Sözcü Haber |
- Otoriter Acziyet ve Bayrak
- Bunları yapmasaydık
- "Savaş bitti, ölülerimizi toplayalım!..."
- Emine Erdoğan’a Hediye Edilen Kitap: 'Diktatörlüğün psikolojisi'
- İtiraf baldan tatlıdır!
- Türbülans ve Fetret Devri
- Soyguncu çetesi hükümetler
- Psikopat!
- 'Boru' mu bu!
- Ergenekon'un -geçici- bir numarası
- Kalk Selahaddin, biz yine geldik!
- Bir devr-i şeamet!
- ‘Kitle Psikozu’: Bir deliden lider yaratmak
- Kamu malı yiyenin cenaze namazı
- "Stajyer Albay'dan "Alo Fatih Dönemine..
- Düşman Ordusunun Esir Generali!
Posted: 01 Jul 2014 10:30 PM PDT Akp'nin "çözüm adı altında yürüttüğü çözümsüzlük" sürecinin semeresi olarak karşımıza çıkan ve kalbi melekelerinde zerre miskal vatan ve millet hissiyatı taşıyan her vicdanı yaralayan "bayrak indirme" hadisesi sonrası yine ve yeniden acziyet ve zafiyet içinde siyasi ikbal adına masa başında verilen sözlerin ağırlığı altında kalmış yüreksiz iradeleri ve çaresizlikleri her daim gözlerinden okunan Akp iktidarı mensuplarının bu menfur hadisesinin akabinde yaptıkları yuvarlama ve kıvırma edebiyatından yüz bulan yüzsüzler semalarımızda dalgalanan ve Hakkın ( CC ) izni ve inayetiyle kıyamete kadar dalgalanmaya devam edecek olan şanlı bayrağımıza karşı edepsizliği adet edinmiş olacak ki, İstanbul`un göbeğinde üstelik bir ilçe emniyet müdürülüğü bahçesinde kendini bilmez densizin biri bina önünde göndere çekilmiş vaziyette bulunan bayrağı indirmeye yeltenmiş, yapılan uyarı ve ikazları ciddiye almayan bu yüzsüz yeniden bayrak direğine doğru hamle yapınca "çok şükür ki başındaki siyasal idarenin içine düştüğü zaafiyet batağına hiç bulaşmamış bayrağı namus belleyen has bir vatan evladı vazifedar polis memuru tarafından" ayağından vurularak başka bir rezaletin ve kepazeliğin daha yaşanmasına izin verilmemiş. Bir yandan yürüttükleri çapsız dış politikalarının neticesinde başı ve sonu hesaplanmadan körü körüne icra edilen "düşmana karşı düşman besleme" basiretsizliği ile Esad rejimine karşı Afganistan steplerinden terörizm ihraç ederken,diğer yandan dağdaki eşkiyayı düz ovaya indiricem hevesatı içinde örgüt liderleriyle pazarlık masasına oturan ve çok büyük marifetmiş gibi terör örgütüyle yapılan aleni pazarlığa memuriyet gereği bulaşmış yada bulaşacak olana yargı zırhı giydirme derdine düşen siyasal iktidarın dar fikirli mensupları " 1.dünya savaşını Osmanlı için fiilen bitiren Mondros Mütarakesi ve sonrasında imzalan lakin asla yürürlüğü girmeyen Sevr sürecinde bile " Türkiye Cumhuriyeti Devleti`nin onur ve şerefinin bu derece ayaklar altına alınmadığının farkına ne zaman varacak acaba merak ediyorum.. Terörü bitirmenin yolu terörü kamu imkanlarıyla finansa etmek ve tüm bölgenin akıbetini militarizm ve örgüt elemanlarının inisiyatifine terk etmek değildir, devlet otoritesi ve hakimiyeti,tehdit unsuru olarak varlığını sürdüren silahlı örgüt karşısında, çaresizlik seviyesine indirgenmemelidir, yapılacak olan görüşmelerde terör örgütünün muhatabının kendileri gibi iç ve dış siyasal emperyalist hesapların maşası pozisyonunda olan çapulcular sürüsü değil yasa,kanun,kurum ve teşkilatları ile bir bütünü oluşturan anayasal çerçeve içinde varlığı birliği ve dirliği tartışılmaz olan egemenlik haklarını son raddesine kadar kullanan bir hukuk devleti olduğunun hissettirilmesi gerekir amma kime söylüyorsun… Ortada bir oyun var lakin oyunun yuları Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin elinde değil İmralının belinde… Malesef. Malum-u İlâm |
Posted: 01 Jul 2014 10:00 PM PDT "Kalabalıkların başı çok, beyni yoktur" sözü düşünür Pivarol'e ait… Çoğu zaman doğrudur. Tek bir birey olarak düşündüklerimizle, toplum olarak yaptıklarımız çok farklı olabiliyor. İnsanlar "Bizle ilgisi yok, hayvanlara ait özellikler" diye kendisini kandırsa da, bilimsel araştırmalar "İnsanların birbirini taklit ettiğini, kitleye uyum sağlamak için bireylerin akıl almaz özellikler sergilediğini" ortaya koyuyor. * Birey olarak bilimden yanayız… Ama bilimsel yayınlardan uzağız! (Toplumsal özellik) Çocuklarımızı en iyi okullarda okutmak istiyoruz… Ama kendimiz okumuyoruz! Magazini eleştirmeyenimiz yok... Ama hepimiz magazinin reytingini patlatıyoruz! Hiç kimse yolsuzluğu, rüşveti, adaletsizliği övmüyor, hatta kınıyor… Ama bunları yapanları cezalandırmıyoruz! Ve daha pek çok örnek… * Bir okuyucumuz diyor ki "Cübbeli Hoca bazen doğru söyler!" Cübbeli Ahmet Hoca vaktiyle şunları söylemiş; 1.) Zinayı serbest bırakan "CHP OLSAYDI" 2.) Domuz etini kasaplık hayvan yapan "CHP OLSAYDI" 3.) Kilise açan "CHP OLSAYDI" 4.) Kiliseyi açarken 'Ya Allah Bismillah' diyen "CHP OLSAYDI" 5.) Faiz bir dünya gerçeğidir diyen "CHP OLSAYDI" 6.) ABD'ye Irak'ı bombalamasına mani olmayıp izin veren "CHP OLSAYDI" 7.) ABD askerlerine dua eden "CHP OLSAYDI" 8.) Yahudilerden ödül alan "CHP OLSAYDI" 9.) Yahudi'ye kardeşim diyen "CHP OLSAYDI" 10.) ABD'ye dostumuz diyen "CHP OLSAYDI" 11.) Yabancılara toprak satımını 25 dönümden, 600 dönüme çıkaran "CHP OLSAYDI" 12.) Bu kadar çalan çırpan ''CHP OLSAYDI'' Eğer bunları yapan "CHP OLSAYDI" dünyada bunlardan daha gâvur kimse yoktu! Ama bunları yapan "MÜSLÜMANIM" diyenler olunca "ONLARIN BİR BİLDİĞİ VAR!" diyoruz!!! * Nasıl, sizler de Cübbeli Hoca'ya hak veriyor musunuz şimdi? * MİLYARLARCA LİRA BOŞA GİDECEKDİYSE… 30 Mart yerel seçimlerinden önce, İstanbul'da bir taksi şoförü demişti ki, "Hulki Bey, bu mitingler ve propagandalar için niçin yolları kapatıyorlar? Trafik zaten berbat… Sadece son 5 gün propaganda yapsınlar. Bu kadar paraya da yazık... Millet, kimin ne olduğunu biliyor, bir şey söylemelerine gerek yok!" Seçim sonuçlarına bakınca şoförümüzün ne denli haklı olduğunu bir kez daha gördük. Örneğin, CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu gitmedik yer bırakmadı. Afiş asılmadık yer kalmadı. Her yere reklam verildi (Popüler Bilim Dergisi hariç). Şimdi tersinden bakalım. Kemal Bey, bunların hiçbirini yapmasaydı, milyarlarca lira harcanmasaydı da bu sonuç alınacaktı. Yani, bunca masraf CHP'ye yeni bir şey kazandırmadı. Bu, AKP, MHP ve BDP açısından da geçerli. Oy aldıkları yerlere bakınca, herkesin kendisine ait yerler olduğu görülüyor (Belki yüzde 1'lik fark vardır.) Sonuç; mitinglere gerek yoktu; gazete-TV reklamlarına gerek yoktu. Bizler (ve onlar ve diğerleri) bunların hiçbiri olmasaydı da yine kafasındaki partiye oy verecekti. Çünkü milyonlarca insan, birkaç yıldır kafasında belirlemişti oyunu. * GÜNÜN SÖZÜ: Gerçeğin dağlarına umutsuzlukla çıkılmaz. –NIETZSHE |
"Savaş bitti, ölülerimizi toplayalım!..." Posted: 01 Jul 2014 10:00 PM PDT Bu sözün kaynağını tam bilmiyorum ama büyük olasılıkla Kızılderililere ait. Meydan savaşında, ya savaşın sonunda ya da günün sonunda, karşılıklı olarak iki tarafın şehit düşen askerlerini defnetmek için birbirine izin vermesi halini anlatır. Çanakkale Savaşı'nda da Türkler ile Anzaklar aynı şeyi yapmıştır… Yerel seçimler dün yapıldı, siz bu değerlendirmeleri yarın (bugün, 1 Nisan) okuyacaksınız… Şimdi artık ölüleri toplama zamanı. Yani, siyasi hasar tespiti yapma zamanı. * Yerel seçimlerden iktidar partisi AKP galip çıktı. Galibiyeti, yüksek oy almasında değil; bunca rüşvet, yolsuzluk, adaletsizlik ortamında '1' (bir) oy bile almasının başarı sayılmasındadır. AKP Türkiye genelinde yüzde 44 civarında oy aldı. En büyük çekişme Ankara'da yaşandı. (Bu satırları yazdığım saatlerde bile sonuç netleşmemişti.) Şu anki sonuçlara göre; Ankara'da Melih Gökçek yüzde 44,8, Mansur Yavaş yüzde ise 43,9 oy almıştı. Aradaki fark yüzde 1'in altında… Rakam olarak: 30 binin altında bir sayı. 4 milyon nüfuslu (3 milyon 608 bin seçmenli) başkentte yüzde 1'in altındaki bir rakamla kazanma çok tartışmalıdır. * KILIÇDAROĞLU BAŞARISIZ DEĞİLDİR… Bu seçim sonrasında gözler ana muhalefet partisi CHP'nin Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'na çevrildi: "İstifa edecek mi, etmeyecek mi?" Ben de bir hata aradım. Nerede hata yaptı da istenilen büyük zafer kazanılamadı, diye. Ama, Allah için Kılıçdaroğlu bu seçim sürecinde iyi çalıştı. Bir iki küçük tartışma olduysa da, seçmen bunları görmedi ve tam desteğini verdi. Önemli noktalarda başka adaylar da olsa, daha yüksek oy alınamazdı. Bence, CHP alabileceği en iyi oyu aldı. Ha, şunu da biliyorum. Yakında kurultay kazanı kaynamaya başlayacaktır. Kılıçdaroğlu kalır mı, gider mi ayrı bir konu. Siyasette en olmazlar oluyor, hele Türkiye'de. Ama ben hem Kılıçdaroğlu'nu hem de CHP'ye oy veren tüm seçmenleri (MHP kökenliler de dâhil) kutluyorum. * 'UHUD SAVAŞI' İLE BENZERLİKLER! Tam 1.389 yıl önce 27 Mart'ta (625 yılı) Uhud Savaşı yapıldı. Bedir Savaşında ölen (Ebû Cehil gibi Kureyş'in önde gelenlerinin de dâhil olduğu) 70 kişinin intikamını almak isteyen Mekkeliler, Ebû Süfyân'ın komutasındaki 3.000 kişilik ordu ile Medine üzerine yürüdüler. Hz. Muhammed'in ordusu 1.000 kişi idi. Medine'nin 5 km. kuzeyindeki Uhud Dağı'na yaklaşırken 300 kişi vazgeçip ordudan ayrıldı. Savaş, o devrin âdeti üzerine mübâreze ile (meydanda teke tek çarpışma ile) başladı. -Aynen belediye başkanlarının teke tek mücadelesi gibi-... * İlk aşamada Müslümanlar savaşı kazandılar. Fakat kaçan düşmanı sonuna kadar takip etmeden, savaş alanına dağılarak, ganimet toplamağa koyuldular. Ayneyn Tepesi'nde durumu seyreden okçular da "Burada ne bekliyoruz, savaş bitti, zafer kazanıldı, biz de gidip ganimet toplayalım" diyerek görev yerlerini terk ettiler. -Acaba, kesin sonucu almadan sandık başını terk eden CHP'li görevliler var mıydı-?.. * Uhud Savaşı, aslında tam film olacak bir savaş. Hz. Muhammed'in üst üste iki zırh giymesine rağmen taşla ve kılıç darbesiyle yaralanması; Ebû Süfyan'ın karısı Hind'in şehit olan Hz. Hamza'nın karnını yarıp, ciğerini çıkararak dişlemesi; Ebû Süfyân ile Hz. Ömer arasındaki diyalog (E. Süfyan: "Savaşta üstünlük nöbetledir, bugün biz Bedir'in öcünü aldık, üstünlük bizde"; Hz. Ömer: "Bizden ölenler Cennet'de, sizinkiler ise Cehennem'de") gibi ayrıntılar var. * Hz. Ömer'le Ebû Süfyân arasındaki konuşmadan sonra, müşrikler Uhud'dan ayrıldılar. Kureyşliler imha amacıyla bu savaşı başlatmıştı. Ama tek bir esir bile alamadan, geri döndüler. -Bu seçimde de rakibini imha etmek amacı açıkça görülmedi mi-?.. Son bir ayrıntı: Müşrikler Uhud'dan ayrıldıktan sonra, Hz. Muhammed şehitleri yıkanmadan, ikişer üçer defnettirdi. Cenâze namazlarını ise, 8 yıl sonra kıldı! * Şimdi bizler de, her şey yapılmasına karşın bu seçim savaşında istenilen sonucun alınamamasının analizini iyi yapmalı, bu sırrın peşine düşmeliyiz. * GÜNÜN SÖZÜ: - Gevşemeyin, üzülmeyin; eğer inanmışsanız, üstün gelecek sizsiniz. - ALLAH (Âli İmrân, 139). - Eğer siz (Uhud'da) bir yara aldıysanız, şüphesiz o topluluk da (Karşıtlar da Bedir'de) benzeri bir yara almıştı. İşte (iyi veya kötü) günleri insanlar arasında (böyle) döndürür dururuz. (Bazen bir topluma iyi ya da kötü günler gösteririz, bazen öbürüne.) Allah, sizden iman edenleri ayırt etmek, sizden şahitler edinmek için böyle yapar. ALLAH, ZALİMLERİ SEVMEZ. – ALLAH (Al-i İmrân, 140). |
Emine Erdoğan’a Hediye Edilen Kitap: 'Diktatörlüğün psikolojisi' Posted: 01 Jul 2014 10:00 PM PDT Bu, 30 Mart Yerel Seçimleri'nden önceki son yazım. Sandığa giderken aklınızda bulunsun. * Geçen yıl, 17 Mayıs 2013'te ABD'de yazar Fathali M. Moghaddam tarafından, İngilizcesi Emine Erdoğan'a hediye edilen kitabın Türkçesi çıktı. 335 sayfalık kitabı, sizlere bir güzellik ve kolaylık yaparak, 2 sayfada özetlemek istiyorum. "Diktatörlüğün Psikolojisi" adlı kitapta diktatörlük şöyle tanımlanıyor: "Diktatörlük, özgür ve adil olmayan seçimlerle başa geçmiş tek bir kişinin ya da hizipleşmiş bir grubun topluma hükmetmesi, emrindeki güvenlik güçlerini kullanarak politik muhaliflerini bastırması ve özgür seçimler yoluyla iktidardan indirilememesi durumudur. Diktatörlüklerde bağımsız yasama ve yargıdan söz edilemeyeceği gibi, geçerli olan kanunlar toplumsal isteklere kulak tıkayarak diktatörün ya da hizipleşmiş gurubun ölçüsüz isteklerine kulak verir. Eğitim sistemi, basın, haberleşme ve bilişim sistemleri üzerinde eşi görülmemiş bir kontrol hatta sansür olduğu gibi, toplumun hareketleri de kontrol altında tutulur."(s.26) * "Diktatörlük kurmak, yaşatmak veya sınırlarını genişletmek için 'dış tehdit' algısının abartılarak kullanılmasının tarihi çok eskilere gider. Toplumun geneline 'Tehlikeli bir düşman kapımıza dayandı! Bize saldırmak ve yok etmek istiyor! Evlerimizde eli kolu bağlı halde oturamayız!' mesajı verilir. (…) Tüm diktatörler içerideki muhalefeti ezmeyi, temel hak ve hürriyetlere son vermeyi denerler." (s.97-102) * "Müstakbel diktatör, toplumun derinlerine kök salmış olan birtakım kurumlarda kendisine doğal yandaşlar bulur. Söz konusu kurumlar arasında kilise (ya da cami) ve ordu başı çekmekle birlikte, iş dünyasının önde gelen kuruluşları da ilk ikisinden geri kalmazlar. (…) Diktatörlüklerde 'ortak anlam yaratma' ve 'kurgulanmış sosyal gerçeklik' söz konusudur. (…) Diktatörün halkı hizaya sokmak ve boyun eğdirmek için ortaya koymaktan çekinmediği merhametsizlikle birleştiğinde, Yüce Diktatör'ün ideolojik çizgisine mutlak bağlılığın bu iki yönlü eylemi, diktatörlüğün kendine has özelliğidir."(s.121-122) * "Diktatörlüklerde… rüşvet ve komisyon, iş yaşamının artık normal karşılanan unsurları haline gelirler. Ülke içindeki eleştiriler hapis ya da ölümle cezalandırılırken, ülke dışından kaynaklanan eleştiriler kültürel anlayışsızlık olarak geçiştirilir."(s.170) * "Toplumda azami riayet ve sadakat (biat- HC) sağlamak için diktatörler kaba güç kullanırlar. (…) Diktatörlüklerde muhalefeti ezmek amacıyla kaba güç kullanılması adettendir."(s.191) * "Riayet ve sadakat (biat-HC), özellikle diktatörlüklerde, iktidardaki elit arasında titizlikle güçlendirilmiştir. İktidar koltuğunda oturanlar arasındaki bu kaynaşma, gücü elinde tutan elitin toplumun geri kalanı üzerinde iradesini kullanmasına olanak tanır. Diktatörlüklerde kol gezen korku, kimin ne zaman kurban olacağının belli olmamasıyla tırmandırılır. Rejim tarafından körüklenen dedikodular kulaktan kulağa fısıldanır; isyana yeltenenleri nasıl korkunç bir intikamın beklediğini fısıldar bu dedikodular."(s.197) * AKP'li Başbakan Erdoğan, 2005 yılında Diyarbakır'da Cahit Sıtkı Tarancı'nın "Memleket İsterim" şiirini okumuştu. Sizler de, "Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun, Kuşların çiçeklerin diyarı olsun; Ne başta dert, ne gönülde hasret olsun; (…) Olursa bir şikâyet ölümden olsun" diyor ve böyle bir "memleket istiyorsanız" ona göre oy kullanınız. * GÜNÜN SÖZÜ: Bırak, zihinleri dışardaki kavgalarla meşgul olsun; sersemlesin. - SHAKESPEARE (4. Henry oyunundan) |
Posted: 01 Jul 2014 09:30 PM PDT Yerel seçimlere 5 gün kaldı. AKP İktidarı bu seçimin sonuçlarına göre ya yok olup gidecek ya da baskılarını daha da artıracak. Her türlü yolsuzluk, rüşvet, nüfuz ticareti, yasadışılık, hukuksuzluk vb. olaylar ve iddialara karşı, AKP'nin yanıtı: 'meydanlara insan yığmak'!.. Hafta sonundaki İstanbul mitingine 2 milyon insanın geldiğini ileri sürüyor AKP. Ama ekranlarda yayınlanan bir görüntü var. Gizli kamera yapmışlar. AKP İstanbul mitingine giden bir vatandaşa otomobil içinden soruyorlar: "Kaç lira veriyorlar?" "Ben geçen sene 100 lira aldım ama şimdi bilmiyorum!.." Siyasetin finansmanı her zaman önemli oldu. İktidara gelen partilerin hiç üzerinde durmak ve tartışmak istemediği bir konu bu. Bunca masrafı nasıl karşılıyorlar? Yüz binlerce insana mitinge gelsin ya da oy versin diye para veya altın dağıtmak, buzdolabı vermek, iş vadinde bulunmak, erzak göndermek trilyonlar gerektiriyor. Bunu her parti de yapamadığı için, kanunsuzluğun yanı sıra eşitsizlik de doğuyor. Başlı başına çok özel değerlendirmesi ve düzenlenmesi gereken bir konu bu. * Yaşadığımız ibretlik durumu Hükümet-Cemaat kanatlarının karşılıklı açıklamalarıyla belgeleyelim. Her iki tarafın birbiri hakkında söylediği doğru olduğu için, iki tarafın sözlerini toplayıp Türkiye'yi getirdikleri noktanın tümünü fotoğraflayabiliriz. * Başbakanın danışmanı-milletvekili-yazarı Yalçın Akdoğan şu bilgileri veriyor (fotoğrafın yüzde 50'si yani): "Devlet içinde çöreklenen örgüt (Cemaat-HC) ve karıştığı kirli işler mevzu olunca, paralel oluşumların nasıl bir pişkinlikle teberri politikası (ilgisizlik-yüz çevirme politikası-HC) izlediğini biliyoruz. Hiçbir şeyden haberleri yokmuş, hiçbir şeyi bilmiyorlarmış gibi davranmaları, amiyane tabirle 'salağa yatma' olarak algılanıyordu. Kendi yaptıklarını başkalarına atfedecek kadar pişkin olanların efsunlanmış ve farklı bir âlemde yaşıyormuş gibi konuşmaları milletin aklıyla alay eden bir görüntü oluşturuyordu". Buraya kadarki sözler, 2008'den bu yana, İktidar'ın Cemaat'le birlikte yaptığı operasyonları çok güzel anlatıyor. 1. İtiraf. Devam edelim: "En son yayınlanan röportaj da (F. Gülen'in Zaman'daki açıklamaları-HC) bu açıdan açık bir itirafname gibi oldu. (…) Manevi bağlılığın giderek örgütsel bağlılığa dönüşmesi ve kontrol dışı bir hiyerarşik yapı oluşması farklı amaç ve gayelerle devlet gücünün kullanılması şeklinde açık bir hukuksuzluğa dönüşmüştü". Ortak operasyonlarının 2. itirafı. "Bir kamu görevlisinin suça seyirci kalmasından daha büyük suç, harici yönlendirme ve tavsiyelerle hareket etmesidir". Yani diyor ki; polis suça seyirci kalabilir ama dışardan emir alamaz! Bunu da 3. itiraf olarak kaydedebiliriz. * Bu yazının yayınlandığı aynı gün (19.03.2014), doğal olarak bundan habersiz olarak, Cemaat'in Zaman Gazetesi'nde hükümete cevap vardı. ABD Berkeley'deki Kaliforniya Üniversitesi'nden Tamer Çetin, şunları söylüyordu (bu da fotoğrafın diğer yüzde 50'lik kısmı): "Başbakan kendinden olmayan bir medya istemiyor. Bunun gereği neyse yapıyor. Kendi seçmeni dışındakilerin gösteri, itiraz, balkondan tepki verme ve Atatürk posteri gösterme gibi her türden basit veya sorunlu eylemini yok saymak için, hem tehdit ediyor hem de kendi menfaatine olacak şekilde kanuni düzenlemeler yaparak sindirebiliyor. İnternet düzenlemeleriyle iletişim hakkınızı elinizden alırım; HSYK düzenlemeleriyle, en temel güvence alanınız yargıyı tamamen kendime bağlayabilirim; MİT yasasıyla devletin en kirli yapısına öyle yetkiler veririm ki, soluk alıp verdiğinize şükretmek zorunda kalırsınız diyor. Vatandaşların öldüğü gösterilerin anlamını, borsa ve kur üzerindeki etkisi üzerinden okuyarak, bir insanlık dersi veriyor. Yaptıkları karşısında, gösteri ve tepki değil, minnet bekliyor. Memleketi ihya ettiğini düşünüyor ve buna da herkesin inanmasını istiyor. Bir gecede kişiye özel kanun çıkarabiliyor. (…) Demokrasinin tüm kurumlarını rafa kaldıran veya manipüle eden bir sistem dizayn ettiğini teslim etmek gerekiyor. (…) bir iktidarın ülkesinde bunlar olduğunda, tanım için diktatörlüğü seçmemek için çok zorlanmak gerekiyor". Bu sözlerin tümüne de katılmamak mümkün değil. Yani, bunlar da, aynı yolu birlikte yürüyen 'paralel kardeşler'in 4. itirafıdır. * GÜNÜN SÖZÜ: Adalet ortadan kalkarsa, hükümetler büyük soyguncu çetelerinden başka ne olur? - Hippolu ST. AUGUSTINUS (M.S. 354-430) |
Posted: 01 Jul 2014 09:30 PM PDT Türbülans, yani çalkantı… Karmaşık, düzensiz ve görünüşte hiçbir kurala uymayan hareket… Fetret ise, kısaca; çöküş demek… Ama özünde iki peygamber ya da iki padişah dönemi arasında geçen süre olarak tanımlanıyor. 1402'de Yıldırım Beyazıd'ın Ankara Savaşı'nda Timur'a esir düşmesinden sonra, dört oğlu arasında başlayan kavgalar dönemi de fetret dönemi. Her iki sözcük ve olaylar AKP iktidarını anlatmak için cuk diye oturuyor. 'Fetret Devri' tam 600 yıl sonra (1402 ve 2002) ülkemizin içine düştüğü durumu anlatıyor. * Yazı biraz uzun olacak ama sıkalım dişimizi. Günümüzde yaşanan ve her biri birer skandal niteliğindeki olayları sanal ortamdan (internet medyasından), gazete ve televizyonlardan anında öğreniyorsunuz. Ama köşe yazıları bir çeşit 'geleceğe mektup' ve belge olduğu için, buralarda derli toplu yazmalıyız. Son skandalları sıralayalım: AKP'li bakanlar rüşvet ve yolsuzluğa karışıyor, haklarında savcılık soruşturmaları açılıyor, hükümet bunları kanunsuz biçimde engellemeye çalışıyor; bakanlar istifa ediyor, bakan çocuklarının ve işbirlikçi bir banka genel müdürünün evinde ayakkabı kutuları içinde milyonlarca dolar bulunuyor, Başbakan anında oğlunu arayıp evindeki paraları 'sıfırlamasını' söylüyor, bunun HTS kayıtları (yasal telefon kayıt bilgileri) manşetlere oturuyor; Başbakan seçim öncesi miting meydanlarında rakiplerini ve 'birlikte paralel yürüdükleri' Cemaat'i suçluyor… Rüşvet ve yolsuzluk AKP döneminde kendi içlerinde o kadar 'normalleşmiş' ki, artık 'rüşvet fantezileri' oluşmuş: "500 bin doların üzerine, gümüş tabak içinde çikolata koy da gönder!" Koyan, ne ve kim olduğu tam olarak anlaşılamayan çok genç bir İranlı işadamı… Koyulmasını isteyen, istifa eden bir bakan! Yani, 500 bin dolarlık rüşvet, üzerine çikolata koyulmadan tatsız oluyor! * Bu, rüşvet iddialarından yalnızca bir tanesi… Evine para gönderildiği kayıtlara giren ve fezleke hazırlanan eski bakanın adı Egemen Bağış! Ama bağışı o yapmıyor, alıyor! Tabii, iddiaya göre… İddianın dışında 'çok kesin' bir başka şey var. Bu eski bakan, attığı 'tweet'lerle, polisin gaz mermisi ile ölen 15 yaşındaki Berkin'in cenazesine katılanlara 'Nekrofiller' diyor. Yani, 'ölü ile sevişenler'… Meğerse, o sıralarda bu 'dini bütün AKP'nin bakanı'; bırakın dini duyguları, dinin özü ile, ayetlerle alay eder imiş!.. Bu da ortaya saçıldı. Gazeteci Metehan Demir ile telefonda kakara - kikiri konuşuyor, Bakara Suresi için "Bakara -Makara", "Bakara iyi makara" diyor. "Dini değerleri aşağıladı" diye, sanatçı Fazıl Say'a dava açıp korkutan zihniyetin Kur'an'ı Kerim'le dalga geçmesinin özeti şöyle: M. DEMİR: (Bağış'ın ayetli 'tweet'ini okumuş) Güne nurla başladım, duayla başladım. Ve la entüm ma ağbüd. AKP'Lİ BAĞIŞ: Oğlum ben her gün, her Cuma bir tane ayet sallıyorum! Google'a gir, Kuran'da atıyorum kardeşlik, Kuran'da nankörlük, Kuran'da bilmem ne diye search yap, hepsi çıkıyor. Oradan beğen, bir tane salla gitsin! Sabah 5'te çaktım bir tane… M. DEMİR: Sabah uyanıp, Allah'ım Egemen Bağış'tan bir ayet inse de, ben de onu RT etsem deyip bekleyen 13 kişi de 'RT' etmiş!.. Her kim ki, Egemen Bağış'ı sevmez; Allah en kısa zamanda onun belasını verir, Bakara 159! (Aydın Doğan'la bir toplantısından bahsediyor) Her kim ki Aydın Bey'in o zor gününde onun yanında olur, o Allah'tan her istediğini alır, Bakara 165! Bu Bakara iyi ya. AKP'Lİ BAĞIŞ: Makara iyi! * AKP'li Başbakan Erdoğan 12 yıldır mağduriyet ve din edebiyatı yapıyor: "Benim başörtülü bacama…" Oysa, bir iki gün önce başörtülü önemli bir aydını, Hidayet Şefkatli Tuksal'ı işten attırdığı ortaya çıktı! Merak ediyorum. AKP'nin 12 yıllık türbülanslı uygulamaları sonucu milletin ne kadarı dinden soğudu, ne kadarı dinden çıktı? * Bir başka gelişme de, Hükümet ile Cemaat arasındaki kavga. Ergenekon, Balyoz, OdaTV ve benzeri davalarda hükümetin savunması "Cemaat yaptı, paralel devlet yaptı" biçiminde. Oysa eski İstanbul İstihbarat Şube Müdürü Ali Fuat Yalmazer, önceki gün açıkladı: "İlker Başbuğ'un 'mutlaka tutuklanması' emrini Başbakan verdi! Başbakandan izinsiz hiçbir operasyon yapılmamıştır." Fethullah Gülen de devam eden demecinde, "Taraftarlarına 'Askere diz çöktürdük' diyenler, subaylara biz değil, Cemaat yaptı' dediler" diyor. Başbakan miting meydanından soruyor: Hoca mısın, istihbarat şefi misin?" Onlar da biliyor ama söyleyemiyor. Bir ülkenin genelkurmayını, ordusunu, generallerini, başbakanını, bakanlarını, ailelerini, tuvaletteki konuşmalarına varıncaya kadar dinleyen 'güç'; bir tarikat, bir cemaat, bir topluluk olamaz. Olsa olsa tüm dünyayı denetleyen bir devlet olur: ABD! Ama AKP, bir türlü ABD'yi suçlayamıyor ve kolayına kaçıyor. Yani; eşeğini dövemiyor, semerini dövüyor! * Bilimsel açıklamalarla bitireyim. Bilim kitapları uyku hakkında hayvanlarla ilgili şu bilgileri veriyor: "İnekler ayakta uyurlar ama sadece yatarken rüya görürler". "Balinalar ve yunuslar uyurken yüzmek ve nefes almak zorundadırlar. Bu yüzden, belli bir zamanda beyinlerinin sadece yarısı uyuyakalır". Yani, beyinleri tümüyle hiçbir zaman uykuya dalmıyor! Ya insanlar? * GÜNÜN SÖZÜ: Sanma ki, dert sadece sende var; Sendeki derdi nimet sayanlar da var. - MEVLANA |
Posted: 01 Jul 2014 09:00 PM PDT 30 Mart Yerel Seçimleri'ne 12 gün kaldı. Liderler meydan meydan dolaşıp halkı ikna etmeye çalışıyor. 12 gün sonra halk kararını verecek. Bence büyük ölçüde şimdiden verdi bile. Peki, halk nasıl bir yönetim ister; adalet ile hükümetler arasındaki ilişki nedir? Siyaset kuramları farklı şeyler söylüyor. * Yaklaşık 2.400 yıl önce yaşamış Hıristiyan bir düşünür (Hippolu St. Augustinus, M.Ö. 354-430) "Adalet ortadan kalkarsa, hükümetler büyük soyguncu çetelerinden başka ne olur?" diyor. Ona göre, 'adaletsiz yöneticiler' (hükümdarlar) tarafından yönetilen devletler, toprak ve kaynak sağlamak (çalmak) için komşularına savaş açarlar. Soyguncular da bir 'elebaşının' idaresinde çeteleşirler ve çaldığı ganimetlerini bölüştürmek ve disiplin sağlamak için -tıpkı hükümetler gibi- kurallar koyarlar. Her çetenin kendisine ait özel bir bölgesi vardır (küçük bir devletçik), onlar da hükümetler gibi komşu bölgelerden çalarlar. Böylece; adalet ortadan kalkınca hükümetler ile büyük soyguncu çeteleri arasında hiçbir fark kalmaz, hükümetler birer soyguncu çetesine döner! *** "HALK ERDEMLİ İNSANLAR TARAFINDAN YÖNETİLMEK İSTEMEZ" Yaklaşık bin yıl önce (M.S. 870-950) yaşamış İslam filozofu El Farabi'nin görüşleri de ilginç: "Halk erdemli insanlar tarafından yönetilmek istemez!" * El Farabi, yaşadığı dönemde 'var olmayan ideal bir devletten' söz ediyor ve böyle bir devlet olsaydı, halkını erdemli yaşatacağını ileri sürüyordu. 'Erdemli devlet' için ilk koşul, halkın 'erdemli yöneticiler' seçmesidir. Ancak halk, ona göre 'zenginlik ve zevk peşinde koşmayı' tercih eder; 'cahil, sapkın ve yoldan çıkmış toplumlarda' yaşar! Sonuç olarak; "Halk, erdemli insanlar tarafından yönetilmek istemez!" * Bu günümüzde ne kadar doğru? Bin yıl önceki 'toplum düşüncesi' bugün de geçerli mi acaba? İdeal yönetimi bulamamak cehalet, yoldan çıkmışlık ve sapkınlıktan mı kaynaklanıyor? 'Cahil bir ülkede' insanlar gerçek mutluluğun erdemli yönetimde olduğunu bilmez mi? Farabi'ye göre; 'Yoldan çıkmış bir ülkede' insanlar erdemin doğasını yanlış anlar. 'Sapkın bir ülkede' ise, erdemli bir yaşamı neyin oluşturduğunu bilirler, ancak onun izinden gitmeyi tercih etmez. * Ne dersiniz; El Farabi ve Hippolu St. Augustinus'un dünkü düşünce ve tezleri bugün için de geçerli mi? * GÜNÜN SÖZÜ: En kötü şey sınırsız bir hükümettir. – Friedrich HAYEK |
Posted: 01 Jul 2014 09:00 PM PDT Hep birlikte "Mesajı aldık" demişlerdi, Gezi olayları sırasında. Ama dün en son, güzel çocuk Berkin'i toprağa verdik. 15 yaşında, 16 kilo olarak… Türkiye yine ayağa kalktı. Fakat Mısır'daki Rabia için, Filistin'deki Dina ve diğer çocuklar için ayağa kalkanlar; kendi ülkelerinde, kendi çocukları Berkin için ayağa kalkmadılar! Belki de, 'kaçan bir gol kadar bile üzülmediler', ölen güzel çocuk için... Dün ve önce gün de polisin tutumu sertti. Gezi Olayları'nda sert davranan polis için "Cemaatin kumpasıydı" sözünü paravan ederek arkasına saklanmışlardı. Onların yüzlercesini sürdüler. Şimdi açılan paravanın ardında gerçekler ortaya çıktı. Bu kez, bu şiddeti uygulayan polis kimin polisiydi acaba? Hükümetin mi, Cemaat'in mi yoksa dış güçlerin mi? * Böyle zamanlarda sürekli kitap karıştırırım. Dün yine öyle yaptım. Elime bir psikoloji kitabı geçti, 24. sayfasına takıldım. "Psikopatların vicdanı yoktur ve kendilerinden başka kimseye karşı empati, suçluluk ya da bağlılık duymazlar" sözünü okudum Paul Babiak ve Robert Hare'nin. Bir başka aydın da "Psikopatlar diğerlerinin duygularını ya da toplum kurallarını umursamaktan acizdir. Birileri bir şey kurmaya çalışırken, onlar yıkar" diyordu. (Oldham ve Morris). Kitabın yazarı Adrian Furnham da, 'Hasta Zihin' bölümünde "Aklı başında gibi görünen" psikopatlar için şu değerlendirmeleri yapıyor: - Benmerkezci ve yalancıdırlar, - Yaşamdaki amaçları da pek belli değildir, - Otoriteyle sorun yaşamışlardır, - Yaptıklarından pişman olmazlar, - Bunların sorumluluğunu da asla üstlenmezler, - Diğerlerinin haklarını görmezler, geçmişlerinde genellikle zor, suçlu ya da tehlikeli görülme öyküsü vardır, - Tekrar tekrar yalan söylemek, daima dalavere peşindedirler, - Daima sorumsuzdurlar, - Birinin canını yakmak, kötü davranmak ya da malını çalmak konusunda kayıtsız davranırlar, - Hatalarından asla ders almazlar, - Çoğu sabırsızdır, - Denge ve rutinden çekinirler, - Her şey şimdi ve müthiş olsun isterler, - İşledikleri suçun kurbanlarını ya da kendileri açısından sonuçlarını pek az düşünürler, - Suçları genellikle adi, hilekârlığa dayalı, evrak sahteciliği ve borçların ödenmemesidir, - Psikopatlar normal maskesi takarlar. (Domingo Yayınları). *** MASKARALAR! Az gelişmiş ülkelerde 'dini ve kutsal değerleri siyasi amaçlarına alet etmek' çok yaygın. Bunlar için sıkça başvurduğum Mehmet Akif Ersoy'a bakıyorum tekrar. Akif, 'Safahat'ında bakınız bunlara, anladıkları dilden nasıl hitap ediyor: MÜTEVEKKİL 'Kadermiş', öyle mi? Haşa, bu söz değil doğru Belânı istedin, Allah da verdi... Doğrusu bu. "Çalış" dedikçe şeriat, çalışmadın, durdun, Onun hesabına birçok HURAFE UYDURDUN Sonunda bir de 'TEVEKKÜL' sokuşturup araya, Zavallı DİNİ ÇEVİRDİN onunla MASKARAYA Bırak çalışmayı, emret oturduğun yerden, Yorulma, öyle ya, Mevla Ecir-İ Hâsır iken Çoluk çocuk sürünürmüş sonunda aç kalarak... Hüda vekil-i umurun değil mi? Keyfine bak Başın sıkıldı mı, kâfi senin o nazlı sesin: 'Yetiş' de, kendisi gelsin, ya Hızır'ı göndersin Evinde hastalanan varsa, borcudur: bakacak Şifa hazinesi derhal oluk oluk akacak. Demek ki: her şeyin Allah... Yanaşman, ırgadın o: Çoluk çocuk ona ait: lalan, bacın, dadın o Vekil-i harcın o kâhyan, müdür-i veznen o Alış seninse de, mesul olan verişten o Ya sen nesin? MÜTEVEKKİL! Yutulmaz artık bu Biraz da saygı gerektir... Ne saygısızlık bu HUDA'YI kendine kul yaptı, KENDİ OLDU HÜDA Utanmadan da 'TEVEKKÜL' diyor bu cür'et, ha?.. |
Posted: 01 Jul 2014 09:00 PM PDT Sözde "Ergenekon Terör Örgütü" oluşturmaya ilişkin davada tahliyeler hızla geldi. Önce, 26. Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ geçen hafta sonunda tahliye oldu, dün de Tuncay Özkan ve pek çok sanık… Bu satırları yazdığı akşam saatlerinde (18:00 sıraları), Merdan Yanardağ'ın da tahliye haberini avukatı vermiş ama sonuçlandığını görmemiştim. Umarım siz bu yazıyı okurken Merdan da özgürlüğüne kavuşmuş olur. * Bu tahliyelere sevinmeli miyiz? Tabii ki evet! Ama yetmez!.. Neler olduğunu tam olarak anlamalıyız çünkü. Tahliyeler bir 'beraat' değil. Sen iktidar olarak insanları zindanlara tık, yıllarca yatır, sonra hesabını vermeden, faturayı ödemeden işin işinden sıyrıl! Yargıya müdahalesi son ses kayıtları ve 'tape'lerle ortaya çıkan Adalet Bakanı Bozdağ, "Ergenekon'da hak ihlali var" diyor. Vay vay vay… Bu ihlali yapan kim, izin veren kim, göz yuman kim, adaletten sorumlu olan kim, siyasi otorite ve bu ülkeyi yöneten kim? İşin gerçeği şu: Sen insanları 6-7 yıl zindanda yatır, sonra 'beraat' bile ettirme! Yalnızca 'hak ihlali' ve 'uzun tutukluluk sürelerini' gerekçe göstererek salıver. Oluyor mu öyle? Eski Yargıtay Başkanı Prof. Dr. Sami Selçuk, "Suçun siyasi olması başka, davanın siyasileştirilmesi başka" diyor. Çok doğru. AKP İktidarı davaları siyasileştirdiği gibi kinine de alet etti. ("Davanın savcısıyım" diyen Başbakan, "Nereye kadar giderse gitsin" diyen Başbakan, "Temiz eller operasyonu yapılıyor, çetelerle, darbecilerle mücadele ediliyor" diyen Başbakan, "Türkiye bağırsaklarını temizliyor" diyen Başbakan Yardımcısı)… Şimdi ""Ergenekon'da hak ihlali var" diyorlar, "Cemaat bizi toprak kazıları ile kandırdı" diyorlar. * Sen bunca yıl sonra bile acı çektirdiğin bunca insana 'masum' olduğunu bile söyleyemiyorsun hâlâ. Ayrıca söylesen ne yazar? Sırf sen masum olan insanlara masumsun diyebilmen için 6-7 yıl ceza mı gerekiyordu? (Üstelik dava devam ediyor). Bunca 'Atatürkçü'nün masum olduğunu senin söyleyebilmen için, yıllarca hapis mi yatmaları gerekiyordu? Yalnızca tahliye… Yetmez! Erdoğan, 30 Mart Yerel Seçimleri öncesinde içine düştüğü rüşvet, yolsuzluk, yargıya ve medyaya müdahale çukurundun çıkabilmek ve oy toplayabilmek için 'yeni düşmanı' Cemaat'e karşı taraftar kazanmaya çalışıyor. * 26. Genelkurmay Başkanı Başbuğ, görevde iken, topraktan çıkan kazılarla ilgili içi boş bir silahı gösterip "Bu borudur" demişti. Bir de halk deyişimiz var, "Boru mu bu?" diye. Sormanın tam zamanı… Böyle kandırmaca var mı, seçim öncesi? Boru mu bu? * GÜNÜN SÖZÜ: Divan bağımsız, hüküm yasal olmalı. – Serasker BEDRETTİN. (Sami Selçuk'un 'Adıyla Siyasallaşan Bir Dava: Ergenekon' kitabından). |
Ergenekon'un -geçici- bir numarası Posted: 01 Jul 2014 08:30 PM PDT Yıllarca ağızlarına Atatürk adını almadıkları gibi, Atatürkçüleri de suçlayıp durdular. Saçma, belgesiz ve hatta sahte belgeler üreterek, davalar açarak Atatürkçüleri zindanlara tıktılar. Toplumu medya bombardımanı ile paspas gibi döverken, "Bir Numarayı arıyoruz" diyerek, sürekli terörize ettiler. Şimdi ise, 'vesayetçi, darbeci' ile engelledikleri görüşleri kendileri savunur oldu! Böylece "Ergenekon'un 1 Numarası" da belli oldu: Başbakan Erdoğan! Ama bu, 'geçici' bir durum. 30 Mart Yerel Seçimleri'ne kadar puan toplamak ve 'ne pahasına olursa olsun' mevzileri kaybetmemek için. * Erdoğan'ın Gülen Cemaati ile giriştiği kavgada söylediklerine bakınca, yıllardır zindanlarda yatan muhaliflerin yazdıkları ve söylediklerine sahip çıktığı görülüyor. Dün, Yazar Ergün Poyraz'ın kitaplarında yazdığı 'Kâinat İmamı' lafını şimdi Erdoğan söylüyor! Dün, Polis Müdürü Hanefi Avcı'nın söylediği "Hükümete alternatif yapı kurdular" sözünü, bugün Başbakan "Hükümete paralel yapı" diye telaffuz ediyor! (Üstelik aradan 6 yıl geçtikten sonra). * Erdoğan'ın son söyledikleri bu açıdan şaşkınlık verici… Ama hangi sözü böyle değil ki zaten? "Pensilvanya'daki örgüt şemasında Kâinat İmamı diye geçiyor. Hesaplarını Türkiye'ye Humeyni gibi dönmek üzerine kurmuşlar. Mesih diyorlar, mehdi diyorlar. Bütün bunların hepsini söylüyorlar. Örgütün şeması elimizde... Kâinat İmamı diye başlıyor" diyor Başbakan. "2010 Referandumu'nda bunların tek hedefleri vardı. İdari ve adli yargıyı ele geçirmek. Ve bunu başardılar. Az veya çok başardılar" diyor Başbakan. *** PARALEL GİTMİŞLER… Osmaniye mitinginden Ankara'ya dönerken gazetecilere konuşuyor Başbakan: "Hele hele mesela ben şimdi rahmetli Savaş'ın (Ay) onunla olan o söyleşisini görünce, doğrusu itikâdi noktada çok ciddi ikilemin içine düştüm, sarsıntı geçirdim". (Fas'tan bile TV'leri izleyip "Alo Fatih" diyen Erdoğan, Savaş Ay'ın yıllar önce herkesin bildiği televizyon programından habersiz, yeni haberi olmuş, öyle mi? Bugüne kadar bildiği halde paralel gitmişler, şimdi kavga çıkınca gözü açılmış)… "Bir ülkenin Cumhurbaşkanı ve Başbakanı'nı dinlemek Milli Güvenlik sorunudur. Bu zaten MGK açıklamasında vurgulandı. Mesele artık devlet politikası haline geldi. Çalışmalar da başladı. Bu adamlarla ben bu meseleyi birkaç yıldır görüşüyorum. Şu bölücülüğü yapmayın diyorum. Darbe yapmak istediler. Samimi olmayınca yakayı ele verdiler" diyor Başbakan. Diyor ve kuşkular başlıyor. Cumhurbaşkanı dinlendiğinden emin değil. "Bana bunu Başbakan söyledi" diyerek, ne onu zor durumda bırakmak istiyor ne de bilmediği bu konuda onaylamak durumunda kalmak… İkinci kuşku şu: "Hangi adamlarla, yasadışı dinlemeyi birkaç yıldır konuşuyor?" Kimlere "Şu bölücülüğü yapmayın" diyor? Madem 'darbe yapmak istediklerini' biliyor da, niçin önlem almıyor ve muhataplarına (!) 'Yapmayın' demekle yetiniyor? "30 Mart'tan sonraki etaplarda atacağımız birçok adımlar var. Bu adımları süratle atıp neticelerini almak olacak" diyor. Ne yani; hükümete ve başbakana darbe yapmak isteyenler var, bunları başbakan biliyor, kendilerine 'Yapmayın' diyor; ama tedbir almak için aylarca bekliyor, öyle mi? Allah'ım aklımıza mukayyet ol! Son bir söz… 'Paralel yapı' demek, aslında "Biz birbirimizin aynısıyız" itirafı değil mi? 'İçimizdeki gizli yapılanma' deseler, sorun yok. Ama 'paralel yapı' deyince, birbirine paralel giden, yani birbirinin aynı yapı olmuyor mu? Bir başka deyişle, "Biz bir fidanın güller açan dalıyız" anlamına gelmiyor mu? * GÜNÜN SÖZÜ: Bir rüya görmüş gibiyim! – M. Kemal ATATÜRK (Kurtuluş Savaşı'nı kazanıp İzmir'e girdikten bir gün sonra -10 Eylül 1922 - İzmir kıyısından Ege Denizi ufkuna bakarken). |
Kalk Selahaddin, biz yine geldik! Posted: 01 Jul 2014 08:00 PM PDT Bugün (Mısır ve Suriye Hükümdarı) Selahaddin Eyyubi'nin 821. ölüm yıldönümü. Türk, Kürt ya da Arap mı olduğu hâlâ tartışılan Selahaddin Eyyubi, tam 821 yıl önce (4 Mart 1193'te) 55 yaşında Şam'da ölüyor. Doğum yeri, Saddam Hüseyin'in de doğduğu Tikrit kasabası. Yaptığı büyük işlerden biri; 88 yıldır Hıristiyan egemenliğinde bulunan Kudüs'ü, 49 yaşında iken, Haçlı Ordusu'ndan alması (2 Ekim 1187). Kudüs'ü fethinden 730 yıl (ölümünden 724 yıl) sonra, '1. Dünya Savaşı' sırasında Kudüs'e giren İngiliz Komutan Orgeneral Edmund Allenby, Eyyubi'nin mezarına vurarak, "Kalk Selahaddin, biz yine geldik" demiştir (11 Aralık 1917). * Demem o ki; onlarca, yüzlerce yıl geçse de, tarih başa dönüyor. İçlerinde kin ve nefret biriktirenler asla unutmuyor, kendisini güçlü hissedince intikam almaya çalışıyor. Biz de bugün 1919 şartlarına döndürülmedik mi? O tarihteki gibi intikam duygularıyla ülkeyi dönüştürmeye çalışanlar yok mu? "Kalk Mustafa Kemal, biz yine geldik!" diyenler yok mu? * Türkiye'nin iz bırakan renkli politikacılarından, rahmetli Osman Bölükbaşı, "Bütün Türkiye'yi gezdim. En kârlı iş, din ticareti!" demiş. AKP bugün her sıkıştığında, oy avcılığına çıktığında, her türlü pisliği örtmek istediğinde din ticaretine başvurup, "Allah bizimle!" demiyor mu? * Bu arada, AKP'nin kurucularından ve Erdoğan'ın uzun yıllar yardımcılığını yapan Abdüllatif Şener, "Başbakan gırtlağına kadar ailece yolsuzluğa batmıştır. Artık meşru bir başbakan değildir" derken, AKP'nin daha ilerisini planladığı konuşuluyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Başbakan Ahmet Davutoğlu. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan… Nasıl, kulağa hoş geliyor mu? Olması mümkün müdür? *** "ZAMANLAMA MANİDAR!"… ÖYLE Mİ? AKP bugün yolsuzluk ve rüşvet soruşturmaları ile boğuşurken "Zamanlama manidar" sözüne sarıldı, propaganda ve savunma malzemesi yaptı. Oysa, 'zamanlamayı' en iyi kendileri biliyor. Belki de o yüzden bu sözü silah gibi kullanıyor… Hatırlayalım. Bugüne kadar, AKP ne zaman zorda kalsa, operasyon yapmadı mı? Vaktiyle bunun çetelesini tutan gazeteci Mustafa Mutlu'dan da alıntı yaparak, AKP ve Başbakan'ın 'manidar zamanlamada' ne denli 'usta' olduğunu hatırlayalım: AKP hakkında kapatma davası açıldı; Ergenekon tutuklamaları yapıldı! Zamanlama manidardı! Anayasa Mahkemesi, türbanla ilgili Anayasa değişikliğini bozdu; Ergenekon tutuklamaları yapıldı! Zamanlama manidardı! YÖK hallaç pamuğu gibi atıldı, üniversitelere yandaş rektörler yerleştirildi; Ergenekon tutuklamaları yapıldı! Zamanlama manidardı! AKP Genel Başkan Yardımcısı Şaban Dişli'yle ilgili yolsuzluk belgesi ortaya çıktı; Ergenekon tutuklamaları yapıldı! Zamanlama manidardı! AKP Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat, Kemal Kılıçdaroğlu'nun iddiaları sonucunda istifa etti; Ergenekon tutuklamaları yapıldı! Zamanlama manidardı! Almanya'daki Deniz Feneri Davası, Türkiye'yi de kapsayan ağır bir kararla sonuçlandı ve iktidar yanlısı bazı isimlere ağır suçlamalar yöneltildi; Ergenekon tutuklamaları yapıldı! Zamanlama manidardı! Başbakan, Gazze'de yaşanan insanlık dışı olaylarda .. Hamas'ın sözcülüğüne soyunup, bütün dünya tarafından dışlandı. Tam bunun siyasi faturasını ödeyecekti ki; Ergenekon tutuklamaları yapıldı! Zamanlama manidardı! * Şimdi "hukuktan adam kaçırırken" zamanlama manidar diyerek, propaganda yapıyorlar. "Zamanlama manidar!" Öyle mi? * GÜNÜN SÖZÜ: İyi insanların doğru davranması için yasaya gerek yoktur. Kötü insanlar ise, yasayı çiğnemenin bir yolunu zaten bulur. – PLATON ('Devlet' kitabından) |
Posted: 01 Jul 2014 08:00 PM PDT Dünkü gazetelerde yeni bir 'yasadışı dinleme skandalı' haberi vardı. Daha doğrusu, 'kavgalı bir boşanma davasına' dönen Hükümet-Cemaat kavgasının Hükümet yanında yer alan iki gazetedeydi haber… Neredeyse tam sayfa olarak sunulan habere göre; "Eski kanka olan Cemaat, hem hükümetin adamlarını, hem de aydın ve gazetecileri dinlemişti!" Toplam mağdur sayısı 7 bin civarında idi. Bu kavganın bir tarafındaki 'Hükümetçiler' artık 'akıllanmış!', Ergenekon, Balyoz gibi davalarda 'aldatıldıklarını!' anlamış ve 'nedamet getirerek' birer 'nâdim insan' olmuşlardı! Günahkârın 'Cemaatçiler' olduğu ortaya çıkmış, bir bir deşifre ediliyordu!.. Dünkü haberi öyle okumak gerekir. 'Lanetli Yıllar' kitabımı boşuna yazmadım ve bu adı vermedim. Son 6 yılda yaşanan lanetlikleri orada ayrıntısı ve kaybolmayacak belgeleri ile okumanızı -yine- öneririm. * Ta 1912 yılında sanki bugünlerin şiiri yazılmıştı. Siyaseten çok kirli bir ülkede yaşıyoruz. Uzatmaya gerek yok, Tevfik Fikret'e kulak verelim. (Şiirin özgün dilini bozmamak için, yalnızca ilk dörtlüğünün günümüz Türkçesini veriyorum). Bir devr-i şeamet, yine çiğnendi yeminler; Çiğnendi, yazık, milletin ümmid-i bülendi! Kanun diye topraklara sürtündü cebinler; Kanun diye, kanun diye kanun tepelendi… Türkçesi: Bir uğursuz dönem gene: Yine çiğnendi nice yeminler; Çiğnendi, yazık, milletin yüce umudu! Kanun diye topraklara sürtüldü alınlar; Kanun diye, kanun diye, kanunlar tepelendi… * Eyvah! Otuz üç yıl o zehir giryeleriyle, Hüsranları, buhranları, ehvali, melali, Amal-ü devahisi ve sulh-ü seferiyle Bir sel gibi akmış, mütevekkil, mütehali… Yazsın bunu tarih-i iber hatt-ı zeriyle! Ey bir dem-i rüya gibi geçmiş kara günler, Bir lahza edin seyr-i cahiminizi tekrar; Dönsün bize o derin nazra-i muğber… Heyhat! Otuz üç yıl, otuz üç yıl bütün ekdar Heyhat! Ne bir ders, ne bir fikr-i mukarrer * Hala o şebin zeyl-i temadisi bu ezlam; Hala o cehalet, o tecahül ve o techil; Hala vatan hissesi bir tude-i alam; Hala düşünen başlara hep latme-i tenkil, Hala sırıtan dişlere hep lokma-i inam! Hala tarafiyyet, hasabiyyet, nesebiyyet; Hala: 'Bu senindir, bu benim!' kısmeti cari; Hala gazap altında hakikatle hamiyyet… Hep dünkü terennüm, sayıdan, saygıdan ari; Son nağmesi yalnız: Yaşasın sevgili millet! * Millet yaşamaz, hakka tahassürle solurken Sussun diye vicdanına yumruklar inerse; Millet yaşamaz, meclisi müstahkar olurken İğfal ile, tehdit ile titrer ve sinerse; Millet yaşamaz maşer-i millet boğulurken! * Kanun diyoruz; nerde o mescud-i muhayyel? Düşman diyoruz nerde bu? Hariçte mi, biz mi? Hürriyetimiz var, diyoruz, şanlı, mübeccel; Düşman bize kanun mu? Ya hürriyetimiz mi? Bir hamlede biz bunları, kahrettik en evvel. * Bir hamle-i mahnum-i tagallüple değiştik Hürriyeti şahsiyyete, kanunu gurura; Heyhat! Otuz üç yıl geri düştük ve mühlik Yoldan şu nedametli ve gafletli mürura Bişüphe o humma-yi cünun oldu muharrik, Ey millete bir sille olan darbe-i münker, Ey hürmeti kanunu tepen sadme-i bidad, Milliyeti, kanunu mukaddes tanıyan her Vicdan seni lanetle, mezelletle eder yad… * Düşsün sana meyyal-i tahakküm eğilen ser Kopsun seni -bir hak diye- alkışlıyan eller |
‘Kitle Psikozu’: Bir deliden lider yaratmak Posted: 01 Jul 2014 08:00 PM PDT İlkel köye bir yabancı gelir. Yabancı köyde sempati ile karşılanmaz. Tersine, itici ve komik bulunur. Çok geçmeden delice tutkulara sahip olduğu fark edilen adamın, toprağın kutsallığı, dağın dize getirilmesi gibi sözde mistik düşünceleri sürekli dile getirmesi insanları rahatsız etmeye başlar. Fakat zamanla yandaşları artar. Önce gençleri, daha sonra da yetişkinleri etkisi altına alır ve sonuçta bütün köy bu yabancı tarafından adeta büyülenmiştir. Tabii, köyde destek bulmasının bir başka nedeni de; bazı zengin köylülerin, çıkarları gereği ondan yana tavır almalarıdır. Olaylar giderek daha çılgın bir hal alır. Görünürde akla uygun nedenlerle en inanılmaz olana inanılır, paganist ve mitolojik düşünceler ortaya çıkar, bütün sadist güdüler serbest bırakılmıştır. * Transa geçmiş insanların ağdalı laflar etmeleri beni her zaman kuşkulandırmıştır. Tanıdığım kadarıyla, deli olmasının yanı sıra, kaçık bir komedyen olan Marius, bu oyunu bana sahneliyordu, iyi ama hangi amaçla? Erkek olarak iktidarsızlığını örtmek için mi? Bu, delilerin dilinde ifadesini bulan insan olmanın dâhiyane ilk nedeni değil midir? * Onun da haktan söz etmesi elbette rastlantı değildi. Çünkü; insanlar daha ileriye doğru sürüklendiklerinde sürekli haktan, haklı olmaktan ve adaletten söz ederler; bunun için başka kutsal bir sözcük bulamazlar. Ve yaptıkları her haksızlık, sadece bunu yapmakta haklı olduklarına inandıkları için, gerçekleşebilir. * Artık gülenleri susturmak olanaksızdı. Çünkü bütün iyi ruhlar, tahtından indirmek için cadıya saldırmışlardı. Bu arada şeytanlar, çatallarını sallayarak, onu korumak için etrafını sararken cadı, üzerine gelenleri süpürgesiyle püskürtmeye çalışıyordu. * Çok geçmeden, tablonun bütününü görebiliyordum artık. Ruh ve şeytanların oluşturduğu çete –tabii ki artık ruh ve şeytan değil, terleyen maskelerdi hepsi- iyice sarhoş olmuştu. Hep aynı dörtlüğü söylüyorlardı: "Seni kim çağırdı Aptal temsilci Çalıyorsun paramızı Senin de sonun geldi." * 'Bir deliden lider yaratmak' sözü, Hermann Borch'un İthaki Yayınları'ndan çıkan 'Büyülenme' adlı kitabının tanıtımında kullanılıyor (Atlas Tarih Dergisi, Şubat - Mart 2014 Sayısı). Tam bir 'kitle psikozu'nun anlatıldığı 'Büyülenme', yaklaşık 300 bin kelimelik bir roman. Bu kitap tuhaf, kadim ve sadistik bir fenomenin eşliğindeki –tüm köyü büyüsü altına alan çılgın bir adam tarafından var edilen- bir kitle hareketinin doğuşunu izlemeye çalışıyor. Bu hareketin gelişimi köyün doktorunun günlüğüne yansır. Doktor ortalama bir zekâya sahiptir ve psikolojik bir fenomenin nesnel gözlemcisi olduğuna inanır. Fakat kayda geçirdiği büyüden kendisinin de yavaş yavaş etkilendiğini fark etmekten acizdir. * Okumanızı öneririm. |
Kamu malı yiyenin cenaze namazı Posted: 01 Jul 2014 07:30 PM PDT Ankara'daki hükümetin yarattığı sorunlar yine Ankara'da 'kanlı ya da kansız' biçimde tartışılıyor. Meclis'te kimi zaman kavga dövüş, kimi zaman da kan dökme söz konusu. Ama AKP'nin yarattığı sorunlar yalnızca Ankara'yı değil, tüm ülkeyi ilgilendiriyor. Peki, halka kulak veren oluyor mu acaba? Şimdi biz hep birlikte, "Bunları yazın" diye medyadan yardım bekleyen insanlarımıza kulak verelim. * 'Bir Kilisli' rumuzuyla yazan vatandaşımız, şunları söylüyor: "Merhaba, Öncelikle nasılsınız? Size yazma nedenim: doğduğum, büyüdüğüm şehrin içler acısı halini anlatmak. Kilis'in şehrin girişindeki tabelasında nüfusumuz 88.934. Ancak 'Öncüpınar Konteynır Kent'te 14.000, Beşeriye Konteynır Kentte 28.000 ve şehrin içindeki tahminen 100.000 Suriyeli ile birlikte 230.000 nüfus. Her gün sınırdan gelen silah - bomba sesleri, sürekli hastaneye taşınan Suriyeli yaralılar, ambulans sesleri, şehrin girişinde polis kontrol noktaları; her sokakta Suriyeliler tarafından açılmış dönerci, kebapçı, tavukçu dükkânları; Suriye plakalı binlerce araç, ellerinde bavul - çanta, sürekli sınırdan geçerek üzüm bağlarının, zeytin ağaçlarının arasından akın eden binlerce Suriyeli. İki yıldır yaşadığımız; her gün aynı görüntü. Bu şehre yüklenen çok ağır bir yük, daha ne kadar devam edecek bilmiyoruz. Kilis Devlet Hastanesi, Kilis Otogarı, Kilis'in caddeleri, konutları, dükkânları, memuru, polisi, ticareti, Suriyelilere tahsis edilmiş durumda. Dur diyen, ne yapıyorsunuz diyen yok. Dükkân da açıyorlar; vergisiz, ruhsatsız, ticaret de yapıyorlar. İlaç ta alıyorlar, eğitim de. Az kaldı, bize git diyecekler. Kilisli esnafın halini anlatamam size bugün değilse yarın kepenk kapatacak. Hepimiz tedirginiz, sokaklarımız Afganistan görünümünde, kamuflajlı Suriyeliler her köşe başında. Bir aklıselim çıkar diye bekliyoruz yok. 30 Mart seçimlerini bekliyoruz bir umut. Görmedim, duymadım, bilmiyorum havasında herkes… Maliyesi korkuyor, SSK'sı korkuyor, Belediyesi korkuyor, hiç kimse hiçbir şey yapmıyor. Ben gitsem Almanya'da dükkân kiralasam, ticaret yapmak istesem; imkânı var mı? Değil kaçak dükkân açmak, sokağında vizesiz dolaşamam. Şu an Esnaf Sanatkârlar Odası'nın verisine göre, kaçak olarak Suriyelilerin açtığı dükkân sayısı 458. Her geçen gün kötüye gidiyor, Kilis elden gidiyor, duyurun şu yazdıklarımı birileri bir şey yapsın. Paylaşırsanız çok seviniriz." * Yolsuzluklar ve rüşvet konusunda vatandaşımız Hakan Ürkmez yazıyor: "Hulki Bey, Merhaba; Peygamberimiz azıcık kamu malını yiyenlerin cenaze namazını kılmadıysa, tamamını yiyenler için ne yapardı acaba? Birileri dün Cehennem'in yollarının iyi niyet taşlarıyla döşeli olduğunu söylemişti, hatırlarsanız. Kanım çekildi izlerken. Oysa Yüce Allah Kur'an'da Cennet'in yollarının iyi niyet taşlarıyla döşeli olduğunu söylüyor. Cennet ve Cehennem algısı farklı olan kişilerin doğru ve yalan algısı da farklı olacaktır tabii ki. Kaldı ki; haykırılan bu söz Karl Max'ın bir sözü, bildiğim kadarıyla. Hz. Muhammed azıcık bir kamu malı yiyen ashabının (arkadaşlarının) cenaze namazlarını kılmamıştı, 'Ben o hırsızın namazını kılmam, kılarsanız siz kılın' demişti. |
"Stajyer Albay'dan "Alo Fatih Dönemine.. Posted: 01 Jul 2014 07:30 PM PDT Geçen hafta Sokak TV'deki Ceviz Kabuğu programında konuşulanların başlıklarını vermek istiyordum, olmadı. Gündem, neredeyse her gün değil, her saat yazı yazmayı gerektirdiği için bugüne kaldı. Ama önce medya skandalları, Başbakan Erdoğan'ın medyayı yönetmesi ve "yandaş medya" yanında bir de "sıkışmış medya" gerçeğini yazmak gerekir. * HaberTURK (TÜRK değil) Gazetesi ve televizyonuna Başbakanın direkt müdahaleleri artık sır olmadığı gibi, "büyük ayıp" noktasında. (Hani Başbakanın ünlü "Edep yahu!" sözü vardı ya, hatırlamanın tam sırası.) Erdoğan'ın bu medyanın başına oturttuğu ve adı "Alo Fatih"e çıkan Fatih Saraç'ın hiçbir şeyden haberinin olmadığını, denetlemekle yükümlü olduğu medyadaki altyazıları bile başbakandan öğrendiğini biliyoruz. Acaba, aslında çok büyük paralara da hükmeden "Alo Fatih" aslında "Paralel Fatih" mi? Yani, başbakanın "Benim adamım" diye bildiği ve atadığı Fatih Saraç "Paralel Yapı"nın adamı olduğu için mi, her şeyden habersiz görünüyor ve mahsusçuktan sürekli özür diliyor! Olur mu, olur! * Neyse, asıl söylemek istediğim şey medyadaki ihtilal(darbe) yönetimi… Gazeteciliğe başlama dönemim 12 Eylül Darbesinin hemen sonrasına denk gelmişti. 18 Mart 1981'de Ankara'nın Rüzgârlı Sokağında Hürriyet'te ekonomi muhabiri olarak gazeteciliğe başlamıştım. İstihbarat Şefimiz bugün rahmetli olan Orhan Kantoğlu idi. Bana kocaman salonda bir küçük masa vermişlerdi. Diğer insanları tanımaya çalışırken, masanın birinde oturan ve hiç kalkmayan orta yaşlı birisi dikkatimi çekti. Muhabirler sürekli koşuşturduğu ve habere gidip geldiği için salon kimi zaman boşalıyor, ama o masadaki adam yerinden hiç kalkmıyordu. Tabii dayanamadım ve rahmetli Kantoğlu'na sordum: "Bu adam kim? Ne yapıyor?" Gülerek yanıtladı, "O stajyer muhabir, Biz de staj yapmaya gelmiş" dedi! Meğerse acemi olan benden başka herkes biliyormuş durumu. 12 Eylül Cuntası göndermiş, emekli Albaymış ve görevi de Hürriyet Ankara Bürosundaki (İstihbaratındaki) olan biteni rapor etmekmiş! * 12 Eylül darbesinin medya yönetiminden; darbe anayasalarını değiştiren, darbenin tüm izlerini silen "İleri Demokratik!" AKP'nin medya yönetimi dönemine geldik. Bugün artık medyada "Stajyer Albay denetimi" yok, "Alo Fatih denetimi" var! Bu vesileyle az önce söz ettiğim "Sıkışmış medya"dan örnek vermek istiyorum. Bence, bugün Haberturk'un geldiği yer tam da bu nokta. Örnek vereyim. Uzun bir süre önce, Haberturk televizyonundan çeşitli zamanlarda arayıp çeşitli tartışma programlarına konuk olarak davet ediyorlardı. Ben de her defasında "Müdürlerinize sordunuz mu?" diyordum. O tarihlerde kanalın tepesinde "Alo Fatih" yok, "Jöleli Yiğit" vardı. Tahmin ettiğiniz gibi her davet bir iki saat sonra çeşitli bahanelerle iptal ediliyordu! Sonra, Yiğit Bulut atıldı. Bana yine davetler geldi, birkaç kez canlı yayınlarına katıldım. Sonra tekrar ambargo dönemi başladı. Bir başka "sansürcü el" engel olmalıydı. Anlaşıldı ki, Yiğit Bulut'un Başbakan Ekonomi Başdanışmanı olmasından bir süre sonra sansürcü koltuğuna "Alo Fatih" (Saraç) gelmiş!.. Demem o ki, çalışan emekçilere kızmamak gerekir. Onlar, üzerlerindeki sansür ve darbeci faşist müdahale olmadığında gerçek yayıncılık yapabiliyor. İşte bu "Sıkışmış, sıkıştırılmış medya"ya canlı bir örnek. Sanırım yakında "Alo Fatih" de şutlanacak. * Türkiye Caferileri Lideri Selahattin Özgündüz'ün Ceviz Kabuğu'ndaki açıklamaları gördüğünüz gibi yine başka bir güne kaldı. Sağlık olsun. * GÜNÜN SÖZÜ: Suçlunun güçlü olduğu yerde, haklı suçlu olur.- Anonim |
Düşman Ordusunun Esir Generali! Posted: 01 Jul 2014 07:30 PM PDT Bugünlerde İşçi Partisi'nin açıkladığı "1999'daki APO'nun sorgulanma görüntüleri" tartışma yaratıyor. "Özgür iradesi"(!) ile Öcalan meğerse neler demiş, neler! Olayın ayrıntılarını medyadan okuyabilirsiniz… Ben sizlere bugün, vaktiyle Öcalan'ı sorgulayan komutanlardan birinin başına gelenleri hatırlatmak istiyorum. (Ayrıntılar için LANETLİ YILLAR kitabıma bakabilirsiniz.) Engin Alan... Korgeneral… Özel Kuvvetler Komutanlığı'ndan emekli. Kuzey Irak'ta yıllarca PKK ile savaşmış, Şemdin Sakık'ı paketleyip getirmiş, Öcalan'ın yakalanıp sorgulanması olayının önemli aşamalarında bulunmuş, Balyoz Operasyonu Davası'nın hâlen tutuklu sanığı. Başına gelenleri şöyle anlatmıştı: "18 Mart törenlerinden Kolordu olarak biz sorumluyduk. (Tayyip) Bana valiyle haber gönderiyor, 2 saat geç gelecekmiş. 'Töreni geç başlatsınlar' diyor. Kabul etmedim. 'Emir değişmez' dedim. Zamanında gelmek zorunda kaldı. Konuşması bitti. Ayağa kalkmadım, alkışlamadım. Olay bu. Ben dağlarda ölümden dönmüş adamım. Kucağımda nice Mehmetçikler, hatta Emir Subayım şehit düştü. Üç kez helikopterde mermi yedim, iki kez yerde PKK taradı. Kuzey Irak'ta Metina Dağları'nda Tümgeneral rütbesiyle 38 gün dağlarda kaldım, bitlendim. Ben bedavadan yaşayan adamım. Ölümden korkmam. Ben bunlardan mı korkacağım, bunlara mı diz çökeceğim? Poliste, sanki aranan sabıkalılar gibi üzerimize levha koyup resimlerimizi çektiler, parmak izlerimiz alındı. Savcılar, sorguda bir tek suçlama getiremedi. Ancak GÖZLERİNDEKİ NEFRETİ HEPİMİZ GÖRÜYORDUK. BİZİ, DÜŞMAN ORDUSUNUN ESİR GENERALLERİ GİBİ SORGULADILAR. Neyle suçlandığımı söylemediler, çünkü mahkemenin gizlilik kararı varmış, her şey gizli imiş. 'Hele bir Silivri'ye git, suçunu orada öğrenirsin' dediler. Bunların hepsi onurumuzu kırmak için yapılıyordu. Benim 20 yıl savaştığım adamlar Habur'dan girdi, serbest bırakıldı. Şimdi biz terörist olduk. Doktorlar bıraktığı anda ben burada bir dakika durmam.(Bu açıklamayı yaptığı sırada hastanede bulunuyordu.-HC) Silah arkadaşlarım cezaevinde yatarken ben burada yatmam. Doktorlar karşı çıksa bile mutlaka Silivri'ye döneceğim. Hepimizden korkuyorlar. Çok korkaklar. Ama en büyük korkuları Özel Kuvvetlerle birlikte SAS ve SAT komandolarıdır. Onun için denizcilerin üzerine gidiyorlar. ABD / CIA - Fethullah - AKP üçlüsü tarafından tezgâhlanan sahte ve düzmece bir kurgu ile insanların onuru ayaklar altına alınıyor. TSK her gün hakaretlere uğruyor. (…) Benim adım Engin Alan. Ölüm dâhil hiçbir şeyden korkmuyorum. Şu anda aşırı tansiyon hareketinden dolayı, Koroner Bakım Servisi'ndeyim. Buradan çıkınca, doğruca cezaevine gideceğim. BENİ SİLİVRİ'YE DEĞİL İMRALI'YA KOYSUNLAR. SİLİVRİ'DEN TABUTUM ÇIKSA BİLE TABUTUN KAPAĞINI KALDIRIP DİMDİK YÜRÜYECEĞİM. Kimse burada olduğum için 'GATA'kulli' demesin. Ölümden korkmayan Engin Alan, cezaevine girmekten korkmaz. Bunu herkes böyle bilsin." *** HABER TURKA! Bir başka konuya daha değinmek istiyorum. Başbakan Erdoğan'ın 'En büyük medya patronu' olarak, medyayı nasıl yönlendirdiğini de yıllarca yazdık, hep birlikte. Olanları görüyorduk. Bugünlerde ses kayıtları da medyada yer alıyor ve Erdoğan'ın medyayı kontrolünün kanıtlarını kendi sesinden dinliyoruz. Başbakanın bir yandan millete akıl verip "Herkes kendi işine baksın" derken, öte yandan işi olmayan birçok konuya dâhil olduğunu Haberturk (Türk, değil) olayında gördük. Burada da bir 'Fatih Projesi'nin daha çöktüğüne tanık oluyoruz… Televizyonların tepesinde bir Demokles'in Kılıcı var: RTÜK! Bir de Erdoğan'ın Kılıcı!.. Erdoğan; medya satın aldırmalar, yandaş medya oluşturma, RTÜK ile tüm kanalları istediği gibi kontrol etme ile yetinmiyor ve bir de görevliler atıyor. Benim bildiğim, Haberturk'un patronu Ciner'e "Bu adamı alın" diyor, Ciner "Tamam" deyip Fatih Saraç'ı kendisine ortak yapıyor ama adam başarısız mı başarısız!.. Başbakan ne zaman arayıp bir şey sorsa haberi yok!.. Ya evde, ya başka bir şeyle ilgileniyor, başında olduğu yayınlardan haberi yok, her şeyi Başbakan'dan öğreniyor, zılgıtı yedikçe yiyor, sürekli özür diliyor… Başbakan ne yapsın! Adam (Fatih Saraç) TV'si ve gazetesi dışında neyle uğraşıyorsa artık! Bak, Fatih Saraç Efendi! Görevini adam gibi yap! Bu kadar parayı hak etmek için ne yapıyorsun? Yahu, biz bile -patron olmadığımız halde- tüm kanalları izlemeye çalışıyor, kendi kanalımız (programımız) dışındaki -yarışma, kadın programları dahil- her televizyonu izlerken; milyarlarca lira maaş alan, Başbakan tarafından 'özel' görevlendirilen sen, dünyadan habersiz ortada dolaşıyorsun!.. Vallahi Başbakan sana söylenmekte yerden göğe kadar haklı… Az bile söylüyor! Nasıl televizyon seyredileceğini, nasıl gazete okunacağını biz mi öğreteceğiz sana? * GÜNÜN SÖZÜ: "Hoch! Hoch! Yaşasın İmparator Claudius!" diye bağrışarak öne fırladılar, mızrakları hizmetime adamaya ve ayaklarımı öpmek için kendilerine yol açmaya giriştiler. – İmparator CLAUDIUS |
You are subscribed to email updates from Sözcü Haber To stop receiving these emails, you may unsubscribe now. | Email delivery powered by Google |
Google Inc., 20 West Kinzie, Chicago IL USA 60610 |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder