Sözcü Haber |
- Ondan kaçış yok! Türkiye'nin yeni füzesi
- MHP Genel Başkan Yardımcısı Atilla Kaya, genel başkan yardımcılığı görevinden istifa etti
- Türkiye'de kimsenin hayat biçimi, sistematik bir tehdit altında değildir
- 'Reina saldırganı' sandıkları kişi vatandaşlar tarafından dövüldü
- 'Dövüşe 5 kala' yazıp ortadan kaybolan "Woo George" gözaltına alındı
- İncirlik Üssü'nün kapanması gündemde
- Saray'a gitmeyen muhtara da soruşturma açıldı
- Uzatılan OHAL süresince neler yaşandı?
- Türkiye’de terör ve Suriye’de uygulanan politika
- Milletvekili sayısı 550’den 600’e çıkarılmak isteniyor, 50 milletvekili artışı MHP için!..
- İşte dünyanın en pahalı isimleri ve değerleri
- Gazi Meclise İhanet
- Sneijder'in annesine insafsız eleştiri...
- Laiklik anayasamızın en temel maddesidir
- Ülkenin ve Ekonominin Freni Tutmuyor Artık
- Türkçe Eğitimi
Ondan kaçış yok! Türkiye'nin yeni füzesi Posted: 04 Jan 2017 09:00 AM PST Zırhlı hedeflere karşı kullanılan orta menzilli tank savar füzemiz OMTAS, Türkiye'nin gücüne güç katacak! İşte özellikleri... Roketsan tarafından piyade birlikleri için karadan karaya kullanım için geliştirilen OMTAS bir tanksavar füze sistemi üzerinde barındırdığı yüksek teknoloji ile modern savaş alanındaki tüm zırhlı tehditlere karşı etkilidir. TÜM HAVA KOŞULLARINDA GÖREV YAPABİLİYOR Kızılötesi arayıcı başlık ile karadan karaya zırhlı hedeflere karşı kullanılan 4 km azami menzil ve 200 m asgari menzile sahip OMTAS, gündüz-gece ve tüm hava koşullarında görev yapabilme özelliğine sahiptir. TEKNİK ÖZELLİKLERİ Çap 160 mm Azami Menzil 4 km Asgari Menzil 0,2 km Ağırlık 35 kg (Kompozit Tüp Dahil) Yakıt Tipi HTPB Bazlı Az Dumanlı Kompozit Yakıt Harp Başlığı Tipi Reaktif Korumalı Zırhlara Etkili Duyarsız Tandem Harp Başlığı Güdüm Görüntüleyici Kızılötesi (IIR) Hedef Tipleri Ağır Zırhlı/Zırhlı Araçlar Saldırı Tipleri Doğrudan ve Üstten Vuruş Lançer Görüntüleme Sistemi Termal ve TV Kamerası |
MHP Genel Başkan Yardımcısı Atilla Kaya, genel başkan yardımcılığı görevinden istifa etti Posted: 04 Jan 2017 08:00 AM PST YENİ ANAYASA TUTUMUNU BEĞENMEDİ Atila Kaya'nın partili cumhurbaşkanlığını öngören anayasa değişiklik teklifine 'hayır' oyu vereceği ve parti lideri Devlet Bahçeli'nin tutumuna tepkili olduğu öğrenildi. BAHÇELİ: BİR TEK 'EVET' OYUM VAR MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ise dünkü grup toplantısı sonrası basın mensuplarının MHP içindeki anayasa eleştirileriyle ilgili soruya şu yanıtı vermişti: "Normaldir. Milletvekilleri düşüncelerini sizin gibi değerli basın aracılığıyla kamuoyuyla paylaşıyor. Biz de sizin aracılığınızla öğreniyoruz. O bakımdan saygı duyuyoruz. Önümüzdeki hafta içerisinde anayasa değişikliklerinin gündeme geleceğini söylüyor. Tabii siyasi partiler grup kararı alma durumunda değildir. Yasa buna müsaade etmemektedir. Benim, Anayasa Komisyonu'nda kabul edilen, Genel Kurul'a geldiğinde de oralardaki değerlendirmelerde katkı sağlayacak bir tek 'Evet' oyum vardır. Onu da vereceğim. 'Evet' oyunu referandumda da tekrarlayacağım." |
Türkiye'de kimsenin hayat biçimi, sistematik bir tehdit altında değildir Posted: 04 Jan 2017 07:30 AM PST Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 2017'nin ilk muhtarlar buluşmasında Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'nde konuştu. Erdoğan Reina saldırısı ile ilgili olarak 'amaçları bizi birbirimize düşürmektir' dedi. Erdoğan ayrıca "Türkiye'de kimsenin hayat biçimi, sistematik bir tehdit altında değildir. Buna asla müsaade etmeyiz. Buna 14 yıllık iktidarımız döneminde fırsat vermedik. Aksini iddia eden varsa, somut örnekleriyle bunu ortaya koymak mecburiyetindedir." dedi. CUMHURBAŞKANI Recep Tayyip Erdoğan, "Yaptığım her işin, attığım her adımın, ağzımdan çıkan her sözün kamuoyunun gözü önünde cereyan ettiği bu uzun sorumluluk döneminde, hayat tarzı baskısı altında kalan acaba tek bir kişi var mıdır? Biliyorum ki dünyadaki ve ülkemizdeki herkesin aynı hayat biçimine sahip olma mecburiyeti yoktur. Ezan okunmasına tahammül edemeyenlerin, müezzinin üzerine yürünmesi ne kadar yanlışsa namaz kılmayana karşı zor kullanılması da aynı derecede yanlıştır" dedi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, 33'üncü Muhtarlar Toplantısı'na katıldı. Cumhurbaşkanlığı Sarayı'ndaki toplantıda hitap eden Erdoğan, terör örgütlerinin asimetrik saldırı şeklinde eylemler yaptığını belirterek, "Defalarca maruz kaldığımız bu imtihanın günümüzdeki versiyonu farklı terör örgütlerinin aynı amaç için kullandığı, asimetrik bir saldırı şeklinde karşımıza çıkmıştır. Biliyorum ki milletimizin öfkesi büyüktür. İnanın bana, bizler de yaşananlar karşısında en az sizler kadar öfkeli ve yaralıyız. Ama şu gerçeği biliyoruz. Bu saldırıların asıl amacı, bizim muvazenemizi bozmaktır. Duygularımızı, aklımızın önüne geçirmektir. Bizi birbirimize düşürmektir. Toplumumuz içinde var olan o fay hatlarını derinleştirme ve kırma amacı güdenler, her fırsatı değerlendirmekten, her yöntemi kullanmaktan çekinmiyor. Bu oyuna gelmeyeceğiz. Gerekirse kan kusup, kızılcık şerbeti içtik deme pahasına dik duracağız. Soğukkanlılığımızı her daim muhafaza edeceğiz. Büyük acılarla yoğurularak, bugüne gelen bir millet için 3-5 terör örgütü kullanılarak, gerçekleştirilen saldırılar, can yakıcı olsa da teslimiyet gerekçesi asla olamaz. Kaçmak, namertlerin işidir. Bizim milletimiz her zaman mert olmuştur" diye konuştu. "KAYBEDERSEK BAŞARILAMAYAN SEVR TEZGAHI ÖNÜMÜZE GETİRİLECEK" 'Türkiye teröre teslim oldu' diye yorum yapanlara tepki gösteren Cumhurbaşkanı Erdoğan, şöyle konuştu: "Bugün Türkiye, yeni bir istiklal mücadelesi içindedir. Bu mücadeleyi kazanırsak, 2023 hedeflerimize de ulaşacağız. 2053 ve 2071 vizyonlarımızı da şekillendireceğiz. Kaybedersek, 100 yıl önce başarılamayan bir Sevr tezgahı yeniden önümüze getirilecek. Tüm vatandaşlarımızın, sorumluluk sahibi herkesin bu bilinçle meseleye yaklaşması; üslubunu, tavrını, sözünü ona göre belirlemesi gerekiyor. Bulundukları makamın gerektirdiği mesuliyetten tamamıyla uzaklaşarak, bu mesuliyetten uzak tavırlar ve ifadeler içinde olanların hezeyanları milletimizle birlikte bizi de üzüyor. Çok açık konuşuyorum. 'Türkiye teröre teslim oldu' demek; teröristle, terör örgütleriyle aynı safta yer almaktır. Çünkü terör örgütlerinin tüm amacı, birilerine bu sözü söyletmektir. Bu sözü ifade eden kişi siyaset yapmıyor. Sadece kendi ülkesinin karşısında oluşturulan şer ittifakının değirmenine de su taşımış oluyor. Türkiye'nin kendi güvenliği için bölgesinde yürüttüğü mücadeleyi başka devletlerin içişlerine karışmak olarak gören bir kafa, olup bitenlerden hiçbir şey anlamıyor demektir. DEAŞ'a karşı en etkili mücadeleyi veren bir ülkeyi hala bu alçak örgüte destek sağlıyor imasıyla suçlamak, tam da terör örgütleri üzerinden Türkiye'ye saldıranların istedikleri türden bir söylemdir. Üstelik bu zihniyet, sadece ülkesine iftira atmakla kalmıyor; milletin arasına fitne sokmak için de her türlü yola başvuruyor" YANLIŞ YAPAN VARSA HESAP VERİR Mezhepçilik üzerinden kendilerine alan açmaya çalışanlar olduğuna dikkat çeken Erdoğan, "Türkiye'de etnik kimlik ve inanç üzerinden siyaset yapılmasına benim kadar karşı çıkan başka birisi daha var mıdır, bilemiyorum. Tüm siyasi hayatım bu mücadeleyle geçmiştir. Ülkemizde yıllarca Kürt sorunu kavramını istismar edenlerin dertlerinin Kürt kardeşlerim olmadığı çukur eylemleriyle ortaya çıkmıştır. Bunlar hep bu işi istismar ettiler. Dürüst davranmadılar. Hep yalan söylediler. Şimdi gerçekler ortaya çıkıyor. Mezhepçilik üzerinden kendilerine alan açmaya çalışanların dertlerinin de aslında bu vatandaşlarımız olmadığı her cinayetle, kurulan her yeni ittifakla o da ortaya çıkıyor. Bu meselede de yanlış yapan varsa hesabını güvenlik ve adalet kurumlarına verir, zaten veriyor" diye konuştu. "GAZİANTEP SALDIRISIYLA ORTAKÖY SALDIRISI ARASINDA NE FARK VAR?" Cumhurbaşkanı Erdoğan, şöyle devam etti: "Bölücü örgüte, dinimizi istismar eden FETÖ gibi DEAŞ gibi örgütlere fiili, yazılı, sözlü destek verenlere ne yapılıyorsa mezhep ayrımcılığı veya hayat tarzı üzerinden milletimizin bir kesimini istiskal etmeye çalışanlara da aynı muamele yapılacaktır. DEAŞ'ın Gaziantep'te bir kına töreninde yaptığı canlı bomba saldırısıyla her yönüyle profesyonel bir eylem olduğu görülen Ortaköy saldırısı arasında Allah aşkına ne fark var? Şu anda Ortaköy'le ilgili bu kadar feveran edenler, bu kadar farklı şekilde söylemde bulunanlar acaba Gaziantep'teki o 56 kişiyle ilgili ne yazdılar, ne söylediler, ne yazdılar? Orada niye sustunuz? İşte bizim farklılığımız burası. Bizim Gaziantep'teki olay da Ortaköy'deki olay da Beşiktaş'taki olay da Kayseri'deki olay da canımızı yakar. Çünkü biz sorumluluğumuzun dört dörtlük farkındayız. Bunların hepsi de terör eylemidir" "BUNU YAŞAM BİÇİMLERİNE KAYDIRMANIN HİÇBİR ANLAMI YOK" İstanbul Ortaköy'deki gece kulübüne yönelik terör saldırısıyla ilgili açıklamalarda bulunan Erdoğan, "Gaziantep saldırısına gösterilmeyen bu türden tepkiler ve yapılmayan değerlendirmeler, Ortaköy saldırısına yapılınca oraya soru işaretini koymamız gerekiyor. Hemen bunu yaşam biçimlerine kaydırmanın hiçbir anlamı yok. Bunlar tamamıyla ülkemizi veya ülkemizdeki siyasi iradeyi bir kenara öteleme, ülkemizi bölme operasyonundan başka bir şey değildir. Zihin karıştırmadan başka bir şey değildir. Saldırgan o gece orada değil de ertesi gün bir pazar yerinde aynı eylemi yapsa aynı sayıda insanı katletse yine benzer tavırlar sergilenecek miydi acaba? Buradaki amaç, Ortaköy'de ölenlerin hakkını korumak, onların yasını tutmak değil. Olaya atfedilen değerler üzerinden bir çatlak oluşturup, toplumu kutuplaştırmak olduğu çok açıktır" diye konuştu. "EN İĞRENÇ İSTİSMAR ÖLÜ BEDENLER ÜZERİNDEN YAPILANDIR" Türkiye'de kimsenin hayat biçiminin tehdit altında olmadığını vurgulayan Erdoğan, "En iğrenç istismar, Ortaköy saldırısında olduğu gibi ölü bedenler üzerinden yapılmaya çalışılan istismardır. Türkiye'de kimsenin hayat biçimi sistematik bir tehdit altında değildir. Buna asla müsaade etmeyiz. Buna 14 yıllık iktidarımız döneminde fırsat vermedik. Aksini iddia eden varsa somut örnekleriyle bunu ortaya koymak mecburiyetindedir. Hayat tarzı hassasiyetiyle hareket edenlerin bu yöndeki iddiaları zaten medyada günlerce işleniyor. Şayet olay gerçekse faili kısa sürede tespit edilip, en ağır şekilde de cezalandırılıyor. Bize göre de böyle olmalıdır" dedi. "HAYAT TARZI BASKISI ALTINDA KALAN ACABA TEK BİR KİŞİ VAR MI?" Cumhurbaşkanı Erdoğan, şöyle konuştu: "Bu kardeşiniz, İstanbul'da 4,5 yıl büyükşehir belediye başkanlığı yaptı. 2003 yılının Mart ayından 2014 yılı Ağustos'a kadar da 11 yılı aşkın kesintisiz başbakanlık görevini yürüttüm. 2,5 yıldır da cumhurbaşkanı olarak ülkeme hizmet veriyorum. Görev verdiniz ben de görevimin gereğini yerine getiriyorum. Buradan milletime soruyorum. Yaptığım her işin, attığım her adımın, ağzımdan çıkan her sözün kamuoyunun gözü önünde cereyan ettiği bu uzun sorumluluk döneminde, hayat tarzı baskısı altında kalan acaba tek bir kişi var mıdır? Hepinize sormak isterim. Kim, acaba bu ülkede 'Ben şu şekilde yaşamak istiyordum da yaşamadım, veya şöyle giyinmek istiyordum da giyinemedim' diyen var mı? Bütün bunlar ortadayken birileri sosyal medyayı kullanıyor. Birileri Facebook'tan, birileri gazetelerinde köşelerinde hala utanmadan sıkılmadan bunları yazabiliyorlar. Bu yalanı, iftirayı, istismarı yapanların kendileri en başta olmak üzere, kimin yediğine, gezdiğine, içtiğine, giydiğine, aldığına sattığına karışılmıştır? Herkes gibi ben de tasvip etmediğim görüntüleri, ifadeleri eleştirmişimdir. Bunları da bireysel ifade özgürlüğümün sınırları dahilinde söylemişimdir. Ama asla temsil ettiğim kamu gücünü kullanarak, kimsenin hayat tarzına müdahale sayılabilecek bir yola başvurmadım. Bu yönde bir uygulamaya asla tevessül etmedim. Kurucusu olduğum siyasi partinin de bu yönde bir adımı hiçbir zaman bu noktada olmamıştır. Zira 14 yıl önce bu yola, bu kararlılıkla, bu anlayışla çıktık. Bugün de cumhurbaşkanı olarak böyle bir yola başvurduğuma dair en küçük bir örnek gösterilemez. Şahsımdan farklı bir davranış bekleyenler, daha çok beklerler" "NAMAZ KILMAYANA KARŞI ZOR KULLANILMASI DA AYNI DERECEDE YANLIŞ" Hayat biçimlerine saygı anlayışının karşılıklı olduğunu belirten Erdoğan, "Biliyorum ki dünyadaki ve ülkemizdeki herkesin aynı hayat biçimine sahip olma mecburiyeti yoktur. Hayat biçimlerine saygı anlayışı, tek yönlü değildir. Karşılıklıdır. Ezan okunmasına tahammül edemeyenlerin, müezzinin üzerine yürünmesi ne kadar yanlışsa namaz kılmayana karşı zor kullanılması da aynı derecede yanlıştır. Çoğunluğun azınlığa tahakkümüne karşı olduğumuz gibi azınlığın çoğunluğa tahakküm etmesine de karşı olduğumuzu açıkça ifade etmek isterim. Tüm bu hassasiyetleri hep birlikte ve herkes için göstermeliyiz. Her birimiz kendi mahallemizi savunurken, diğer tarafta olanlara 'Oh olsun' mantığıyla yaklaşırsak, arzu ettiğimiz toplumsal huzur ve barışı tesis edemeyiz" diye konuştu. "MÜCADELEMİZİ TESCİLLİ ALİ KEMAL'LERE RAĞMEN ZAFERE ULAŞTIRACAĞIZ" Türkiye'de hesap sormayı, yaptırıma dönüştürebilecek tek merciinin hukuk olduğunu vurgulayan Erdoğan, "Milletin varlığına ve birliğine yönelik saldırıların hesabını sormak da bizim en başta gelen görevimizdir. Hiçbir sıfat, hiçbir konum bu hesabın sorulmasına mani değildir. Daha da ötesi, bu ülke ve bu devlet, hem ekmeğini yiyip hem de kendisine ihanet edenleri sırtında taşımak mecburiyetinde bırakılamaz. Biz milletimizle birlikte yürüttüğümüz istiklal ve istikbal mücadelemizi bu tescilli Ali Kemal'lere rağmen zafere ulaştıracağız hiç merak etmeyin. Vatandaşlarımdan şu gerçeği de unutmamalarını istiyorum. Türkiye, bir hukuk devletidir. Ülkemizde hesap sormayı, yaptırıma dönüştürebilecek tek merci de hukuktur. Kimsenin sokağa çıkıp da bu işi kendi başına yapma hakkı yoktur. Tüm kesimleri bu konuda dikkatli olmaya, hukuka riayet etmeye davet ediyorum" dedi. "BENİM GİBİ KARADENİZ KÖKENLİ, KASIMPAŞA'DA YETİŞME BİRİSİ BİLE..." Cumhurbaşkanı Erdoğan, şöyle konuştu: "Türkiye'nin hayat biçimi yüzünden en çok saldırıya maruz kalmış siyasetçisi herhalde bu kardeşinizdir. Hakkımda demediklerini bırakmadılar. Yetinmediler; eşime, çocuklarıma saldırdılar. Benim gibi Karadeniz kökenli, Kasımpaşa'da yetişme, her türlü mücadelede aktif rol almış birisi bile bu durum karşısında, yasal haklarımı kullanmamın dışında bir yola başvurmadım. Bazı şeyleri elle düzeltmek mümkün değilse dilimizle eğer bu da mümkün değilse kalbimizle buğzederek mücadelemizi yürüteceğiz. Burada meşru olmayan yöntemleri kullanmak, hele hele şiddete başvurmak kesinlikle yoktur. Ülkemizde işte kimlerin şiddete başvurduğunu görüyoruz değil mi? Bölücü terör örgütü PKK, FETÖ, DHKP-C, bunların neler yaptığını görüyoruz. Bunların siyasi uzantıları şiddetle belli bir yere gelebildiler. Eğer bu şiddet olmamış olsaydı belki onlar, buralara gelemeyecekti" "EL BAB OPERASYONUNU'NDA YENİ TERTİPLENMEYE GİDİLDİ" Terörle mücadelede kararlılık vurgusu yapan Cumhurbaşkanı Erdoğan, şöyle devam etti: "Her ne kadar ilk saatlerine üzüntülü başlamış olsak da 2017 yılıyla ilgili ümitlerimizi, beklentilerimizi güçlü şekilde muhafaza ediyoruz. Terörle mücadelede tarihimizin en büyük başarılarını elde ettik, ediyoruz. Bölücü terör örgütünden DEAŞ'a, FETÖ'den diğerlerine kadar tüm terör örgütleri bir yandan devletimizin diğer yandan milletimizin kuşatması altındadır. Suriye'de El Bab operasyonunu kısa sürede bitirecek şekilde yeni bir tertiplenmeye gidildi. İnşallah bu yakın zamanda hallolacak. Ardından Münbiç başta olmak üzere terör örgütlerinin yuvalandığı diğer bölgeleri de temizlemekte kararlıyız" "SURİYE'DE KALICI BİR ATEŞKESİN SAĞLANMASI İÇİN UMUT VERİCİ GELİŞMELER VAR" Dış politikaya ilişkin de açıklamalarda bulunan Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Rusya ile birlikte yürüttüğümüz Suriye'de kalıcı bir ateşkesin sağlanması ve ardından anlaşmazlıklara görüşmeler yoluyla siyasi çözüm aranması çalışmalarında umut verici gelişmeler var. Bu sürecin başarıyla neticelenip, Suriyeli kardeşlerimizin yaşadıkları acılarının bir an önce sona ermesi en büyük temennimizdir. Irak'ta mezhep çatışması çıkartmaya yönelik her adımı yakından takip ediyoruz. Cuma günü Başbakan'ımızın da bir Irak seyahati olacak. Irak'la uzun zamandır kesintiye uğramış olan diplomatik ilişkilerimizi çok daha iyi bir noktaya yeniden taşıyacağız. Gerekirse bölgedeki gücümüzü daha da artırarak, bu tür felaketlerin ortaya çıkmasını önleyecek her türlü adımı atacağız. 2017 yılı içinde, tüm bu meselelerin önemli ölçüde çözüm yoluna gireceğini düşünüyoruz" açıklamasında bulundu. "EKONOMİMİZİN DİNAMİKLERİNDE YORGUNLUK ORTAYA ÇIKTIĞI GÖRÜLÜYOR" Türkiye'nin terör kadar bir diğer önceliğinin de ekonomi olduğunu dile getiren Erdoğan, "2013 yılından beri arka arkaya yaşadığımız olaylar, saldırılar sebebiyle ekonomimizin dinamiklerinde bir yorgunluk ortaya çıktığı açıkça görülüyor. Türkiye'nin istikrarına ve güvenliğine yönelik saldırıların öncelikli hedeflerinden biri de ekonomimizin düzgün giden ritmini bozmak, çarkları durdurmak hatta kırmaktır. Şu ana kadar genel bir durgunluğun ve yorgunluğun ötesinde kalıcı hasar almadık. İhracatımız bu yıl itibariyle yeniden toparlanmaya başladı" dedi. "DÖVİZ ALINACAK DEĞİL, DÖVİZ SATILACAK GÜNLERDİR" Döviz kurundaki artışın birilerine kazandırırken, birilerine de kaybettirdiğini hatırlatan Cumhurbaşkanı Erdoğan, şöyle konuştu: "Döviz kurundaki artışın, ithal hammaddeye dayalı üretim yapan iş yerlerimizi sıkıntıya soktuğu bir gerçektir. Bu sıkıntı, zincirleme olarak tüm piyasayı etkiliyor. Döviz kuru üzerindeki spekülasyonların amacı da zaten budur. Bu tabii olmayan yüksek kur, birilerine kazandırırken, birilerine de kaybettiriyor. Vatandaşlarımdan ricam, daha önce bazı ricalarım oldu. Yastıklarının altında varsa dövizler bunu Türk Lirası'na çevirin dedik, sağ olsun yüklendiler ve çevirdiler. Kaybedenler tarafında benim vatandaşım yer almamalıdır. İçinden geçtiğimiz günler, döviz alınacak değil; döviz satılacak günlerdir. Hiçbir kriz sürdürülebilir değildir. Ülkemize yönelik saldırılar da devam edecek değildir" "FAİZ ORANLARINI DÜŞÜRÜN, 10 KAZANMA, 5 KAZAN" Bankalara faiz oranlarının düşürülmesi konusunda çağrıda bulunan Cumhurbaşkanı Erdoğan, konuşmasını şöyle sürdürdü: "Başta kamu bankaları olmak üzere lütfen faiz oranlarını düşürün. Düşürün ki yatırımcı, girişimci çok daha rahat şekilde yatırımını yapabilsin. Üretim olursa bu sıkıntılı süreç başarıyla atlatılacaktır. Çok kazanacaktın, biraz az kazan. Zaten kendi paranla kazanmıyorsun ki bütün vatandaşın sana gelip, yatırdığı parayla kazanıyorsun. 10 kazanma, 5 kazan. Yatırımcı da bu şekilde yatırımlarına devam etsin, genişlesin ve istihdam sağlasın" |
'Reina saldırganı' sandıkları kişi vatandaşlar tarafından dövüldü Posted: 04 Jan 2017 07:00 AM PST İstanbul'da yaşanan hain saldırının ardından her yerde aranan teröristin görüntüleri kısa sürede yayılmıştı. Bugün İstanbul'da meydana gelen olay sosyal medyada büyük etki yarattı. 'Reina saldırganı' sandıkları kişi vatandaşlar tarafından dövüldü. Olayın görüntüleri ise sosyal medyada kısa sürede yoğun şekilde paylaşıldı Yılbaşı gecesi Ortaköy'de bulunan Reina'ya saldıran terörist 39 kişiyi katletti, 65 kişiyi yaraladı. Terörist her yerde aranıyor. Bugün ise sosyal medyada teröristin Pendik'te vatandaşlar tarafından yakalandığına dair bir video paylaşıldı. Görüntüde bir kişinin dövüldüğü görülüyor. Ancak şahsın terörist olmadığı, emniyetteki sorgusunun ardından serbest bırakıldığı öğrenildi. Sosyal medyada "Reina saldırganı yakalandı" diye paylaşılan görüntülerde teröriste benzetilen bir kişinin, vatandaşlar tarafından dövüldüğü görülüyor. "Reina'ya saldıran adam bu" sözlerinin duyulduğu görüntülerde, kalabalık bir grup terörist olduğu iddia edilen kişiye sokak ortasında vuruyor. İstanbul Pendik'te yaşanan olay sonrası gözaltına alındığı iddia edilen kişinin emniyetteki sorgusundan sonra serbest bırakıldığı belirtiliyor. |
'Dövüşe 5 kala' yazıp ortadan kaybolan "Woo George" gözaltına alındı Posted: 04 Jan 2017 06:20 AM PST İstanbul Ortaköy'deki katliamdan önce Reina'nın facebook sayfasına 'Dövüşe 5 kala' yazıp ortadan kaybolan "Woo George" isimli hesabın kullanıcısı olduğu öne sürülen F.S.M, gözaltına alındı. İstanbul Ortaköy'de 39 kişinin hayatını kaybettiği terör saldırısı öncesinde, eğlence merkezinin sosyal medya hesabına "Sizi istiyorum" ve "Dövüşe 5 kala" şeklinde iki mesaj yazan kişi olduğu öne sürülen zanlı gözaltına alındı. Düzce Emniyet Müdürlüğü Siber Suçlarla Mücadele ekipleri, Ortaköy'de terör saldırısının gerçekleştirildiği eğlence merkezinin sosyal medya hesabına "Sizi istiyorummm" ve "Dövüşe 5 kalaa" şeklinde iki mesaj yazan "Woo George" isimli kullanıcıya yönelik çalışma yaptı. Cumhuriyet Başsavcılığının talimatıyla Terörle Mücadele Şubesi ekipleri, bu kapsamda, şüpheli F.S.M'nin Düzce'deki evine operasyon düzenledi. Operasyonda bazı belge ve dokümanlara el konuldu. "Woo George" isimli hesabın kullanıcısı olduğu öne sürülen F.S.M, ekiplerce gözaltına alındı. "Woo George" ismini kullanan kişi peş peşe iki mesaj paylaştı. Paylaşımın yapıldığı dakikalar yeni yılın ilk dakikalarıydı ve saldırgan henüz ortaya çıkmamıştı. O paylaşımınların ilkinde "Sizi istiyorummm" diye yazdı kullanıcı. Yeni yıl mesajlarına ayrılan sayfadaki en sıradaşı paylaşımdı. Aynı kullanıcı ikinci paylaşımını da hemen sonrasında yaptı. Bu kez "Dövüşe 5 kalaa" diye yazdı. MESAJLAR KATLİAMDAN SONRA "ANLAMLI" BULUNDU O dakikalarda Reina'nın sayfasını kullananların dikkati çekmeyen mesajlar, katliamın gerçekleşmesinden sonra hem mevcut kullanıcıların hem de başsağlığı paylaşımı için sayfaya girenler tarafından "anlamlı" ve çok şüpheli bulundu. DİL ÇIKARTAN ALAYCI YÜZ FOTOĞRAFIYLA Dil çıkartan, alaycı bir yüzün profil fotoğrafı olarak seçildiği hesabın ayrıntıları ve hareketliliğine bakıldığında ortaya çok daha şüpheli bir durum çıktı. Açılış zamanına bakıldığında sırf bu paylaşımların yapılması için açıldığı anlaşılan hesap kısa süre sonra da silindi. Ancak tuhaflık bununla sınırla kalmadı. AYNI İSİMLE BAŞKA HESAPTA SİLAHLI, ÜNİFORMALI MİLİTANLAR Silinen hesapta kullanılan fotoğraf ve aynı isimle açılan bir başka hesap daha var platformda. Kapak fotoğrafında üniformalı, hepsi sakallı ve silahlı kişilerin olduğu bu hesaptaki fotoğraf ve kullanıcı adı aynı. Fotoğrafın üstünde "Tigers of İslam" (İslamın Kaplanları) yazıyor. |
İncirlik Üssü'nün kapanması gündemde Posted: 04 Jan 2017 03:30 AM PST Bazı AKP'li vekillerin İncirlik Üssü'nün kapatılmasını gündeme getirdiği konuşuluyor. Recep Tayyip Erdoğan'ın başkanlığında yapılan 2017'nin ilk Bakanlar Kurulu'nda Reina katliamının gündeme geldiği belirtiliyor. Hürriyet Gazetesi'nden Abdulkadir Selvi Bakanlar Kurulu'nda yapılan değerlendirmeleri aktardı. Değerlendirmelere ilki "Reina'daki DAEŞ saldırısı, 'uyuyan hücrelerin' işi" olduğu yönünde. İkincisi ise "ABD, Suriye'deki gelişmelerde denklem dışı kaldı. PKK'nın, Beşiktaş ve Kayseri patlamalarının, FETÖ'nün büyükelçi suikastının ve DAEŞ'in Reina saldırısının bundan bağımsız olduğu düşünülmüyor." 'BİZ DE İNCİRLİK'İ KAPATALIM' Selvi'nin verdiği bilgiye göre AKP içinde İncirlik Üssü tartışması yaşanıyor. Bazı bakanlar, terör olaylarının İncirlik Üssü'nün ABD'ye açılmasından sonra başladığı kanaatinde. Selvi, "O zaman bizde İncirlik Üssü'nü kapatalım düşüncesini dile getiriyorlar" diyor ve ekliyor: "İncirlik Üssü, ABD'nin öncülüğündeki DAEŞ'le mücadele koalisyonuna 22 Temmuz 2015 tarihinde açıldı ama müzakereler 6 ay önceden başlamıştı. İncirlik Üssü'nün açılmasıyla eşzamanlı olarak 20 Temmuz 2015'ten itibaren PKK, DAEŞ ve DHKP-C Türkiye'ye karşı saldırıya geçti. PKK şehir savaşlarını başlatıp, FETÖ 15 Temmuz darbe girişiminde bulundu. Son dönemde ise PKK Beşiktaş ve Kayseri saldırılarını, FETÖ büyükelçi suikastını, DAEŞ Reina saldırısını gerçekleştirdi." |
Saray'a gitmeyen muhtara da soruşturma açıldı Posted: 04 Jan 2017 02:30 AM PST Trabzon'un Vakfıkebir ilçesi Çarşı Mahallesi Muhtarı Gökhan Bahadır'a soruşturma açıldı. Trabzon'un Vakfıkebir ilçesi Çarşı Mahallesi Muhtarı Gökhan Bahadır'a soruşturma açıldı. Bahadır'a Beştepe Yerleşkesi'nde yapılan muhtarlar toplantısına katılmamasının ardından yaptığı açıklamalar sonrası "Cumhurbaşkanına hakaret" iddiasıyla soruşturma açıldığı ortaya çıktı. Cumhuriyet gazetesinde yer alan habere göre; Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Beştepe Yerleşkesi'nde düzenlediği muhtarlar toplantısını "tarafsız bir muhtar olarak partili bir cumhurbaşkanının davetine katılmasının tarafsızlığını tartışılır hale getireceği" gerekçesiyle reddeden Trabzon'un Vakfıkebir ilçesi Çarşı Mahallesi Muhtarı Gökhan Bahadır hakkında, 'Cumhurbaşkanı'na hakaret' iddiasıyla soruşturma açıldığı ve Adalet Bakanlığı'na fezleke yazıldığı, bakanlığın Erdoğan'ın hakaret davalarını geri çektiğini anımsatarak soruşturma izni vermediği ortaya çıktı. 'MUHTAR TARAFSIZ OLMALIDIR' Trabzon'un Vakfıkebir ilçesi Çarşı Mahallesi Muhtarı Gökhan Bahadır, muhtarlar toplantısına gitmeyeceğini belirterek, "Cumhurbaşkanı'nın temel görevi anayasaya uygun davranma, onu koruma. Ama Anayasa'yı tanımıyor, saygı duymuyor. Tarafsız olması gerekirken, taraflı bir Cumhurbaşkanı. Muhtar kimdir? Muhtar, hiçbir partiye üye olmayan, parti gözetmeyen, kendisini seçenlere ya da seçmeyenlere eşit biçimde davranan biridir. Parti ayrımı, insan ayrımı yapmaz. Cumhurbaşkanı da konumu gereği tarafsız olmalıdır. Ama 2 yıldır partili bir Cumhurbaşkanı var. Benim toplantıya katılmam bu tarafsızlığımı tartışmalı hale getirir. Herkesin muhtarı olmalıyız" dedi. |
Uzatılan OHAL süresince neler yaşandı? Posted: 04 Jan 2017 02:00 AM PST Darbe girişiminden sonra ilan edilen OHAL, AKP ve MHP'li vekillerin oylarıyla 3 ay daha uzatıldı. Bugüne kadar OHAL süresince 103 bin kişi "şüpheli" ilan edildi, 41 bin kişi tutuklandı, 49 kin kişi serbest bırakıldı. Cumhuriyet'ten Sinan Tartanoğlu'nun haberine göre, 122 bin kişi hakkında işlem başlatıldı, 87 bin kişi ihraç edildi, 35 bin kişi açığa alındı, 17 bin kişi işine geri döndü. İdari ve adli soruşturmalar sonucunda 66 bin kişinin suçsuz olduğu belirlendi. Medyada OHAL... 177 medya kuruluşu kapatıldı, 2 bin 500'e yakın gazeteci ve medya çalışanı işsiz kaldı. 144 gazeteci tutuklandı. Belediyelerde OHAL... 50 belediyeye kayyım atandı. Eş başkanlarının da dahil olduğu 12 HDP milletvekili ve çok sayıda il ve ilçe yöneticisi tutuklandı. Sosyal medyada OHAL... 3 bin 750 sosyal medya kullanıcısı hakkında adli işlem başlatıldı, 656'sı tutuklandı, 10 bin kişinin dosyası savcılık masasında yer aldı. OHAL ilan edildiği günden bu yana 13 terör saldırısında aralarında yabancıların, bir büyükelçinin, polis, asker ve sivil yurttaşların da olduğu 204 kişi yaşamını yitirdi, 767 kişi yaralandı. Hükümet OHAL'i 3 ay daha uzatma kararı alırken, Hükümet Sözcüsü Numan Kurtulmuş, "yılbaşı saldırısı" ile birlikte terör örgütlerinin "2017'de de bela olmaya devam edeceğiz" mesajını verdiği değerlendirmesini yaptı. Adalet Bakanlığı'nın verilerine göre, darbe girişiminin ardından 103 bin 850 şüpheli hakkında işlem yapıldı. Soruşturmalar çerçevesinde gözaltına alınanlardan 41 bin 326'sı cezaevlerine konuldu. 902 kişi ise halen gözaltında. 204 ölüm, 767 yaralanma 22 Temmuz'da başlayan OHAL döneminde terör saldırıları da durmadı. 1 Ağustos'ta Bingöl'de seyir halinde çevik kuvvet aracına PKK tarafından saldırı düzenlendi. 7 polis şehit oldu. 18 Ağustos'ta Elazığ Emniyet Müdürlüğü'ne düzenlenen PKK saldırısında üç polis şehit oldu, 217 kişi yaralandı. 20 Ağustos'ta Gaziantep'te sokakta yapılan düğünde kalabalığın arasına karışan canlı bomba 54 kişiyi öldürdü, 91 kişiyi yaraladı. 26 Ağustos'ta Cizre Emniyet Müdürlüğü'ne yapılan PKK saldırısında 11 polis şehit oldu, 78 kişi yaralandı. 6 Ekim'de İstanbul Yenibosna'da Polis Merkezi'ne TAK tarafından düzenlenen saldırıda 10 kişi yaralandı. 9 Ekim'de Hakkâri Şemdinli Durak jandarma karakoluna düzenlenen saldırıda 10'u asker 15 kişi şehit oldu, 13'ü asker 26 kişi yaralandı. 4 Kasım'da Diyarbakır'da hem IŞİD hem TAK tarafından üstlenilen emniyet müdürlüğü saldırısında 10 sivil, iki polis şehit oldu, 100 kişi yaralandı. 10 Kasım'da Mardin Derik Kaymakamlığı'na düzenlenen saldırıda Derik Belediyesi'ne kayyım olarak atanan kaymakam Muhammed Safitürk şehit oldu, 2 kişi yaralandı. 24 Kasım'da Adana Valiliği'ne düzenlenen saldırıda 2 kişi yaşamını yitirdi 33 kişi yaralandı. 10 Aralık'ta İstanbul Beşiktaş'ta düzenlenen TAK saldırısında 36'sı polis, 44 kişi yaşamını yitirdi, 155 kişi yaralandı. 17 Aralık'ta Kayseri'de Komando Tugay'ından hafta sonu iznine çıkan askerlerin bulunduğu otobüse düzenlenen canlı bomba saldırısında 15 asker şehit oldu, 56 kişi yaralandı. 19 Aralık'ta Rusya Büyükelçisi Andrey Karlov, Ankara'daki Çağdaş Sanatlar Merkezi'ndeki fotoğraf sergisi açılışı sırasında düzenlenen saldırı ile yaşamını yitirdi. Suikastçı Ankara Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü'nde görevli saldırgan Mevlüt Mert Altıntaş özel harekât polisleri ile girdiği çatışma sonrası öldürüldü. İstanbul Ortaköy'de Reina gece kulübünde 31 Aralık'ı 1 Ocak'a bağlayan yılbaşı gecesinde düzenlenen terörist saldırıda 1'i polis 39 kişi yaşamını yitirdi. |
Türkiye’de terör ve Suriye’de uygulanan politika Posted: 04 Jan 2017 02:00 AM PST Askeri güç; ülkenin ulusal hedeflerine ulaşabilmek amacıyla her zaman elde bulundurulması ve kuvvetli tutulması gereken, vazgeçilmez biricik silahlı öğedir. Aynı zamanda yurdun sınırlarına tecavüz etmeye niyetli düşman ülkeler için de caydırıcıdır. Orduyu güçlü ve her zaman hazır tutmak ise iktidarın görevidir. Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) peşindeki ABD, 1990'lı yılların başından itibaren, bölgede amaçlarını gerçekleştirmekte ulusal duruşuyla engel olarak gördükleri Türk Silahlı Kuvvetlerini güçsüzleştirme ve yıpratma gayreti içine girdi. Ne yazık ki, bu faaliyetlerinde, 2003 yılında çuval geçirme skandalından itibaren içimizdeki unsurlardan da destek gördü. Siyasi iktidarın ve FETÖ'nün birlikteliğiyle, 2009-2014 yılları arasında, sözde Ergenekon ve Balyoz davaları vasıtasıyla, Ordunun Atatürkçü ve milli yapısına darbe vuruldu. 15 Temmuz 2016 tarihindeki ABD/FETÖ darbe girişimi, TSK içindeki Atatürkçü subay/astsubayların, emniyet güçlerinin ve halkın direnmesiyle başarısızlığa uğratıldı. Darbe girişimi sonrasında, TSK komuta yapısında KHK ile yapılan değişiklikle en önemli harp prensiplerinden olan Emir-Komuta Birliği parçalandı. Askeri liseler kapatıldı. TSK sağlık kuruluşları Sağlık Bakanlığına devredildi. Bu uygulamaların TSK'ne olumsuz etkileri yakın gelecekte görülecektir. 2002'de sıfır düzeyinde olan terör eylemleri, siyasi iktidarın 2011 yılından itibaren, Suriye'deki rejime şekil verme savı ve içeride "açılım" adıyla sürdürdüğü politikalar ile içinden çıkılmaz bir duruma sokuldu. 2011 yılında, emperyalist güçlerin Suriye'yi hedef aldığı günlerde, siyasi iktidar, tüm uyarılara karşı, Suriye'de kader belirleyecek, harita değiştirebilecek güç olabileceği iddiasıyla Suriye meşru yönetimini (Esad) düşman ilan etti ve Esad iktidarını devirmek için pek çok yöntem uyguladı. Sahadaki gelişmeler, küresel güçlerin fiili müdahaleleriyle beklentiler gerçekleşmedi. Aksine ülkemizin bütünlüğünü ve istikrarını tehdit edecek gelişmelerle karşı karşıya kalındı. Üç milyonu aşkın Suriyeli göçmen Türkiye'ye sığındı. IŞİD ve PKK terör örgütleri, bombalamalarla kitlesel katliamlar gerçekleştirdi. Komşu ülkelerle ilişkilerimiz gerildi. Güney sınırlarımızda PKK devletçiği kurulmaya başlandı. Bu koşullarda TSK, 24 Ağustos 2016 tarihinde, Suriye'de Fırat Kalkanı Harekâtına başlamak zorunda kaldı. Bu askeri harekâtın siyası hedefinin; bölgenin IŞİD'ten arındırılması ile PYD/YPG'nin (PKK uzantısı), batıya doğru ilerleyişinin engellenmesi olduğu anlaşılmaktadır. 28 Aralık 2016 tarihi itibariyle Fırat Kalkanı Harekâtı, Suriye'nin El Bab bölgesine kadar gelişti. Fırat Kalkanı Harekâtı, El Bab hedefi ele geçirildikten sonra durdurulmalı ve bu hat korunmalıdır. Sonrasında kontrol altına alınan bölgeler, toprak bütünlüğüne saygı temelinde, Suriye rejiminin kontrolüne devredilmelidir. Suriye'de ve bölgemizdeki gelişmeleri etkileyen önemli bir olay da 19 Aralık 2016 tarihinde Ankara'da gerçekleşti. 19 Aralık günü Rusya'nın Ankara Büyükelçisi Andrey Karlov, Ankara'da katıldığı bir sergi açılışında, uğradığı silahlı saldırıda hayatını kaybetti. Bu saldırıdan bir gün sonra Moskova'da Türkiye-Rusya ve İran Dışişleri Bakanları, Suriye'de siyasi çözüm için imzaladıkları ortak deklarasyonu açıkladı. Deklarasyonun Suriye'de ve Türkiye'deki olası etkilerini aşağıdaki şekilde sıralayabiliriz. Suriye'de Rusya – Türkiye işbirliği daha da artacak ve devam eden savaşta belirleyici konuma gelebilecektir. Şu ana kadar Esad rejimine karşı Halep, İdlib ve kısmi olarak diğer bölgelerde savaşan, ülkemizdeki siyasi iktidar tarafından "öfkeli insanlar, direnişçiler!" olarak adlandırılan El Nusra gibi gruplar, bundan sonra "terörist gruplar" arasında sayılacak ve desteklenmeyecektir. Halep'te, Suriye Ordusunun kenti bu unsurlardan geri aldığında ülkemizde yapılan kampanyalar, tepki gösterileri; Suriye Ordusunun bundan sonra kurtaracağı kentlerdeki harekâtında yaşanmayacaktır. Bu anlamda siyasi iktidar, alacağı kararlarda daha rahat hareket edebilecektir. Esad rejimiyle işbirliği yapılması zorunlu olacaktır. Suriye'de çatıştıkları görüntüsünü veren PKK ve IŞİD, Türkiye'de; kalabalık yerleri hedef alarak, bombalı araç, canlı bomba gibi eylemlerle katliamlarına devam etmektedir. Güvenlik güçlerimizin PKK'ya karşı güneydoğu bölgemizdeki operasyonları da sürmektedir. Suriye'de kullanabileceği işbirlikçileri olarak PKK, IŞİD (ve şimdi El Nusra gibi örgütler) kalan Amerika, bu piyonlarını kullanarak Türkiye'ye gerek yurt içinde, gerekse yurt dışında (Suriye ve Irak'ta) terör ile zarar vermeye devam edebilecektir. Böyle bir kargaşa ortamında muhalefetteki bir siyasi parti liderinin durduk yerde, şimdiye kadarki düşüncelerinden dönüp başkanlık için kolunu uzatmasıyla, başkanlık sistemi dayatması ve anayasa tuzağı ülkemizin gündemine girdi. Ülkeyi kaosa sürükleme amaçlı bu anayasa değişikliği gerçekleştirilecek olursa, bölünme tehlikesi büyüktür. Üniter, laik, demokratik sosyal hukuk devleti tehdit altındadır. Suriye'de doğru politikaya yönelen siyasi iktidarın yurt içinde de politikalarını değiştirmesi şarttır. Yapılacak ilk iş milli birliği sağlamaktır. Bunun için de başkanlık sistemi gibi, toplumu gerecek, demokrasiyi ve özgürlükleri baskı altına alacak zorlamalardan vazgeçmelidir. Siyasi iktidar, Suriye için ortak olduğu deklarasyonun birinci maddesinde, "Demokratik ve Laik Suriye'nin egemenliğini, bağımsızlığını, birliğini ve toprak bütünlüğünü destekliyoruz." İfadesini kullanmıştır. Kendi yurttaşlarına da takiyesiz olarak, "Ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütün olan Türkiye Cumhuriyetine ve Atatürk milliyetçiliğine bağlı kalacağını, anayasanın başlangıcında belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik, sosyal hukuk Devletini ve demokratik parlamenter sistemi koruyacağını" deklare etmelidir. Selçuk UÇAL |
Milletvekili sayısı 550’den 600’e çıkarılmak isteniyor, 50 milletvekili artışı MHP için!.. Posted: 04 Jan 2017 01:30 AM PST Mehmet Tezkan: Büyük ihtimalle anayasa değişikliğine evet diyen MHP seçime AKP'yle tek liste halinde girecek.. Milliyet Gazetesi yazarı Mehmet Tezkan, "50 vekil MHP için mi" başlıklı köşesinde başkanlık içeren Anayasa değişiklik teklifinde milletvekili sayısını 600'e yükselten maddeye ilişkin önemli bir iddiada bulundu. "İş yükü azalıyor ama milletvekili sayısı artıyor.. 550'den 600'e çıkarılıyor.. Daha doğrusu, çıkarılmak isteniyor" diyen Tezkan, şöyle diyor: "Gerekçesi!. Gerekçe yok.. Zaten 18 maddelik anayasa değişikliğinin doğru dürüst tek satırlık gerekçesi yok.. Gerekçe yok ama dedikodu çok.. Deniliyor ki; artışın nedeni evet oyu verecek 316 AKP milletvekiline, 'Rahat olun, 2019'da yeriniz garanti' mesajı için.. Deniliyor ki; 50 milletvekili artışı MHP için!.. Nasıl yani? Anayasa değişikliği kabul edilirse, 2019'da rejimle birlikte siyasal hayat da değişecek.. Partiler yakınlaşacak, seçim öncesi ittifaklar kurulacak.. Ortak listeler çıkacak.. Büyük ihtimalle anayasa değişikliğine evet diyen MHP seçime AKP'yle tek liste halinde girecek.. Daha doğrusu, MHP'li adaylar AKP listesinde yer alacak.. Deniliyor ki; milletvekilli sayısının 550'den 600'e çıkarılmasının nedeni bu.. MHP kontenjanı.." |
İşte dünyanın en pahalı isimleri ve değerleri Posted: 04 Jan 2017 01:00 AM PST Dünyanın en pahalı 50 futbolcusu Avrupa'nın ilk 5 liginde futbolcu transferlerine ayrılan paralar göz kamaştıyor. Bu gerçekten yola çıkarak, Uluslararası Futbol Gözlem Merkezi (CIES), France Football için en pahalı oyuncuları derledi. İşte dünyanın en pahalı isimleri ve değerleri: Marcus Rashford, Manchester United - Yaş: 19 Değeri: 42 milyon euro Kalidou Koulibaly, Napoli - Yaşı: 25 - Değeri: 42 milyon euro Edinson Cavani, Paris St. Germain - Yaş: 29 - Değeri: 43 milyon euro David Alaba, Bayern Münih - Yaş: 24 - Değeri: 44 milyon Euro Alexandre Lacazette, Olympique Lyon - Yaş 25 - Değeri: 44 milyon Euro Karim Benzema, Real Madrid - Yaş: 28 - Değeri: 45 milyon Euro John Stones, Manchester City - Yaş: 22 - Değeri: 45 milyon Euro Jerome Boateng, Bayern Münih - Yaş: 28 - Değeri: 45 milyon Euro Marquinhos, Paris St. Germain - Yaş: 22 - Değeri: 47 milyon Euro Romelu Lukaku, Everton - Yaş: 23 - Değeri: 48 milyon Euro Aymeric Laporte, Athletic Bilbao - Yaş: 22 - Değeri: 48 milyon Euro Sadio Mane, Liverpool - Yaş: 24 - Değeri: 49 milyon Euro James Rodriguez, Real Madrid - Yaş:25 - Değeri: 49 milyon Euro Isco, Real Madrid - Yaş: 24 - Değeri: 49 milyon Euro Thibaut Courtois, Chelsea - Yaş: 24 - Değeri: 50 milyon Euro Raphael Varane, Real Madrid - Yaş: 23 - Değeri: 50 milyon Euro N'Golo Kante, Chelsea - Yaş: 25 - Değeri: 50 milyon Euro Leonardo Bonucci, Juventus - Yaş: 29 - Değeri: 50 milyon Euro Ivan Rakitic, Barcelona - Yaş: 28 - Değeri: 50 milyon Euro Gianluigi Donnarumma - Yaş: 17 Değeri: 50 milyon Euro Diego Costa, Chelsea - Yaş: 28 - Değeri: 50 milyon Euro Anthony Martial, Manchester United - Yaş: 21 - Değeri: 53 milyon Euro Manuel Neuer, Bayern Munich - Yaş: 30 - Değeri: 54 milyon Euro Raheem Sterling, Manchester City - Yaş: 22 - Değeri: 55 milyon Euro Mesut Ozil, Arsenal - Yaş: 28 - Değeri: 55 milyon Euro Koke, Atletico Madrid - Yaş: 24 - Değeri: 56 milyon Euro David de Gea - Yaş: 26 - Değeri: 58 milyon Euro Sergio Busquets, Barcelona - Yaş: 28 - Değeri: 60 milyon Euro Mauro Icardi, Inter Milan - Yaş:23 - Değeri: 60 milyon Euro Alvaro Morata, Real Madrid - Yaş: 24 - Değeri: 60 milyon Euro Toni Kroos, Real Madrid - Yaş: 26 - Değeri: 62 milyon Euro Harry Kane, Tottenham Hotspur - Yaş: 23 - Değeri: 62 milyon Euro Pierre-Emerick Aubameyang, Borussia Dortmund - Yaş: 27 - Değeri: 68 milyon Euro Alexis Sanchez, Arsenal - Yaş: 27 - Değeri: 69 milyon Euro Kevin De Bruyne, Manchester City - Yaş: 25 - Değeri: 70 milyon Euro Paulo Dybala, Juventus - Yaş: 23 - Değeri: 72 milyon Euro Marco Verratti, Paris St. Germain - Yaş: 24 - Değeri: 72 milyon Euro Phillippe Coutinho, Liverpool - Yaş: 24 - Değeri: 75 milyon Euro Eden Hazard, Chelsea - Yaş: 25 - Değeri: 75 milyon Euro Robert Lewandowski, Bayern Munich - Yaş: 28 - Değeri: 80 milyon Euro Thomas Muller, Bayern Munich - Yaş: 27 - Değeri: 82 milyon Euro Gonzalo Higuain, Juventus - Yaş: 28 - Değeri: 85 milyon Euro Sergio Aguero, Manchester City - Yaş: 28 - Değeri: 88 milyon Euro Luis Suarez, Barcelona - Yaş: 29 - Değeri: 95 milyon Euro Gareth Bale, Real Madrid - Yaş: 27 - Değeri: 110 milyon Euro 5.Paul Pogba, Manchester United - Yaş: 23 - Değeri: 125 milyon Euro 4.Cristiano Ronaldo, Real Madrid - Yaş: 31 - Değeri: 130 milyon Euro 3. Antoine Griezmann, Atletico Madrid - Yaş: 25 - Değeri: 135 milyon Euro 2. Lionel Messi, Barcelona - Yaş: 29 - Değeri: 190 milyon Euro 1. Neymar, Barcelona - Yaş: 24 - Değeri: 250 milyon Euro |
Posted: 04 Jan 2017 01:00 AM PST Türkiye Büyük Millet Meclisi, Türk ulusu önünde yepyeni ufuklar açan, temsilcisi olduğu milli irade sayesinde, bağımsızlık mücadelesini zafere taşıyarak, devletini ve ordusunu kurmuş tarihte eşine az rastlanan bir Meclistir. Ulu önder Atatürk milli mücadelenin en zor günlerinde bile Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni demokratik zemin olarak korumuş orayı milli iradenin tecelligahı olarak kabul etmiştir. Bu Meclis sadece devleti ve ordusunu kurmakla kalmamış çağdaş bir Cumhuriyeti tüm kurumlarıyla oluşturmuştur. Bu devleti kuranlar milli iradenin tecelli ettiği Meclisin üstünlüğünü kabul etmişler ve bunu içlerine sindirmişlerdir. Nitekim Büyük Atatürk 1921 yılında "Millet ve memleket adına ve hesabına tek başvurulacak yer burasıdır; yani yüksek meclisinizdir. Bu yasal hakkı, bu milli hakkı, bu doğal hakkı hiçbir sebep ve bahane ile ve hiçbir düşünce ile , hiçbir kimseye veya hiçbir kurula terk edemeyiz." demiştir Bugün yapılmak istenen Anayasa değişikliği ile Meclis üstünlüğünü, yani bu hakkımızı, bir şahsa, Cumhurbaşkanı'na devir etmemiz isteniyor. Millet Meclisinin üstünlüğünden Cumhurbaşkanı'nın üstünlüğüne dönüştürülecek. Bu gerçekleşirse de ülke 1909'dan daha geriye götürülecek. Gerçekleştirilmek istenen rejim değişikliği hayata geçirilirse, artık Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin hiçbir ağırlığı kalmayacaktır. Etkisiz, yetkisiz,aciz ve sembolik bir meclis ortaya çıkacaktır. Milletvekillerinin siyasetteki ağırlıkları bir mahalle muhtarı kadar olacaktır. Cumhurbaşkanı Kanun Hükmünde Kararnamelerle istediği yasal düzenlemeleri yapabilecek, bunlar Mecliste tartışılamayacaktır bile. Cumhurbaşkanı, kararnamelerle daraltacağı yasama alanı içinde Meclis tarafından çıkartılacak kanunları da veto edebilecek, Bütçeyi hazırlayacak bunların hepsinden önemlisi herhangi bir gerekçe göstermeden meclisi fesh edebilecektir. Bugün Meclis gensoru kurumunu kullanarak, hükümeti veya bakanları denetleyebiliyordu, bu kurum kaldırılıyor. Bakanlar sadece Cumhurbaşkanı'na hesap verecekler ama Cumhurbaşkanı kimseye, yani Meclise bile hesap vermeyecek. Yargı bağımsızlığı artık söz konusu olmayacaktır. Zira Anayasa Mahkemesi'nin 15 üyesinden 12 tanesini Cumhurbaşkanı doğrudan kendisi atayacaktır. Yapılmak istenen yeni düzenleme ile devleti tek başına hiçbir denetime tabii olmadan yönetecek Cumhurbaşkanı'nı işleyeceği herhangi bir suçtan yargı önüne çıkartabilmek nerede ise imkansız hale getiriliyorsa da, kendisini yargılayacak yargıçları da bizzat kendisi seçmiş olacaktır. Hakimler Savcılar Kurulunun 7 üyesini kendisi atayacak diğer 6 üyesini ise kendisinin Genel başkanı olduğu partinin Meclis grubu seçecektir. Yapılmak istenen düzenlemeyle, Cumhurbaşkanı aynı zamanda Partisinin Genel başkanı da olacak, böyle olunca sabah kendisini atadığı bakanlar kurulunu toplayacak, öğleden sonra Milli Güvenlik Kuruluna başkanlık edecek, Partisinin yönetim kuruluna parti genel başkanı sıfatıyla da başkanlık edecek, Anayasa Mahkemesi, Danıştay, Hakimler Savcılar Kurulu üyelerini, Yargıtay Başsavcı ve vekillerini atayacak yani devletin bütün organlarını tek başına kontrolü altına alacak. Yani yürütme, yasama ve yargı kuvvetleri tek elde toplanmış olacaktır. Bir ülkede bu üç kuvvet tek elde toplanmışsa, o ülkede Anayasa suya yazılmış yazıya döneceğinden, kişi güvenliği ortadan kalkacak zorbalık egemen olacaktır. Zira; yönetenleri denetleyebilecek tek bir mekanizma kalmayacaktır. Yani iktidar sahipleri, sonunda başta kendileri olmak üzere herkese büyük zarar verecek kontrolsüz bir güç haline geleceklerdir. Yapılmak istenen değişiklikle, bu ülkenin bütün büyük dertlerinin çatısı altında çözüldüğü Gazi Meclisi etkisizleştirilerek, parlamenter demokratik rejimden, tek adam rejimine, yani despotizme geçilmek istenmektedir. Bu da bilmedikleri, okumadıkları, kendilerine gösterilmek lüzumu dahi hissedilmeyen boş kağıda imza atma ayıbını çocuklarına bile anlatamayacak milletvekilleri eli ile yapılmak istenmektedir. Bu tür milletvekillerinin körü körüne, her denene evet diyerek bu ülkeye , millete ve kendilerine verdikleri telafisi güç zararları yakın tarihimizde yaşayarak öğrendik. Bu vekillerin, ilk okul mezunu bir meczuptan emir aldığı için Gazi Meclisi bombalayan savaş uçağı pilotundan hiçbir farkı yoktur. Büyük Millet Meclisi, Türk Milletinin yüzyıllar süren arayışlarının özü ve onun kendi kendisini yönetmek bilincinin canlı bir simgesidir. Milli iradenin tecelligahı olan Türkiye Büyük Millet Meclisini şimdi yapıldığı gibi etkisizleştirmek, Gazi Meclise İhanettir. Şahin Mengü |
Sneijder'in annesine insafsız eleştiri... Posted: 04 Jan 2017 12:09 AM PST Sneijder'in annesi açıklama yapmış. Son bu Reina saldırısından sonra, artık oğlunun İstanbul'da kalmaması gerektiğini ve futbol hayatına başka bir yerde devam ettirmesi gerektiğini söylemiş. Sözde muhafazakar olan bir gazete ise, bu açıklama için şöyle bir başlık atmış: "Sneijder'in annesi saçmaladı" diye. Kadın niye saçmalamış olsun. Kadın bir anne olarak, telaş etmiş. Hem de o gece, Sneijder ve eşinin orada olma gibi bir durumları da varmış. Sonradan başka yerde yeni yıla girmeye karar vermişler. Kadının duyduğu telaş senin, benim, hepimizin annesinin duyabileceği gibi bir endişe. Birde duruma tersten bakalım. Ya yurt dışında bir futbolcumuz olsaydı. Ve bu patlama orada olsaydı. Ve o futbolcumuzun annesi de, "Oğlumun artık orda kalmasını istemiyorum. Onun için korkuyorum. Ülkesine dönsün istiyorum" deseydi. Yine aynı gazete, o anne için de, "Saçmaladı" diye başlık atar mıydı? Biraz empati yapın ya empati. Eğer bunu diyen bir Türk annesi olsaydı, o gazete şimdi çoktan o anneyi, vatan haini ilan etmiş bile olabilirdi. Üstelik bu başlığı Sneijder'in yaptığı o gurur verici açıklamadan sonra yapıyorlar. Ne demişti Sneijder, "Burada olduğum sürece bir Türk gibi davranacağım". Her şeyi geç. Adamın sırf bu içten açıklaması için, o başlık atılmaz. Adamın bu haberi okuduğunda yaşayacağı moral bozukluğunu bir düşünsenize. "Ben böyle bir açıklama yapmışken,annem için nasıl başlık atıyorlar?" der ya. Birde sabahtan akşama Osmanlı derler. Tamam, Osmanlı diyorsun da. Osmanlı'nın hoşgörüsü nerede mübarek? Sizin yaptığınız linç etmek olmuyor mu? Osmanlı'ya bakıyorsunuz ama görmüyorsunuz. KEMAL SUNAL FİLMLERİ KOMEDİDEN İBARET DEĞİL Kemal Sunal filmlerinin sonlarına hiç dikkat etiniz mi? Daha az önce, bir tane filminin son sahnesine denk geldim. Gerçi onun filmlerine denk gelmemek gibi bir şansınız yok. 24 saat filmleri dönüyor televizyonlarda. Az önce sonuna denk geldiğim filmi, Şark Bülbülü'ydü. Final sahnesinde Kemal Sunal, "Artık ağalık dönemi bitti. Kendi köyümüzün ağası kendimiz olacağız" diyordu. Evet, Kemal Sunal filmleri komik. Ama sonunda toplumun en büyük yaralarından birine parmak basıyor ve doğru yolu gösteriyor. "Ağalık" sistemine karşı çıkıyor. Bazıları diyordu ya, "Ha Kemal Sunal filmleri, ha Recep İvedik, ikisi de aynı" diye. Onlara buradan duyurulur. Recep İvedik hangi filminde sosyal yaraya temas etmiş? Cem Kazan hakikat.cem@gmail.com |
Laiklik anayasamızın en temel maddesidir Posted: 04 Jan 2017 12:00 AM PST İstanbul Beyoğlu'nda kahvehaneleri dolaşarak IŞİD'i lanetleyen ve Laiklik çağrısı yaptıkları için tutuklanan Ayşegül Başar'ın ifadesi ortaya çıktı. Okmeydanı'nda bir grup arkadaşıyla kahvehaneleri dolaşarak yaptığı konuşmanın videosunu sosyal medyada paylaştığı iddiasıyla gözaltına alınan Ayşegül Başar ile orada bulunduğu belirtilen Hamit Dışkaya "Halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik etme" suçundan tutuklandı. Sosyal medyada paylaşılan kahvehanedeki konuşma videosu nedeniyle gözaltına alınan Ayşegül Başar ve konuşma sırasında orada bulunduğu iddia edilen Hamit Dışkaya polis tarafından İstanbul Adalet Sarayı'na getirildi. Savcılık sorgularının ardından iki şüpheli "Halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik etme" suçundan tutuklanmaları talebiyle nöbetçi mahkemeye sevk edildi. "LAİKLİK ANAYASAMIZIN EN TEMEL MADDESİ" Nöbetçi İstanbul 14. Sulh Ceza Hakimliği'nce sorgulanan şüphelilerden Ayşegül Başar ifadesinde, "O tarihte bir saldırı oldu. Onca insan hayatını kaybetti. Arkadaşımızla konuştuk ve mahallemizde bir farkındalık yaratmak için bu ve benzeri insanlara dikkatli olmaları konusunda bir konuşma gerçekleştirdik. Biz o mahallenin çocuklarıyız. Konuşmanın metninde 'laiklik' dışında kin veya öfkeye sebep olacak bir söz yoktur. Laiklik anayasamızın en temel maddesidir" dedi. Hamit Dışkaya ise kendisinin teslim olduğunu belirtti. Şüphelinin avukatı Aziz Aytaç, "Kahvehanede bulunması tamamen tesadüf. Orada açıklama yapanları tanımamaktadır" dedi. Mahkeme, suçun niteliği, delil durumu, sosyal medyada yayınlanan video içeriği ve şüphelilerin orada bulunduklarına dair tevil yollu ikrarları somut olgu kabul edilerek her iki şüphelinin "Halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik etme" suçundan tutuklanmalarına karar verdi. |
Ülkenin ve Ekonominin Freni Tutmuyor Artık Posted: 04 Jan 2017 12:00 AM PST 1-Genel Durum ve Gidiş: AKP'nin 14 yıldır süren tek parti iktidarının sosyal, ekonomik ve siyasal alanda, fıtratından kaynaklanan sığ dünya görüşü sonucu ortaya çıkan yetersiz ve beceriksiz politikaları ülkemizi "yozlaşma", "yoksullaşma" ve "yalnızlaşma" sorunları ile karşı karşıya bırakmıştır. Cumhuriyetimizin yurt ve dünya gerçekleriyle uyumlu kurucu değerlerine dayanan kalkınma ve gelişme sürecinde önemli mesafeler kazanan Türkiye'mizde, 12 Eylül askeri darbesinin yarattığı kırılma süreci ve arkasından gelen AKP iktidarı döneminde, -Ulus anlayışı yerini etnik ve dini cemaatlerin öne çıktığı bir yapıya, -Üretim ve ihracata dayalı bir ekonomi yerini ithalat ve tüketime öncelik veren bir yapıya, -Şehirlerimizin ve doğal kaynaklarımızın korunması yerine rant hırsının öne çıktığı uygulamalara, -Herkese eşit eğitim ve sağlık yerine parası olanların erişebildiği politikalara, -Tam bağımsız bir ülke olmak yerini büyük emperyal güçlerin "bölge sorumlusu" olmakla övünen bir işbirlikçiliğe ve bunun sonucunda denge unsuru olarak sözü dinlenen bir ülke olmaktan, adeta itilip kakılan bir ülke olmaya, -Komşularıyla iyi geçinen bir ülke yerini komşularıyla kavgalı bir ülkeye, -Çağdaş yaşam değerlerinin çıpası olan AB'den uzaklaşıp otokrat yönetimlerin olduğu doğu ülkelerine yakınlaşmaya, -2000'li yılların başında sona erdirilmiş olan terörün yeniden hortlamasına cevaz veren bir siyasetle ülkemizde çok sayıda terör örgütünün adeta cirit attığı bir ortam yaratılmasına, -Herkese eşit adalet ve fırsat eşitliği yerini "yandaş adalet" ve "yakınlara öncelik" uygulamasına, -Ülke yönetiminde milli iradenin uygulanmasında güçler dengesinin yerini her türlü uygulama erkinin tek adama teslimiyete evrilen bir anlayışın giderek derinleştiğini görüyoruz. Devleti devlet, ulusu ulus yapan tüm değerlerin "balyoz"landığı buna benzer örnekleri çoğaltmak mümkündür. 7 Haziran seçim sonuçlarından paniğe kapılan, politik ayak oyunları ve "terör" korkusunu öne çıkararak kendi lehine aldığı sonuçla iktidarı elinde tutmaya devam eden AKP, pek çok sorunun henüz cevaplanamadığı darbe girişiminden sonra OHAL uygulaması ile kendi düşlediği düzeni kurmak amacıyla "gaza daha hızlı basmak" için ortamın uygun olduğu sanısına kapılmıştır. "Tek adam"ın kontrolundaki AKP hükümetleri dönemindeki beceriksizliklerin hesabını vermekten kaçabilmek için ülkenin gündemi halkın öncelikleri yerine "tek adam"ın başkanlığı tartışmaları ile işgal edilmektedir. Uluslararası konjonktürü izleyip zamanında gerekli önlemleri alamayan, üstelik ülke içinde giderek daha da hayati önem taşıyan konular yerine iktidarlarını pekiştirmeye yönelik yapay gündem maddelerini öne çıkaran yönetim anlayışının ülkeyi getirdiği durum budur. 2-Ekonomi: Bu sürecin sonunda, içinde bulunduğumuz günlerde ülkemiz ekonomik bir fırtınanın acıtan etkilerini hissetmeye başlamıştır. Bunlardan bazılarına kısaca değinelim: a-Her türlü istatistik oyunlarına rağmen işsizlik %11.3' e yükselmiştir. Genç işsizlerde bu oran %20'nin üzerindedir. Toplam gerçek işsizlik ise %30'lara yaklaşmaktadır. b-Açlık sınırının 1500,-TL'na, yoksulluk sınırının 4.500,- TL'na dayandığı ülkemizde asgari ücretin 1.300,- TL olması yürek sızlatmaktadır. c- AKP ekonomiyi dolarize etmiştir. "Borç alınabildiği sürece sorun yaratmayan" bu uygulamanın sonuna gelinmiştir. Dış borç toplamı 421 milyar dolar. Kur 50 kuruş artarsa borcumuz TL olarak 200 milyar TL artıyor. Dış borcun GSMH'ya oranı %60. Reel sektörün net döviz pozisyon açığı 211 milyar dolar. Dış borcu 170 milyar dolar olan bankaların döviz pozisyon açığı 9 milyar dolar. Bankaların döviz dengesi reel sektöre verdiği kredilerin zamanında ödenmesine bağlı, bu konuda bir aksama ciddi sıkıntılar yaratabilir d-Türk ekonomisinin ve girişimcilerinin yönlerini belirlemede ölçü olarak aldıkları "dolar" aldı başını gidiyor. Türk Lirası, sadece Ekim 2016 ayından 14 Aralık 2016 tarihine kadar %16 oranında değer kaybetmiştir. Ülke içi ekonomik göstergeler, dış politikadaki çıkmaz, ABD FED faiz arttırma eğilimleri ve uluslararası konjonktür açıkça görülebildiği halde TC Merkez Bankasının 7 kez üst üste faiz indirimine gitmesi "bünyeyi soğuğa karşı korumasız bırakan" bir uygulama olmuştur. e- Ekonomi 7 yıldan bu yana ilk kez küçüldü; oranı: -%1.8. f- Dış ticaret hacmi 2015 yılında toplam %27 daralmıştır. Ocak-Ekim karşılaştırmasında 2015'te daralma %22.2, 2016'da %12.5 oranında olmuştur. g-Artan döviz kurları, ithalata dayalı tüketim ve büyüme döneminin sürdürülmesini imkansız kılacaktır. Mevcut yönetimin yeni bir senaryosu ise görünmemektedir. Gelecek için öne sürülen hikaye gerici-baskıcı bir yönetimin ülkeyi düze çıkaracağı üzerine kurulu. h-Alınmaya çalışılan önlemler hala olayın ciddiyetinin yeterince anlaşılmadığını veya "Başkanlık" çalışmalarına zarar verebileceği düşüncesiyle ciddi önlemlerin öne çıkarılmadığını akla getirmektedir. Yetkililerce, üstümüze gelen dalganın büyüklüğünü karşılayamayacak nitelikte, yapılanlar ve önerilenler şunlardır: -TC Merkez Bankası, zaten yanlış bir uygulama olan TL mevduatlar için aldığı MMK (mevduat munzam karşılıkları) ile ROK (rezerv opsiyon katsayısı) yoluyla piyasaya döviz vermeyi amaçlamıştır. -Hiçbir koşul aranmadan, büyük kolaylıklar sağlanarak yurt dışından kara para dahil her türlü paranın gelmesini amaçlayan yılsonunda süresi bitecek olan Varlık Barışı uygulamasının 6 ay daha uzatılması gündeme gelmiştir. -Demeçlerle faizler indirilmeye çalışılmaktadır. Kamu bankalarının mevduat faizlerine üst sınır getirilmesi yetkililerce ifade edilmiştir. -Halkın (varsa) ellerindeki dövizlerini satmaları ve işlemleri TL ile yapmaları tavsiye edilmeye başlanmıştır. -Dış ticarette milli paraların kullanılması gündeme getirilmiştir. -Benzin ve ÖTV (özel tüketim vergisi) zamları ile genel bütçenin gelir ayağı güçlendirilmeye çalışılmaktadır. -Milli gelir yeniden yeni bir yöntemle hesaplanarak azalma örtülenmeye çalışılmaktadır. Buna rağmen rakamlar 2008 düzeyine inmiştir. -Döviz kredisi kullanımına sınırlama getirilmesi konuşulmaktadır. -Kur farkından doğan zararların telafisi gündeme getirilmiştir. -Türkiye Varlık Fonu, Kıdem Tazminat Fonu ve BES birikimlerinin yatırımlara kaynak olması tartışılmaya başlanmıştır. 3-Sonuç: Devlet yönetimi ciddi iştir; geniş bir vizyon, derin bir algı, geleceği bugünden görerek hazırlayacak basiret, olayları yönlendirebilecek bilgi ve tecrübe ister. Yönetimdeki beceri ve yetenek yetersizliği defalarca ispatlanmış kişiler, heba ettikleri potansiyelin yarattığı kuyuya düşeceklerdir; heba edilen potansiyelin ve fırsatların hesabını ödeme zamanı gelmiş görünmektedir. Ne yazık ki, bu hesabı sadece bu gidişin sorumluları değil hep birlikte ödeyeceğiz. Bu noktada , etkin bir hukuk düzeni içinde ve özgür bir ortamda üretim, ihracat ve hakça paylaşıma öncelik veren yapısal tedbirleri kapsayan yeni bir büyüme ve kalkınma senaryosunun yazılmasında bilinçli ve uyanık evlatlarına büyük görevler düşmektedir. Aydın Esen |
Posted: 03 Jan 2017 10:00 PM PST "Dilimin sınırları dünyamın sınırları demektir." Ludwig Wittengenstein, Logico-Tractatus Philosophicus, 192 Dil ve Düşünce, Dil ve Kültür, Dil ve Toplum, Dil ve Ulus-Devlet, Dil ve Eğitim gibi konular asırlardır bilim, kültür ve eğitim dünyasında üzerinde en fazla araştırma yapılan ve yazılıp çizilen konulardır. Bunlar arasında, özellikle Anadili Eğitimi, her toplum ve ulusun her zaman titizlikle üzerinde durup ele aldığı ve sık sık gözden geçirdiği, o toplumun bugünü ve yarını için hayati önem taşıyan bir alandır. Etkin bir anadili eğitimi, bir toplumun eğitim ve kültür düzeyini şekillendiren, bireylerin özgür ve eleştirel düşünebilmesini, yaratıcılığının gelişmesini, yorum yapabilmeyi, iletişim kurabilmeyi, etkin biçimde yazılı-sözlü etkileşimde bulunabilmeyi, kısaca, bir toplumu toplum ve bir bireyi birey yapabilen, onu özgür kılabilen, ulus-devlet oluşturabilen, ve her ülkenin ulusal eğitim politikasının temelini oluşturan, olmazsa olmaz bir koşuldur. Nitekim, Türkiye Cumhuriyeti, böylesi bilimsel ilkelere bağlı olarak, kurucusu olan Atatürk'ün şu söylemleri doğrultusunda kurulmuştur: "Türk dili Türk milleti için kutsal bir hazinedir. Çünkü Türk milleti geçirdiği sayısız felaketler içinde ahlakının, geleneklerinin, hatıralarının, çıkarlarının, kısaca bugün kendi milliyetini yapan her şeyin dili sayesinde korunduğunu görüyor. Türk dili Türk milletinin, kalbidir, zihnidir."; "Öğretmenler! Cumhuriyet, sizden "fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür" nesiller ister!" Ancak ne yazık ki, bugün Türkiye'de, Cumhuriyet'in 100. Yılına doğru, Türkçe eğitiminin orta ve yükseköğretimde uygulanış biçimi uluslararası bilimsel pedagojik temeller doğrultusunda yapılandırılmamıştır. Bunun ötesinde, genel olarak bunun öğretim ve öğrenim yöntemleri de çağdaş eğitim düşüncesinin çok gerilerindedir. Türkçe eğitiminin bir devlet politikası olarak amaç ve hedefleri, bunlara bağlı olarak müfredat içerikleri, dil yeterlilik düzeyleri ve ölçme-değerlendirme sistemleri belirlenmemiş olmasından tutun, öğretmen yetiştirme programları ve denetim-kalite standartlarına kadar pedagojik ilkelerinin şeffaf, kapsamlı ve tutarlı biçimde mevcut olmaması büyük bir gaflettir. Bu bağlamda, Eski Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı'nın 123. Bâb-ı Ȃli Toplantısı'nda aşağıdaki şu söylemleri bugün Türkçe Eğitiminin ne denli çağdaş pedagojik ilkelerden uzak olduğunu belirten acıklı itiraflardır: "Milli Eğitim Bakanlığı olarak, eğitimciler olarak, bizim görevimiz, bütün Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının önce ilkokullarda, bizi bir millet yapan temel değerleri öğrenmeleri ve içselleştirmeleri. Mümkün olduğu kadar bu ortak bizi biz yapan, millet yapan, bizi bir arada tutan, bizim toplumsal hayatımızı ahenkli hale getiren ortak değerlerimizi içselleştirileceği bir eğitim. Bunun da başında Anadil geliyor. Yani Türkçeyi tüm çocuklarımızın çok güzel konuşması, yazması, dinlemesi, anlaması. Türkçeye hakimiyetinin olabildiğince üst düzeye taşınması. Yabancı dil eğitimiyle ilgili eleştiriliyoruz. Türk eğitim sistemi yabancı dili öğretemiyor. Doğru. İngilizcemizi uluslararası ölçeklerde ölçtüğümüz için bunu biliyoruz. Peki Türkçemizi ölçüyor muyuz uluslararası ölçeklerde? Hayır ölçmüyoruz. Dolayısıyla oradaki durumumuzun vahametinin yeterince farkında değiliz. Ama gelişen yeni teknolojilerin olumsuz etkileriyle Türkçenin doğru kullanılması, doğru konuşulması konusunda biz çok ciddi risklerle karşı karşıyayız". (bizim vurgulamamız) Çağdaş eğitim düşüncesine göre, anadili eğitiminin temel amacı, öğrenciye, okuduğunu ve dinlediğini anlayabilme, yorum ve eleştirel düşünce üretebilme, yaratıcı biçimde düşünebilme, problem çözebilme, araştırma-sorgulama yapabilme, yazılı ve sözlü iletişim kurabilme, sözcük varlığını geliştirme, dil bilinci ve etkin bir sözlü etkileşim becerilerini ve bilgi teknolojilerini kullanabilmeyi kazandırmaktır. Unutulmamalıdır ki, anadili eğitimi bir ülkenin eğitim sisteminin temelini oluşturmaktadır. Şöyle ki, öğrenmeyi öğrenmek ve öğreticiye bağımlı olmadan kendi başına çalışma becerilerini edinebilmek ancak "öğretici odaklı" bir eğitim yerine "öğrenci odaklı" bir eğitim sistemi ortamında yürütülen, öğrenmeyi öğretme yöntemleriyle uygulanan etkin bir anadili eğitimi aracılığıyla mümkündür. Dolayısıyla, yukarıda sıraladığımız olmazsa olmaz nitelikteki öğrenim becerileri bir kez etkin bir Türkçe eğitimi aracılığıyla kazanıldığı takdirde, bunların eğitim faaliyetinin tüm alanlarına, yani diğer derslerin (ekonomi, tarih, sosyal ve fen bilimleri, v.b) öğrenimine, aktarılarak uygulanır. Bunun sonucunda, ancak o zaman başarılı, verimli ve yaşam boyu sürdürebilirliğini sağlayan bir eğitim sisteminden söz edilebilir. Bu bağlamda, önemle belirtmek isteriz ki, etkin bir Türkçe eğitimi gerçekleşemediği sürece, uluslararası kalite standartlarında başarılı ne yabancı dil eğitiminden ne de yabancı dille eğitim (!) sevdasından söz etmek mümkündür. Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Genel Başkanı Aysel Çelikel'in[1] belirttiği üzere, "öğretmen odaklı eğitimden öğrenci odaklı öğrenmeye geçerek araştırma alışkanlığını kazandırma uygulamaları hep sözde kaldı". (bizim vurgulamamız) Ancak, bunun nedenlerinden biri, bugün Türkiye'de çağdaş eğitim düşüncesini ve buna bağlı olarak eğitim sistemimizdeki "öğrenim" işlevinin önemini yeterince benimsemeyip "öğretim" odaklı baskın bir anlayışının benimsenmiş olmasıdır. Bunun sonucu olarak, ezbere dayanan, kuru kuru bilgi yüklemesi yapan, kişiyi dar kalıplar içerisinde düşünmeye yönelten, yeteneklerin ve zihinsel gelişimin körelmesine neden olan çağdışı bir eğitim düşüncesi, yaratıcılığı değil, sadece bilgi yükünü ölçen süzgeçler haline gelen bir sınav düzeni oluşturmuştur. Burada bir parantez açarak Alvin Toffler'ın şu sözlerini aktarmak isteriz: "21. Asrın cahilleri okuyamayan ve yazamayanlar değil, öğrenemeyen, öğrendiğinden vazgeçemeyen ve yeniden öğrenemeyenler olacaktır."[2] (bizim vurgulamamız) Aynı şekilde Carl Rogers şöyle bir söylemde bulunmaktadır: "Eğitim görmüş bir kişi öğrenmeyi öğrenmiş olandır." (bizim vurgulamız) Bu görüşler doğrultusunda, çağdaş eğitimin "öğrenim" odaklı olduğunu ve Türkçe eğitimi sürecinin de "öğrenci odaklı" olduğunu göz önünde tutarsak, bugün Türkiye'de bir öğrencinin, eğitim faaliyetinde bilginin pasif bir alıcısı olmak yerine öğretim-öğrenim sürecinin odak noktasında bilgiyi etkin biçimde oluşturan dinamik bir güç olarak algılanması kaçınılmazdır. Öğrenim, bilgiyi alma ya da yineleme süreci olmaktan çok onu yorumlayarak (muhakeme ederek) özgün düşünce oluşturma ya da yaratma sürecidir. Bu nedenle, öğrenci, öğrenim sürecinde eylem içinde olmalı, öğretim ortamında aktif olarak etkileşime girmelidir. Ancak böylesi çağdaş bir eğitim yöntemi doğrultusunda, öğrencinin zihinsel (bilişsel) gelişimi, bilgiyi içselleştirmesi ve kendi bilgisini oluşturması gerçekleşebilir. Bu da öncelikle "öğrenci odaklı" olarak düzenlenmiş eğitim ortamlarında ve nitelikli öğretmenler tarafından 'öğrenmeyi öğretme' yöntemleriyle öğrencileri yönlendirmekle mümkündür. Bilineceği üzere, OECD üç yılda bir 15 yaşındaki çocuklar için Matematik, Fen Bilimleri ve öğrencinin kendi anadilinde Okuduğunu Anlama becerilerini ölçüp değerlendirmek amacıyla Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı'nı (PISA) düzenlemektedir. Türkiye, 2003 yılından bu yana 2006, 2009, 2012 yıl sonuçları itibariyle sürekli olarak 35 OECD ülkesi arasında en alt sıralarda yer almaktadır. En son 2015 sonuçları itibariyle, önceki yıllara nazaran daha da gerileyerek üç alanda da 35 OECD ülkesi arasında sondan ikinci olup 72 ülke sıralamasında ise Matematik alanında 49 uncu, Fen Bilimlerinde 52 inci ve Okuduğunu Anlamada 50 inci sırada yer almıştır. Günümüzde PISA en güvenilir uluslararası eğitim sistemleri performans değerlendirme indeksi olarak kabul edilmektedir. Böylesi bir değerlendirme sistemi, bilgi yükünü ölçmek yerine, ilgili alanlara bağlı olarak, yaratıcı düşünme, bilgileri bir araya getirerek yorum yapabilme ve akıl yürütme gibi becerileri değerlendirmektedir. Türkiye için elde edilen böylesi talihsiz PISA sonuçları, bizlere öncelikle, yukarıda ele aldığımız üzere, Türkçe Eğitim uygulamalarının gözden geçirilmesi gerektiğine, öğretim-öğretim yöntemlerinin ve bunların yönetim sistemlerinin yapılandırılmasına, öğrenci başarıları açısından ne durumda olduğumuza, uluslararası düzeyin neresinde yer aldığımıza ve tüm olarak bunların gerisinde nelerin yattığını, olumsuzlukların nereden kaynaklandığını ve bunları giderici ne gibi önlemler almamız gerektiği konularında bizleri uyarmaktadır. Türkiye nüfusunun yarısı 30 yaşın altında, geniş anlamıyla eğitim çağındadır. Bugüne kadar çeşitli siyasi ve dini emellerle yaz-boz tahtasına dönüştürülen Türk eğitim sistemi, etkin bir Türkçe Eğitimi aracılığıyla, Atatürkçü düşünce doğrultusunda çağdaş ve laik bir eğitim uygulamasına dönüştürülmedikçe, bilinçsiz iyimserliklere kapılmak suretiyle uluslararası bilimsel kalite koşullarını ısrarlı bir şekilde gözardı ederek bugünkü düzeni sürdürmek, bu genç nüfusa ve Türk halkına yapılan en büyük kötülüktür. PISA sonuçlarının doğurduğu vahim sonuçlar ortadadır. Hepimiz sorumluyuz. Prof. Dr. Sinan Bayraktaroğlu [1] Prof.Dr. Aysel Çelikel, "1923'ten Günümüze Eğitim", Üçüncü Ulusal Eğitim Kurultayı, Eğitimde Dönüşümle Nereye, Öğretmen Dünyası, Ankara, 2013, s.20 [2] Alvin Toffler, Powershift: Knowledge, Wealth, and Power at the Edge of the 21st Century, (1990) Bantam Books |
You are subscribed to email updates from Sözcü Haber. To stop receiving these emails, you may unsubscribe now. | Email delivery powered by Google |
Google Inc., 1600 Amphitheatre Parkway, Mountain View, CA 94043, United States |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder