GÜNDEM


More

Sözcü Haber

Unknown on : 4 Temmuz 2014 Cuma 0 YORUMLAR
Unknown
ETİKETLER :

Sözcü Haber


Normale Döndünüz mü?! Onlar Dönmedi!

Posted: 03 Jul 2014 11:45 AM PDT


SOMA'da kadınlar var! Yangın gibi. Canları gitti..
Soma'da babasız kalan çocuk sayısı 400 !
Soma'daki yangına su götürmek isteyenler engellendi!
Manisa Belediyesi kampanya açtı: Başbakanlık yasakladı.
Toplanan paralar AFAD'a devredildi..
AFAD tek yetkili.. Ama şimdiye kadar maden şehitleri kaymakamlığın dağıttığı biner lira dışında para görmedi.
Yurdun dört bir yanından gelen bazı hayırseverler , Soma'da kişisel yardımlar yaptılar.
Kaç gün yeterki …
Evlerin kirası ödenemiyor.. Çocukların okul masrafı da! 'Makarnayı ne yapayım ben!' diyor Ayşe, kapısını aşındıran
STK'lara..
Selda'nın acilen İsparta'ya, yakınlarının olduğu kente gitmesi ve bir ev bulması gerek.. Ruhu taşıyamıyor artık
faciayı! 9 ve 4 yaşındaki oğullarının ruhları ağır yaralı ve diğer şehit çocuklarında da durum aynı.. Bebeler ve
küçük çocuklarda travmalar var.. Annelerinde de..
Kendi cesedini görmüş gibi madenden kardeşlerini çıkaranlar ne yapsın… Akıllarını kaybetmemek için zorluyorlar
kendilerini..
Bir daha madene gitmemek için pazarda hamal oldu biri!
Olaydan yaralı kurtulanların durumu feci…
Eynez çalışmıyor zaten Işıklar çalışmıyor.. Şu an sadece İmbat faaliyette..
MADENCİ Rus ruleti oynar gibi iniyor madene!.
Necla imam nikahlıydı Ahmet'le! Devlet yardımı da sözkonusu değil! Anadolu Öğretmen Lisesi'nde evladı…
Barınma hakkını da şehit kocası ile birlikte kaybetti…. Anayasa'daki haklarının tümü askıda.. Yaşama hakkı,
barınma hakkı seyahat hakkı yok onun ! Kaçmak istiyor Soma'dan .. Ama gidemez. Parası yok çünkü.
Çocuklarını okula yollayabilir mi? Ya sağlık hizmeti?
Şehit ailelerinin yüzde 90'ı kirada.. Çoğu dağ köylerinden gelmiş 'garip guraba'!
Felaketleri kollayan her çeşit akbaba başlarında!
Soma'da sendika artık üç parça! Başkan istifa etti.. Yerine gelen de yok ortada.
Batının taşeronları da fink atıyor faciadan nemalanmak için, PKK da, para aklama makinaları da orada, batının
sivil toplum taşeronları da.. Bazı üniversitelerin psikologları da Soma'da, istatistik anket kağıtlarıyla..
Çok bilmiş klavye kahramanları, birbiriyle didişip hergün devrim yapadursun, Soma kan ağlıyor ..Şehitlerin 40'ı çıkmadı daha!
Haydi örgütlenin.. ACİL DURUM ÇAĞRISI BU!
Bireyler kurumlar kimi bulursanız yardıma çağırın! Öncelikli olarak en zor durumda olan 20 aileye, kadın ve
çocuğumuza el uzatın! Yara sarın. Ramazana yani haziran sonuna kadar ne yapacaksanız yapın..
13 Mayısdan bu yana 3 hafta geçti.. Siz normale döndünüz.. Onlar hala yangında!
Medyada SOMA'nın 'modası' geçti..
Ya onlar! Artık hiçbir zaman 'normalleşemeyecek' olanlar?!
Acil kanama var. Hadi çözüm bulalım.. Orada yakın dostlarımız var..
Konuşmaya bile mecali olmayan kadınlar, yürek yangınlarıyla başbaşa kalmış adamlar ve artık hiçbir şeye cevap
bulamayan ve durmadan haykıran minicik çocuklar için ne yapabiliriz?
Esas olan ÇÖZÜM bulmaktı değil mi? Soma'dan başlayalım!

Gezi olaylarının 1. yılı…

Posted: 03 Jul 2014 11:43 AM PDT


Yollar kesildi, Taksim ve Kızılay'da Tomalar seferde.. ortalık duman ve tazyikli su! Ekranlarda, elinde papatyalarla bir Sırrı Süreyya .. Arkasında CNN international muhabiri. Ve Kızılay'da ve Taksim'de kalabalığa 'gerekli' müdahalenin 'en sert şekilde yapılacağı' RTE tarafından açıklanıyor, Sultangazi'de..
Yapılıyor işte! 1971 ve 80′de ABD senaryolarını birebir yaşamış biri yazıyor bu satırları.. Biz gördük, kanı ve gözyaşını ve birilerinin maşası olanların birbirini vurduklarını, aldatılan ve yokolanları..
Gençliğin bir kesimi, Gezi olayları bahanesiyle sokaklar ve şiddeti savunuyor.. Bu 'kesim'in milletin geri kalanıyla ilişkisi oldukça zayıf.
Ne bugün Kartal'da ölen işçilerin çevresi, ne Sultangazi'liler, ne Bayrampaşa, ne esnaf ne köylü çiftçi nüfus, onların hedefini anlıyor..
'Tayyip istifa' diyorlar.
Acaba bu kime yarıyor?
Tayyip'i istemeyen ve artık Kemal Derviş kanadının işbaşı yapmasını emreden irade Atlantik ötesinden sırıtıyor!
Tayyip ve çevresi, 'Kutuplaşma iyidir! Biz gidersek kargaşa gelir' diye ikna ediyor. Sultanahmet'de İsrail'le İŞBİRLİĞİ yaparak katlettirdiği Mavi Marmara'daki insanlar için yürüyüş de ekranlara geliyor.
Millet önüne konan ekmeği geveliyor! Cumhurbaşkanı seçimi mi tabağa kondu, o tabakta kalıyor.. Genel seçim mi geliyor, ona yoğunlaşıyor.. Kendi seçeneklerini üretemiyor, azim ve iradesini dayatamiyor! Küresel seçenekler içinde kendine en yakın olana sarılıp kalıyor.
Önüne konandan başını kaldıramıyor.
Kafası çarşamba pazarına dönmüş, artık kime güveneceğini kimi dinleyeceğini bilmiyor.. Tenis sahasındaki izleyici gibi topun hareketini bir sağa bir sola dönerek izlerken kendini en bayat programların kucağında buluyor!
Bu tarihte defalarca tekrarlanmış bir döngü! Senaryoların izleyicisi ya da oyuncusu olanlar AZİM ve KARARLILIK gösteremezler..
ÖNCE ADIMLARI MİLLET SAPTAYACAK.
Ne yapacağını kararlaştıracak. Ve o adımları, başkalarına meze olmadan bir bir atacak..
Ve bunu BAĞIRIP ÇAĞIRARAK YAPMAYACAK!
Müttefiklerini bulacak. Hiyerarşiyi kuracak. Dil Ortaklığı sağlayacak.
Fikir ve dil birliği içinde BİLEN ekipler bir arada olacak ve soğukkanlı, akılcı, bilimsel YOLLAR aranacak!
Bunları çok 'uzun işler, o kadar vakit yok' naralarıyla karşılayanlara tek sözümüz var:
O ZAMAN BAŞKALARININ YAZDIĞI SENARYOLARDA FİGÜRAN OLMAYA DEVAM EDİN.. ONLARCA YIL OLDUĞU GİBİ!

Milli İrade Birliği'nin Yayınevi Elmadağı Yayınları 16 Mayıs'ta Kuruldu! Hayırlı Olsun..

Posted: 03 Jul 2014 10:50 AM PDT


Elmadağı Yayınları kurulmuştur. Ve ilk kitabı MİLLİ İRADE NEDİR? Haziran içinde yayınlanacaktır. Site'nin BİZ bölümünde ilan edilmiş olan Danışma Kurulu yayınla ilgili çalışmaları yapmıştır.
Önsözü şöyledir:
"İRADE-İ MİLLİYE" İLK "SÖZ" İDİ…
İrade-i Milliye, MİLLÎ İRADE, işgal altındaki Anadolu'da 1919'da başlayan Kurtuluş mücadelesinin ilk yayın organı idi. Sivas Kongresi'nde karar alınmış ve İrade-i Milliye gazetesi yayına başlamıştı. Sorumlu müdürü 22 yaşında bir gençti: Demircizade Selahattin. Yazı işleri müdürü Mazhar Müfit bey. Gazete başlığı altında şu ibare yeralmıştı:
"Milletin arzu ve isteklerinin savunucusudur."
Bizler de ilk söz olarak MİLLÎ İRADE demeyi seçtik!
Haziran 2013'de Şehit aileleri, Yörük dernekleri öncülüğünde bir grup aydın, işçi, köylü, esnaf, yani bu vatanın evlatları olarak, bir araya geldik ve MİLLÎ İRADE BİLDİRİSİ'ni kaleme aldık.
Bildiri, hakkın müdafaası ve Millî İrade'nin ortaya çıkmasının bir namus ve şeref meselesi olduğunu sindirmiş, HER CENAHTAN vatanseverlerin, PARTİLERDEN BAĞIMSIZ olarak biraraya gelmesini amaçlamaktadır.
Hedefimiz TAM BAĞIMSIZ TÜRKİYE'dir. NATO, AB, ABD güdümünden kurtarılmış bir Türkiye'dir.MİLLÎ savunmanın, MİLLÎ ekonominin ve MİLLÎ eğitimin yeniden tesisidir. Atatürk maskesiyle ya da Allah'la aldatanlardan uzak, Türk milletinin yanında aydınlık bir geleceği inşa etmek için, ÖNGÖRÜLÜ İNSANLARLA FİKİR ÜRETMEKTİR.
Ağustos 2013'de milliiradebildirisi.org ve mayıs 2014'de milliiradebirligi.org adresli siteler yayın hayatına girmiş, fikirler ve faaliyetler daha geniş kitlelere ulaşmaya başlamıştır. Son derece zorlu şartlarda ağır ama sağlam adımlar atmaya çaba gösterilmektedir.. Bu yolculukta bize katılan binlerce kişi olmuştur. Bazı arkadaşlarımız ise yola ayrı devam etme kararı almışlardır.
Türkiye'nin içinden geçtiği tünel, samimi vatanseverlerin hepsini bir gün aynı yerde toplayacaktır. Bu "tarihin emri"dir.
Millî İrade Bildirisi'nin imzalanmasının birinci yıldönümünde Türkiye için her konuda çözüm önerileri sunacak bir dizi çalışmayı milletle buluşturabilmek amacıyla bir yayınevi kurulması kararı alınmıştır. Ve 16 Mayıs 2014'de Elmadağı Yayınları imzacıların girişimiyle hayata geçirilmiştir. Bu isim Prof.Cihan Dura'nın önerisidir. Önerisini Falih Rıfkı Atay'ın şu metniyle iletmiştir:
"Tarih 23 Nisan 1920… Ankara'da Büyük Millet Meclisi açılmıştır. Memleketin her tarafından birçok milletvekili gelmiştir. Bu yeni meclise gelenlerin bir kısmı Ankara' da hiçbir şeyin olmadığını görünce, ümitsizliğe düşmüşlerdir. Bahsedilen ne Yeşilordu, ne hazine, ne yatacak otel, hiçbir şey yoktu. Sadece, Mustafa Kemal vardı.
Bazılarına bu dava çürük gelmiş olacak ki, memleketlerine dönmeye karar verdiler. Bunlar geri dönerlerse mecliste huzursuzluk olacağını anlayan Mustafa Kemal, kürsüye çıktı. O gün pek heyecanlıydı. Atatürk' ün hayatında belki de böyle canlı bir tablo hiç olmamıştı. Milletvekillerine şöyle seslendi:
- İşittim ki, bazı arkadaşlar yoksulluğumuzu bahane ederek memleketlerine dönmek istiyorlarmış. Ben kimseyi zorla milli meclise davet etmedim. Herkes kararında özgürdür, bunlara başkaları da katılabilir. Ben bu mukaddes davaya inanmış bir insan sıfatı ile buradan bir yere gitmemeye karar verdim. Hatta, hepiniz gidebilirsiniz. Asker Mustafa Kemal mavzerini eline alır, fişeklerini göğsüne dizer, bir eline de bayrağını alır, bu şekilde Elmadağı'na çıkar, orada tek kurşunum kalana kadar vatanı savunurum. Kurşunlarım bitince de bu aciz vücudumu bayrağıma sarar, düşman kurşunları ile yaralanır, temiz kanımı, mukaddes bayrağıma içire içire tek başıma can veririm. Ben buna ant içtim!
Birden, herkesi bir heyecan dalgası sardı, kimse gözyaşlarını tutamıyordu."
94 yıl sonra benzer bir heyecanla mücadele ediyoruz.. Önce 'işgale' karşı ortak hedefleri önümüze koyacağız.. Elmadağı bize bu fırsatı verecektir.
Elmadağı Yayınları'nın ilk kitabı "MİLLÎ İRADE" NEDİR? 21 yazarın anlatımıyla sizlerle buluşuyor. Devamı gelecektir…
Hayırlı olsun.

"NATO'dan Çıkmadıkça Bu Rezillik Sürer!" Amiral Cem Gürdeniz ile söyleşi … 2. Bölüm

Posted: 03 Jul 2014 10:48 AM PDT


Cem Gürdeniz, Tuğamiralliğinde Çıkarma Gemileri Komutanlığı, Tümamiralliğinde Mayın Filosu Komutanlığı görevleri yapmıştır. Türkiye'nin Karadeniz'deki deniz politikasına önemli katkılar sunmuş bir amiralimizdir. 2002'de TV 8'de yaptığım 9 bölümlük "DENİZCİLER"
belgeseli sırasında Deniz Kuvvetleri Komutanlığı'nda çekim koordinasyonunu o sağlamış ve çalışma sistemiyle kendine hayran bırakmıştı. Bu röportajı Silivri ile yazışarak gerçekleştirdik… Söyleşinin ikinci bölümünü sunuyoruz:
Banu AVAR: Türk Silahlı Kuvvetleri kendini ve milleti koruma inisiyatifinden nasıl uzaklaştı ki, en kıymetli subayları esarete düşebildi?
Cem GÜRDENİZ: Yakın tarihi iyi incelemek gerek. İdeolojik bütünlüğü ve vatan sevgisi konusunda bilimsel teoriden güç almayan, alt yapısı olmayan tüm ordular tarihte savrulma yaşar.
Türk ordusu Cumhuriyetle birlikte Kemalist ideoloji çerçevesinde yapılandı. Halkın ordusuydu. Başta laik ve ulus devlet yapısı olmak üzere vazgeçilmezler, ideolojik bilinçlendirmede kullanıldı. Ancak Avrupa/Atlantik yapı ile ikili ilişkilere girilince, ve CHP 1947 kurultayında kendi temel ideolojisini tamamen terk edip, pek çok alanda Kemalizmi sulandırınca ve NATO üyeliği de başlayınca ordunun temel değerleri de çatlama işaretleri verdi.
27 Mayıs 1960 bu çatlamayı önlemek ve Kemalizme geri dönmek için çabalasa da sonuçta maaşları ödemek için bile ABD kredileri kullanılıyordu, ve çatlama önlenemedi. Daha farklı bir yapılanmayla karşı karşıya kalındı. Subayların siyasete bulaşmaması için harp akademileri başta olmak üzere, ordu içi de-politizasyon uygulandı. Kurmay subaylık bir nevi ödül kastına dönüştürülerek yurt dışı görev, amirallik ve generallikte sınıf atlama ve benzer tedbirlerle askerler siyasetten çok, kendi aralarında rekabete ve terfiye yönlendirildi.
Bu arada ordu evleri, kamplar özellikle maaş artışları ile ordu, halkın ordusu olmaktan çıkarıldı. Kast sistemi ordusuna dönüştü!
Ama gelen subayların astsubay adaylarınınyüzde 95'i orta kesim halk çocuğu idi.
12 Mart 1971 darbesiyle ordudaki sol görüşe yakın Kemalistler tasfiye edildi. 12 Eylül 1980 bu tasfiyeyi katladı. Soğuk savaş sonrası ABD, eskiden korktuğu sol ideoloji yerine, bizi, yani ulusal çıkarları gözeten Kemalist kadroları hedef aldı.
Orgeneral Hilmi Özkök'ün döneminden önce de Kara Kuvvetleri'nde büyük tasfiyeler yaşandı. Ancak Deniz ve Hava Kuvvetleri bu tasfiyelerden korundu. Balyoz ve diğer davalarla, tüm Kemalistler tasfiye edilmiş oldu. Bazı komutanlar ağır tehditlerle susturuldu.
TSK'nın tüm darbelerde tasfiyelere sessiz kalması tepki göstermemesi, tarihin bir tekrarıydı.
9 ekim 2013'de Balyoz Davasında 134 Denizci (97'si muvazzaf) ve 37 Havacı (1'i muvazzaf) hüküm giydi.
Ordudan ses çıkmadı.
Hatırlayalım, 1971 darbesinde Orgeneral Faik Türün 83 deniz teğmeninin idamını istemişti. Yürekli bir hakim buna karşı çıkmış ve gençler kurtulmuştu. (Şimdi ses sedası çıkmayan Ali Kırca da bu grup içindeydi)
Sorunun cevabı burada… TSK 1971'deki tasfiyelerle zaten strateji/doktrin üretecek yapısını kendi elleriyle yok etmişti.
Banu AVAR: Bir kumpasla karşı karşıya kaldığınızı anladığınızda aklınıza ilk ne geldi? Nasıl bir hareket planı izlediniz?
Cem GÜRDENİZ: Ben bu büyük fırtınanın geleceğini 24 Ocak 2008 günü anlamıştım. O gün Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Metin Ataç, paralel yapı tarafından hazırlandığı belli olan iftiraları içeren hakkımdaki dosyayı bana gösterdi. İçindeki herşey alçak yalanlardan ibaretti. Tümamirallik sırasında sınıf birincisi bir tuğamiraldim ve terfi değerlendirme toplantısının yapıldığı hafta böylesi bir saldırı gerçekleşti. Kurul Komutanına oldukça sert ifadelerle bu yalanlarla dolu dosyanın nasıl önüme konulduğunu sordum: "Son 15 yıldır yakından tanıdığınız bir amirale böylesi bir suçlama nasıl yapılır?!" dedim. Cevap gelmedi.
Deniz Kuvvetleri kendi amiraline güvenmiyordu! İftiraların izini sürüp durumu açığa çıkartma çabası yerine, "Hadi istifa et, hem sen rahatla hem biz!" der gibiydiler. Nitekim bazı amiraller istifa etti..
2008 sonrası Deniz Kuvvetleri çok ağır asimetrik psikolojik harekat saldırılarına ve baskılara maruz kaldı.
2007 sonrası oramirallerin imzasız mektuplara işlem yapmaya başlaması paralel yapının iştahını arttırdı. Genelkurmay bu saldırılara tamamen sessiz kaldı, hatta inandı…
2009 yılında şahsıma büyük saldırılar başladığında, Donanma Komutanı Oramiral Uğur Yiğit'i bilgilendirdim ve saldırıların donanmayı hedef aldığını söyledim. Arkasında F tipi ve ABD olduğunu anlattım. Ama etkisi olmadı!
2009 ekim ayında AB'nin Türkiye İlerleme Raporu açıklandığında, Deniz Kuvvetleri'nin ismen şikayet edildiğini tespit etmiş ve Uğur Yiğit'e bu durumu MGK'da hükümete iletmek gerektiğini söylemiştim. Sonuç sıfır oldu.
2010 yılında Kuvvet Komutanına Deniz Harp Okulu kız öğrencilerinin servis edildiği haberleri medyaya yayıldı. Bu alçak haberi duyar duymaz kurul komutanına koştum ve açıklama yapmasını rica ettim… Hazırlık yapmamı, Genelkurmay'a ileteceğini söyledi… Ama hiçbir şey yapmadı!
Oysa biz üniforma için değil kefen için hazır subaylarız! Belli makamlara gelenler sadece savaş zamanı değil barış zamanı da gerekirse ölümü göze almalıdırlar! Ama ne yazık ki bu bilinçte olmayanlarla yönetildik.
Biz gerek mahkeme gerekse hapis döneminde hiç susmadık! Yazdık konuştuk ve devam edeceğiz!
Banu AVAR: Üst kademedekilerin 'Adalete güvenin' demesi ve sonucu size ne düşündürüyor?
Cem GÜRDENİZ: Daha önce de belirttiğim gibi, Komuta kademesi, oynanan büyük oyunu ve arkasında AB- ABD ve NATO olduğunu görünce baştan teslim olmayı seçtiler. 12 Mart, 12 Eylül'de bu ülkeye neler yapılabileceğini yaşayarak gözlemlemişlerdi… Korktular. Teslim oldular. Ve isimleri davaya ilişkilendirilmedi!
Ali Tatar ve Berk Erden Albayların intiharından sonra Uğur Yiğit konuşmaya başladı ve kızı ve damadı ile ilgili aşağılık iddialar casusluk ve fuhuş davasına eklendi ve fezlekeler düzenlendi. O da Nusret Güner'in yaptığı gibi, oyunu açığa çıkaracağına istifa etti. Teslimiyeti tercih etti. Bizim mücadelemize de dolaylı yoldan mani oldu.
11 Şubat 2011 tutuklamasından bir hafta sonra 18 Şubat Cuma günü Hasdal'a bizi ziyarete geldiğinde, kendisine, 3 amiral arkadaşın önünde,'Bizi tahliye için uğraşmayın, F tipi çeteye bakın, derhal Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'na suç duyurusunda bulunun! Şimdi 11 amirali aldılar, bu sayı 25'e çıkacak, kuvveti kurtarın!' dedim. O ne yaptı: 1 ay sonra Avustralya'ya resmi ziyarete gitti.
Kısacası üst kademe oyunun farkındaydı. Wikileaks'te, sırada bir genelkurmay başkanı olduğu yazıyordu. İlker başbuğ içeri alınınca, tüm komuta kademesi topyekun teslim oldu.
Bu durum, TSK'da üst kademenin savaşmak için değil, büyük bir otoritenin gücünü kabul etmek için var olduğunun işareti değil midir?!
Banu AVAR: Bundan sonra Türk ordusu nasıl bir süreç yaşar?
Cem GÜRDENİZ: Bugün için TSK savaşamaz. Savaşırsa da aynen Balkan Harbi'ndeki gibi bozgun yaşar. Zira ideolojisini kaybetmiştir. Atatürk'ten tamamen uzaklaşmıştır. Komuta birliği, önderlik, silah arkadaşlığı, karşılıklı güven, disiplin konularında büyük yara almıştır. Ordular böyle dönemlerden ya büyük dayak yiyerek yani mağlubiyetlerden geçerek ya da radikal siyasi değişimler sonucu toparlanma sürecine girer. Bugün halkın yarısı kutuplaşma derecesinde iktidardan uzak olduğu Türkiye'de, ordu, iktidarın ordusuna dönüşmüştür. Terfi ve tayinlerde politizasyon, Yunanistan tipi ordu yaratır ki böyle bir ordu savaşamaz. Uçakları düşürülür, karasuları ihlal edilir… En önemlisi PKK ve Kürt bölücülüğü kontrol dışına çıkar. Suriye'de Al Nusra gibi terör örgütleri ile işbirliğine araç olur ki bu, sadece Türkiye için onur kaybına değil, bekaa sorununu da getirir!
Öncelikle ordu F tipi yapılanmadan arındırılmalıdır… Balyoz ve diğer davalardan yargılanıp tahliye edilenler görevlerine dönmelidir. Eğer bu olmazsa, özellikle Deniz Kuvvetleri belki gemilerini kullanır ama strateji ve doktrin üretemez. Onun yerine NATO ABD ne yapacağınızı söyler. Yani tam sömürge oluruz. Cumhurbaşkanının 'Savunma Reformu' adını verdiği aldatmaca da bunu hedeflemektedir.
Türk ordusunun MİLLİ mi, NATO'cu mu olacağı ancak 2015 seçimleriyle tam olarak belirlenecektir. Türkiye Avrasya'ya dönmediği ve AB/ABD/NATO'da ısrar ettiği sürece 21. yüzyılda kaybedecek, Avrupa-Atlantik yapının sömürgesi olarak varlık gösterebilecektir. Bu parçalanmayla sonuçlanır!

Deniz Kuvvetlerine İnen Balyoz! - Amiral Cem Gürdeniz ile söyleşi… 1. Bölüm

Posted: 03 Jul 2014 10:45 AM PDT


Ramazan Cem Gürdeniz, Harp Filosu Komutanlığı 3. Muhrip Filotilla Komodoru idi. Dijital delillerin tümünün sahte olduğu onlarca kez ispatlandığı halde 18 yıl ağır hapis cezası ile Silivri'de yatıyor.
Deniz Kuvvetleri tarihinde en uzun süreyle , 5 yıl boyunca Plan Prensipler Başkanlığı yapmıştır. Deniz kuvvetlerinde yakın orta uzun vadede strateji ve doktrin üreten isimlerden biridir. Tuğamiralliğinde Çıkarma Gemileri Komutanlığı, Tümamiralliğinde Mayın Filosu Komutanlığı görevleri yapmıştır. Türkiye'nin Karadeniz'deki deniz politikasına önemli katkılar sunmuş bir amiralimizdir. 2002'de TV 8'de yaptığım 9 bölümlük "DENİZCİLER" belgeseli sırasında Deniz Kuvvetleri Komutanlığı'nda çekim koordinasyonunu o sağlamış ve çalışma sistemiyle kendine hayran bırakmıştı.
Posta yoluyla yaptığımız söyleşinin bir kısmını sizlerle paylaşıyorum:
-Neden saldırının ilk hedefi Deniz Kuvvetleri idi?
Cem Gürdeniz: Bir ülkenin jeopolitik yönelişi sadece kara ülkesi ile sınırlı değil. Bizim Türk Boğazları ve Akdeniz'de doğu-batı yönünde uzanan yegane yarımada sahipliğimiz, bu üç deniz alanına aynı jeopolitik değer katıyor. Sevr'de Türkiye bu 3 alandan soyutlanarak sadece kısa bir kıyıya mahkum ediliyordu. Bırakın Ege Adaları, Kıbrıs, ve Türk boğazlarını uluslararası denizlerde sadece balıkçılık yapacak kadar bir kıyıya mahkum edilen Türkler böylece açık denizler ve okyanuslara erişimden ebediyen soyutlanmış olacaktı.
Batı 16. Yüzyılda Türk Donanması'nın Orta ve Batı Akdeniz'de ne büyük rol oynadığını asla unutmadı. 1500'lü yıllarda Türk donanması Akdeniz'de belirleyici güçtü. Hristiyan dünyasının gizli yasasında 16. yüzyılda yaşananların tekrar etmemesi için her türlü tedbir alınmasına çalışıldığına inanıyorum.
Türkler 20. yüzyıl sonunda 16. yüzyılda başarılanlara benzer bir durum yarattılar. Bu beklenmedik bir şeydi. Üç alanda özetlenebilir: 1) Teknoloji üretimi 2) Strateji ve doktrin üretimi 3) Gücü kullanmak.
1. Teknoloji üretmenin Türkiye için bir hedef olmaması gerektiğine inananlar ilk yumruğu Kıbrıs Barış harekatından sonra yaşanan ambargoda yediler. "Bir tampon devlet ulusal çıkarları için savaşamaz. Savaşıp savaşmayacağına ben karar veririm. Sözümü dinlemezlerse önce ambargo, sonra Ermeni terörü sonra da ekonomik krizlerle onu cezalandırırım!" diyen ABD'ye güvenilmemesi gerektiğine inananların başını Deniz Kuvvetleri çekti.
Nikos sampson darbesinden 120 saat sonra, son deniz savaşını 1912 yılında Balkan harbinde yaşayan Türkler, Girne'de kıyıbaşını tutabildiler. Bu büyük bir başarıydı. Çıkarma gemilerinin hepsi Türk deniz tersanelerinde üretilmişti.
ABD, 1960 sonrası bir karar aldı . Madem Montrö nedeniyle Karadenize ABD donanması çıkamıyordu, bunu Amerikan denizaltılarıyla Türkler yapacaktı!
Türk donanmasını Karadenizde Sovyetlere karşı geliştirilmesinde öncelik denizaltılara verildi ve personelin eğitimi ABD'de yapıldı. Denizciler kurslarla yetinmeyip ABD deniz subaylarının gittiği yüksek lisans okullarına da (U.S. naval Postgraduate School) girdiler. Her sınıfın ilk 15 öğrencisinin eğitildiği bu okuldan geleceğin kuvvet komutanı amiraller ve tepe yönetimde yer alacak olanlar 'devşirilmiş' olarak çıkacaktı. Ben de bu okuldan 1984'te mezun oldum. Okul şu ana kadar 900 mezun verdi.
Ancak evdeki hesap çarşıya uymadı. Türk deniz subayları öncelikle Deniz Lisesi ve Deniz Harp Okulu mezunuydular. Türkiye'ye dönenler orada öğrendiklerini Türkiye'ye dönünce uygulamaya başladılar. Kıbrıs sonrası Gölcük'te ilk AR-GE merkezi kuruldu. 1990'ların ortasından itibaren bu merkez büyük başarılara imza attı.
Bu arada Muavenet'in vurulması dolayısıyla, ABD'den özür dileme mahiyetinde 8 adet Knox sınıfı 1971 model stimli fırkateyn donanmaya katıldı. 1998 sonrası benimde komutanı olacağım 8 adet G sınıfı fırkateynlerin Türkiye'ye transferi, donanmanın teknik, taktik ve operatif gücünü zıplattı.
1982'de Türk Gaziantep fırkateyni ile 100 günlük Kuzey Atlantik seferinde, İskoçya'da yanımıza yanaşan USS Stark fırkateyninde , Amerikalı subay ve astsubayların gideremediği arızayı Türk denizciler gidermiş ve sistemin bir üst yazılımını da yüklemeyi başarmışlardı. Bu durum şaşkınlığa sebep olmuştu!
2000'li yıllardan sonra, Türk Deniz Kuvvetleri mühendisleri daha büyük projelere giriştiler. Radar, sonar, atış kontrol, silah sistemleri ve savaş gemi tasarımı ve inşaası gelişti.
2009 yılı itibariyle Türk Deniz Kuvvetleri, Milgem korvetini tasarlamış, inşaasına başlamış ve yüzde 70 oranında milli sistemlerle donatmayı becermişti. 90 yıl önce değil gemi inşa etmek toplu iğneyi bile ithal eden bir cumhuriyet, 21. yüzyıl başında 2000 tonluk bir korveti inşa etmeyi başarmıştı.
Bu Batı kontrolü dışında gerçekleşti. Bu, 100- 150 milyar dolarlık bir kaynağın yurt içinde kalması demekti. Türkiye'nin bu konuda dışa bağımlılıktan kurtulması bir yana, gelecek 10 yıl içinde ihracat yapabilecek konuma geçti.
Deniz kuvvetleri, 2000 tonluk bir korveti kabaca 300 milyon dolara mal ederken aynı gemi batıda 2 kat maliyetle inşa ediliyordu.
Bu durumda Çin'e karşı donanmalarını güçlendirme kararı alan Pasifik kıyısı ülkeleri ile İran'a karşı silahlanan Körfez ülkeleri için uygun seçenek ortaya çıkıyordu. Ben tutuklanmadan önce Milgem ile ilgilenen bir çok ülke vardı.
İşte Türk Deniz Kuvvetleri'nin teknolojide son 20 yılda gerçekleştirdiği bu sıçrama göze batmıştır.
Llyod George'un Asya steplerine, ait oldukları çöllere geri dönmesini istediği 'barbar Türkler'in, deniz uygarlığı alanına girmeleri ve gemi, sistem, silah üretmeleri kabul edilemezdi!
Askeri casusluk davası denilen rezil kumpasta yargılanan pırlanta denizciler arasında Milgem'e hayat veren en seçkin araştırmacı mühendisler bulunmaktadır.
2.Strateji ve doktrin üretmek: Bugün deniz kuvvetlerinin devlete maliyeti, yılda 1,5 milyar dolar civarındadır. 1/3 ü maaşlar, personel giderleri, 1/3ü cari ihtiyaçlar (yakıt, onarım, yedek parça), 1/3ü de yeni sistem ve gemi alınıma harcanır. Deniz kuvveti barışta, ulusal çıkarlar paralelinde deniz hak ve çıkarlarının korunması kollanması, geliştirilmesi için bulundurulur. Savaş durumunda, ülkenin topyekün savunmasına katkı sağlarken, deniz ulaştırma rotalarımızın açık tutulmasını, düşmanınkilerin de kapalı olmasına çalışır.
Deniz Kuvvetlerimiz maalesef NATO Donanması olarak,ABD direktifiyle, 1963'te Kıbrıs olayları patlak verene kadar, Karadeniz'e odaklandı. 1974 Barış Harekatı sonrası Yunanistan'ın Ege Kıta sahanlığını, 1981'den itibaren karasularını ve adalarını silahlandırması ve genişleme politikası, Türk deniz kuvvetlerini ön alıcı ve caydırıcı tutuma zorladı.
Kıbrıs'ta 120 saatte kıyıbaşını tutan donanma, 1980'lerden itibaren Amfibi gücü Foça'ya taşıdı.
Aksaz'da üs kuruldu. Akdeniz'de her yerde sürekli görev yapabilecek fırkateyn/muhrip filosu ve 16 denizaltı ile gelişimini sürdürdü.
1996'da Kardak Krizi'nde deniz kuvvetleri öncü rol oynadı hem kriz yönetiminde öne çıktı hem krizin siyasi/tarihi ve strateji alt yapısının oluşturulmasında devlet kurumlarına yol göstermişti.
Kardak Krizi ABD için Türk Deniz Kuvvetlerinin 'evcilleştirilmesi' kararının alındığı en önemli olaydır.
Kardak sonrası, Türkiye'nin 2001'de Karadeniz'de Blacksea For'u kurması ardından 2004'te NATO'nun Active Endeavor harekatının Karadeniz'e çıkışının engellenmesi Amerika'yı kızdırdı.
3.Deniz Gücü'nü kullanmak: İki boyutta ele alınabilir. Teknik / taktik kullanım subay ve astsubay kadroların niteliğinden etkilenir. Ve donanma bu anlamda çok ileridir. TCG Gaziantep'i Amerika'dan transfer ederken, Amerikalı eğitici ekip kamarama gelip, 'Bu personeli nasıl yetiştirdiniz? Dün onlara öğrettiğimizi, 1 hafta sonra onlar bize öğretecek hale geliyor' demişti.
Bu nedenle Balyoz ve diğer isimli davalarla komuta yapısı çökertilse de, bahriyenin teknik/taktik yeteneğinde bir değişme olmaz. ANCAK stratejik/ operatif alanda gücü kullanmada ciddi sorunlar çıkacaktır. Zira, stratejik karar verecek fikir üretebilecek en iyi denizciler gelecek 20 yıl için elenmiş oldu. Bir Blackseafor ya da Akdeniz Kalkanı harekatını başlatma kararı verebilecek amiral ve albaylar yok edildi.
Şimdi Avrupa/ Atlantik yapısının koşulsuz emrine girecek ve NATO yaklaşımından milim şaşmayacak bir amiral sınıfı yaratılacak.

Soma

Posted: 03 Jul 2014 10:43 AM PDT

Dün SOMA'daydım!
Soma Merkezden Eynez ocağın içine kadar adım adım dolaştım. Birçok maden işçisi ve yakınlarıyla konuştum dinledim ağladım not aldım:
Hiçbir katkı yapmadan duyduklarımın özetini paylaşıyorum:

SOMA MADEN İŞÇİSİNDEN MEKTUP!
"'Konuşmalar boş! Yazar çizer takımı kendileri için konuşuyor.. Atıp tutuyor.. Destekledikleri partilere göre bağırıp çığırıyorlar … Biz sürükleniyoruz! İktidar geliyor yemek kuponlarından maaş çeklerimize kadar ellerinde, tehditle sandıklara, meydanlara getiriliyoruz.. Bu hükümet bunu yapıyor.. Diğerleri de yaptı.. Biz sürükleniyoruz..
Biz akşam evdeki ekmeği kim verecek.. Bununla ilgileniyoruz! Arada ölüyoruz.. Kalan sağlar olarak yine ocağa iniyoruz.. Kabloların, kasaların, granite atılan topların ölümcül olduğunu, çıkartılmadan içerde biriken linyitin patlamaya yol açacağını, ince kömür tozu patlamaları olacağını burada yaşam odaları olmadığını, batıdaki şartlarda çalıştırılmadığımızı, hava deliklerinin ve şartların kontrolden geçmediğini biliyoruz.. Ocak sahibinin Soma'da bir düğün salonu açıp bir de futbol takımı kurarak hepimizin ağası gibi davrandığını, Soma'nın sahibi olduğunu AKP ile ilişkilerini, yeni ocaklar açtığını biliyoruz..
Burayı bahane ederek gelen Alman İngiliz Amerikalı haber ajanslarının birden bire Soma sever olduklarını işçiler üzerinden haber yaparak bir şeyler planladıklarının da farkındayız!
İHH, AFAD benzeri grupların burada ne için kamp kurduklarını bilmiyoruz.. Herhangi bir faydaları yok.. Burada felaket ile ilgili çalışan ve işe yarayan sadece Zonguldak ve Kütahya'dan gelen tecrübeli madencilerdir! Gerisi şov!
Gelip giden insanların bir kısmı iyi niyetli büyük bir çoğunluğu ise kendisi için, siyasi çıkar için nemalanma peşinde olanlardır..
Burada üniversitelerden gelen psikologlar vs vardır.. Bunlar acılı insanlara garip konuşmalar yapmakta, duygu ölçümü ile ilgilenmektedirler.. Evlere gelen ve kağıt imzalatmaya çalışanlarla da karşılaşıyoruz. Burada bazı gazetecilerin, 'koyun millet siz buna müstehaksınız' diye bizi aşağılamalarına da muhatap olduk! PKK yandaşları ortalığı kırıp dökmüştür. Garip görünümlü eli Ipadli fotoğraf makinalı hippi tarzlı birileri 'eylem eylem' diye aramızda dolaşmaktadır!
Bunlara karnımız tok.. Acımız büyük! Maddi ihtiyacımız da yok! Aklının arkasında farklı hesaplarla 'yardım'a gelenlere kapımız kapalı! Gelmeyin kardeşim! Acımızla baş başa kalalım.. Şehitlerimizin sayılarını merak edip duranlara da öfke duyuyoruz! 1 ya da 1000 ne fark eder BİZ YILLARDIR ÖLÜYORUZ!"
Devam edeceğiz. …


Artık Yeter!

Posted: 03 Jul 2014 10:41 AM PDT


BU KATLİAM ÖZELLEŞTİRMENİN ESERİ!
BU KATLİAM TAŞERON SİSTEMİN ESERİ!
BU KATLİAM SENDİKACILIĞIN SARARTILIP ÖLDÜRÜLMESİNİN ESERİ!
Bu katliam Türkiye Kömür İşletmeleri'nin 130 dolara mal ettiği kömürün tonunu 23 dolara mal etmekle övünenlerin eseridir! Soma Holding 'ekonomi' yaparken yüzlerce işçinin hayatı ile kumar oynanmıştır!
Soma maden ocağını işleten Soma Holding yönetimi, 2012 yılında Hürriyet Gazetesine "Maliyetleri ÖZEL SEKTÖRÜN ÇALIŞMA TARZIYLA" düşürdüklerini söylemişti!
İŞTE "O TARZ" İŞÇİNİN KATİLİDİR!
Bu nedenle Soma Holding İstanbul Levent ofisi telefonları kapalıdır! Onlar iş güvenliği ile "maliyet"in ters orantılı olduğundan haberdardır! 130 dolardan 23 dolara maliyet indirmek özel sektör "TARZ"ıdır ve aslında KATLİAMDIR!
Bir yıl önce SOMA'da maden açılışında Holding'i 'iş güvenliği konusundaki dikkati' ve nedeniyle öven Enerji Bakanı Taner Yıldız'ın birlikte iftar açtığı işçiler şimdi yaşamıyor!
'Örnek işletme Soma Holding'in "Özel Sektör TARZ"ı o işçilerin katilidir!
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, ağır ve tehlikeli işlerde çalışma yaşını 16'ya indirmiş ve madenlerde 15-16 yaşında çocuklar legal olarak çalışmaya başlamışlardır!
Soma'da ölen 15 yaşındaki çocuk işçilerin katili de "O TARZ"dır!
ÖZELLEŞTİRME AZRAİLDİR! TAŞERON SİSTEM AZRAİLDİR!
Türkiye'de son 4 ayda 400 iş kazası meydana gelmiştir! Bu katliam Özel-LEŞ-tirme ve TAŞERON sistemin sonucudur! ARTIK YETER ! demenin zamanıdır!
ÖLMEK İSTEMİYORSAK MADENLERİN, SANTRALLERİN, DOĞAL KAYNAKLARIN DEVLETLEŞTİRİLMESİ VE BUNA YÖNELİK HAREKETİN BAŞLAMASI ŞARTTIR!
AKSİ TAKDİRDE HEPİMİZE "GÜZEL ÖLÜMLERİN" YOLU AÇILACAKTIR!
"Farkında olanlar"! 18-19 mayısta SOMA'da buluşalım!

Banu AVAR

Hangi Dünya! Hangi Kadın!

Posted: 03 Jul 2014 12:00 AM PDT


Bugün 'Dünya' kadınlar Günü… İlan eden Birleşmiş Milletler…
Yani Vietnam'da, Irak'da, Afganistan'da, Libya'da yüzbinlerce kadının katledilmesine, sessiz kalan yapı… ABD güdümündeki bu yapı, Dünya Kadınlar Günü'nü, 1857'de bir fabrikada yanarak ölen Amerikalı işçi kadınların anısından çalmıştı.
1945'de Dünya ABD hegemonyasına girerken, emekçi kadınlara armağan edilen o 'gün'ün de içini boşaltmış, sınıfsal içeriğini atmış, kendi kullanımına göre tasarlamıştı…
Irak'ta, Afganistan'da, Libya'da Suriye'de Afrika'nın her yerinde yapılan zulmün ilk hedefi kadınlardı.. Birleşmiş Milletler onları hiç hatırlamazdı… Hangi ülke hedefse o ülkenin kadınlarına ağıt yakar, sonra aralarından işine gelenleri ayıklar, örgütler kurdurur, fon verir, kullanırdı…
Her ülkenin elitinden seçkin kadınları emperyal sistemi savunacak şekilde masonik cemiyetlerde toplar, cemaatlere sokar, 'sistemin adamı' yapardı… Onlar efendilerinin sözlerini tekrarlarlardı…
Onları iş dünyasının başına geçirir, gazete yönetimlerine koyar, istihbarat örgütlerinde kullanır, ekranlardan havlatırdı!
Geride kalanlar mı? Zindanlarda çürür, çocukları besinsizlikten ölür, işlerinden atılırlardı…
Elitin kadınları, sistemle barışık oldukları sürece, idareci mevkilere gelir, İMF'yi yönetir, siyasi mekanizmanın en üstlerine geçerler, hedef ülkelere savaş açarlardı! Küresel çete kadın adam tanımazdı… O işine bakardı. Onlar küresel bankerlerin maşaları, android 'memurlar'dı.
Siyasi ve ekonomik gücü olan kadınlar, aynı güce sahip adamlarla kolkola girip, yoksul ve aç, ölümle burun buruna yaşayan kadın ve adamları korkunç bir sarmalın içine atarlardı…
Orman kanunu içinde yaşam mücadelesi veren ve giderek aklını kaybeden o insanlar birbirini yemeye başlayınca, 'kadınları koruma' dernekleri kurarlar, sempozyumlarda korudukları kadınlar hakkında 'vahşi erkek doğasından' konuşurlardı…
Bu sistem için idealdi.. Önemli olan 'sistem'in zulmünün görünmez olması, aşağıdakilerin birbirini kırmasıydı!
Birleşmiş Milletler'in kadın örgütleri için, CIA'nin örtülü operasyonlarında katledilen milyonlarca kadın adam ve çocuk sadece bir rakamdı! Hocalı'da 2 saatte katledilen yüzlerce kadın ve çocuk, onların kayıtlarında yer almadı…
Ama bugün Dünya Kadınlar Günü… Birleşmiş Milletler ve Uluslararası Camia'nın o malum sırtlan gülüşü!
Birleşmiş Milletler sayfasına girin… 8 Mart'ın adandığı, yanarak ölen Amerikalı fabrika işçilerinden bahis yok…
Küresel çete istediğini istediği gibi paketledi. Feminist bir hareket, sınıfsal bir direnişi engellerdi.. Onlar için toplum etnik ve dini temelde bölünürken, kadınla erkeğin omuz omuza yürümesindense, düşman kamplara ayrılması muteberdi!
Avrasya coğrafyasında çekimler yaparken 8 Mart'ın en büyük bayramlardan biri olarak kutlanmasını garipsemiştim… 8 Martlarda sokaklarda anons yaparken elime tutuşturulan çiçeklere baka kalmıştım… Emekçi kadın günü Doğuda anlamını yitirmemişti… O gün tatil ilan edilmişti, işçiler köylü kadınlar işi bırakıp eğlenirlerdi…
Batı, kendi gözlüğünü bize giydirmeyi iyi becerdi… Oysa bu çok görmüş çok geçirmiş aziz vatanın adamları ve kadınları durumu kendi gözlükleriyle değerlendirmeli… Kutlanası günlerin anlamını bilmeli…
Batıda DÜNYA Kadınlar Günü, elitin hedefe yürümesi için kullandığı savaş aletlerinden biri!

Sorun kendinize:
Hangi kadının günü! Hangi Dünya Düzeni!

Banu AVAR

Hiç yorum yok: