4+4 diye bilinen 6287 sayılı yasa ile son buldu. Laik ve bilimsel eğitim, getirilen seçmeli dinsel derslerle büyük darbe aldı. Zorunlu Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi yanında Kuran, Hazreti Muhammet'in Hayatı, Temel Dini Bilgiler gibi seçmeli dinsel dersler kondu. İmam Hatip ortaokulları yeniden açıldı. Yaklaşık 14 yıllık AKP iktidarında, laik Cumhuriyet eğitimi, adım adım dinselleştirildi, paralı duruma getirildi, niteliği düşürüldü. 17 Eylül 2011 tarihinde Kanun Hükmündeki Kararname (KHK) ile yaz Kuran kurslarına giden çocuklarda yaş sınırı kaldırıldı. Eskiden çocuklar ilkokul 5. sınıftan sonra bu kurslara gidebilirken laik, bilimsel eğitimi yakından ilgilendiren bu düzenlemeyle yaş sınırı kaldırıldı. AKP iktidara geldiğinde İmam Hatip Okullarının sayısı da hızla arttı. Özellikle 2010 tarihinde 4+4+4 yasasıyla yeniden İmam Hatip Ortaokulları açılınca birçok okul imam hatibe dönüştürüldü. Emine Kaplan'ın 2.11.2013 tarihli Cumhuriyet gazetesindeki "AKP imam hatipleri uçurdu" haberi bu durumu açıkça gösteriyor: "2012-2013 Öğretim yılı başında 1099 imam hatip ortaokulu'nda (İHO) 94 bin 467 öğrenci varken, 7 Kasım 2013 itibariyle bu sayının 1365'e, öğrenci sayısının ise 208 bin 212'ye çıkarıldığı kaydedildi. Buna göre İHO sayısı son bir yılda yüzde 24, bu okullardaki öğrenci sayısı yüzde 120 arttı. AKP'nin iktidara geldiği 2002- 2003 öğretim yılında 458 olan imam hatip lisesi (İHL) sayısının 2012-2013 öğretim yılında 708'e, öğrenci sayısının ise 64 bin 534'ten 380 bin 771'e çıkarıldığı kaydedildi. 7 Kasım 2013 itibariyle İHL sayısının 850'ye, öğrenci sayısının ise 518 bin 482'ye yükseltildiği belirtildi. Toplam 2 bin 215 İHL ve İHO'lara 726 bin öğrenci devam ediyor." (4) AKP iktidarı döneminde eğitim düzeni, Osmanlı İmparatorluğu dönemindeki gibi dinsel ve bilimsel eğitim çıkmazına yeniden girdi. METK ve Anayasa'nın174. Maddesine göre Öğretim Birliği (Tevhid-i Tedrisat) yasası bugün de geçerlidir. Uygulanması gerekir. Ancak 14 yıldır AKP bu yasayı çiğnemektedir. Özellikle 4+4+4 düzenlemesi Öğretim Birliği, laik ve bilimsel eğitimle çelişmektedir. Laik ve bilimsel eğitimden uzaklaşmanın sonuçları öğrencilerin girdiği ulusal ve uluslar arası değerlendirmelerde ortaya çıkıyor. 2015 PISA sonuçları kaygı verici Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü'nün (OECD) üç yılda bir 15 yaş çağındaki çocuklara uyguladığı, Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı (PISA) 2015 sonuçları açıklandı. Bu değerlendirmeye 72 ülkeden 29 milyon çocuk, Türkiye'den ise 187 okuldan 540 öğrenci katıldı. Türkiye sınava giren çocuklar, Matematik düşünsel beceriden 49., Okuduğunu anlama ve anlamlandırmadan 50., Fen Bilimlerini kavramadan ise 52. olabildi. Önlemler: Laik ve bilimsel eğitim için şu önlemler alınmalıdır: .Ders programlarının, kitaplarının laik, bilimsel bir anlayışla ele alınması gerekir. .Eğitim yöneticileri laik, demokrat, yetkin kişilerden olmalıdır. .Eğitimle ilgili kararlar, eğitim sendikaları, kuruluşları, uzmanlarla birlikte alınmalıdır. .5 Ekim 1966 yılında ILO ile UNESCO'nun hazırladığı, Türkiye'nin de imzaladığı "Öğretmenlerin Statü Tavsiyesi" ilkeleri eksiksiz uygulanmalıdır. .Her okulda çok amaçlı salonlar olmalıdır. .Her okulda sınıf ve okul kitapları olmalı, bu kitaplıklarda çağdaş yazarlara yer verilmelidir. .Her okulda sanat, müzik, resim, spor etkinlikleri artırılmalıdır. .Geçmişte başarıyla uygulanmış Köy enstitüleri sisteminden, Halkevlerinden, dünyadaki başarılı uygulamalardan yararlanmalıdır. .Araştırıcı, sorgulayıcı bir eğitim anlayışı egemen kılınmalıdır. .Teknolojik gelişmelerden yararlanmalıdır. .Öğrencilerin üreteceği, yaratacağı bir ortam geliştirmelidir. .Öğretmenler seçimle kendi yöneticilerini seçebilmelidir. . Öğrenciler geçmişte Köy enstitülerinde olduğu gibi yönetime katılabilmeli, eleştiri ve özeleştiri yapabilmelidirler. . Eğitimle ilgili düzenlemeler bir oldubittiyle. Kanun Hükmünde Kararnamelerle (KHK) değil, şuralarda, toplantılarda tartışarak alınmalıdır. .Okullarda, üniversitelerde mescit, cami açılmasına son verilmelidir. .Zorunlu temel eğitim yüz yüze olmalı, açık öğretim yolu kapanmalıdır. .Kuran Kurslarına gitme yaş sınırı yeniden konmalı çocuk ilkokulu bitirdikten sonra bu kurslara gidebilmelidir. .Tarikatlara bağlı, sağlıksız yurtlar kapatılmalıdır. Devlet ailesinden ayrı okuyan her aşamadaki öğrencinin barınma ve beslenmesini yükümlenmelidir. .Laik ve bilimsel eğitim için öğretim birliği ödünsüz uygulanmalıdır. .Okullarda Köy enstitülerindeki gibi özgür okuma saatleri konmalıdır. Mustafa GAZALCI 1) Bertrant Russel, Din ile Bilim, Bilgi Yayınevi, Ankara, s:189 2) İlhan Tekeli, Selim İlkin, Osmanlı İmparatorluğu'nda Eğitim Bilgi Üretim Sisteminin Oluşumu ve Dönüşümü, TTK Basımevi, Ankara, 1983 s:49 3) Mustafa Gazalcı, Cumhuriyetin Eğitim Devrimi, Öğretmen Dünyası, 2014, Ankara, s:34 4) A.g.y. s:28-29 |
2016 dan 2017 ye umutlar zorluklar Posted: 03 Jan 2017 07:30 AM PST CUMHURİYET 21.YÜZYILA DA YAKIŞACAK Yeni bir yıla girerken ülkemizi, Cumhuriyetçi bir bakış açısıyla, Dünya bütünlüğünün içinde görerek değerlendirebiliriz. Bu bakış çok genel ve kuş bakışı olabilir. Ancak bu yüzeysel bakış bile, Emperyal ekonomilerin sistemik krizlerini ve mazlum ülkelere sömürü amaçlı saldırılarını, yaşanan büyük insanlık dramlarını görmeye yeter… 2016 Dünya 'da ve Türkiye'de beklenmedik kırılma ve yol ayırımlarının yaşandığı bir yıl oldu. İnsanlık dışı acılı olayların, katliamların üzüntüsünü yaşadık. Lanet olası emperyal politika ve projeler , insanca yaşam özlemini duyanların umutsuz, karamsar ve gelecekten kaygılı olmalarına neden oldu. "Yeni Dünya düzeni" diyerek, Dünya halklarına dayatılan, sömürücüler için daha fazla kazançtı. Mazlumlar içinse, milyonların aç, sefil yaşayıp, nedenini anlayamadıkları, suçlularını tanımadıkları katliamlarda öldürüldükleri bir düzenin adıydı. Ülkeler etnik, mezhepsel olarak parçalanmaya devam ediyor. Birbirine düşman, evini ,yurdunu terk etmiş ,saldırılar altında yakınlarını kaybetmiş, sağlık koşullarından uzak, küçük bölgeciklerin insanları oluşuyor. Kimisi göç etmek için bindiği botlarda, Akdeniz'in ya da Ege'nin soğuk sularında boğuldular. Kimisi kaybedecekleri hiçbir şeyin kalmadığı acımasız ortamda, yeni saldırılara karşı sığınacak bir yer, kendilerini koruyacak bir silah ve ailesine verecek bir lokma ekmek için uğraşıyor. İşte 21 yüzyıla yaklaşırken gördüğümüz insan manzaraları… KAPİTALİZM UZUN DÖNEMLİ, SİSTEMİK KRİZLERİNDEN BİRİSİNİ DAHA YAŞIYOR Prof.Dr. Erinç Yeldan Dünya'da yaşananları şu cümlelerle özetliyor. "Kapitalizm uzun dönemli sistemik krizlerinden birisini daha yaşıyor……. Finansal spekülasyonun köpükleşmesi; sabit sermaye yatırımlarının gerilemesi; sanayisizleşme; işgücü piyasalarında parçalanma ve güvencesiz istihdam biçimlerinin yaygınlaşması ve bütün bu iktisadi tıkanıklıkların, sosyal dışlanma, hukuk norm ve kurumlarının çiğnenmesi ve bölgesel savaşlara dayalı açık şiddet…" Kapitalizm uzun dönemli sistemik krizlerinden birisini daha yaşarken, bütün bu iktisadi tıkanıklıklarını, daha önce yaptığı gibi, mazlum ülkelerin kaynaklarına sahip olarak aşmak istiyor. Ancak, okuduklarımızdan edindiğimiz izlenimlere göre, bu işin artık eskisi kadar kolay olmayacağı anlaşılıyor. Mazlum ülkelerde yaşanan acılar,onları karşı hamlelere zorluyor. Bu gelişmeler AB, ABD ve diğer sömürücü güçlerin 2017 yılında, öngörülerinin çok dışında gelişmelerle karşılaşabileceğini haber veriyor. Önümüzdeki süreçte, emperyal ülkelerin Dünya' ya egemen olmak için yapmakta olduğu vahşi, acımıasız sömürme kavgasını sürdüreceklerini biliyoruz. Buna karşılık, mazlum ülkelerin de, acımasız saldırılara karşı bölgesel işbirlikleri, dayanışma, güvenlik ve ekonomik birliktelik arayışlarının başladığını memnuniyetle görüyoruz. Emperyal ülkelerin Dünya egemenliğindeki konumlarının, etkinlik alanlarındaki rakipsizliklerinin sarsıldığı bir dönem yaşanıyor. Yeni denge arayışları var. Böylesi hamlelerin geliştirilmesi halinde, saldırgan politikalarını sürdürmek isteyenler iç ve dış politikalarında bazı zorunlu değişikliklere gitmeye mecbur olabileceklerdir. SALDIRILARA KARŞI BÖLGESEL İŞBİRLİKLERİ GELİŞİYOR Olumlu değişikliklerin kısa sürede ve kolaylıkla olabileceği hayaline kapılanlar yanılırlar. Her gerileme ortamı daha da sertleştirir. Azgın gidişten beslenen emperyal güçlerin, vekalet savaşçılarının, taşeronlarının ve sahaya sokacakları gelişmiş teknolojilerinin kolay pes etmeyeceğini bilmeliyiz. Bu iklimde mazlum ülkelerin başarılarının, ancak bölgesel işbirlikleri sağlanabileceği görüşü yaygınlaşmaktadır. Bu konuda Rusya, İran ve Türkiye'nin, Moskova 'da, Suriye konusunu ABD siz görüşmeleri, çok önemli bir adımdır. Bu konuda Kazakistan'ın başkenti Astana'da, siyasi çözüm müzakerelerinin ele alınacağının duyurulması sarsıcı bir hamledir. Bu yaklaşım, Atatürkçü düşünce sisteminin yıllardır öngördüğü bir ilke olarak hala ışıldıyor. O dönemlerde bu görüş, düşünce aşamasında kalmamış, Sadapat paktı, Balkan paktı anlaşmaları ile bölgesel işbirliklerinin başlangıcını oluşturmuştur. Sadabat Paktı; Türkiye, İran, Irak ve Afganistan arasında, 8 Temmuz 1937 tarihinde Tahran'da, Sadabat Sarayı'nda imzalanan dörtlü saldırmazlık paktydı. Balkan Antantı Türkiye, Yunanistan, Romanya ve Yugoslavya arasında 9 Şubat 1934'de imzalanmıştır. Bu antlaşmanın 6 Mart 1934'de T.B.M.M. tarafından onaylanması ile Türkiye resmen Balkan Antantı'nın üyesi olmuştur. Bugün doğruluğu bir kez daha kanıtlanan Cumhuriyet in politikalarını daha iyi kavramalı ve geleceğe uyarlamayı becermeliyiz. İşbirliklerinin gelişmesiyle önümüzdeki süreçte yeni bağlantıların kurulup geliştirilebileceği, bazı yol ayırımlarının da olabileceğini düşünüyoruz. BATI, BAZI POLİTİKALARINI YENİDEN GÖZDEN GEÇİRMEYE DE BAŞLADI. ABD nin seçimlerden sonra 20 ocakta göreve başlayacak olan yeni başkanıyla geleneksel politikalarından ayrılmayarak, bazı politikalardaki bakış açılarını farklılaştırabileceği yazılıyor. Dünya ekonomisindeki büyük payını ve önder rolünü Çin ile paylaşmak durumunda kalan, petrol ve doğal gaz zenginlikleri ile bilinen Rusya nın, bölgesel işbirliklerinde ve savunma sanayindeki hamlelerini yakından izleyen, Hindistan ve doğu Asya'daki hızlı bilimsel gelişmeleri gören Amerikan politikalarının özü değişmese de, bu özden kopmayan bazı farklı yaklaşımlar içine girebileceği, tek kutuplu Dünya düzeninden istemeyerek uzaklaşmasının getireceği değişimleri göreceğimiz yazılıyor. Bilimsel çalışmalarla kendini yenileyen ülkelerin atakları ,ABD nin bazı konulardaki üstünlüklerini zorlayabilecektir. Bu nedenle 21. Yüzyılın Dünya'sında ülkelerin konumunu bilim , teknoloji ve araştırma geliştirme çalışmalarındaki başarıları belirleyecektir. Biz de, bu bilinçle ,gençlerimizin önünü açmazsak, Dünya nın değişen bilim dilini bile yakalamakta zorluk çekeceklerini, hizmetli durumuna düşeceklerini bilmeliyiz. Bu konuda da "Bağımsız Düşünce" mizin özünü, bilim ve akıl olarak oturtan Atatürkçü düşünce sisteminin, geleceğe ne kadar isabetli öngörülerle yaklaştığını görüyoruz. AB DE YAŞANAN ÇALKANTILAR 2016 sonunda Dünya'yı etkileyen önemli güçlerden biri olan AB nin de sarsılmakta olduğunu görüyoruz. AB den ayrılmak isteyen bir İngiltere var… Fransa da baharda yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Hollande' ın "başkanlık seçimlerine" aday olmayacağı, Elysée'ye artık Le Pen'in gelme olasılığının artmasından aydınların kaygılı olduğunu duyuyoruz. AB nin diğer ana taşıyıcısı olan Almanya'da, "istikrar" kalesi ve "aşırı sağa" karşı merkezin güvencesi olarak görülen Merkel'in 2016 da etkili sarsıntılarla karşılaşması düşündürücü olmuştur. Ayrıca, Dünya'daki yeni gelişmeler karşısında Almanya'nın güvenlik politikalarını yeniden tanımlamak ihtiyacı duyması kayda değer bir gelişmedir. Savunma ve güvenlik politikalarının ana hatlarının belirleneceği "Beyaz kitap 2016 " yı yıl sonuna kadar tamamlamayı planladklarını okuyoruz. Almanya'nın Dünya'da oynayacağı rolü yeniden belirlemeye çalışması atlanacak bir bilgi değildir. AB yi demokrasi, çoğulculuk, barış içinde bir arada yaşamanın sembolü olarak görenler bile, çözülmeden kaygı duyduklarını yazıyorlar. 2016 yılında Fransa' da yaşanan Charlie Hebdo, Bataclan saldırıları, Nice de yaşanan insanlık dışı terör, Almanya'da Köln'de yılbaşı kutlamalarında "Arap görünümlü" tasvir edilen yüzlerce erkek, Alman kadınlarına benzeri hiç görülemiş bir "toplu taciz"de bulundular. "Köln travması" ile başlayan yıl, Berlin'de bir düzine insanın yaşamını yitirdiği "Noel katliamı" ile noktalandı. İtalya'da ve AB de, Merkez solun gelecek vaat eden lideri olarak düşünülen Renzi , referandumda umutsuzluk, çaresizlik ve öfkenin devirdiği adam oldu.. Dünya'da yabancı düşmanlığı , ırkçılık, İslamafobi ve ekonomik sıkıntıların dalgası büyüyor. Avrupa'nın yerleşik siyasi partileri ve politikacılarına güven giderek daha da azalıyor. Akılcılıktan uzak, duygusal, gerçekçi olmayan, ırkçı söylemlere prim veren sağcı, popülist partilere ilginin arttığını görüyoruz. Bu aşırı sağ savrulmaların Polonya-Macaristan gibi demokrasi geleneği daha az olan ülkelerde değil, AB nin en güçlü merkezlerinde bile gözüküyor olması düşündürücü… AB de 2016 yılında yaşananlar bundan ibaret olmamakla beraber, bazı iç ve dış belirleyici sorunların kısaca böyle özetlenebileceğini düşünüyorum. Çalkalanmakta olan Dünya da, Batıdaki iç ve dış sıkıntılar hiç de küçümsenecek boyutlarda gözükmüyor. Doğu da ise bazı eksikliklere rağmen, özellikle Çin ve Hindistan gibi ülkelerde olumlu bilimsel gelişmeler ve ekonomik hamlelerin sürdüğünü okuyoruz. CUMHURİYETÇİ BAKIŞ, BÜTÜNCÜL GÖREBİLMEDİR Cumhuriyet'in bütüncül bakma ilkesinin ışığında ülkemizi değerlendirmeden Dünya'ya ait bazı görüntüleri içeren , çok genel ve kuş bakışı bakmaya çalıştık. Özellikle Emperyal ekonomilerin sistemik krizlerini atlatamadıklarını ve mazlum ülkelere artan saldırılarını vurgulamaya çalıştık. Türkiye'ye baktığımızda, Cumhuriyet'in kurucu değerlerini , ilke ve devrimlerini kavrayamayan bir zihniyet iktidara, İç ve dış egemen güçlerin desteği ile gelmiştir. Tek başına iktidar olarak 14 yıldır yönetimdedir. Bu süreçi yöneticiler ve yandaşlar "yeni Türkiye "olarak adlandırmışlardır. Gerçekten de bugün yaşananlar Cumhuriyet Türkiye'sinin huzurlu, güvenilir, barışçı, sıkıntılarına rağmen dayanışan, birbiriyle konuşmayı,tartışmayı becerebilen, kadınların ve sanatın saygın bir yeri olan, bütün eksikliklerine rağmen liyakat prensibi ile çalışan kurum ve kuruluşlarra sahip, bağımsız düşünebilen insanların görüşlerini özgürce söylediği , iletişimin özgür, yargının bağımsız olduğu , zor günlerde bir araya gelebilen insanların yaşadığı bir üke olmaktan çok uzaklaşmıştır. İŞTE " YENİ TÜRKİYE " Yeni Türkiye, terör, savaş, bombaların patladığı, iç savaş tehlikesinin yaşanabileceği, keskin bir kutuplamanın yaşandığı , huzur ve güvenliğin olmadığı , anaların ve insanlarımızın her gün gelen şehitlerine ağladığı ,kardeşliğin , eşit yurttaşlığın yaralar aldığı, ekonomik krizler yaşayan, ilkeleri olmayan, sözüne güvenme konusunda tereddütler yaşanan, Etnik ve mezhep ayrımlarının rahatsız edici boyutlara ulaştığı, halktaki silahlanmanın hiç yaşanmadığımız kadar yagınlaştığı, kadınlara sokak ortasında saldırıların olduğu, devletin fabrikalarının , limanlarının satıldığı, yargının bağımlı hale geldiği, insanların birbirine kuşku ile baktığı , umutsuzluktan , kaygılardan gerilmiş insanlar topluluğunu barındıran, her sektörü desteklemek için o alana devletin kurduğu destekleme amaçlı bankalarını satmış bir yapıya dönüştürülmüştür. Sıralanan her bir konu için sayfalarca yazı yazılabilir. Ama değerli bir ekonomi hocamızın sözünü anımsatmadan geçemeyeceğim. "Eğer bankalarınız sizin olmaktan çıkmış ise, sınırda asker bulundurmanızın çok fazla bir anlamı olmaz " Bilimi, eğitimi ve Cumhuriyet'in devrim , ilke, değer ve kazanımlarını hiçe sayan zihniyetin bizi sürüklediği yer burasıdır. En önemlisi de, özellikle yaratılan kutuplaşmaların, "kindar ve dindar" gençler yetiştirme talimatının, toplumumuzda ne gibi patlamalara yol açacağı ve gelecekte onarılması seneler sürecek yaraların nasıl tedavi edileceğinin şimdiden düşünülmesi gerekmektedir. Almanya, Ortadoğu'da terör örgütlerine girmiş, İslami örgütlere katılmış insanları ,memleketlerine döndüklerinde psikolojik tedaviye alarak ,onları topluma kazandırmak için kolları sıvadı. Yazılanlardan anladığımız, bu tedavilerin hiç de kısa süre sürmeyeceğidir. Bu açıdan baktığımızda, toplumsal ve psikolojik sorunlarımızın, silahlı çatışmaların sona ermesinden sonra devam edeceği kolayca anlaşılmaktadır. Tıpkı Vietnam savaşından sonra ABD ye dönen askerlerin yaşadıkları bunalımların, tedavi görmelerine rağmen, uzun süre toplumla uyumlu hale gelememelerinin, çevrelerinde yarattıkları uyumsuzlukların acıklı durumlarını anımsıyoruz. Çatışmalardan dönenlerin saldırganlık, ve öfke nöbetleri yaşadığını hepimiz okumuştuk. Yetkililerimiz bunların farkında mı? SAMİR AMİN'İN TESPİT VE UYARILARI Dünya'nın sosyal bilimci kimliği ile tanıdığı Samir AMİN bir söyleşisinde, " ….Mısır'da 1 yıllık Mursi hükümeti döneminde de gördüler ki , Siyasal İslam ile halk mutlu olmuyor, halkın gerçek sorunlarına çare üretemiyorlar. Halkın gerçek sorunu din değil işsizlik, eğitim, sağlık vs. Bunlara saf bir şekilde oy veren insanlar da artık bunları kabul etmiyor. Bu yüzden söylemlerini değiştirmek zorunda kaldılar. Bu tam bir oportünizmdir. Asla din ile siyaseti ayırmak gibi bir niyetleri yok. Siyasal İslamı ilerici güçler yenecek… Kesinlikle tamamen yenilmiş olacaklar. Buna Suudi Arabistan ve Katar gibi birkaç ülke istisna olabilir. Türkiye'de de yenilmiş olacaklar. Bu yüzden AKP çok endişeli. Bu yüzden Erdoğan tüm iktidarı kendine bağlayacak bir anayasa değişikliği istiyor. Çünkü sonunun geldiğini görüyor. Küresel kapitalizm sürdüğü sürece Batılı güçler manipülasyonlarına devam edecek ve Siyasal İslam'ın varlığını sürdürmesini isteyecek. Biliyorsunuz, küresel kapitalizm ve Siyasal İslam partnerdir. Meşruiyet sağlamak için ikisinin de birbirine ihtiyacı var. ABD ve Avrupa'daki egemen sınıfların terörizme ihtiyacı var. Çünkü terörizmin yarattığı atmosfer sayesinde politikalarını ve güçlerini meşrulaştırıyorlar." diyor. Samir Amin'in bu değerlendirmesi çok uyarıcı bir tespittir. O yazının bütününde, Siyasal islamın tükenmekte olduğunu vurgularken, Cumhuriyetçi güçlerin bu boşluğu doldurmak için hazırlıklarını yapmalarını da söylemektedir. Bu uyarıları, Cumhuriyet'in kurucu değerlerini , ilke ve devrimlerini yeniden inceleme, kavrama ve yeniden topluma kazandırmak için tetikleyici bir fırsat olarak kabul etmeliyiz. HAKLILIKLARIN ARKASINA GÜÇ KOYMADAN, BAŞARI GELMEZ Bugün bir bölgede yaşanan sarsıntılar diğer bölgeleri ve toplumları da sarsmaktadır. Dünya büyük ölçüde birbirine bağlanarak iletişim haline geçti. Farkındalıklar arttı, etkileşim yoğunlaştı ve tepkiler de hiç beklemediğniz yerlerde ortaya çıkmaya başladı. Onun için sorunlar artık hepimizndir ve bundan kaçınmak çok zordur. Evrensel bunalım ve emperyal politikaların beslediği terör örgütleri yada uzantıları, kendilerini besleyen devletleri veya hedeflediklerideki ülkeleri de vuruyorlar. Bu nedenle Dünya egemenlerinin sömürücü politikalarını gözden geçirmesi zamanı gelmiş olsa da , böyle bir yaklaşım emperyal politikalardan beklenemez. Bu politikaların değiştirilmesi, mazlum ülke insanlarının haklılıklarının arkasına büyük bir gücü de koymaları ile mümkündür. Bu da birgün mutlaka gerçekleşecektir. Tıpkı Mustafa Kemal Atatürk'ün ""Güneşin sabaha karşı doğduğunu nasıl görüyorsam, mazlum milletlerin de bir bir doğuşunu insanlık görecektir" dediği gibi… 14 yıl boyunca tek başına iktidarda ve Cumhurbaşkanı makamında olan bu zihniyet ülkeyi, hedefleri ve ideolojileri ve yanlış politikaları doğrultusunda savurmuşlardır. Hükümet ortağı FETO terör örgütü ile aynı menzile yürüdüklerini söyleyenler nedeniyle, 15 temmuz kanlı darbe teşebbüsüne kadar sürüklendik. Sözde çözüm sloganı ve analar ağlamasın diye , PK K terör örgütünü Habur kapılarında, ayaklarına mahkemeler kurarak, Dolmabahçe de, Oslo daki , görüşmelerde "şehirlerde yığınak yaptığınızı biliyoruz" diyerek ,terör örgütünü güçlendirip başa bela ettiler .Halkımız, iktidarın bazı radikal İslami unsurlarla olan ilişkilerinin sonucunda, IŞİD terör örgütünün saldırıları , bombaları altında canlarını kaybetti .Her gün yeni acı haberlerde insanlarımız canlarını kaybetmeye devam ediyor. Ekonomik kriz kapıyı çalmak üzere. CUMHURİYET REJİMİNİ YIKMA TEŞEBBÜSÜ Ülkemiz de cumhuriyet rejimini yıkarak, Meclis'in etkisiz, vekillerin işlevsiz kalacağı, "tek adam " düzeni emperyal proje ve yerli bazı çevrelerce, APO , PKK ve fiili durum yaratanlarca desteklenerek hayata geçirilmeye çalışılıyor. Denetim mekanizmaları ortadan kaldırılmış, "kontrolsuz güç " haline gelmiş tek adam rejimi isteniyor. Dış baskılara direnebilen Meclis yerine, baskılara daha az direnebilen tek adam sistemi öneriliyor. ( Meclis'in güçlü direnişine örnek olarak, ABD nin 2003 yılında Türkiye topraklarından Irak'a girmek ve geçici olarak Türkiye'de konuşlanması talebini, hükümet kabul ederek izin talebiyle Meclis'e getirmiştir. Ancak TBMM bu tezkereyi 1 mart 2003 tarihinde ret ederek ,ülkemizi büyük bir sıkıntıdan kurtarmış, Dünya'da ve bölgede Türkiye'nin itibarını korumuştur. ) Anayasa değişikliği tasarı ile Cumhuriyet ve demokrasiden kopuş başlayacak, bir tarihlerin Latin Amerika'sında yaşanan, tek adam sistemleri gibi, sabaha kimin yönetime el koyacağı belli olmayan , istikrarsız, özgürlüksüz, yasakçı ve sopanın eksik olmayacağı bir "tek adam" yönetimi kurulacaktır. Fiili durumu , anayasal hale getirmek için halk oylaması yöntemi tarihte de uygulanmıştır. Üçüncü Napolyıon 'da, Hitler'de yetki ve uygulamalarını meşrulaştırmak için bu yöntemlere başvurdular, ama, sonuçları felaket oldu. EĞİTİM SİSTEMİ NİN ÜRÜNÜ ROBOT İNSANLAR GÖREV BAŞINDA Toplumun geleceği gençlerimiz ,uzun bir süredir sorgulamayan, muhafazakarlaşan, bilimsellikten uzaklaşan bir eğitime mahkum edildi. Biat etmiş, düşünmeden emre uyan, robotlaşmış gençlerin yetiştirildiği bir ülke olduk. Sonra da bu gençlerin, cemaatin emirlerine koşulsuz olarak uyarak, uzaktan kumandalı robotlar gibi TBMM ni bombalamalarına, halka ateş açmalarına şaşılıyor.Talimat alırlarsa, bunların Hükümete karşı darbe teşebüsünde bulunmaları da, kumpas davaları düzenlemeleri de, kozmik odaya girmeleri de mümkündür. Çünkü bu eğitimlerden geçenler robotlaşmıştır. Bir başka robotlaştırılmış polis, Anakara da Rus büyükelçisi Andrey Karlov'u öldürdü. Katil polisin Feto cemaatinin adamı olduğu ve verilen emri koşulsuz yerine getirdiğini en yetkili ağızlar söyledi. Türk, Rus ilişkilerini bozmak için yaptığı iddiası yaygın. Sorun eğitim sistemindedir. Bunların canlı bombadan farkları yoktur. İnsandan Robot yaratan bu eğitimin, bu cemaat ve tarikatların gençleri koşulsuz itaate zorlamalarının bedelini ülke olarak ödemek zorunda kalcağız. Yukarda anlatılan zor koşulardan ancak milli birlik ve beraberlikle çıkılabileceğimizi aklı başında her yurttaşımızın . ortak görüşüdür. Bu beraberliği bozacak bir adım olarak, "Cumhuriyet rejiminin yıkılarak" , yerine "tek adam" rejiminin getirilmesi teşebbüsü anlaşılır ve kabul edilir gibi değildir. OYSA DIŞTAN VE İÇTEN DAYATILAN VEYA YANLIŞ POLİTİKALAR SONUCU MASADA OLAN ACİL SORUNLARIMIZ VARDIR. Acil sorunlarımızdan bazılarını şöyle sıralıyabiliriz. PKK terör örgütü ile mücadele, FIRAT kalkanı operasyonu , FETO terör örgütü ile mücadele, Bölgesel işbirliğinde atılan olumlu adımlarının geliştirilmesi, KIBRIS ve Doğu ,Akdenizde dayatmalar, Toplumumuzda hakim olan yoğun kutuplaşmasının tehlikeleri, Dıştan kışkırtılan iç savaş senaryoları, Türkiye'nin "Şanghay işbirliği ı" örgütü ile ilşkileri, Yasaklar ve baskıların ölçüsüzleşmesi, Etnik, mezhepsel ayrışmalardaki sertleşmeler, Keskin muhafazakarlaşmanın eğitimde, kamuda yoğunlaşması, Liyakat yerine yandaşın önceliği, Ekonomik kriz belirtileri , Sığınmacılar konusu ve AB nin istekleri, AB ile ilşkilerde gelinen aşama, İfade özgürlüğü ve İletişimdeki baskıların sona ermesi talepleri , Yargının bağımsızlığı , OHAL yönetiminin dönemini tamamlaması ve Meclis'in yeniden işlevine dönmesi, Eğitimde muhafazakarlaşma ve Bilimsel eğitimden uzaklaşmanın yarattığı robotlaşmış gençlerin yeniden hayata kazandırılması sorunu vb. büyük ve önemli sorunların çözümü için milli birlik ve beraberlik ruhunun büyük katkıları olabilirdi. Bu şans hala yaratılabilir. BU AĞIR KOŞULLARI BİR KENARA BIRAKIP, "TEK ADAM" REJİMİNİ DAYATMAK OLUR MU? İki parti lideri, milletvekillerinin de bilgisi dışında Anayasa değişiklik paketi ile "tek adam" tasarısı hazırladılar. Üstelik bir süre sır gibi de sakladılar. AKP milletvekilleri bilmedikleri, görmedikleri tasarıya imza attılar. Evrensel hukukda Anayasa, toplumsal uzlaşma olarak bilinir. DKÖ leri, Sendikalar, işveren örgütleri, Meslek odaları,vb örgütlerin görüşleri alınarak toplumsal mutabakat sağlanması gerekmez mi? AKP 2013 de Anayasa yı değiştirme çalışmalarında "akil adamlar " adı altında artistler, ikinci Cumhuriyetçiler vasıtasıyla topluma sesleniyordu. Bu kez onlar da kalmadı TASARININ MECLİS'TEN GEÇİP HALK OYLAMASINA SUNULMASI DURUMUNDA, YAPABİLECEKLERİMİZİ ŞİMDİDEN DÜŞÜNMELİYİZ. SORUNLU TARAFLARIMIZ Seçimlerde AKP nin kural tanımazlığı ve seçmene sosyal yardımlarla etkili olması, Seçsis bilgisayar yazılımı ve uygulamaları ile ilgili sorunlar, seçmen kütükleri konusunda kaygılar, vb konuların referandum öncesi siyasi partilerce yeniden ele alınarak, güven duyulabilecek bir noktaya taşınması, (YSK dan bir yasa ile alınan, seçmen kütüklerinin iç işleri bakanlığına, Seçsis sisteminin Adalet bakanlığına bağlanmış olması başlı başına seçim güvenliğinin hükümete emanet edilmesi anlamına geldiğini hukukçular sürekli olarak söylemektedirler. ) Siyasi partiler, anılan durumlardan doğacak sıkıntıların asgari ölçüye indirilmesi için önceden hazırlık yapmalıdırlar. Yargının bağımsızlığı konusunda kaygılar bitmemiştir. Hala yapılabilecek şeylerin varsa yapılabilmelidir. GÜÇLÜ TARAFLARIMIZ Akp üyesi ve seçmeni artık bir bütün değildir. Sağda parti yokluğundan bugüne kadar AKP ye oy veren sağ seçmen bu kez Cumhuriyete sahip çıkabilir. FETO cemaati ve ilişkili kesimler karşı oy kullanabilir. Güneydoğu da bir kesim, işlerini kaybettiği için karşı oy kullanabilir, HDP konusunda bir şey söyleyemeyiz. MHP nin blok halinde hareket etmeyeceğini düşünebiliriz. En azından Kongre ye gitmek isteyen gruplar, "tek adam" sistemine karşı çıkabilir. Meclis'te kalmayan eski sağ partilerin bazı seçmenleri MHP ye oy vermektedir. Bu kesimin halk oylamasında "hayır" deme olasılığı vardır. Bazı MHP seçmeni Yunanistan'ın Ege 'de 18 adaya el koymasını içine sindirememiştir. Olanlar "hayır" diyebilir. MHP li bir kesim, "Türk milleti " tanımını yok sayanları, , "TC" yazısını bankalardan ve Kamu kuruluşlarından kaldıranları, " her türlü milliyetçiliği ayaklar altına alıyoruz" diyen zihniyeti tanımışlardır. Buna göre hareket edeceklerdir. DİKKAT EDECEĞİMİZ HUSUSLAR Halk oylamasnını bir kişiyi seçmekten öte, Türkiye'nin bundan sonraki gelecek yönetim şeklini belirleyeceği vurgusunu öne çıkarabiliriz. Halk oylaması kişilere indirgenmemelidir. Şahsileşirse, AKP çatısı istemeyerek de olsa, sisteme değil, şahısa yönelir. Kampanyalarda taraftarlaşmayı, bloklaşmayı değil, ikna ile " Cumhuriyet "ve gelecek vurgusunda birleştirmeyi önemli buluyoruz. Seçmeni sandığa götürenin önemli avantaj elde edeceğini düşünmeliyiz. (Halk oylamalarında katılım oranı genel seçimlere göre düşük olmaktadır. Cumhuriyetçi kesimin çeşitli nedenlerle sandığa gitmede tereddüt yaşadığını gördük. Ama bu kez "Cumhuriyet rejiminin "yıkılmasına izin vermemek için sandığa gideceklerini düşünüyoruz ve bu durumda olanları teşvik etmeliyiz. TEK ADAM GELİRSE, EŞİK ATLANMIŞ OLACAK VE DİĞER HAMLELER SIRAYA GİRECEK Artık serbestçe, tek adam ,tek ses, tek düşünce , tek yol gelecek. Yönetimin seçim sistemini değiştirerek daraltılmış bölge seçim sisteminin gündeme gelebileceği yazılıyor, Yönetimin Meclis te daha etkili olmak için, iç tüzük değişikliklilerine gidecekleri , Medya da muhalif görüşlerin daha da sınırlaması, Yeni yasaklar, acımasız ekonomik reçeteler gelecek. YAPACAKLARIMIZ İÇİN BAZI YAKLAŞIM ÖRNEKLERİ Hep cumhuriyet ve gelecek vurgusu yaparak, kısa vadeli düşünülmemesini sağlamalıyız. Olumlu örnekler bulmalıyız. "Güzel günler göreceğiz" vb özlemleri öne çıkabiliriz. Kişiler değil "sistem" vurgusu, "cumhuriyet rejiminin yıkılması " olduğu öne çıkabilir Ekonomik durum ve acı reçete vurgusu önemli, Gezi nin armağanı olan, propoganda da mizah yöntemini kullanılmalıyız Kısa ve dile dolanan şarkılar, vidyolar oluşturmalıyız Sloganlarımız kısa , olumlu ve iknaya çalışan hava taşımalı, Pozitif düşünmeli, konuşmalı ve davranmalıyız. Birlik, beraberlik, kardeşlik, sevgi vb vurgular öne çıkabilir Halk oylaması sürecinde hep olumlu düşünmeli ve olumlu hamleler yapmalı, olumlu sloganlar üretmeliyiz. Mücadelede artık tüm örgütleri bir program dahilinde toplayan bir "Cumhuriyetçi Platform " oluşturmalıdır. partiler, DKÖ ler, sendikalar, meslek odaları en geniş çapta örgütlenme sağlanabilmelidir. Toplumun beklentisi olan örgütler ve kadrolar bu tür mücadelelerden çıkacaktır. Kurulan yapı geleceğin örgütlenmesi olarak da görülmeli ve halk oylamasından sonra da önemli görevler üslenebilecek şekilde, bir mücadele arkadaşlığının ilk adımları olarak görülmelidir. LÜTFEN , KAZANDIĞIMIZI DÜŞÜNÜN BİR AN … GÖZLERİNİZİ KAPATIP, KAZANDIĞIMIZI BİR AN OLSUN, DÜŞÜNÜN LÜTFEN… BİR KEZ DE AYKIRI DÜŞÜNÜN , DÜŞÜNÜN NELER OLUR? BU CANIM MEMLEKETİMİZDE , ACILARLA YOĞRULANLARIN, NE DOSTLUKLAR, NE KARDEŞLİKLER, NE GÜZELLİKLER, NE SEVİNÇLER, NE GÜLER YÜZLÜ GÜNLER YAŞAYACAĞINI BİR KEZ OLSUN DÜŞÜNÜN LÜTFEN… YAŞASIN CUMHURİYET. B.Safa Yenice |
TÜİK 2016 yılı enflasyon rakamlarını açıkladı Posted: 03 Jan 2017 06:30 AM PST Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) 2016 yılı enflasyon rakamlarını açıkladı. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), Tüketici Fiyatları Endeksi'nin (TÜFE) 2016 yılında yüzde 8.53 arttığını açıkladı. Aralık ayında TÜFE, yüzde 1.64 arttı. Piyasaların beklentisi TÜFE'nin Aralık ayında yüzde 0.9, yıllık yüzde 7.6 olacağı yönündeydi. Yurt İçi Üretici Fiyat Endeksi (Yİ-ÜFE) ise yüzde 9,94 arttı. Yİ-ÜFE yüzde 2,98 artış gösterdi. Aralık itibarıyla 12 aylık ortalamalara göre, tüketici fiyatları yüzde 7,78, yurt içi üretici fiyatları yüzde 4,3 arttı. MEMUR EMEKLİLERİNE KÖTÜ HABER Yıllık enflasyon milyonlarca emekli ve memuru yakından ilgilendiriyor. 2016'nın ikinci yarısında enflasyonun yüzde 5'i aşması durumunda memur emeklilileri enflasyon farkı alacaktı. Ancak ikinci yarıda enflasyondaki artış yüzde 4.73 seviyesinde kaldı. Bugün açıklanan enflasyon rakamları ile SSK ve Bağ-Kur emeklilerinin maaşları yüzde 4.73 oranında artacak AYLIK EN YÜKSEK ARTIŞ ALKOLLÜ İÇECEK VE TÜTÜNDE Aylık en yüksek artış yüzde 7,33 ile alkollü içecekler ve tütün grubunda oldu. Ana harcama grupları itibariyle 2016 yılı Aralık ayında endekste yer alan gruplardan gıda ve alkolsüz içeceklerde yüzde 3,29, ulaştırmada yüzde 1,97, eğlence ve kültürde yüzde 1,42 ve ev eşyasında yüzde 1,28 artış gerçekleşti. Aylık en fazla düşüş gösteren grup yüzde 2,55 ile giyim ve ayakkabı oldu Ana harcama grupları itibariyle 2016 yılı Aralık ayında endekste düşüş gösteren bir diğer grup ise yüzde 0,14 ile haberleşme oldu. "YAPILAN ZAMLARIN ETKİSİNİ GÖRÜYORUZ" Enflasyon rakamlarıyla ilgili olarak Işık FX Analisti Gizmen Nalbantoğlu şu değerlendirmeyi yaptı: "Aralık ayında %8.53 artan enflasyon ile yılı Merkez Bankası'nın hedefinin oldukça üzerinde kapattık. Enflasyondaki yükselişte gıda fiyatlarında görülen düzeltmenin sona ermesi ve yapılan zamların etkisini görüyoruz. Özellikle yaz aylarında turizm sektöründeki sıkıntılar nedeniyle hizmet sektörü ve talepteki zayıflama gıda fiyatlarının yükselmesini sınırlıyordu. Çekirdek enflasyon tarafında ise kur geçişkenliğinin görülmeye başlandığını görüyoruz. Yılın ilk yarısında kurun gecikmeli etkileri çekirdek enflasyonu yukarı çekmeye devam etmesini bekliyorum. Yıllık bazda en yüksek artış %31.59 ile alkollü içecekler ve tütün grubunda gerçekleşti. Burada zamların etkisini görülüyor. Önümüzdeki ay ÖTV, köprü zamlarının etkileriyle enflasyonda yükseliş devam edebilir. İlk çeyrekte ayrıca petrol ve enerji fiyatlarındaki artış enflasyon üzerinde etkili olacaktır. Şubat ve Mart aylarında baz etkisiyle birlikte enflasyonda yükselişin devam edebileceğini düşünüyorum. Üretici fiyatlarına baktığımızda ise kurdaki yükselişin etkisini net bir biçimde görüyoruz. Girdi maliyetlerinin artmasından kaynaklı %10'a dayanmış bir üretici fiyatları verisi görüyoruz. Enflasyondaki yükseliş sonrası gözler yine her zaman olduğu gibi Merkez Bankası'na çevrilecek. Aralık ayı toplantısında, döviz kuru hareketlerinin enflasyon görünümündeki iyileşmeyi sınırladığı belirtilmişti. Merkez Bankası'nın Ocak toplantısında alacağı karar önemli olacak. İç talepteki toparlanmanın yanında, kredi talebinde beklenen yükseliş bu yıl için enflasyon üzerinde yukarı yönlü risk oluşturuyor. Merkez Bankası enflasyonda yükseliş beklediğinden Ocak ayını pas geçebilir. Ancak ilk çeyrek rakamlarına göre Şubat veya Mart ayında faiz artırmak zorunda kalabilir. Kurda ise 3.50-3.55 bandının yukarı kırılması ile 3.60 seviyesine doğru yükseliş devam edebilir." |
Türkmen Alevi Bektaşi Derneği Başkanı:"Türkiye'de sizi öldürürler" Posted: 03 Jan 2017 06:24 AM PST Özdemir katıldığı programda Alevileri tehdit etti. Özdemir "O yalıları başınıza yıkarlar, orada oturamazsınız, o paralarınızı elinizden alırlar, bu Türkiye'de sizi öldürürler" dedi. Türkmen Alevi Bektaşi Derneği Başkanı Özdemir Özdemir, hükümete yakın Kanal A'da çıktığı canlı yayında Alevi vakıflarını tehdit etti. Özdemir "Zaman gelir ortalık karışırsa" dedikten sonra "O yalılarda oturan Alevi vakıf başkanlarına sesleniyorum; O yalıları başınıza yıkarlar, orada oturamazsınız, o paralarınızı elinizden alırlar, bu Türkiye'de sizi öldürürler" söyledi. Özdemir, Reina katliamı sonrası AKP'ye yakın Kanal A'da katıldığı programda şu ifadeleri kullandı: "Buradan Alevi STK'lara seslenmek istiyorum. Artık akıllarını başlarına alsınlar. Ülkede bu tip huzursuzluklara karşı ben çıkıp televizyonlarda rahatça her şeyi konuşuyorsam, bunlar bu devletin paralarıyla kuruldu. Bu devletin örtülü ödeneklerinden para aldılar. Sadece gücün yanında olmayacaksın ülkenin yanında olacaksın. Zaman gelir ortalık karışırsa, o yalılarda oturan Alevi vakıf başkanlarına sesleniyorum; O yalıları başınıza yıkarlar, orada oturamazsınız, o paralarınızı elinizden alırlar, bu Türkiye'de sizi öldürürler." |
Sansürcü Akit sunucuyu böyle savundu Posted: 03 Jan 2017 06:21 AM PST Hükümete yakın Yeni Akit gazetesi, CNN Türk'te Özel Sektör programını sunan Beste Uyanık'ı sansürledi. Yeni Akit, "Barbaros Şansal'a tepki gösteren CNN Türk sunucusuna azılı sol kesimden linç!" başlıklı haberinde Beste Uyanık'ın fotoğrafını kullandı. Uyanık'ın fotoğrafının buzlanması dikkat çekti. İşte buzlanan o fotoğraf: Beste Uyanık, Barbaros Şansal için Twitter'da paylaştığı bir mesajda "Haddi bildirilmeli" ifadelerini kullanmıştı. Barbaros Şansal, kendisine ait olduğunu öne sürülen mesajlar nedeniyle sosyal medyada tepki görmüş ve KKTC'den dönüşü sırasında uçaktan indiği anda linç edilmişti. |
ÖSO İran destekli grupların çekilmemesi nedeniyle barış görüşmelerini durdurduklarını açıkladı Posted: 03 Jan 2017 04:30 AM PST Suriye devletine karşı silahlı mücadele veren ÖSO'ya bağlı gruplar, barış görüşmelerini durdurdu. ÖSO, İran destekli gruplar bölgeden çekilmezse barış görüşmelerine katılmayacak. Suriye devletine karşı silahlı mücadele veren Özgür Suriye Ordusu'na bağlı gruplar, Astana toplantısı öncesinde, barış görüşmelerini durdurduklarını duyurdu. "İRAN'A BAĞLI GRUPLAR ÇEKİLMEDEN GÖRÜŞMELERE KATILMAYIZ" Grupların açıklamasında, İran destekli güçler geri çekilene kadar "Türkiye ve Rusya tarafından öncülük edilen ateşkes ve barış görüşmelerine" katılmayacakları belirtildi. GÖRÜŞMELER BU AY İÇERİSİNDE YAPILACAKTI Türkiye ve Rusya'nın öncülüğündeki ateşkes geçen Cuma günü yürürlüğe girmiş ve barış görüşmelerinin Kazakistan'ın başkenti Astana'da bu ay içinde yapılması kararlaştırılmıştı. ÖSO şemsiyesi altında mücadele eden silahlı gruplar dün gece yaptıkları açıklamada, İran destekli milislerin elde edeceği her türlü toprak kazanımının, Rusya ve Türkiye'nin aracılığıyla sağlanan hassas ateşkes anlaşmasının sonunu getireceğini de belirttiler. ÖSO'YA BAĞLI GRUPLAR REJİM GÜÇLERİNE ATEŞ AÇTI Bu arada Suriye Al-Watan gazetesi ÖSO'ya bağlı grupların Suriye mevzilerine defalarca ateş açtığını duyurdu. Suriye Arap Ajansı SANA'da ateşkes anlaşmasının dışında olan DEAŞ ile Nusra Cephesi mevzilerine saldırıldığını duyurdu Türkiye ve Rusya'nın öncülüğündeki ateşkes geçen Cuma günü yürürlüğe girmiş ve barış görüşmelerinin Kazakistan'ın başkenti Astana'da bu ay içinde yapılması kararlaştırılmıştı. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, Kazakistan'ın başkenti Astana'da yapılması planlanan barış görüşmeleri öncesinde sağlanan ateşkes anlaşmasını Cumartesi günü onaylamıştı. |
Korunmaya muhtaç kaç çocuk şiddet ve cinsel istismara uğramıştır? Posted: 03 Jan 2017 04:00 AM PST Tanrıkulu: Türkiye'de illere göre son 10 yılda korunmaya muhtaç kaç çocuk "Sevgi Evleri" ve "Çocuk Evleri"nde "görevli" adı altında çalışanlar tarafından şiddet ve cinsel istismara uğramıştır? CHP İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu'nun Başbakan Yıldırım'ın cevaplaması istemiyle Meclis'e sunduğu önerge şöyle; TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞINA Aşağıdaki sorularımın Başbakan Sayın Binali YILDIRIM tarafından yazılı olarak yanıtlanmasını arz ederim. Dr. M. Sezgin TANRIKULU İstanbul Milletvekili Türkiye genelinde 100 bine yakın korunmaya muhtaç çocuğun, dernek adı altında faaliyet gösteren ancak bu alanda yetkisi olmayan "taşeron elemanlara" emanet edildiği, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının, hangi derneklerin korunmaya muhtaç çocuklardan sorumlu olduğu bilgisini kamuoyuyla paylaşmadığı, apartman dairelerinde, dernek görevlisi adı altındaki kişilerin bakımı altında yaşamlarını sürdüren bu çocuklara yönelik hiçbir bilgi olmadığı yönünde haberler basına yansımıştır.Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı'na bağlı kurumlarda yaşayan kimsesiz çocuklar, 2007 yılından itibaren, "Sevgi Evleri" ve "Çocuk Evleri"ne yerleştirilmiş, yapılan protokolle bu evlerin idaresi ağırlıklı olarak dernek ve vakıflara bırakılmıştır. Bu bağlamda; 1. Türkiye genelinde 100 bine yakın korunmaya muhtaç çocuğun, dernek adı altında faaliyet gösteren ancak bu alanda yetkisi olmayan "taşeron elemanlara" emanet edildiği iddiası doğru mudur? 2. 100 bine yakın korunmaya muhtaç çocuğun temel sorumlulukları devlete aitken, bu konuda en büyük sorumluluğu göstermesi gereken Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının, korunmaya muhtaç çocukları, apartman dairelerinde, dernek görevlisi adı altında hiçbir yetkili olmayan "taşeron elemanlara" emanet ederek, ayrıca hangi derneklerin korunmaya muhtaç çocuklardan sorumlu olduğu bilgisini kamuoyuyla paylaşmamasının izahı nedir? 3. AKP Hükümetleri döneminde sürekli "3 çocuk" çağrısı yapılırken, hatta "3 yetmez 4 olsun" denilirken, 100 bine yakın korunmaya muhtaç çocuğun sorumluluğu Devlet tarafından alınmayıp, her türlü şiddete ve cinsel istismara maruz bırakıldıkları, 2014 yılından itibaren ise, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı'nın, "sevgi ve çocuk evlerinde cemaat mensuplarının bulunduğunun tespit edildiğini" belirterek, bu evleri belediyeye devretmek için harekete geçerek yeni bir yönetmelik yayınlayarak "Çocuk Evleri"ni Bakanlığa bağlı Çocuk Koordinasyon Merkezine bağlaması sonucu değiştirmemiş, derneklerle yapılan protokoller aracılığıyla, korunmaya muhtaç çocukların bakımı yine derneklere bırakılmıştır. 100 bine yakın korunmaya muhtaç çocuğun sorumluluğunu alamayan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı konu ile ilgili kamuoyunu ivedi bilgilendirecek midir? 4. Türkiye'de illere göre son 10 yılda korunmaya muhtaç kaç çocuk "Sevgi Evleri" ve "Çocuk Evleri"nde "görevli" adı altında çalışanlar tarafından şiddet ve cinsel istismara uğramıştır? 5. Türkiye'de illere göre son 10 yılda "Sevgi Evleri" ve "Çocuk Evleri"nde kalan korunmaya muhtaç çocuklardan kaçı uğradığı cinsel istismar ve tecavüz sonrası hayatını kaybetmiştir? 6. AKP Hükümeti ve Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı, çocuklara yönelik yaşanan şiddet, cinsel istismar ve tecavüz olaylarına daha ne kadar duyarsız kalmaya devam edecektir? |
CHP: Teklif edilemez ve görüşülemez Posted: 03 Jan 2017 03:00 AM PST CHP, anayasa değişiklik teklifinin Anayasa'nın 4. maddesindeki teklif yasağı kapsamında olduğunu savunarak, "Dolayısıyla teklif edilebilmesi ve görüşülmesi mümkün değildir" görüşünü dile getirdi. TBMM Anayasa Komisyonu'nda kabul edilen anayasa değişikliği teklifine ilişkin olarak CHP'li üyelerin yazdığı muhalefet şerhinde, "Anayasanın ilk dört maddesinde güvence altına alınan demokratik cumhuriyet ve hukuk devleti yok edilmektedir. Dolayısıyla Anayasa'nın 4. maddesinde ifade edilen teklif yasağı kapsamındadır. Teklif edilebilmesi ve görüşülmesi mümkün değildir" ifadesi yer aldı. CHP'li Anayasa Komisyonu üyeleri Bülent Tezcan, Muharrem Erkek, Murat Emir, Uğur Bayraktutan, Nurhayat Altaca Kayışoğlu ve Akın Üstündağ'ın hazırladığı 24 sayfalık şerh özetle şöyle: SİVİL DARBE: AKP'nin getirmek istediği düzenlemeyle egemenliğin şahsileşmesinin önü açılmaktadır. Fiili durum denen olgu, gerek AKP gerekse buna destek olan MHP'nin açıklamalarından anlaşılacağı gibi, anayasaya aykırılıktır. Anayasal kimlik ve hukuk düzeninin karakteristik yapısına dokunan böyle bir değişiklik Anayasa'nın ortadan kalkmasına ve sivil darbeye yol açar. PARLAMENTER SİSTEM ÇÖZÜLÜYOR: Bir sistemi demokratik yapan, egemenliğin gerçekten millette olduğunu gösteren unsur, güçlerin birbirini denetleyebilme gücüdür, yeteneğidir. Parlamenter sistemin sorunlarının çözülmesi yerine, parlamenter sistemin "çözülmesi" durumuyla karşı karşıyayız. Fiili durumlara uygun yeni hukuki ve anayasal düzenlemelerin yapıldığı dönemler, darbe dönemleridir. Yeni bir darbe hukukuyla karşı karşıyayız. DOĞRUDAN MONOKRASİ: Getirilen değişiklik teklifiyle egemenliğin bir kişi lehine sınırlandırılması; 'yürütmede tekleşme, devlette tekelleşme' amaçlanmaktadır. Yönetim hakkı tek kişiye veriliyorsa doğrudan monokrasi yaşama geçirilmiş demektir. Cumhurbaşkanı'nın yargılanamayacak olması ayrı bir sorundur. FEDERASYONUN ALTYAPISI: Cumhurbaşkanına kararnameler yoluyla yasama yetkisine ortak olup, idari alanda sınırları belirsiz ve geniş bir düzenleme yapma yetkisi veren bu teklif, üniter yapıyı tehdit edecek şekilde kötüye kullanılmaya açık bir durum yaratmıştır. Başka bir deyişle, bu yetkiler pekala federasyonun altyapısını oluşturmak üzere kullanılabilir. Cumhurbaşkanı kararname yetkisiyle fiilen yasamaya ortak edilmektedir. Yasamayı yürütmenin emrine sokan diğer bir düzenleme Meclisi fesih yetkisidir. Kuvvetler ayrılığının olmadığı yerde, şeklen bir metin olsa da bu 'anayasa' olamaz. Teklifin kuvvetler birliğini öngördüğünü, bu kuvvetler birliğinin yürütmenin altında birleştiğini, bunun teknik ifadesinin dikta rejimi olduğu açıktır. PROPAGANDA NASIL YAPILACAK: Ülkemiz, tarihinin en büyük terör eylemleriyle karşı karşıyadır. 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında ilân edilen OHAL, FETÖ ile mücadele görüntüsünden oldukça uzak, keyfi uygulamalara imza atmanın kılıfı olmuştur. Bu değişiklik paketinin, olası Meclis Genel Kurulu'ndan geçmesi durumunda propagandalar nasıl yapılacaktır? Devletin tüm olanaklarının seferber edildiği bir 'evet' cephesi karşısında, OHAL koşulları içinde 'hayır' demeye çalışmak bile böyle bir anayasa değişikliğinin tartışılmasını olanaksız kılmaktadır. Anayasa yapımı için gerekli koşullar yoktur! MASA BAŞINDA HAZIRLANMADI: Anayasanın ilk üç maddesi ya da Türkiye'nin üniter yapısı, masa başında hazırlanmış birkaç cümleden ibaret değildir. DEMOKRASİNİN SARAYI TBMM: Türkiye'nin parlamenter sistemi güçlendiren, güçler ayrılığı ilkesini ve hukukun üstünlüğünü egemen kılan, özgürlükçü bir anayasal sisteme ve birinci sınıf demokrasiye ihtiyacı bulunmaktadır. Türkiye'de demokrasinin sarayı TBMM'dir, başka saraylara ihtiyaç yoktur. Türkiye'ye en uygun Cumhurbaşkanlığı; partiler üstü, sembolik yetkilerle donatılmış, yürütme ve yasama üzerindeki etkisi sınırlandırılmış bir Cumhurbaşkanlığı modelidir. DEMOKRATİK CUMHURİYET YOK EDİLİYOR: Anayasanın ilk dört maddesinde güvence altına alınan demokratik cumhuriyet ve hukuk devleti yok edilmektedir. Dolayısıyla Anayasa'nın 4. maddesinde ifade edilen teklif yasağı kapsamındadır. Teklif edilebilmesi ve görüşülmesi mümkün değildir. Anayasaya aykırıdır. Bu teklif, cumhuriyet devrimiyle kazanılan tüm değerleri tersine çevirmeye dönük bir karşı devrim hareketinin anayasal zeminini yaratma arayışıdır. Gazi Meclis'te görüşülmesi dahi tarihi bir ayıptır. |
Turkcell Fatura Ödeme Nasıl Yapılır? Posted: 03 Jan 2017 02:49 AM PST Günümüz temel iletişim olanakları GSM operatörlerinin sağlamış olduğu hizmetlerle yerine getirilmektedir. Dünyada ve ülkemizde birbirinden farklı gsm operatör şirketleri bulunmaktadır. Ülkemizdeki ilk GSM operatörü olma özelliğini taşıyan Türkcell'dir. Turkcell GSM operatörü kalabalık bir kullanıcı potansiyeline sahiptir. Ülkemizde kaliteli hizmet sunma olanağı sunan Türkcell sadece iletişim imkanı değil bunun yanında hızlı internet imkanı da sunmaktadır. Bu operatör kullanıcılarının yararlanacağı hizmetler hazır kart ve faturalı hat olarak iki farklı şekilden verilmektedir. Hazır kart kullanıcılarının turkcell hizmetlerini alması için bir hazır kart ve bakiye bulundurması gerekir. Turkcell gsm operatörünün faturalı hatta sunmuş olduğu hizmet seçenekleri daha geniştir. Faturalı turkcell hat kullanıcılarının en çok merak ettiği şey fatura işlemlerine ilişkin hizmetlerin nasıl sağlandığıdır. Turkcell faturalı hat kullanıcıları özellikle Turkcell Fatura Sorgulama Nasıl Yapılır? Konusunda nasıl bir yol izleyeceklerini merak etmektedirler. Fatura sorgulama işlemi için turkcell online ana sayfası üzerinden telefon numarası ve site şifrenizle giriş yaptıktan sonra fatura sorgulama işlemi seçilir. Fatura işlemleri seçilirken hem daha önce kesilmiş ve ödenmiş faturalara hem de güncel fatura kullanım detayına ulaşmak mümkündür. Bununla beraber fatura sorgulama için operatörün belirlemiş olduğu kısa mesaj numarasına 2222 ye fatura veya güncel fatura yazarak ilgili bilgilere kolaylıkla ulaşmanız mümkün. Ayrıca müşteri hizmetlerini arayarak fatura bilgilerinize kolaylıkla ulaşabilirsiniz. |
Posted: 03 Jan 2017 02:41 AM PST Sigaranın ardından sigara cezaları da zamlandı. 1 Ocak'tan geçerli sigara cezaları yüzde 3.83 oranında artırıldı. sağlık Bakanlığı, yeni listeyi illere göndererek bu tarife üzerinden ceza kesilmesini istedi. Buna göre sigaraya benzeyen sakız ve şeker üretene 149 bin lira, televizyonda ve internette sigara satana 183 bin TL ceza kesilecek. Kapalı alanda sigara içmenin cezası ise 105 TL'den 109 TL'ye yükseldi. KOKU VE DUMAN TECRİDİ Bakımevi, cezaevi, ruh ve sinir hastalıkları hastanelerinde sigara içilebilir alan toplam alanın yüzde 10'unu geçmeyecek. Bu alanlar koku ve duman geçişini önleyecek şekilde tecrit edilecek. Söz konusu alanların tavan, kapı ve pencereleri dışında dört tarafı duvar olacak. Standartlara uygun havalandırma tertibatı kullanılacak bu bölümlere 18 yaşından küçüklerin girmesine izin verilmeyecek. Habertürk'ün haberine göre, bu kuralların yerine getirilmemesi halinde bin 486 TL ile 7 bin 453 TL ceza verilecek. Ceza tutarı daha önce bin 432 TL ile 7 bin 179 TL arasındaydı. Aralık ayı başında tütün ürünlerinden alınan Özel Tüketim Vergisi (ÖTV) yüzde 27.5 oranında artırılmış, 5 Aralık'tan itibaren yürürlüğe giren yeni zamlı satışlara göre sigaralara paket başı 50 kuruş ila 1 TL zam uygulanmıştı. |
Zamlı emekli maaşları belli oldu Posted: 03 Jan 2017 02:40 AM PST Emekliye ocak maaşları için yapılacak 'fiyat güncellemesi' yüzde 4.73 oldu. Yıllık enflasyon beklentilerin üzerinde gelerek bir önceki yılın aynı ayına göre %8,53 oldu. Emekliye ocak maaşları için yapılacak 'fiyat güncellemesi' yüzde 4.73 oldu. Enflasyonun beklenenden yüksek çıkmasıyla dolar 3.58 TL'yi aştı. TÜFE'de 2016 yılı Aralık ayında bir önceki aya göre %1,64, bir önceki yılın Aralık ayına göre %8,53, bir önceki yılın aynı ayına göre %8,53 ve on iki aylık ortalamalara göre %7,78 artış gerçekleşti. Enflasyonun beklenenden yüksek çıkmasının ardından dolar 3.58 TL'nin üzerine çıktı. 2016'nın ikinci yarısında gelen enflasyon sonucu emekli maaşlarına ocak ayında yapılacak 'fiyat güncellemesi' %4.73 olacak. EMEKLİ MAAŞLARI NE KADAR OLDU? Buna göre en düşük işçi emeklisi maaşı 836 TL'ye çıktı aldığı zam 37.76 TL oldu. En düşük çiftçi emeklisi maaşına 43.35 TL zam aldı, maaşları 959 lira oldu. En düşük esnaf emeklisinin zammı 972 TL'den 1018 TL'ye çıktı. Memur emeklilerine ise enflasyon zammı yok. Memur emeklileri pazarlık sonucu hak ettikleri yüzde 3 zammı alacaklar. |
Yıldırım'dan ABD'ye sert tepki Posted: 03 Jan 2017 02:26 AM PST Başbakan Binali Yıldırım, OHAL'in üç ay uzatılmasına ilişkin kararın Meclis'te bu hafta görüşüleceğini açıkladı. Partisinin grup toplantısında ABD yönetimine seslenen Yıldırım,"Amerika'nın da bir halt ettiği yok. Laftan başka bir iş yapmıyorlar. Yaptıkları var; YPG ve PYD'ye silah veriyorlar. Biz burada yeni yönetimi sorumlu tutmuyoruz. Yeni yönetimden bu kepazeliğe son vermesini istiyoruz" dedi. AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan Binali Yıldırım partisinni grup toplantısında konuşuyor. Yılbaşı gecesi Reina'ya düzenlenen ve 39 kişinin hayatını kaybettiği saldırıyla ilgili konuşan Yıldırım, "Bu katilleri aramıza salanlar, bu alçakça eylemleri ile farklı yaşam tarzı üzerinden, inançlar üzerinden ayrışacağımızı bekliyorlarsa boşuna hevesleniyorlar. Türkiye bir hukuk devletidir, bu ülkede bütün hayat tarzları, bütün inançlar, bütün düşünceler, devletin güvencesindedir" dedi. "Karanlıktan beslenen terör örgütler Türkiye'nin gün ışığına kavuşmasından rahatsız oluyorlar.Bu aziz milleti hiçbir güç ayrıştıramadı, bundan sonra da ayrıştıramayacak" diyen Yıldırım'ın açıklamalarının satır başları şöyle: Masum ve savunmasız insanları mutlu ve güzel anlarında katleden alçakların amacı insanlığa korku salmak ve ülkemize zarar vermek. Bu katilleri aramıza sokanlar ayrışacağımızı bekliyorlarsa yanılıyorlar. Türkiye bir hukuk devletidir, bütün yaşam şekilleri ve inançlar devlet güvencesindedir. Bilnmelidir ki, bu alçak saldırılar karşısında birbirimize daha fazla kenetleneceğiz. Uluslararası toplumdan tek bir beklentimiz var, terör işinde ikircikli davranışları bir tarafa bırakalım, hakkaniyetli olalım. DÜNYAYA ÇAĞRI YAPTI Uluslararası toplumdan tek bir beklentimiz var, terör işinde ikircikli davranışları bir tarafa bırakalım, hakkaniyetli olalım. Türkiye bugün PKK'nın yanı sıra DAEŞ, FETÖ, DHKP-C gibi örgütle mücadele ediyor. Bunun sebebi emperyal hayallerin ülkemizin civarındaki komşularımızı üzerindeki hesaplarıdır.Suriye'de, Irak'ta son 5-6 yıl içerisinde yaşanan istikararsızlık, otorite boşluğu, terör örgütleri için mükemmel ortam oluşturmuştur. En büyük zararı gören Türkiye olmuştur. Terörle mücadeleyi yaparken sadece yurtiçinde bu mücadeleyi yapmamız mümkün değil. Hatay'da, Kilis'te masum insanlar ölürken 'Niye mücadele etmiyorsunuz' diyenler, terör örgütlerini inlerinde yok ederken 'Orada ne işiniz var' diyorlar. Türkiye terörü kendi topraklarında değil, nerede insanlarımıza zarar veriyorsa orada yok etme kudretine sahiptir, Fırat Kalkanı ile de bunu gerçekleştirmektedir. 7'DEN 70'E UYANIK OLMAK ZORUNDAYIZ İstanbul'da gerçekleştirilen terör saldırısı, seçilen mekan ve zaman dikkate alındığında ne amaçlandığı açıktır. Kışkırtmaya yönelik bir süreç başlatılmaya çalışılıyor. Biliyoruz ki bu kirli tuzaklar toplumun sağduyusunu hedef alıyor. Caniler ve onları azmettirenler toplumsal barışımızı bozmaya çalışıyor. Onlar biliyor ki Ortaköy'de cami, kilise, havra hep yan yanaydı. Biz birarada yaşamayı bin yıllardır tecrübe ediyoruz. 7'den 70'e uyanık olma mecburiyetindeyiz. SOSYAL MEDYA UYARISI Sosyal medya üzerinden yapılan kışkırtıcı paylaşımlar kardeşliğimize zarar veriyor. Sosyal medya kullanan kardeşlerimize uyarım var. Sosyal medya, sorumsuz medya değildir. Burada yapacağınız suç nitelikli paylaşımlar başınıza bela olabilir, ki olmaya başlamıştır. Kin ve nefret söylemi, teröre övgü gibi faaliyetler hukuk devletinde suçtur, cezai karşılığı vardır. Bu paylaşımları yapanlar için hukuki işlemler başlatılmıştır. Vatandaşlarımızın suç niteliğinde paylaşımlar yapmamasını özellikle rica ediyorum.Milletimizin sağduyusuna ve bin yıllık müktesabatı bizim en büyük hazinemizdir. Teröre karşı dimdik birlikte karşı çıkacağız. Bu alçakların hedefine ulaşmasına katiyen müsaade etmeyeceğiz. 'BİRÇOK OLAYI KISA SÜREDE YAŞADIK' 2016 yılında zor günler yaşandı. Başımıza gelen pişmiş tavuğun başına gelmedi.Dünya genelinde yaşanan terör olayları ve ekonomik kriz yanı sıra, ülkemizde yılın ikinci yarısından başlayan birçok olayı kısa sürede yaşadık. Bunlardan en önemlisi 15 Temmuz darbe girişimidir. Alçak, sinsi terör örgütü 17-25 Aralık'ta emeline ulaşamayınca son çareyi hainlik yapmakta gördü. Ak Parti iktidarı ilk günden bugüne kadar bir yandan millete hizmet ederken, diğer yandan vesayet odaklarına karşı amansız mücadelesini vererek bugüne geldi. Biz 3 sefer açık darbe girişimine maruz kaldık. Her seferinde de millete güvendik, demokrasiye ve hukuk devletine güvendik, bütün darbecileri hayal kırıklığına uğrattık. Türkiye'nin özlem duyduğu her alanda insanlarımızın yüzünü güldürecek hizmetleri de yaptık. Hem vesayetle mücadele ettik, hem milletimize verdiğimiz sözleri yerine getirdik. 2016'da dünya ekonomik krizle boğuştuğu halde, Türkiye en büyük projeleri hayata geçirdi. SÖZÜMÜZÜ YERİNE GETİRDİK Türkiye'nin özlem duyduğu her alanda insanlarımızın yüzünü güldürecek hizmetleri de yaptık. Hem vesayetle mücadele ettik, hem milletimize verdiğimiz sözleri yerine getirdik. 2016'da dünya ekonomik krizle boğuştuğu halde, Türkiye en büyük projeleri hayata geçirdi. Ne yaparlarsa yapsınlar hizmet kervanı yürümeye devam edecek, terörle mücadelemiz sürecek. Bu terörün tırmandırılmasının arkasındaki sebep, Türkiye'nin teröre karşı gösterdiği mücadeleye karşı, terör örgütlerinin arkasındaki güçlerin rahatsızlığı. IRAK'A GİDİYORUM Dostlukları artıracağız, düşmanlıkları azaltacağız. Irak'ta, otorite olmazsa, Suriye'de otorite olmazsa biz güvende olamayız. O yüzden işe ilişkilerimizi düzeltmekle başladık. Rusya ile ilişkilerimizi normalleştirdik, İsrail ile ilişkilerimizi bir noktaya getirdik. Rusya ile birlikte Suriye'de ateşkesin sağlanmasını başardık. Bununla da kalmadık BM tarafından kabulünü de sağladık. Bütün ülkelerin Suriye'de kalıcı barışa adım atmaları için önemli bir zemin oluşturduk. Halep'teki katliama müdahale eden ülke de Türkiye oldu. Türkiye kendine yakışanı yaptı, bu millet kendine yakışanı yaptı. Bunlar az şeyler değil, ama bu yöndeki çalışmalarımız devam ediyor. Irak'la ilişkilerimizi düzeltmek için bir süreç başladı. Komşu ülkelerle barış içinde, kardeşlik içinde yaşamak önemlidir, olmazsa olmazdır. Her türlü gayreti göstermeye devam edeceğiz. Irak'a ziyaret gerçekleştireceğim. ABD'YE SERT TEPKİ:KEPAZELİK Suriye ile 211 kilometrelik sınırımız var. Yaşanan iç savaş nedeniyle ülkemizi çok rahatsız eden bir durumla karşı karşıyayız. 3 milyon mülteci kardeşimiz var. Bugün Fırat Kalkanı'nın 133. günündeyiz. Bugüne kadar 1270 DAEŞ mensubu etkisiz hale getirildi. Yakalananlarla sayı 1561 kişi oldu. Dünya DAEŞ diyor, yaptıkları bir şey yok. Bu konuda Amerika'nın da bir halt ettiği yok. Laftan başka bir iş yapmıyorlar. Yaptıkları var; YPG ve PYD'ye silah veriyorlar. Biz burada yeni yönetimi sorumlu tutmuyoruz. Yeni yönetimden bu kepazeliğe son vermesini istiyoruz. Bu Obama yönetiminin marifeti. Terör örgütünü kullanarak terörle mücadele etmek. Mafyayı kullanarak mafyayı alt etmek gibi bir şey. Gün dostun, düşmanın ortaya çıkma günüdür. Biz yıllardır NATO'da ABD ile birlikteyiz. Stratejik ortağımız. Bu stratejik ortaklığın bir terör örgütü tarafından gölgelenmesine ABD izin vermemeli. PYD eşittik PKK, PKK eşittir bölücü terör örgütü. FETÖ orada. Ne yapıyorsunuz kardeşim, karar verin. Türkiye ile birlikte mi olacaksınız, bu alçak terör örgütlerine kucak mı açacaksınız. Türk milletini bu yeni ABD yönetiminden bekliyor. ABD terör örgütleriyle değil, Türkiye gibi bölgede istikrarı, güveni tesis etmek için elini taşın altına koyan ülke ile işbirliğini tercih edecek ve geçmiş yönetimin başlattığı yöntemden dönecek. Dönerse döner, dönmezse biz kendi işimizi hallederiz. KOBİLERE MÜJDE VERDİ 2 Aralık'ta KOBİ'lerimizin yaşanan kur dalgalanmasına karşı yaşadıkları sıkıntıyı gidermek için bir kredi programı başlattık. Nakit sıkışıklığı çeken, döndüremeyen KOBİ'lerimize kredi vereceğiz. Düşük faizli kredi vereceğiz. Borçlarını yeniden yapılandırmaları için. Faiz yüzde 10'un altında olacak. KOBİ'lere Halk Bankası marifetiyle verdiğimiz düşük faizli kredi bunun dışında. Hazine'ye 25 milyar lira kaynak aktararak yapacağız. Bunu yaparken asla ilave borçlanma yapmayacağız, asla mali disiplinden de vazgeçmeyeceğiz. Bütçedeki bazı fasıllar arasında aktarma yapmak suretiyle ve yeniden yapılandırma sonucu 115 milyar liralık oluşan kaynaktan bir kısmını buraya ayırmak suretiyle böyle bir imkanı harekete geçirmiş oluyoruz. ASGARİ ÜCRET DÜŞERSE FARKINI BİZ KARŞILAYACAĞIZ İlk üç ay prim ödemelerini almayacağız. Yılın son üç ayına kadar erteliyoruz. Böylece kaynaklar ellerinde kalacak ve öncelikli alanlarda kalacak. Sicil affı yüce merkezde bu hafta görüşülecek. Asgari ücret yüzde 10'a yakın bir miktar da arttı. Her yıl asgari ücret yılda iki sefer artardı. Artık Ocak 1'den 31 Aralık'a kadar asgari ücret hep aynı olacak. Vergi dilimi arttı, asgari ücret düştü meselesi yok, düşerse farkını biz karşılayacağız. İşverenlerimizin de artan asgari ücretten dolayı ilave yüklerini de kaldıracağız. Bütün bunları üst üste koyduğmuz zaman 10 milyar liralık ilave bir kaynağın hem işçiye hem emekliye hem işverene aktarılması demek. AHİLİK FONU İŞİ ESNAFA YARDIM EDECEK Bugün asgari ücreti düşük bulabilenler olabilir. İmkanlarımız arttıkça bunu da yapmaktan geri durmayız. Önemli olan kısıtlı imkanlarla sınırsız ihtiyaçları öncelikleri gözeterek karşılayabilmektir. Esnaf ve Ahilik Fonu'nu kurmaya karar verdik. Aynen işsizlik fonunda olduğu gibi bir fon oluşturulacak. Esnaf Ahilik Fonu, işyeri kapanan, zora giren ve işsiz kalan esnaflarımıza nefes aldıracak, onlara bir imkan sağlayacak. Esnaf bir pay koyacak. Devlet de pay koyacak. Bu paralar biriktirilecek daha sonra işleri yolunda gitmeyen esnaf ondan yararlanacaktır. Bunu yaparken Esnaf Federasyonu ve konfederasyonuyla beraber çalıştık. En kısa zamanda Meclis'e götürüp düzenlemeyi yapacağız. ARKA ARKAYA DEV PROJELER Avrupa'nın üçüncü büyük Hızlı Tren'i sessiz sedasız yaptık. En kısa zamanda Mersin'e gidip vatandaşlarımla görüşeceğim. Kayseri'de 1 milyar değerinde 104 eserin toplu açılışını yaptık. 5 Aralık'ta Göktürk2 yerli uydumuzu uzaya fırlattık. 7 Aralık'ta Rusya'ya bir ziyaret gerçekleştirdik. Bu gezinin amacı ticaret hacmimizi yukarıya çıkarmaktı.Aralık'ın ilk yarısında toplam maliyeti 600 milyonu aşan Filyos Limanı'nın temelini attık. Kahramanmaraş'ta 680 milyon değerinde hizmetlerin toplu açılışını yaptık. Trabzon'da ülkemizin deniz üzerine inşa edilen ilk stadını ve dünyanın beşinci akıllı çatısına sahip olan stadyumu hizmete aldık. Aynı gün Türkiye-Katar arasında 17 anlaşma imzaladık. 20 Aralık'ta ise dünyanın 4 ödül kazanmış Avrasya Tüneli'nin açılışını gerçekleştirdik. AK Parti iktidarından önce Boğaz'da iki tane köprü vardır. Yetmez dedik, bir köprüyü yaptık, Marmaray ve Avrasya'yı yaptık. Bunlar küçük işler değil. Avrasya Tüneli'nden mutlaka geçin. Yenikapı'dan Numune Hastanesi'ne 4,5 dakika. 3 Aralık'ta İzmir'de enerji ve tarım sektöründe 3 tane dev tesisi hizmete aldık. Yine Cumhurbaşkanımızın katılımlarıyla. Aliağa'da ilk defa Türkiye'de yüzer doğalgaz santralini hizmete aldık. Ayrıca Egegaz'ın yüzde 50 kapasite arttırılmış tesisini hizmete aldık. ANAYASA ÇALIŞMALARI 10 Aralık'ta MHP ile birlikte başlattığımız anayasa değişiklik teklifimizi Meclis'e sunmuştuk. 20 Aralık itibariyle de komisyonda görüşmeler başlandı, 29 Aralık'ta tamamlandı. Şimdi diyorlar ki, 'Yeterince zaman tanınmadı, fazla konuşulmadı'. 3 saate yakın konuşan milletvekili var, ne konuşuyorsunuz. 100 saat konuşulmuş zaten 50 senedir konuşuyorsunuz. Az konuşacaksın, çok iş yapacaksın. Devir, laf üstüne laf koyma devri değil, taş üstüne taş koyma devri. Şimdi anayasa görüşmelerinde AK Parti grubumuz, MHP grubu çok demokratik bir duruş sergiledi, büyük bir gayretle yapıcı çalışmalarla teklifin olgunlaşmasına katkı sağladı. GENEL KURULDA KAPSAMLI BİR DEĞİŞİKLİK ÖNGÖRMÜYORUZ Anayasa değişikliği genel kurula gelmeden önce biz de kendi aramızda değerlendirme yaptık. Arkadaşlarımızın önerilerini komisyonda ele alacağımızı beyan ettik. Bunu da yaptık. Bazı konularda endişeler ifade edildi. Gayet tabii komisyon her türlü çalışmanın olgunlaştığı yerdir. Nitekim 21 maddelik değişiklik 18 maddeye düştü. 2 madde beklentiler doğrultusunda değiştirildi. Genel kurulda kapsamlı bir değişiklik öngörmüyoruz. İnşallah gelen bu metin milletvekilleri tarafından vatandaşa anlatılacak. "KILIÇDAROĞLU'NA HAK VERDİM..." CHP ne yaptı? Her zamanki yaptığını yaptı. HDP ile birlikte yapılan değişikliğin bir rejim değişikliği olduğunda ısrar edip durdular. Sayın Kılıçdaroğlu'na bu bir rejim değişikliği değildir, yönetim değişikliğidir dedim, dilimde tüy bitti anlatamadım. Vazgeçtim. Sayın Kılıçdaroğlu niye ısrar ediyor diye düşündüm düşündüm hak verdim. Vesayet rejimini değiştiriyoruz, artık vesayet yok. Bu değişikliği AK Parti iktidara geldi başlattı. OHAL AÇIKLAMASI: 3 AY UZATILMASINA YÖNELİK KARAR MECLİS'TE GÖRÜŞÜLECEK Olağanüstü halin (OHAL) 3 ay uzatılmasına yönelik kararın Meclis'te görüşüleceğini de açıklayan Başbakan Yıldırım, "Bu hafta içinde Afganistan'daki görev gücümüzün süresinin uzatılması ile ilgili bir tezkere ve OHAL'in 3 ay uzatılmasına yönelik bir kararı da Meclisimiz görüşecek. Önümüzdeki pazartesi gününden itibaren de anayasa değişiklik teklifimizi Meclis Genel Kurulu'nda görüşmeye başlayacağız. Dolayısıyla bu yoğun gündemde arkadaşlarımıza kolaylıklar diliyorum" dedi. |
Posted: 03 Jan 2017 02:22 AM PST Turizmciler Reina'nın önüne yürüdü "korkmuyoruz" dedi YILBAŞI gecesi yaşana terör saldırısının ardından, Reina hayatını kaybedenleri anmak için ve terörü lanetlemek için Turizm Restaurant Yatırımcıları ve İşletmecileri Derneği (TURYİD) yürüyüş düzenledi.Yürüyüşe katılan Reina'nın sahibi Mehmet Koçarslan "Ortağım tesadüf eseri, geriye düşerek hayatı kurtuluyor" dedi. Kuruçeşme Cemiz Topuzlu parkında toplanan grup, Reina'nın önüne yürüdü. Gruba, Beşiktaş Belediye Başkanı Murat Hazinedar, Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan, Şişli Belediye Başkanı Hayri İnönü ve TURYİD Başkanı Kaya Demirer ile bir çok eğlence mekanı sahibi ve çalışanları da katıldı. Reina'nın işletmecisi Mehmet Koçarslan da grupta yer aldı. "EN GÜZEL KILIKLARIMIZLA, EŞİMİZLE, DOSTUMUZLA REİNA'YA REZERVASYON YAPTIRACAĞIZ" Grup ellerinde "Yılmayacağız, yarınlar için" yazılı bir pankart taşıyarak sessiz bir şekilde Reina'nın önüne yürüdü. Burada TURYİD Başkanı Kaya Demirer kısa bir açıklama yaparak, "Korkmuyoruz, korku tutsaklıktır. Biz ümit vermeye geldik. Biz ezelden beri hür yaşadık, hür yaşayacağız. Reina gerekli izinlerini aldığı zaman, yetkililerinin takdiri ile açılma tarihine karar verdiği zaman bizler ilk önce burada olacağız. Bizler en güzel kılıklarımızla, eşimizle, dostumuzla Reina'ya rezervasyon yaptıracağız" dedi. BELEDİYE BAŞKANLARINDAN AÇIKLAMALAR Ardından gruba destek için yürüyüşe katılan belediye başkaları da kısa birer açıklama yaptı. Beşiktaş Belediye Başkanı Hazinedar, "Terör, Müslüman ülkeler içinde en güzel yaşama sahip olan ve herkesin örnek aldığı, hem coğrafyasıyla hem de çağdaş yaşamıyla örnek olan İstanbul'un ve Türkiye'nin ve İstanbul'un yaşamına zarar vermek istiyor. Buna karşı yaşamımıza sahip çıkmak zorundayız. Değerlerimize sahip çıkmak zorundayız. Bunun için gerekirse bedel ödemek zorundayız" diye konuştu. Beyoğlu Belediye Başkanı Demircan da, "İşte bütün bu terör saldırılarının ardında toplumsal birliğimizi, beraberliğimizi, tek vatan ülküsü içerisinde, tek bayrağın gölgesi altında hep birlikte nasıl yaşamamız gerektiğini, bu toplum her defasında bir araya gelerek, kenetlenerek ifade ediyor. Bugün bu anlamlı yürüyüş, bu anlamlı lanetleme, bu anlamlı terörü protestonun arkasındaki gerçek de buö şeklinde konuştu. Şişli Belediye Başkanı İnönü ise "Buranın açılışında hep birlikte bulunup, bu açıları unutmaya çalışacağız. Unutulmuyor açılar tabi, ateş düştüğü yeri yakıyor. Hayat devam ediyor ne yazık ki" dedi. "BİRLİKTE DİRENECEĞİZ" Reina'nın işletmecisi Koçarslan ise, "Ortağım da tesadüf eseri geriye düşerek hayatı kurtuluyor. Bizler de olabilirdik. En değerli varlıklarımız, evlatlarımız. İnsan değil iblis bunlar. Biz hepimiz buradayız. Burada olacağız, birlikte direneceğiz" diye konuştu. Artında grup Reina'nın giriş kapısının önüne karanfil bıraktı. |
Reina saldırısı sonrası atılan tweetler için yasal süreç başladı Posted: 03 Jan 2017 02:00 AM PST Başbakanlık'tan saldırılar sonrası atılan tweetler hakkında açıklama yapıldı. Başbakanlık, İstanbul Ortaköy'deki eğlence mekanı Reina'da düzenlenen terör saldırısının ardından sosyal medyadan yayımlanan ayrımcı mesajlara ilişkin açıklama yaptı. Açıklamada, "Değerler ve yaşam tarzları üzerinden yapılan eleştirilerin, kutuplaşmaya sevk edici paylaşımların teröre hizmet edeceği unutulmamalıdır. Milli birlik ve beraberliğe ihtiyacımız olduğu şu günlerde, terör eylemlerini haklı gösterebilecek bu tür söylemler tehlikeli birer tuzaktır" açıklaması yaptı. Başbakanlık'tan yapılan açıklama şöyle: 31 Aralık gecesi İstanbul'da meydana gelen menfur saldırı sonrası ne yazık ki, sosyal medyada birtakım ayrımcılık içeren paylaşımlara yer verildiği görülmektedir. Değerler ve yaşam tarzları üzerinden yapılan eleştirilerin, kutuplaşmaya sevk edici paylaşımların teröre hizmet edeceği unutulmamalıdır. Milli birlik ve beraberliğe ihtiyacımız olduğu şu günlerde, terör eylemlerini haklı gösterebilecek bu tür söylemler tehlikeli birer tuzaktır. Beka mücadelesi verdiğimiz şu günlerde kurulan bu ucuz tuzaklara karşı vatandaşlarımızın duyarlı olması gerekmektedir. Ülkemizin ve milletimizin menfaatleriyle bağdaşmayan bu tür paylaşımlar aynı zamanda suç teşkil edebilecektir. YASAL SÜREÇLER BAŞLADI Halkı kin ve düşmanlığa sevk edecek bu paylaşımları yapanlarla ilgili yasal süreçlerin başladığını kamuoyunun bilgisine sunarız. |
Kılıçdaroğlu’na suikast uyarısı Posted: 03 Jan 2017 01:00 AM PST Başbakan Binali Yıldırım'ın, Ortaköy'de yaşanan katliamdan kısa bir süre önce CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu'na suikast ihbarlarının arttığı yönünde bilgi verdiği öğrenildi. 2016'nın ardından 2017'ye de katliam ve terör saldırılarıyla giren Türkiye'de tehlikenin daha da ciddi olduğunu gösteren bir gelişme yaşandı. Hükümetin en üst düzeyinden CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ve muhalefet liderlerine saldırı ve suikast uyarısı yapıldı. Kılıçdaroğlu'na saldırı ve suikast uyarısı yılın son günlerinde geldi. Uyarı, yılın ilk saatlerinde İstanbul'da Reina'ya düzenlenen saldırı öncesinde yapıldı. Başta ana muhalefet lideri olarak Kılıçdaroğlu ve muhalefet partilerinin liderlerini hedef alacak suikast ihbarlarının arttığı uyarısı iletildi. Acil boyuttaki ihbarlar nedeniyle zaman kaybedilmemesi için yüz yüze görüşme beklenmeden Kılıçdaroğlu telefonla bilgilendirildi. Çok gizli tutulan uyarının bizzat Başbakan Binali Yıldırım'dan geldiği ve MHP lideri Devlet Bahçeli'nin de aynı yönde bilgilendirilmiş olabileceği belirtiliyor. Kılıçdaroğlu'na ihbarlar ve değerlendirmelerin ciddi olduğu belirtilerek, her türlü önlemin alınması gerektiği, bu çerçevede zırhlı araç tahsis edileceği bilgisi verildi. Ancak Kılıçdaroğlu'nun halen zırhlı aracı kullanmaya başlamadığı öğrenildi. 30 yıl öncesi gibi Kılıçdaroğlu'na telefonla yapılan saldırı ve suikast uyarısı, tam 40 yıl önce 2 Haziran 1977'de Başbakan Demirel'in, CHP Genel Başkanı Ecevit'e gönderdiği "gizli, zata mahsus" mektubu ile büyük benzerlik taşıyor. 1 Mayıs 1977 katliamından sonra Türkiye, 5 Haziran seçimlerine giderken Demirel, suikast olacağı uyarısıyla Ecevit'e 3 Haziran'da Taksim'deki CHP mitingine katılmama uyarısı yapmıştı. "Eşimle ben orada olacağız" diyerek yanıt verdiği ve bizzat Ecevit tarafından açıklanan mektubunda Demirel şu ifadeleri kullanmıştı: "CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit'in 3 Haziran 1977 günü İstanbul Taksim Meydanı'ndaki CHP mitingi sırasında, Sheraton Oteli'nin üst katlarındaki odalardan birinden uzun namlulu ve dürbünlü bir silah ile ateş edileceği, bu teşebbüsün 29 Mayıs 1977 günü İzmir- Çiğli Havaalanı'nda cereyan eden olayla birlikte, l Mayıs 1977'de Taksim Meydanı'nda vukua gelen olaydan cesaret alan, iç barışı büyük ölçüde sarsabilecek kanlı tertiplere karar veren ve ayrıca 5 Haziran 1977 tarihinde yapılacak olan seçimlerden bir fayda ummayan, seçimlerin yapılmasını arzulamayan veya seçimlere gölge düşürmek isteyen illegal komünist - terörist örgütlerin yanı sıra memleketimizi iç meselelerle uğraştırmak isteyen yabancı kuruluşların ve uluslararası tedhiş teşekküllerinin muhtemel suikast ve sabotaj eylemleri ile özellikle vazifelendirilmiş kimseler tarafından yapılmak istendiği alınan haberler meyanındadır." Artvin'den sonra da istememişti 25 Ağustos 2016 tarihinde Artvin'de Kılıçdaroğlu'nun konvoyuna roketatarlı saldırı düzenlenmişti. Korumalarının da çatışmaya girdiği bu saldırıda Kılıçdaroğlu ve CHP'liler yara almamış ancak, 1 er şehit olmuş, 2 astsubay da yaralanmıştı. PKK'nin üstlendiği bu saldırının ardından hükümetten Kılıçdaroğlu'na yine zırhlı araç önerisi gelmiş, ancak Kılıçdaroğlu zırhlı araç almayı kabul etmemişti. |
Satranç Federasyonu'ndan 'Cübbeli' Açıklaması Posted: 03 Jan 2017 12:00 AM PST Türkiye Satranç Federasyonu kamuoyunda 'Cübbeli Ahmet Hoca' olarak bilinen Ahmet Mahmut Ünlü'nün, satranç ile ilgili yaptığı açıklamaların ardından hukuki yaptırımlara baş vuracağını açıkladı. Türkiye Satranç Federasyonu kamuoyunda 'Cübbeli Ahmet Hoca' olarak bilinen Ahmet Mahmut Ünlü'nün "Satranç oynamaktansa ateşi tutmak daha hayırlı. Oynayanlar lanetlenmiştir. Bu oyunları oynayacağınıza elinize tesbih alın, sübhanallah çekin" şeklindeki ifadeleri üzerine yazılı bir açıklama yaparak, hukuki sürecin başlatıldığını belirtti. Türkiye Satranç Federasyonu'ndan yapılan yazılı açıklama şu şekilde: "TSF olarak, satranç sporu ile ilgili bugün (2 Ocak 2017) negatif değerlendirmelerin yer aldığı bir videonun internet sitelerine ve sosyal paylaşım sitelerine yansıması üzerine, bu konuda açıklama yapılması gereği duyulmuştur. Videoda yer alan 'söz konusu kişi'nin satrançla ilgili sözleri kabul edilemez nitelik taşımaktadır ve camiamız tarafından da tepkiyle karşılanmıştır. Birliğe, beraberliğe, barışa ve satranç sporunun felsefesine en çok gereksinim duyduğumuz bugünlerde, binlerce sporcumuzu ve ailelerimizi de etkileyen, 'hiçbir temele dayanmayan bu yorum ve değerlendirmeler' ile ilgili Türkiye Satranç Federasyonu olarak hukuki süreç başlatılmıştır. Ayrıca tüm yetkili merciler nezdinde de girişimlerimiz sürdürülmektedir. Türkiye Satranç Federasyonu, Türkiye Cumhuriyeti'nin bir spor federasyonudur. Satranç sporu, bu ülkenin en gözde spor dallarından biridir. Satranç ailesi ise satrancın hayata kattığı değerlerle büyüyen, aklı ve bilimi esas alan temeller üzerinde yürüyen büyük bir ailedir. Türkiye'de son yıllarda satranç sporuna artan ilgi rakamlara yansımıştır ve şu anda 700 bini aşkın lisanslı sporcumuz mevcuttur. TSF olarak hedefimiz 1 milyon lisanslı sporcuya ulaşmaktır. Türk satranç sporcuları, son yıllarda Olimpiyatlardan, Avrupa ve Dünya Şampiyonluklarına kadar ülkemize gurur tablosu oluşturan çok sayıda başarıya imza atmıştır. Satranç, bu topraklarda tarih boyunca çok sayıda devlet büyüğümüzün ve liderimizin de önemsediği ve oynadığı bir spordur. TSF olarak, Türkiye'yi satranç ülkesi yapmak için çıktığımız bu yolda bize en büyük desteği yine değerli devlet büyüklerimiz sağlamıştır ve sözleriyle, dağıttıkları satranç takımlarıyla, katıldıkları organizasyonlarla da bu sevginin, bu sporun büyümesine katkı sağlamaya devam etmektedirler. Önümüzdeki günlerde de satranç sporunun yine tüm güzelliklerinin sergileneceği organizasyonlarımızı camiamıza yakışır şekilde, her türlü ayrıntıyı düşünerek, gerekli tedbirleri alarak, güvenli ve huzurlu bir ortamda gerçekleştirebilmek için çalışmalarımızı büyük bir titizlikle sürdürüyoruz. Satranç sporu taşıdığı değerleri hayatın her alanına aktaran bir spordur. Bu spor aynı zamanda analitik düşünen, stratejik bakış açısına sahip, çalışkan, vizyoner, başarılı, öz güveni yüksek, Türkiye'nin geleceğine imza atacak nesiller oluşturulmasına aracılık etme yoludur. Ülkemizin içeride ve dışarıda çok sayıda hainlikle, karanlıkla boğuştuğu bugünlerde, satranç sporunun ışığı ile yürüyen, alt yapısı sağlam, ülke sevgisi ile dolu, pırıl pırıl çocuklarımızla, gençlerimizle geleceğe dair umutlarımızı güçlendiriyoruz. Sporcularımız, antrenörlerimiz, hakemlerimiz, il temsilcilerimiz, kulüplerimiz, çalışanlarımız, yönetim kurulu üyelerimiz, ailelerimiz, sponsorlarımız ve satranç dostlarımızla barış için, kardeşlik için, hoşgörü için, sevgi için, birlik ve beraberlik için bu sporun güzelliklerini yaymaya devam edeceğiz. Türk satrancının büyümesi ile Türk sporunun ve Türkiye'nin kazanacağına yürekten inanıyoruz. Saygılarımızla..." |
Donald Trump,"Öyle bir şey olmayacak!" Posted: 02 Jan 2017 11:40 PM PST 20 Ocak'ta göreve başlayacak olan ABD'nin seçilmiş başkanı Donald Trump, Kuzey Kore'nin ABD'ye kadar ulaşabilecek uzun menzilli nükleer füze yapımına yakın olduğu iddialarını reddetti. Uzun menzilli nükleer füze çalışmalarının son evresine girdiğini söyleyen Kuzey Kore lideri Kim Jong-un'un açıklamalarına paylaştığı bir Twitter mesajında atıf yapan Trump, "Öyle bir şey olmayacak!" dedi. Trump'ın kısa Twitter mesajında tam olarak Kuzey Kore'nin iddialarını mı yalanladığı, yoksa Pyongyang'ın nükleer programını engellemek için adım atacağını mı ima ettiği anlaşılmadı. Kuzey Kore konusunda Çin'e de yüklenen Trump, "Çin tek taraflı bir ticaret sayesinde ABD'den devasa boyutlarda para ve servet alıyor. Ama kore konusunda yardım etmiyor. Çok güzel!" dedi. Pazar günü Kuzey Kore devlet televizyonundan yayınlanan bir konuşmada Kuzey Kore lideri Kim, nükleer savaş başlığı taşıma kapasitesine sahip uzun menzilli füzeleri denemeye yakın olduklarını söylemişti. Kuzey Kore'yi 'Doğu'nun önemli bir askeri gücü' olarak tanımlayan Kim, "Artık ülkemize en güçlü düşman bile dokunamaz" demişti. Kuzey Kore 2016 yılı içinde iki nükleer silah testi gerçekleştirdi ve ülkenin nükleer programında ciddi ilerleme kaydedilmiş olabileceği yönünde yorumlar yapıldı. Ancak ülke şu ana kadar nükleer başlık taşıyabilecek kapasitede uzun menzilli bir füze testi gerçekleştirmiş değil. Nükleer silah uzmanları, Kuzey Kore'nin beş yıl içerisinde bu kapasiteye ulaşabileceği konusunda uyarıyor. Birleşmiş Milletler'de kabul edilen metinlerde, Kuzey Kore'ye nükleer programını sonlandırma çağrıları yapılıyor. Trump'ın Twitter mesajında 'ama' ya da 'eğer' yok. Sadece "Öyle bir şey olmayacak" diyor. Trump, Kuzey Kore'nin nükleer program konusunda başarısız olacağına ya da ülkedeki iktidarın çökeceğine inanıyor olabilir. Kuzey Kore liderini nükleer programı bırakma konusunda ikna edebileceğini düşünüyor olma ihtimali de var. Seçimden önce beraber bir hamburger yiyip bu konuları konuşabileceklerini söylemişti. Ya da aklında askeri bir hamle var. Eğer öyleyse pek çok uzmana göre seçenekler sınırlı. BBC'ye konuşan bir uzman, sığınak delici bombaların veya özel kuvvetler tarafından gerçekleştirilecek bir operasyonun nükleer programı çökertme garantisinin olmadığını söylüyor. En olası seçenek, Kuzey Kore bilgisayar sisteminin gönderilecek virüsler aracılığıyla çökertilmesi olarak görülüyor. Ya da program için hayati öneme sahip kilit bilim adamlarının suikastla öldürülmesi. Eylül ayında BBC'ye konuşan Stanford Üniversitesi profesörü Siegfried Hecker, Kuzey Kore'nin uzun menzilli nükleer füzeleri operasyonel hale getirebilmesinin en az 5 ila 10 yıl alacağını öngörmüştü. |
Posted: 02 Jan 2017 11:00 PM PST Kıbrıs konusu başından itibaren milli bir dava olarak kabul edilmiş ve izlenecek politikalar Mecliste ve kamuoyunda büyük destek bulmuştu. KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş'ın 6 Mart 2003 tarihinde TBMM'de yaptığı konuşmadan sonra TBMM oybirliği ile Denktaş'a destek olmuştu. 23 Ocak 2004 tarihinde MGK toplantısından sonra alınan kararda "Adanın gerçeklerine dayalı bir çözüme müzakereler yoluyla hızla ulaşılması yolundaki siyasi kararlılığa" değinilmekteydi. Bu sözlerin anlamı kazanımların korunmasında ısrarlı davranılacağıydı. Ama AKP Hükümeti önceki hükümetlerden farklı bir politika izleyecekti. Bu arada, AB tarafı Türkiye'nin AB'ye üyelik müzakerelerine başlayabilmesi için Kıbrıs sorunuyla üyelik arasında bir bağ kurulmaya çalışıyordu. 2004 yılının Aralık ayında Brüksel'e yapılan görüşmelerde Türkiye'den bu konuda yazılı bir taahhüt istendi. Ana muhalefet partisi CHP'nin Genel Başkanı Deniz Baykal buna karşı çıktı ve müzakerelerin durdurularak Başbakan Erdoğan'ın Türkiye'ye dönmesini istedi. Ancak, bu yola gidilmedi ve Türk heyeti Kıbrıs sorunuyla Türkiye'nin AB üyeliği arasında bağ kurulmasına olanak verecek bir metni Devlet Bakanı Beşir Atalay imzasıyla AB'ye sundu. O tarihten sonra müzakere sürecinin her aşamasında Kıbrıs sorunu Türkiye'nin karşısına bir ön koşul, bir engel olarak çıkartıldı. AKP iktidarı işbaşına geldiğinden beri Kıbrıs konusunda atılan bazı adımlar Türkiye ve Kıbrıs Türkleri açısından sorun yaratabilecek nitelikteydi. Bu arada Kıbrıs Türkleri için çok olumsuz sonuçlar verebilecek olan Kofi Annan Planı 2004 yılındaki referandumda AKP Hükümetinin telkiniyle Kıbrıs Türkleri tarafından onaylandı, ancak Rumların reddetmesi nedeniyle yürürlüğe girmedi. Rumların Kofi Annan Planını reddetmesi Kıbrıs sorununun çözülememesinin sorumlusunun geçmiş Türk hükümetleri ve Denktaş olduğu iddiasını kökten çürüttü. AB içinde de Rumların bu olumsuz tutumundan başından beri rahatsız olanlar vardı. Ancak Yunanistan Başbakanı Simitis ülkesinin AB üyeliğinden yararlanarak Kıbrıslı Rumların üyeliği için adeta bir şantaj politikası izledi. Simitis şöyle diyordu: "Kıbrıs'ın üyeliği kesinleşmediği takdirde bütün Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin üyeliğini veto ederiz." Kıbrıs sorunu çözülmeden, Kıbrıs'ın üyeliğini kabul etmeyeceklerini söyleyen devletler tutum değiştirerek bu şantaja boyun eğdiler. Kıbrıs Rum kesimi böylece 1 Mayıs 2004 tarihinde AB'ye üye oldu ve böylece Türkiye'nin AB'ye üyeliğini engelleyebilecek bir konuma geldi. Annan Planının 9 numaralı ekinde eğer referandumlar ve garantör ülkelerin onayı 29 Nisan 2004 tarihine kadar tamamlanmazsa bu plan hukuken geçerliğini yitirecektir deniliyordu. Kofi Annan 28 Mayıs 2004 tarihinde Güvenlik Konseyi'ne sunduğu raporda, Türklerin evet oyu vermesinden sonra ambargoların mantığının anlamsız hale geldiğini bildiriyordu. Buna rağmen ambargolar kaldırılmadı. Çünkü büyük devletler, Rumlar ne kadar haksız olursa olsun Kıbrıs sorununa çözümün Türk tarafına yapılacak baskılarla sağlanacağı görüşünden vazgeçmemişlerdi. Türkiye 29 Temmuz 2005 tarihinde, AB'nin talepleri doğrultusunda AB ile bir ek protokol imzaladı. Bu protokol ile daha önce AB'ye üye olan ülkelerle imzalanan protokoller yeni üyeler içinde geçerli kılınmaktaydı. Protokolde yeni üyelerden birinin "Kıbrıs Cumhuriyeti" olduğu yer alıyordu. Yani Türkiye AB'ye üye olarak kabul edilen Güney Kıbrıs Rum Yönetimini Kıbrıs Devleti'nin resmi temsilcisi olarak kabul etmiş gibi oluyordu. Hükümet aynı gün bir deklarasyon yayınlayarak bu protokolün imzalanmasının protokolde atıfta bulunan "Kıbrıs Cumhuriyetinin" tanınması anlamına gelmediğini belirtti. AB Türkiye'nin deklarasyonunu bir saat içinde reddetti. Özetle AB Türkiye'nin üyelik müzakerelerinin başlamasına karşılık Kıbrıs Rum Yönetimi Kıbrıs Devleti olarak tanıması koşulunu getiriyordu. Türkiye deklarasyondan vazgeçtiğini açıklamadı. Bunun üzerine AB Konseyi 11 Aralık 2006 tarihinde Türkiye ile müzakere başlıklarının sekizine ambargo koydu. AB'ye üyelik konusunda Türkiye'den tek taraflı taviz vermesi isteniyordu. Engellemeler bundan ibaret değildi. Fransa 25 Haziran 2007 tarihinde beş başlığa ambargo koydu. Kıbrıslı Rumlar da ayrıca 2009 yılının Aralık ayındaki Brüksel zirvesi sırasında bir deklarasyon yayınlayarak 6 yeni başlığın açılmasını engellediler. Türkiye'nin AB üyeliğine karşı çıkanlar bunu artık açıkça söylemekten çekinmiyorlar, Türkiye'nin tepkisini umursamıyorlardı. Hatta Avusturya Başbakanı Schüssel, "Türkiye ile yapılan müzakerelerin sonucu hiçbir zaman tam üyelik olmayacaktır, müzakereler Türkiye'nin üyeliği ile sonuçlanacak olursa Avusturya derhal referanduma gidecektir" diyordu. Fransa da AB'ye yeni üyelerin katılması kararının referanduma sunulmasını öngören bir anayasa değişikliği yaptı. Bunun amacının Türkiye'nin üyeliğini engellemek olduğu açıktı. Kıbrıs sorununun çözümü için bundan sonra yapılacak çalışmalarda belli ki Rumlar için Kofi Annan Planından daha iyi Türkler için daha kötü seçenekler araştırılacaktı. Rumların lideri Tasos Papadapulos'la KKTC'nin Denktaş'ın yerine gelen Cumhurbaşkanı Talat'la Kıbrıs Rum kesimi Başkanı Papadapulos arasında 8 Temmuz 2006'da görüşmeler başladı ama bu görüşmelerden de bir sonuç çıkmadı: Bu arada Kıbrıslı Rumlar Kıbrıs'ın kıta sahanlığında ve ekonomik bölgesinde tek başlarına doğalgaz aranması ve işletilmesi amacıyla girişimler başlatmışlardı. Bu amaçla 2003 yılının Şubat ayında Mısır'la Münhasır Ekonomik Bölge Anlaşması imzalamış, Türkiye BM'ye gönderdiği notalarla bu anlaşmayı tanımadığını bildirmişti. Buna rağmen, Rumlar 2007 yılının Ocak ayında bu bölgelerde 13 arama ruhsat sahası ilan etmiş, Türkiye de bölgeye savaş gemileri göndererek Rumların bu tek taraflı girişimlerine kayıtsız kalmayacağını göstermişti Aynı yılın Ağustos ayında Kıbrıs'ın batısında Türkiye Petrolleri Arama Ortaklığı'na da bir arama ruhsatı verilmiş KKTC de bu konuda Rumların girişimini tanımadığını çeşitli vesilelerle vurgulamıştı. Kıbrıs, Mısır'la yaptığına benzer bir anlaşmayı Lübnan'la da imzalamış, Türkiye buna tepki göstermiş ve anlaşma Lübnan parlamentosunda onaylanmamıştı. Kıbrıs sorunu yeni bir boyut daha kazanıyordu. Üstelik bölgeyle ilgili enerji menfaatleri olan ülkeler şimdi Kıbrıs sorununa, kuşkusuz Rumları tatmin edecek bir çözümün bir an önce bulunması konusunda daha istekli olacaklardı. Kıbrıslı Rumların tek başlarına böyle bir girişimde bulunmaları Kıbrıs Türklerinin siyasi iradesini yok saymak anlamına geliyordu. Bu Kıbrıs devletini kuran 1960 tarihli Londra ve Zürih Antlaşmalarının özüne aykırıydı. İsrail'in ekonomik bölgesinin Doğu Akdeniz'in Kıbrıs Adasına yakın bölümünde de zengin doğalgaz yataklarına rastlanmıştı. İsrail de bu yatakların araştırılıp değerlendirilmesi işinin aynen GKRY gibi Amerikan Nobel Energy şirketine verdi. Amerikan şirketinin sondajlara başlaması üzerine KKTC Bakanlar Kurulu da aynı bölgede TPAO'ya arama ruhsatı verdi. Türkiye ile KKTC arasında kıta sahanlığı sınırlama anlaşması imzalandı. Bu arada, 2011 yılının Eylül ayında KKTC, BM Genel Sekreterine bölgedeki deniz zenginliklerinin kullanımı konusunda Türk ve Rumlardan oluşan ortak bir komite oluşturulmasını önerdi. Bu komitede Genel Sekreterin de bir temsilcisi olacaktı. Rumlar bu öneriyi de reddettiler. Zaten Rumlardan her hangi bir konuda yumuşama beklemek gerçekçi değildi. Başkan yardımcısı Biden'ın çok uzun bir aradan sonra Kıbrıs'a ve sonrada Türkiye'ye yaptığı ziyaretlerin ana konularından birisi de Kıbrıs doğalgazının işletilip Avrupa pazarlarına taşınmasıydı. Bu taşıma Türkiye üzerinden yapılabilir miydi ve böyle bir vaatte bulunarak Türkiye'nin Kıbrıs konusunun esasına ilişkin taviz vermesi sağlanabilir miydi? Anlaşılıyor ki beklenti buydu ve Biden'ın 3 Ekim 2014 tarihte Harvard Üniversitesi'nde yaptığı konuşma Amerika'nın böyle bir beklenti içinde olduğunu gösteriyordu. Yunanistan'ın üyeliğinden sonra Kıbrıs konusunda da AB'nin Yunanistan'ın görüşlerini desteklediği her vesileyle görülüyordu. Doğu Akdeniz'de doğal gaz aranması ve diğer konularda AB daima Kıbrıslı Rumların yanında yer alacaktı. 18 Nisan 2010 tarihinde yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimini Başbakan ve Ulusal Birlik Partisi Genel Başkanı Derviş Eroğlu kazandı. Müzakereler 26 Mayıs 2010'da yeniden başladı. Türk tarafı AB'nin daha önce söz verdiği gibi Kıbrıs Türk tarafına doğrudan ticaret tüzüğü vaadinin ve ambargoların kaldırılacağı sözünün yerine getirilmesini istedi. Oysa Kıbrıslı Rumlar AB üyesi oldukları tarihten itibaren veto hakkına sahip bulunmaktaydı ve Türk tarafının herhangi bir talebinin Rum vetosunu aşması kabil değildi. Cumhurbaşkanı Eroğlu'nun bu talepleri de bu nedenle hayata geçirilemedi. BM Genel Sekreteri Ban Ki Moon 18 Kasım 2010 tarihinde New York'ta yapılan üçlü görüşmelerin olumlu şekilde sonuçlanması için çaba gösterdi. Ancak bu çaba da olumlu sonuç vermedi. Tam tersine Kıbrıs Rum Yönetimi Temsilciler Meclisi 18 Şubat 2011 tarihinde aldığı bir kararla 1960 tarihli Londra ve Zürih anlaşmalarında yer alan garantörlük haklarını ve garantörlerin adaya müdahale hakkını reddeden bir yasayı onayladı. Buna karşılık Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Meclisi de 24 Şubat 2010 tarihinde Türkiye'nin etkin ve fiili garantisinin bulunacak çözümün hayati ve en temel unsuru olduğunu ilan eden bir yasayı kabul etti. Türk hükümeti bütün bu gelişmelerden sonra Adada çözüme ulaşılmasını engelleyen tarafın Kıbrıs Rumları olduğunu anlamaya başlamış mıydı? Başbakan Recep Tayyip Erdoğan 30 Mart 2011 tarihinde yaptığı bir konuşmada Kıbrıs'taki görüşmelerin Rum tarafının zamana oynayan tutumu nedeniyle tıkanma noktasına geldiğini belirtti. "Biz bu gerçeğin görülmesini istiyoruz. Müzakerelerin sonsuza kadar sürüncemede kalması kabul edilemez" dedi. Dış İşleri Bakanı Davutoğlu ise "2011 sorunun çözümü, 2012 başı referandum" diyerek iyimserlik yaratmıştı. Oysa bu gibi dilekler daha önceki örneklerde görüldüğü gibi gerçekleşmedi. KKTC de artık tahammülünün sınırına gelmişti. Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu "Kıbrıs müzakerelerine artık bir son verme zamanı gelmiştir. Artık ucu açık şekilde devam edemeyiz. Bir zaman limiti koyalım. Mesela 6 ay içinde Kıbrıs sorununu şöyle veya böyle çözeceğiz diyelim" dedi. Eroğlu AB'nin de Kıbrıs konusunda çok haksız davrandığını bu konu henüz çözümlenmediği için Türkiye'nin üyeliğinin engellendiğini ancak evvelce Güney Kıbrıs'ın üyeliği için böyle bir engel konulmadığını, AB'nin çifte standart uyguladığını söyledi. Kıbrıs Rum kesiminde iyi niyet olmadığının her geçen gün biraz daha anlaşıldığını vurguladı. Türk hükümetinin tepkileri de sertleşmeye başlamıştı. Başbakan Erdoğan "Bıçak kemiğe dayanmıştır. Rum tarafı ya müzakerelerde sonuç alınması için gayret gösterecek ya da artık biz kendi yolumuzdan gideceğiz. Kıbrıs'ta ne bir karış toprak veririz ne de asker çekeriz KKTC hak ettiği yere gelecektir." dedi. Erdoğan'ın bu sözleri Kıbrıs Türkleri arasında ümit uyandırdı. Erdoğan ayrıca şöyle diyordu: "AB'nin 22 üyesine şunu net ve açık söyledik. KKTC'ye karşı uygulanan izolasyonlar kalkmadığı sürece ne liman ne de havaalanı konusunda bizden bir şey bekleyin. Annan Planına evet diyen Türkler cezalandırılacak, hayır diyen Rumlar ödüllendirilecek. Biz bu adalet anlayışına karşıyız. Çok açık söylüyorum bizden kimse adım beklemesin. Efendim kriz çıkar müzakereler dururmuş. Durursa dursun" dedi. Türkiye acaba bu kararlı tutumunu sürdürebilecek miydi? Sürdürdüğü söylenemez. Çünkü 2013 yılında yapılan Kıbrıs Rum Cumhurbaşkanlığı seçimini ılımlı bir siyasetçi olarak tanınan DİSİ Partisi Genel Başkanı Nikos Anastasiadis'in kazanması yeniden bir umut ve yumuşama ortamının pompalanmasına neden oldu. Anastasiadis evvelce Kofi Annan Planı'nı destekleyenler arasındaydı. 11 Şubat 2014 tarihinde bir ortak deklarasyon yayınlandı ve görüşmelere üst düzeyde yeniden başlandı. Bu ortak deklarasyonda birleşik Kıbrıs'ta, iki toplumlu federasyondan, BM kararlarından, daha önceki mutabakatlardan söz ediliyordu. Devletin tek bir egemenliğinin olacağı vurgulanıyordu. Yıllarca Türk tarafının ısrarla savunduğu egemen eşitlik sözü metinde geçmiyordu. Sadece kurucu devletlerin eşit statüsünden söz ediliyordu. Oysa Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu göreve ilk başladığında yukarıda söz edildiği gibi iki tarafın egemen eşitliğini savunacağını söylemişti. Şimdi yayınlanan deklarasyonda bundan söz edilmemesinin sebebi ne olabilirdi? Bu bir geri adım atma sayılmaz mıydı? Acaba uzlaşıcı görünme arzusuyla Ankara Hükümeti mi böyle bir yaklaşım sergilenmesini önermişti? Diplomaside yapılabilecek en önemli hatalardan biri daha müzakereler başlamadan tek taraflı taviz vermekti. Türk tarafı bu hatayı mı işliyordu? O sert demeçleri veren Başbakan Erdoğan böyle bir tavizi içine sindirebilir miydi? Müzakereler başladıktan kısa bir süre sonra görüldü ki Anastasiadis evvelce desteklediği Kofi Annan Planı'na göre Rum tarafı için daha büyük tavizler almaya çalışıyordu. Belki de büyük devletlerin Türkiye üzerinde yapacakları baskılara güveniyordu. Bu baskılarla Türklerin geri adım atacağını umuyordu. Bu koşullarda görüşmeler yeniden başladı. Liderler bir araya geldiler. Uzmanlar buluştular. Hatta 28 Şubat 2014 tarihinde KKTC Cumhurbaşkanının temsilcisi Atina'yı, GKRY Cumhurbaşkanı Anastasiadis'in temsilcisiyse Ankara'yı ziyaret etti. Bunlar bir çözüme yaklaşıldığının işaretleri miydi? Pek değildi. Ekim 2014 tarihinde Türkiye Rum tarafının ekonomik bölgede tek başına yürüttüğü doğalgaz arama çalışmalarını dengelemek için Barbaros Hayrettin Paşa gemisini bölgeye yolladı. Anastasiadis bunu bahane ederek görüşme masasını terk etti. Anlaşılan Türk tarafına yapılan 'masayı terk eden siz olmayın' tavsiyesi Rum tarafına yapılmamıştı. Rumlar her istediklerini yapabilirdi. Kimse onlara ses çıkartmazdı. Buna karşılık şimdi Türk tarafından beklenen aynı şekilde masayı terk etmek olmamalı mıydı? Üstelik Başbakan Erdoğan'ın sert demeçlerinden sonra Türk tarafına bu yakışmaz mıydı? Ama öyle olmadı. Türk tarafı tek başına masada oturmaya devam etti ve Rumların yeniden müzakerelere dönmesi için defalarca çağrıda bulundu. Türkiye gene Rumları tatmin için taviz vermeye ve bu arada Barbaros Hayrettin Paşa gemisini bölgeden çekmeye zorlanacaktı. Son yıllarda, Türkler defalarca masaya otururken herhangi bir ön şart ileri sürmemişlerdi. Oysa sürmeleri beklenirdi. Kıbrıslı Rumlar Türkiye'nin AB müzakere sürecini engellemek için enerji gibi çok önemli bir başlıkla dahil olmak üzere 6 başlığa tek taraflı olarak ambargo koymuşlardı. Türk tarafı masaya otururken bunların kaldırılmasını ön şart olarak ileri sürebilirdi ama sürmedi. Kıbrıs Türklerine uygulanan haksız ve insafsız ambargonun kaldırılmasını da ön şart olarak ileri sürmedi. Türkiye bütün bunları sineye çekince Kıbrıs konusunda verilen sert demeçler dünya tarafından daha çok iç politika amacıyla söylenen sözler olarak yorumlanıyor. Kıbrıs'la ilgili son gelişmelerse özetle şöyle: İsviçre'nin Montrö kentinde yapılmakta olan görüşmelerde sonuca götürecek önemli konuların ele alındığı anlaşılıyor. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki Moon "Artık Çözüme ulaşacak noktaya geldik" derken KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı da "iyimser" demeçler veriyor. Ancak iki taraf arasında ne gibi uzlaşmalara, mutabakatlara varıldığı yolunda kamuoyu yeterince bilgilendirilmediği için bu davayı yakından izleyen çevreler kaygı ve kuşkularını gideremediler. Maalesef Annan Planını destekleyerek ve Kıbrıslı Türkleri bu planı onaylamaya teşvik ederek yapılan yanlışların bedelini ödüyoruz. Ne yazık ki, Türkiye olarak Kıbrıs konusunda kırk yıldan beri izlediğimiz politikaların esasında geri adımlar atılmıştır. Türkiye'nin izlediği politikanın özü, yukarıda da belirtildiği gibi iki tarafın egemen eşitliğiydi. Hedeflerimizden biri kazanımlarımızı muhafaza etmekti. Bütün bunlardan geri adım attık. Uzunca bir süreden beri Türk basının önemli bir bölümüne ve kamuoyuna bir çözüm olsun da Türkiye bu baskıdan kurtulsun havası hakim oldu. Rum tarafı ise gün geçtikçe kendi pozisyonunu ilerletiyor. Kofi Annan Planı zaten Türkiye için son derece sakıncalı bir plandı, şimdi onun da gerisine gidildiği anlaşılıyor. Kofi Annan Planı Rumlar tarafından reddedildiğine göre gündemden çıkması gerekiyordu. Ancak, plan geçersiz sayılmamış ve daha sonraki görüşmeler gene Annan Planı üzerinden yürütülmüş, üstelik Plan Rum tarafı lehine, Türk tarafı aleyhine önemli değişikliklere uğratılmıştır. Kıbrıs Türk basınına sızan bilgilere göre KKTC'nin elindeki bazı topraklar Rum tarafına bırakılacak, bu topraklara yüz bine yakın Rum yerleştirilecektir. Orada yaşayan Türklerin göç etmeleri gerekecektir. Ayrıca on binlerce Rum'a da Türk tarafına yerleşme hakkı tanınacaktır. 1974 Barış Harekatı sırasında 10 yaşının üzerinde olan Rumlara, "duygusal bağ" diye adlandırılan bir gerekçeyle aileleriyle birlikte Kuzeydeki eski evlerine yerleşme hakkı tanınacaktır. Yani on binlerce Rum da bu olanaktan yararlanarak Kuzeye yerleşecektir. Ayrıca AB'de geçerli olan seyahat, yerleşme ve iş kurma hakkı Kıbrıs'ta da geçerli olacak ve Rumlar bu haktan yararlanarak da Kuzeye yerleşebileceklerdir. Görüşmeler sırasında BM Temsilcisinin "Yakında Kuzeydeki Rumların Türklerin sayısını aşacağını" söylediği ifade edilmektedir. Böylece Denktaş'ın Makarios'la imzaladığı anlaşmadan beri temel ilke sayılan "iki kesimlilik" fiilen ortadan kaldırılacaktır. Türklerin nüfusunun Rumların dörtte biri olması da ilke olarak kabul edilmiş ve 803.000 kişilik Rum nüfusuna karşılık 220.000 kişilik Türk nüfusuna razı olunmuştur. Bu sayı şu anda Adada bulunan Türkler ile yurt dışında yaşayan KKTC vatandaşlarının toplam sayısının yaklaşık üçte biri kadardır. Kaldı ki, nüfus artışının sınırlandırıldığı bir anlaşmanın yapılması akla ve sağduyuya aykırı olacaktır. Mülkiyet konusunda ciddi sorunlar çıkacağı ve Adada çok önemli toprak varlığı olan Türk vakıflarının, İngiliz sömürge yönetimi zamanında hileli yollardan Rum Kilisesine bırakılan topraklarının geri alınamayacağı anlaşılmaktadır. Türk tarafının görüşmelerde razı olduğu bu ve benzeri tavizler karşılığında Rum tarafının hala 1960 Antlaşmalarıyla tesis edilen Türkiye'nin garantörlüğüne karşı çıktığı, dönüşümlü başkanlığı henüz kabul etmediği, aynı antlaşmalarla sağlanan Türklerin veto hakkını sulandırmaya çalıştığı görülmektedir. Bütün bunlardan daha önemlisi Adada Türklerin güvenliğini kim sağlayacak? Kıbrıslı Türklerin güvenliğinin teminatı olan Türk askerlerinin büyük çoğunluğunun Adadan ayrılmasıyla ciddi bir güvenlik boşluğu doğacak. Şu anda, Türk tarafı ile Rum tarafı arasında 147 kilometrekarelik hattı koruyan Türk askerleri var. Annan Planında Türk askerlerinin çekilmesi ve sadece 650 asker bırakılması öngörülüyor. Onlar da zaman içinde çekilecekti. Kalacak 650 askerin görevleri arasında Kıbrıslı Türklerin güvenliğini korumak yoktu. Sadece kışlasında talim yaparak törenlere katılabilecekti. Yani, Türklere yeniden bir saldırı olsa, hiçbir şey yapamayacak. Bugün bütün Ortadoğu bir ateş yumağı haline dönüşmüşken barışın ve güvenliğin tam olarak sağlandığı tek bölge Kıbrıs'tır. Türk askerleri giderse Adada yaşayan Türkler bugünkü güvenlik koşullarından mahrum kalacaktır. Bu durum Türkiye açısından da ciddi güvenlik sorunları doğuracaktır. Bu aşamada CHP eski Genel Başkanı Deniz Baykal'ın Fox Televizyonunda dile getirdiği, bulunacak çözümde Türkiye'ye Kıbrıs'ta bir askeri üs verilmesi düşüncesi en azından güvenlik açısından ortaya çıkabilecek kaygıları bir ölçüde giderebilir. Ancak bu görüşün henüz Türk tarafının resmi önerisi olarak benimsendiğinin işareti yok. Peki yukarıdaki bilgiler doğruysa ve bu çerçevede bir anlaşmaya varılırsa Kıbrıslı Türkleri kim koruyacak? Birleşmiş Milletler mi? BM'nin koruduğu dönemde Türkler Muratağa, Sandallar ve Atlılar Köyü katliamlarını yaşadık. Bu tecrübelerin ışığında kendi gücümüzden başka kime güvenebiliriz? Bu koşullarda "Yeter ki bir barış anlaşması olsun, Türklerle Rumlar bütünleşsin, Türkiye baskılardan kurtulsun, temel çıkarlarımızdan tavizler vereceğimiz bir çözüme de razı olabiliriz" diyebilir miyiz? Ecevit'ten bu yana Türk Hükümetlerinin ve Kıbrıslı Türklerin lideri Rauf Denktaş'ın direnişiyle sağlayabildiğimiz özgürlükten, temel hak ve çıkarlarımızdan vaz geçebilir miyiz? Türkler aleyhinde ortaya çıkan ve şimdiye kadar Türk kamuoyuna yeterince duyurulmayan bütün bu gelişmelerin bazı büyük devletlerin baskı ve yönlendirmeleriyle şekillendiği anlaşılmaktadır. Kısa bir süre önce Adayı ziyaret eden İngiltere Dışişleri Bakanı Boris Johnson ile ondan hemen sonra Adaya gelen Amerikan Dışişleri Bakan Yardımcısı Jonathan Cohen'in temaslarının, ABD Başkan Yardımcısı Biden'in telefon Kıbrıslı liderlerle yaptığı telefon görüşmelerinin bu son gelişmelerde etkili olduğu ifade edilmektedir. Başkan Obama'nın görevden ayrılmadan önce Kıbrıs konusunda tarihe geçecek bir başarı elde etme arzusunda olduğu anlaşılıyor. Bazı AB ülkelerinin Kıbrıs'taki Büyükelçilerinin de sanki anlaşma sonuçlanmış gibi, Türk tarafındaki bazı toplantılara katılarak referandumda olumlu oy kullanılması için şimdiden propagandaya başlamaları Kıbrıs'taki önemli siyasetçilerin tepkisini çekmiştir. 9-11 Ocak tarihlerinde Cenevre'de yapılacak müzakerelerin ve 12 Ocakta Türkiye, Yunanistan ve İngiltere'nin iki toplum liderleriyle birlikte katılacakları beşli müzakerelerin çözümü, daha doğrusu Türkler açısından "çözülmeyi" sonuca bağlamayı hedeflediği görülmektedir. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "O kadar şehit kanı var neyi veriyorsun?" sözleri Kıbrıs'taki bazı siyasetçileri ümitlendirmişse de yukarıda sözü edilen olumsuz gelişmelerin ve verilen tek taraflı tavizlerin Ankara'nın rızası olmadan gerçekleştiğini düşünmek zordur. Başarısızlığı halka başarı gibi göstermekte öteden beri etkili olan iç ve dış siyasi çevrelerin ve basının bu son derecede sakıncalı ve tehlikeli gelişmeleri sonunda halkımıza zafer gibi takdim etmeleri şaşırtıcı olmayacaktır. Şimdiden Türk basınında bu yolda yazılara rastlanmaktadır. Evvelce Kofi Annan Planına destek olan AKP iktidarının şimdi de aynı çizgiyi sürdürmesi şaşırtıcı sayılmayabilir. Ancak halkımız Kıbrıs harekatının mimarı olan Bülent Ecevit'in o zamanki partisi CHP'den bu milli davaya güçlü biçimde sahip çıkmasını beklemektedir. 16 Ağustos'ta kendisini ziyaret eden KKTC Cumhurbaşkanı ve Baş müzakereci Mustafa Akıncı'dan bilgi aldıktan sonra yaptığı açıklamada Sayın CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu Kıbrıs'ın bizim milli davamızdır, partiler üstü bir politika güdülmesi gerektiğini biliyoruz dedikten sonra "Sayın Akıncı'ya da bunu ifade ettim. Son derece başarılı bir süreç götürüyor" demiştir. Bu sözlerden CHP'nin son gelişmeler hakkında yeterince bilgilendirilmediği izlenimi alınmaktadır. Daha fazla gecikmeden konunun Türkiye Büyük Millet Meclisinde ele alınması, evvelce TBMM'nin Kıbrıs konusunda oy birliğiyle aldığı kararların hatırlatılması ve halkımıza Kıbrıs'ta nelerin feda edildiğinin bir an önce açıklanması ertelenemeyecek bir ödev olmuştur. Cumhuriyet tarihimizde dış baskılar ve ambargolar altında taviz verdiğimizin örneğini bulmak mümkün değildir. Son olarak 1975 yılında ABD Kongresinin, daha sonra 1993 yılında Almanya'nın uyguladığı silah ambargosu Türkiye'nin sert tepkisiyle karşılaşmış ve sonuç vermemiştir. Şimdi maalesef bir yandan KKTC'ye uygulanan ambargolar, bir yandan da Kıbrıs Rum Yönetiminin Türkiye'nin AB müzakere başlıklarından altısına koyduğu ambargoların altında yürütülen müzakerelerin sonunda Rum tarafının taleplerine boyun eğilecek midir? Kıbrıs Türklerinin ve Türkiye'nin kahramanı Rauf Denktaş'ın kemiklerini sızlatacak ve Kıbrıs'ın Girit gibi elde çıkmasına yol açacak bir sonuca Türk milleti razı olacak mıdır? Kıbrıs'ın Girit gibi elden gitmesine seyirci kalanlar tarih karşısında sorumluluk taşıyacaklardır. Geçmişte Lozan'da büyük bir diplomasi zaferi kazananları eleştirenler şimdi dış baskılara yeterince direnebiliyorlar mı? Kıbrıs'ta soydaşlarımızın can güvenliğini sağlayıp onları özgür, bağımsız ve demokratik bir ülkenin vatandaşları haline getirdikten sonra adil ve dengeli bir çözüme ulaşılması için gerekli direnci gösteremeyecek miyiz? Bu sürecin sonunda Kıbrıs'ın tam bir Rum adası haline getirilmesi riski vardır. Her halde karşı tarafın projesi budur. Büyük devletlerin baskıları karşısında direnemedik diyebilir miyiz? Cumhuriyet tarihimiz boyunca Türkiye dış dünyadan gelen haksız talep ve baskılara karşı ne zaman direnmişse kazançlı çıkmış, ne zaman uzlaşma veya tek taraflı jest adı altında karşılıksız taviz verdiyse kaybetmiştir. Verilen tavizleri başka taviz talepleri takip etmiştir. O nedenle karşılıklı ve dengeli tavizlerle adil ve kalıcı bir çözüme ulaşma yolunda adımlar atılmadıkça Türkiye'nin tek taraflı taviz vermesi için dış dünyadan yapılan tavsiyelere fazla itibar etmemesi gerekir. Atatürk'ün dediği gibi yabancıların telkin ve tavsiyelerine uyarak ilerlemek ve başarı kazanmak mümkün değildir. Şimdi baskılara karşı direnmenin zamanıdır. Onur Öymen |
Gözaltına alınan Barbaros Şansal'a Atatürk Havalimanında linç girişimi Posted: 02 Jan 2017 10:20 PM PST Modacı Barbaros Şansal, sosyal medyadaki paylaşımı gerekçesiyle KKTC'den sınır dışı edilip İstanbul'a getirildi. Gözaltına alınan Barbaros Şansal, Atatürk Havalimanı apronunda saldırıya uğradı. Modacı Barbaros Şansal, KKTC'den sınır dışı edilip, İstanbul'a getirildi. Gözaltına alınan Barbaros Şansal, Atatürk Havalimanı'nda uçaktan indiği sırada, apronun içerisinde bir grubun saldırısına uğradı. Şansal'ı yanında bulunan polislerin gözleri önünde uçağın merdivenlerinden alarak saldırmaya başlayan saldırganların kim oldukları, uluslararası bir havalimanında aprona nasıl giriş yaptıkları sorulara neden oldu. İFADE VERDİ Barbaros Şansal, saldırının ardından polise ifade verdi. Şansal'ın bugün savcılığa sevk edilmesi beklenirken Avukat Efkan Bolaç, Twitter hesabı üzerinden bir açıklama yaptı. Barbaros Şansal'ın sağlık durumunun "genel olarak iyi" olduğunu söyleyen Bolaç, "Beline ve böbreklerine tekme atılmış. Ellerinde ve vücudunda çizikler var" ifadelerini kullandı. |
Brezilya'da hapishane isyanı: En az 60 ölü Posted: 02 Jan 2017 10:00 PM PST Amazon ormanları içindeki Manaus kentinde rakip çetelerin kavgasıyla başlayan olaylar, felaketle bitti. Cezaevinde onlarca ceset var, birçok mahkum kaostan faydalanıp firar etti. Brezilya'nın Amazonas eyaletinde Pazar günü başlayan cezaevi ayaklanmasında, 'en az 60 mahkûmun öldürüldüğü' açıklandı. Amazonas eyaletinin cezaevleri müdürü Sergio Fontes, Manaus kentinde baş gösteren ayaklanmanın, rakip uyuşturucu çeteleri arasında çıkan kavgadan kaynaklandığını belirtti. Anisio Jobim hapishanesindeki mahkûmlar, çıkan isyanda 12 gardiyanı kaçırmış, öldürülen 6 kişinin başsız bedenleri ise, hapishaneyi çevreleyen tellerin dışına atılmıştı. Pazartesi günü sonra eren isyanın ardından, gardiyanların sağ salim bırakıldığı, mahkûmların silahlarını bırakarak teslim olduğu kaydedildi. Birçok mahkûmun, kaosu fırsat bilerek hapishaneden kaçmayı başardığı ifade ediliyor. Sergio Fontes, Eyaletin en büyük hapishanesi Anisio Jobim'de çıkan isyanın büyüklüğüne ilişkin ellerinde net bilgi olmadığını, bu sebeple ölü sayısının yükselebileceğini söyledi. Fontes daha sonra yaptığı açıklamada, bu olayın eyaletin tarihindeki en büyük hapishane katliamı olduğunu ifade etti. Kalabalık hapishaneler çetelerin yönetiminde Dünyada cezaevindeki mahkûm sayısının en yüksek olduğu ülke, Brezilya. Brezilya Adalet Bakanlığı, ülkede 600 binden fazla mahkûm olduğunu söylüyor. Brezilya'daki bu tür kalabalık hapishanelerin çeteler tarafından yönetildiği bildiriliyor. Cezaevlerinin aşırı kalabalık olması, daha önce de ülkede farklı ayaklanmaları tetiklemişti. Ekim ayında Brezilya'nın kuzeyindeki Boa Vista kentinde bulunan bir hapishanede rakip iki çetenin üyeleri arasında çıkan bir başka çatışmada, 10 kişinin öldürüldüğü kaydedilmişti. |
Kıbrıs'ı Savunamayan Türkiye'yi de Savunamaz! Posted: 02 Jan 2017 10:00 PM PST Kadim çağların tarihin içine sığmayan drama yazarı Sophokles'in şu sözleri hiç aklımdan çıkmaz: "Basit insanlar, sahip oldukları nimetin kıymetini elden çıkmadan bilmezler!" Kıbrıs konusundaki her tartışma bana bu sözleri yeniden hatırlatır. KIBRIS'IN STRATEJİK ÖNEMİ ABARTILIYOR MU? Albay rütbesinde dönemin Deniz Kuvvetleri Komutanı Ora. Bülent Alpkaya'nın Özel Sekreteri idim. Komutan'a bir nezaket ziyareti yapacak olan gazeteci Mehmet Ali Kışlalı'yı komutanlık giriş kapısında karşıladım. Komutan'ın programının uzaması nedeniyle, bir süre kendisini odamda konuk ettim. Ben de karizmatik bir gazeteci izlenimi bırakan Sayın Kışlalı, zarif ve alçakgönüllü davranışları ile insanın ruhunda içten gelen bir saygı duygusu uyandırıyordu. İki binli yılların ilk günlerinde Kıbrıs sorunu, belki de Türk kamuoyunun ilk gündem maddesiydi. NTV televizyonunda İsak Alaton ile "Strateji" programı yapan emekli Kora.Atilla Kıyat'ın, "Kıbrıs'ın stratejik önemi abartılmamalı!" mealindeki sözleri basın yayın organlarında dolaşıyordu. Belki de bu yüzden, Sayın Kışlalı soruyu patlattı: "Soner Albayım, Kıbrıs'ın stratejik önemi yok mu?" Hiç düşünmeden cevap verdim: "Kıbrıs'ın önemini algılayamayan bir kurmay subay adayı Akademi'den mezun olamaz!" Ertesi gün Komutan için basın özetlerini derlerken, takıldığım bir yazı göz bebeklerimi büyüttü. Duayen gazeteci Kışlalı şöyle yazmıştı: Bir denizci kardeşim bana, "Kıbrıs'ın stratejik önemi yoktur!" diyenin Akademi'den mezun olamayacağını söyledi!" Ancak Kıbrıs ile ilgili olaylar, Türkiye ve Türk Silahlı Kuvvetleri için hiç de jeopolitik ve strateji disiplinlerinin ön gördüğü istikamette seyretmedi. Avrupa Birliği üyelik hayalinin de narkoz etkisiyle, akıl tutulması yaşayan Türkiye, kendi geleceği olan Kıbrıs'ı altın tepsi içinde ezeli ve ebedi rakiplerine ikram etti. ANNAN PLANI BİR SAVAŞ PLANIYDI! Atatürk'ten sonra modern Türk tarihinin en büyük önderlerinden birisi olan eşsiz devlet adamı Rauf Denktaş'ın çabaları da sonucu değiştirmedi. Kıbrıslı Türkler, bir yıkım projesi olan Annan Plânı'nı kabul etti. Kıbrıs'ta Türk çıkarlarını savunan asker ve aydınlar ise kendilerine ancak zindanlarda yer bulabildi! Yargı zabıtlarına yansıyan bir ifade oldukça şaşırtıcı ve düşündürücüydü: "Annan Plânı'nın oluşturulmasında ve referanduma sunulmasında direk Dışişleri Bakanlığı ile temsilci olarak ben görüştüm. 2002'de Annan Plânı durdurulmuştu. Daha sonra Hilmi Özkök Genelkurmay Başkanı olunca beni atadı ve çalışmalarımız sonucu Annan Plânı'nın referanduma gitmesi sağlandı." Bu ifadeleri şöyle yorumlamak, acaba yanlış mı olurdu? Annan Plânı için TSK'da bir direnç vardı. Hilmi Özkök bu nedenle bir Annan ekibi kurdu ve yapılan çalışmalar sonucunda TSK bu plânı benimseyen bir çizgiye getirildi. Kişisel görüşüme göre, Annan Planı'nın Kıbrıslı Türkler tarafından kabul edilmesi, Türk tarihinin en karanlık sayfasıdır. O gün bir utanç günüdür. Çünkü tarihte ilk kez Türkler, kendi oyları, kendi özgür iradeleri ile kendi kutsal devletlerinden vazgeçtiler. Somut olarak ülkelerini kaybedecek; evlerinin ve arazilerinin mülkiyet haklarını tartışmaya açacak, karşılığında avuçlarına AB'nin soyut, belirsiz istekleri sıkıştırılacaktı! Eski Yugoslavya'da; ağır baskı, sistematik tecavüz, zulüm, işkence ve toplu katliama maruz kalan Boşnakların nasıl yılmadan mücadele ettiğine, Genelkurmay İstihbarat Başkanlığı temsilcisi olarak bizzat Türk birliği ile gittiğim Bosna'da tanık olmuştum. Buna karşılık, refah düzeyi Türkiye Türklerinden daha iyi durumda olan Kıbrıslı soydaşlarımız, küçük maddi koşullar nedeniyle en büyük manevi varlıkları olan kendi devletlerinin ayaklarının altından kayıp gitmesine, kaygısızca onay verdiler! Ayrıca Türkiye'nin de, neredeyse bütün anayasal kurumları ile bu plâna destek vermesi ve KKTC'yi adeta bu plânı kabule zorlaması inanılacak bir olgu değildi. KKTC'nin efsane Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş'a yapılanlar ise yüzümüzü kızartıyordu. Kahramanların bile arkadan hançerlendiği bir süreçte, artık geri dönülmez bir yola mı girilmişti? Rum Bakan Annan Planı'nı çok güzel özetledi: Bu planı kabul etmedik. Çünkü bu koşullarda bir barış olmazdı. Savaş kaçınılmazdı! Türkiye'nin etkin ve fiili garantörlüğü yerinde duruyordu. Türkler ikinci kez müdahale ederse, bir daha çıkmazlardı! KIBRIS GİDERSE, BİR KRİZDE TÜRKİYE NEFES ALAMAZ! Dış politikadaki yetkinlik, bir ülkenin devlet olabilme kapasitesini gösteren en önemli ölçüttür. Bu nedenle büyük devletlerin dış siyaset planlaması bir satranç oyununa benzer… Hamleler o denli ustalıkla yapılır ki bu sanattan nasibini almamış ülkeler başlarına neyin geldiğini bile anlayamazlar! Eğer, bir politikacı, bölgesini ve dünyayı mümkün olduğu kadar gerçeğe yakın algılayamıyorsa, asla bir devlet adamı olamaz! Hangi makamı işgal ederse etsin, elitler dünyasında kolayca kandırılabilen sıradan bir kasaba politikacısıdır ve asla itibar görmez! Kör talihe bakın! Nerelerden nerelere geldik… Astığımız Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu 1955 yılında ne demiş: "Savaşta Türkiye ancak güney limanları yolu ile beslenebilir. Kıbrıs adasına hâkim olacak kuvvet aynı zamanda Ege denizinde adalara da sahip olursa, Türkiye gerçek bir kuşatma altına girer. Hiçbir ülke tüm güvenliğinin dost ve müttefik dahi olsa başka bir devlete dayanmasına razı olamaz!" Unutmayalım, Türkiye dış ticaretinin yüzde doksanını deniz yolu ile gerçekleştirmektedir… Bir kriz ve çatışma durumunda Ege kapanacaktır! Eğer Kıbrıs da elden çıkarsa, Antalya, Mersin, İskenderun limanları tehdit altında kalır! Türk ekonomisi 15 gün içinde felç olur! Sorun Kıbrıs Türklerinden daha çok Türkiye Türklerinin sorunudur… İngiltere Başbakanı McMillian 1955 yılında bakın neler söylemiş: "Kıbrıs adasını kim kontrol altında tutarsa, Türkiye'yi ve aynı zamanda Ortadoğu'ya giriş ve çıkışları denetler." Daha da geriye gidelim. Yıl 1879, İngiliz Başbakanı Benjamin Disraeli: "Kıbrıs Anadolu'nun anahtarıdır!" Bunun bilincinde olan İngiltere, AB üyesi olmasına rağmen hiçbir zaman egemenliği altında bulunan Kıbrıs'taki Dikelya ve Agrotori'deki üslerini AB ya da AB üyesi ülkelere açmadı! Elin oğlu, neyi vereceğini, neyi elinde tutacağını çok iyi biliyor! KIBRIS AB MUHİBLERİNE EMANET? Bugünlerde AB aşığı, teslimiyetçi görüntü veren bir Zat-ı Muhterem, AB kapısında Kıbrıs pazarlığı yapıyor… "Yavru Vatan" tanımını beğenmiyor; "Biz büyüdük, kardeş olduk" diyor… Türkiye, Türklük, bayrak, millet, vatan konusundaki önyargılarını kaygısızca kamuoyu ile paylaşıyor… Maşallah! Sanki batan geminin malları dağıtılıyor… Nereden bakarsanız bakın, müzakere yeri ve zemini yanlış! Böylesine hayati bir görüşme Brüksel'de sürdürülemez! AB bu konuda tepeden tırnağa kadar Rum tarafındadır. AB'nin Doğu Akdeniz'de Türkiye ve Türkler için layık gördüğü alan Antalya körfezi ile sınırlıdır. Topluluğun Kıbrıs, Doğu Akdeniz ve Ege politikalarına Türk gözlüğü ile bakıldığında, görülen tek şey düşmanlıktır! Müzakereleri yürüten kişi A'dan Z'ye yanlıştır! Müzakere stratejisini belirleyenler A'dan Z'ye yanlıştır! Verdikleri, "AB'ye girişin de ön hazırlığını yapıyoruz!" gibi beyanlar teslimiyetin peşinen kabul edilmesi anlamındadır! Hukukta bunun adı "ihsas-ı rey"dir! Avrupa Birliği (AB) Kıbrıs müzakerelerini belirli bir kıvama getirdi. Türklere son darbeyi indirmek için Birleşmiş Milletler (BM) devreye girdi. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) Cumhurbaşkanı Nikos Anastasiadis ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı New York'ta son tango için podyuma çıktı. Anastasiadis son kerte rahat ve kendinden emin! BM Genel Kurulu'nda 17 Eylül 2016 günü esti, gürledi. "Türkiye ile çeşitli konularda anlaştıklarını" ifade etti. Gizlilik ilkesini resmen çöpe attı. Çünkü karşısında toy, acemi ve ilkesiz bir ekip var! Mustafa Akıncı'nın ise sanki dili tutulmuş! Ser veriyor, sır vermiyor… TBMM ve Meclis'teki partiler bu konuya oralı bile değil! Hiç bilmeyen biri Kıbrıs adasının Pasifik Okyanusu'nda olduğunu sanır! Türkiye'nin kırmızıçizgilerine saldırı ilk bakışta göze çarpıyor. Türkiye'nin etkin ve fiili garantörlüğü asla kabul edilmiyor. Türk askerinin adadan kovulması ön şart olarak karşımıza çıkıyor! Ayrıca Türkiye'den gelerek adaya yerleşen ve KKTC'de askerlik yapan Türklerin de pılını pırtısını toplaması dayatılıyor. Kıbrıs Cumhuriyeti, bilindiği üzere 1963 Rum darbesi ile fiilen Kıbrıs Rum Cumhuriyeti'ne dönüştürüldü. Bu durum Anastasiadis tarafından 25 Ağustos 2015'te Limasol'da yapılan Dünya Kıbrıs Rumları toplantısında açıkça ifade edildi. Şimdi "Federal Kıbrıs Cumhuriyeti" diye bir ad uyduruyorlar. Ama bu devlet KKTC'yi ortadan kaldıracağından ve Türklere sadece cemaat statüsü vereceğinden, sözde iki kesimli, sözde federal, gerçekte üniter bir devlet olacak! Almanya gibi güçlü bir merkezi hükümetin gölgesinde yerel yönetim özerkliği olan sözde federe yapılar göreceğiz… Kıbrıs'ın Münhasır Ekonomik Bölgesi (MEB) içinde yer alan zenginliklerin "birlikte ve eşit söz hakkı ile yönetimi" de istenmiyor. Nikos Efendi sadaka verir gibi, "Türklerin ihtiyaçları kadar yararlanabileceklerini" söylüyor. Yani adil bir paylaşım söz konusu değil! RUM-YUNAN İKİLİSİ SAVAŞ SUÇLUSUDUR! Akritas-İphestos planları, BM raporları (Doc. S/5950, Doc. S/7969, Doc. S/8286), 15 Temmuz 1974 Yunan Darbesi, 19 Temmuz 1974'te Makarios'un BM'de yaptığı konuşma ve Yunanistan Yüksek Mahkemesi'nin 2658/79 sayılı kararları Rum-Yunan ikilisinin savaş suçlusu olduğunu açıkça teyit etmektedir. Durum her seviyede resmi belgelerle ortaya konmuşken, Türk tarafına savaşı başlatmış ve kaybetmiş gibi bir muamele yapılmaktadır. Burada eğer bedel ödenecekse, bu bedeli ödeyecek taraf savaş suçlusu Rum tarafıdır. Bu koşullar altında çoğunluk hakları dayatmaları ise barışa değil savaşa hizmet eder! Uluslararası hukuk saldırgana hiç de sıcak yaklaşmıyor. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Çek Cumhuriyeti, Slovakya, Polonya, Rusya, Romanya, Hollanda bir kuruş vermeden ülkelerindeki Almanların tüm tapulu mallarını kamulaştırdı. Çek Cumhuriyeti'nde bin yıldır 3 milyon Alman yaşıyordu. Bunların malına mülküne el kondu. Cumhurbaşkanı Vaclav Klaus, 2009 yılında imzalanan Lizbon Antlaşması ile bu işlemin yasal olduğunu AB'nin birincil hukuk maddeleri içine sokturdu. Mağdurların AİHM'de dava açma hakkı bile yok! Şimdi Akıncı, 41 yıldır Kıbrıs Türkü'nün sahip olduğu malı mülkü Rumlara peşkeş mi çekmek istiyor? MÜJDE EOKA'NIN ÇOCUĞU OLDU! Rumlar KKTC'den güneye geçen Türklere 2004'ten beri saldırıyor… Kafalara dank etmesi için Rum Alithia gazetesinden aktaralım: "2004-2012 yılları arasında Türklere yönelik şiddet olayları hakkında gazetelerde çok sayıda haber çıktı! Gelin görün ki tek bir vaka dışında mahkemeye götürülen hiçbir olay yok! Trodos'a gezmeye gelen baba oğul, diğer aile bireylerinin gözleri önünde öldüresiye dövülüyor. Olay örtbas ediliyor. Tepkiler üzerine Birleşmiş Milletler (BM) devreye giriyor. Göstermelik bir mahkeme güya sanıkları yargılıyor. Sonuçta herkes beraat ediyor. 2010 yılında bir Türk müzisyen ELAM örgütü tarafından bıçaklanıyor. Basında her boyutu ile vahşet sergileniyor. Sanıklar delil yetersizliğinden serbest bırakılıyor." Ayrıca Mehmet Ali Talat'a yönelik eylemler de işin bir başka boyutu! 2015'de KKTC'nin kuruluş yıldönümünde Lokmacı sınır kapısı önünde Türklere saldırıp, Türk plakalı araçları kundakladılar. Olayın cereyan ettiği alana 100 metre uzaklıkta olan polis merkezinin hiçbir önlem almaması özellikle dikkat çekti. Bizim (!) Mustafa Akıncı ise "bu tür olayların müzakere sürecine zarar vereceğini" ifade etti! Sevsinler senin müzakerelerini! Bu şiddet örgütü nerede bir Türk görürse saldırıyor… ELAM, EOKA gibi bir kısaltma! Yunanca "Rum Ulusal Halk Cephesi (The National Popular Front)" kelimelerinin baş harflerinden oluşuyor. Irkçı, faşist, kalleş ve zalim bir örgüt! Yunanistan'da 1993 yılında kurulan Neo-Nazi Altın Şafak Partisi'nin Kıbrıs'taki uzantısı! Meclis'e de girmeyi başardı; 2 milletvekili var! Temel hedefi, Türklerin kökünü kazımak! Aslında GKRY devlet sisteminin genetik kodları ELAM'da saklı! Bir anlamda Rum derin devletini temsil ediyor. Bu nedenle mahkemeler de dâhil her alanda korunup kollanıyor. KKTC ayrı bir devlet iken bunları yapanların, Birleşik Kıbrıs'ta neler yapabileceklerini düşünmek bile istemiyorum. Bunların küçük bir grup olduğunu iddia edenlere, EOKA'nın da mevcudunun başlangıçta 200 kişiyi bile geçmediğini hatırlatırım… BUNLAR GARANTÖR OLABİLİR Mİ? Rumlar gardımızı düşürmek için AB ve BM'nin garantörlüğünü istiyor! Al birini vur ötekine! İngiltere ve Yunanistan garantörlük haklarından vazgeçecekmiş! Adaya gizlice 20 bin asker çıkaran Yunanistan ve 1974'te Kıbrıs'taki darbeyi seyreden İngiltere'ye güvenilebilir mi? Türk için kılını kıpırdatmayacağı aşikâr olan uluslararası kuruluşlar ve bilinen devletlerin garantörlük oltasının yemi olamayız! Türkiye'nin etkin garantörlüğü ve Türk askerinin varlığı hiçbir suretle tartışma konusu yapılamaz. Kıbrıs, KKTC vatandaşlarından daha çok Türkiye'deki 70 milyonun davasıdır. Kıbrıs'ı rakiplerine teslim eden Türkiye nefes borusunu kendi elleri ile tıkamış olur. Mustafa Akıncı ve müzakere ekibinin gemisi su almaya başladı. Bu geminin gidebileceği hiçbir liman kalmadı! Bilgiler sızdıkça bu ekibin Annan Planı'nın çok daha gerisine düştüğü açık seçik görülüyor… Hatta 1960 Anayasasında siyasi eşitliği sağlayan maddeler de çöpe atılmış! Anayasa'da Türk Başkan Yardımcısının yasaları veto yetkisi vardı! Yasa tasarısı hem Rum hem de Türk milletvekilleri tarafından onaylanmaktaydı. Böylece kör topal da olsa bir siyasi eşitlik sağlanıyordu. Şimdi bu da yok! Görüşmelerde hiçbir ilke ve kırmızıçizgi yok! Şimdiye kadar alınan hiçbir şey yok! Veriyorlar, veriyorlar, veriyorlar… MÜZAKERE STRATEJİSİ YOK, PLAN PROJE YOK! Rum tarafının belirgin bir müzakere stratejisi var. Rum heyeti gerçek anlamda uzmanlardan seçilmiş. Ne yaptığını ve ne istediğini biliyor. Efsane Önder Denktaş ve ekibinden sonra ayağa düştük! Mehmet Ali Talat ve sonra da Akıncı! Ekibin kompozisyonu konusunda da ciddi şüpheler var! Ayrıca Avrupa Birliği (AB) 59 sözde proje ile seçilmiş kişi ve kurumlara kaynak aktararak teslimiyetçi bir hava oluşturmaya çalışıyor. Rum tarafı önce nüfus meselelerinin konuşulmasını talep etti. Türklere ¼ oranını kabul ettirince, toprak, mülkiyet gibi konulara geçti. Çünkü Türkleri azınlık durumuna düşürdükten sonra bu konularda önünün açılacağını biliyordu. Türk heyeti yeterli deneyim ve inanca sahip değil! Herhalde Rumların haklı olduğunu düşünüyorlar… Empati stratejisi uyguluyorlar. Yani, senin çıkarını da gözeteceğim! Bunun doğal sonucu sürekli vermektir. Bilindiği gibi, Akıncı, Rum Lider Anastasiadis'i "maksimalist ve vicdansız" olmakla suçladı! Bu ise şu anlama geliyor: "Ben makul taleplerde bulunuyorum, o ise hep daha fazlasını istiyor!" Bu durum tek başına bile nasıl bir tuzağa düştüğümüzü gösteriyor… Çünkü bu gibi durumlarda karşı taraf verileni cebine atar, sonra daha fazlasını ister! Toprak konusunda Rum tarafı hayretler içinde kaldı! Bu kadarını da beklemiyorlardı! Ama süre istediler… Yunanistan'a gittiler, döndüler, Kıbrıs'ta çalışmalar yaptılar ve yeniden masaya oturduklarında daha fazlasını istediler… Mülkiyet konusunda Rumlar müzakere başlangıcında üç kriter teklif etti: "Toprak oranı, geri döneceklerin sayısı ve sahil şeridi oranı!" Türkler kabul edince, şaşırdılar! Hâlbuki KKTC Heyeti şu kriterleri gündeme getirmeliydi: Toprak 1977 yılında uzlaştığımız gibi, ekonomik olarak yaşayabileceğimiz oranda olmalıdır! Mülkiyet oranları göz önüne alındığında, yüzde 32'den az olamaz! Ve iki kesimlilik hiçbir şekilde sulandırılamaz! Bir federasyon için en büyük tehlike nüfus ve ekonomi alanındaki açık asimetridir. Çünkü belirgin nüfus farkı çoğunlukçu politikaları öne çıkarır. Ekonomik olarak güçlü olan diğerini besler ve bu durum hoşnutsuzluk yaratır. Süreç doğal akışı içinde federasyondan üniter devlete doğru kaymaya başlar! Dikkat ettiniz mi? Her türlü pazarlıkta Rumlar Karpaz'dan vazgeçmiyor. Emperyalizm Suriye ve Kıbrıs'tan aynı anda yükleniyor! Niçin acaba? Çünkü Türkiye ile KKTC arasındaki petrol ve doğal gaz yatakları üzerinde hak kazanmak istiyorlar. Suriye'deki kazançlarını Doğu Akdeniz'e uzatmak istiyorlar… Günün birinde Türk tarafı ile ilişkilerinin bozulacağını biliyorlar. Ayrıca Türkiye'nin deniz ulaştırmasını denetleyebilecek stratejik bir bölgeyi ele geçiriyorlar. TÜRKİYE KIBRIS'TAN VAZGEÇEMEZ! Hiç şüphesiz Kıbrıs Türk jeopolitiğinin ayrılmaz bir parçasıdır. Aynı zamanda Kıbrıs Avrasya için de Doğu Akdeniz'de tutunma alanıdır. Doğu Akdeniz ilk çağlardan beri egemen güçlerin mücadele sahnesi olmuştur. Süveyş kanalının açılması ve hidrokarbon kaynaklarının keşfi ile birlikte önem ve önceliği daha da artmıştır. Günümüzde Batı Asya'daki nüfuz mücadelesinin düğüm noktası Doğu Akdeniz, bu alandaki en hayati bölge Kıbrıs'tır. Bu bölgede yeni doğal gaz ve petrol yataklarının bulunması Kıbrıs'ın stratejik önemini vazgeçilmez bir boyuta taşımıştır. Türkiye hem stratejik hem de ekonomik nedenlerle Kıbrıs'tan vazgeçemez! Kıbrıs Türk'ünün can ve mal güvenliğini sağlamak Anavatanın boynunun borcudur. Türkiye, Kıbrıs'taki soydaşlarının geleceğini ABD, AB ve Rumların insafına terk edemez! Türkiye, adada tek bir Türk bulunmasa bile yaşam sahasının kalbinde olan bu adaya kayıtsız kalamaz! Geçmişinde imparatorluklar kurma geleneği olan Türkiye gibi önemli bir ülke kendisi karaya hapsedecek gelişmelere seyirci kalamaz! Suriye'de sınırlarımıza bir terör devletçiği yapıştırılırken, aynı dönemde Kıbrıs üzerinden yapılan emperyalist saldırı doğru değerlendirilmelidir. KKTC ve Türkiye'nin Kıbrıs konusunda geleneksel bir müzakere stratejisi vardır. Bu strateji ile taviz konusu olmayacak alanlarda milli bir duvar çekilmiştir. Türkiye'nin özenle sadık kaldığı üç ilke Türk Hükümet sözcüleri tarafından da zaman zaman kamuoyu ile paylaşılmaktadır. Bunlardan birincisi ve en önemlisi Türkiye'nin etkin ve fiili garantörlüğüdür. Buradaki en küçük bir tereddüt Kıbrıs'ın yitirilmesi ile sonuçlanır! İkinci ilke "siyasi eşitlik" ve son ilke ise hem toprak hem de nüfus açısından mutlak "iki kesimliliktir." Bu alanlarda verilecek tavizler fiili olarak bir federal devlet yapısına son verir. Kıbrıs Türk'ü önce azınlık duruma düşer; sonra da güvenlik riskleri ile boğulur! Türkiye'nin garantörlüğü yaşamsal bir önem taşırken, KKTC'yi savunması gerekenlerin, "Güvenlik tabu değildir; tartışılabilir!" şeklinde açıklama yapması, daha başlangıçta müzakerelere gölge düşürmüştür. Diğer taraftan, kabul edildiği ileri sürülen toprak ve nüfus düzenlemeleri ile iki kesimlilik fiilen ortadan kaldırılmıştır. Ayrıca Kıbrıs Türklerinin siyasi eşitliğini garanti altına alacak, dönüşümlü başkanlık gibi hiçbir hususu Rum tarafı kabul etmemiştir. Ayrıca süreç dikkatle incelendiğinde, barış görüşmelerinin barıştan ziyade bir iç çatışmayı körükleyecek temaları öne çıkardığı görülmektedir. TÜRKİYE MÜDAHALE ETMELİ Kıbrıs konusunda TBMM'de alınan kararlar ve Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti'nin temel ilkeleri konusunda KKTC Müzakere Heyeti'nin gerekli titizliği göstermediği görülmektedir. Bu koşullar altında, verilen bütün tavizlere rağmen Rum tarafı masadan çekilmiştir. ABD ve Avrupa Birliği (AB) ülkelerinin baskısı ile 9-11 Ocak 2017 tarihlerinde Cenevre'de harita üzerinde yeni bir müzakere kapısının açılması beklenmedik bir gelişmedir. Kulis bilgilerine göre KKTC'deki malum ekibin bunu müjdeli bir haber olarak yansıtması endişe vericidir. Bu görüşmelerin hemen akabinde, 12 Ocak 2017 günü garantör ülkelerin (Türkiye, İngiltere, Yunanistan) de katılımı ile 5'li görüşme planlanması Türk dünyasını tedirgin etmektedir. KKTC'de herkes haklı olarak endişeli! Çünkü böyle bir antlaşma en geç 3 yıl içinde Kıbrıs'ı Girit yapar! Akıncı ve heyeti dışında kimseye söz hakkı yok! KKTC Hükümeti bile devre dışı bırakılmış! Ama unuttukları anavatan var! Her ne kadar Akıncı gibiler "kardeş vatan" deseler de Türkiye'nin istemediği hiçbir şey olmaz! 15 Temmuz sürecinde Batı ülkelerinin tutumu ve AB'nin Türkiye ile ilgili üst üste aldığı olumsuz kararlar bellidir. Kıbrıs konusunda Batı dünyasının adil davranacağı beklemek, herhalde fazla gerçekçi olmaz! Bu nedenle TBMM konuyu süratle gündemine almalı ve müzakerelerin iç yüzünü bütün çıplaklığıyla anlamalıdır. Türk Hükümeti kendi ilan ettiği ilkeleri koruma konusunda gerekli titizliği göstermelidir… Geçirdikleri acı tecrübelerden sonra, Kıbrıslı soydaşlarımızın Annan Plânı benzeri bir yıkım projesine bir kez daha onay vereceklerine ihtimal vermiyorum. Türkiye'de ve dünyadaki her Türk'ün kalbi Kıbrıs'la birlikte çarpıyor! Bakın "El Pepe" olarak tanınan Uruguay Devlet Başkanı Jose Majica ne diyor: "Esas gücün hükümette olduğunu sananlar yanılıyor, esas güç halkın kalbinde yatıyor. Bunu anlayabilmem koskoca bir hayata mal oldu!" Türk milleti Kıbrıs konusunda ayağa kalkmalı, yeri göğü inletmelidir. Soner Polat |
You are subscribed to email updates from Sözcü Haber. To stop receiving these emails, you may unsubscribe now. | Email delivery powered by Google |
Google Inc., 1600 Amphitheatre Parkway, Mountain View, CA 94043, United States |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder