Sözcü Haber |
- Mümin Durmuş Batı Trakyalıların Başkanı!
- Vesayetin Bedeli
- 10 Ocak Çalışan Gazetecilerin Mücadele
- 24 Ocak'ta Devrim Şehitlerini Anıyoruz
- ASALA ve PKK Gerçeği
- Siyasal İktidar ve Paralel Yapı
- Belediyeler, Halkın Zenginleşmesini Sadece İktidarlardan Beklememeli
- CHP ve Yüce Divan
- Kaybedeceğimi bile bile “Isparta Şehir Hastanesi”
Mümin Durmuş Batı Trakyalıların Başkanı! Posted: 11 Jan 2015 09:20 AM PST Batı Trakya Türkleri Dayanışma Derneği İzmir Şubesi, 11.01.2015 tarihinde Fuar Gençlik Tiyatrosu'nda düzenlediği 27. Olağan Genel Kurul'da yeni yönetimini belirledi. Eski Şube Başkanı Aydın Özcan'ın İzmir Barosu Başkanı olması nedeniyle başkanlığa aday olmadığı genel kurulda; Eski Şube Sekreteri Mümin Durmuş Başkan seçildi. Makedonya Fahri Konsolosu İbrahim Dönertaş, İzmir Milletvekilleri Aytun Çıray ve Mehmet Ali Susam, Batı Trakya Türkleri Dayanışma Derneği Genel Başkanı Taner Mustafaoğlu, Örgütlenme Sekreteri Musa Yurt, Sancak Kosova Rumeli Kültür ve Dayanışma Derneği Başkanı Ömer Ok, Lozan Mübadilleri Derneği Kurucu Başkanı Selim Yıldıran, Makedonya Birleştirme Derneği Başkanı Şaban Yaprak, Trakya Muhacirleri Derneği Başkanı Bahattin Kılıç, Bornova Belediyesi Meclis Üyesi Eray Büyük, Eski Seyrek Belediye Başkanı Nurgül Uçar ve Ulusal Eğitim Derneği İzmir Şubesi yöneticilerinin katıldığı genel kurulda 150 üye oy kullandı. Bağımsızlık Savaşımızda şehit olanlar için yapılan saygı duruşu ve İstiklal Marşı'mızın söylenmesi ardından, Divan Başkanlığına Dr. Hüseyin İlyasoğlu, Saymanlığa Handan Haspat ve Özgür Kamil seçildi. Açış konuşmasını Aydın Özcan yaptı. Batı Trakya'da yaşayan ve Türkiye'ye göç etmiş bulunan soydaşların sorunları hakkında konuştu. Konukların konuşmaları maddesinde, kendisi de Selanik göçmeni ana babanın çocuğu olan İzmir Milletvekili Aytun Çıray, Genel Başkan Taner Mustafaoğlu konuştu. Faaliyet raporunu Mümin Durmuş, denetim kurulu raporunu Mustafa Kurnaz okudu. Her iki rapor da oy birliğiyle aklandı. Tek liste ile girilen seçimlerde kurullar; Başkan Mümin Durmuş Yönetim Kurulu Sedat Aksu Mustafa Kurnaz Nemciye Kaya Özgür Kamil Erdinç Karaca Muhammet Halil Denetim Kurulu Hasan Ahmetoğlu Niyazi Murtaza Yakup Yakar Disiplin Kurulu Salih Sadık Handan Haspat Talat Aksu Onur Kurulu Hüseyin İlyasoğlu Habil Çolakoğlu Halil Kocamaz şeklinde oluştu. Başkan Mümin Durmuş, kendilerini seçtikleri için üyelere teşekkür konuşması yaptı. İzmir Barosu Başkanı Aydın Özcan'a ve Eski Yönetim Kurulu Üyesi Yavuz Hakkı'ya çalışmalarındaki başarıları nedeniyle plaket sunuldu. Toplantı, salon dışında yapılan toplu fotoğraf çekimiyle sona erdi. Haber : Osman Gazi OKTAY Fotoğraf : Süleyman AYDIN |
Posted: 11 Jan 2015 09:06 AM PST Kısa günün kârı hesabıyla yürütme erkinin,sahip olunan kamu gücünü fiilen icra eden memur ve bürokrat sınıfını " siyasi vandalizm " felsefesi ile etki ve tesir altına alarak yazılı hukuk kuralları ve uygulamada sabit olan teamüllerin aksine ulusal ve uluslararası mevzuatlara göre açıkça suç unsuru taşıyan eylem ve işlemlere mecbur ederek " 17/25 aralık operasyonları sonrasında kamuoyunun yakinen ve bizzatihi şahit ve malumat sahibi olduğu uluslararası düzeyde kara paranın mevcut bankacılık sistemi içinde aklanması tezgahında görüldüğü üzere " ilgili ve yetkili tüm kamu birimlerinin ve aktif çalışanlarının siyasi baskı,tehdit,yıldırma yada kamu otoritesinin emriyle icra edilen illegal eylemlerinin neticesinde ortaya çıkan ve kademeli olarak paydaşlara dağıtılan kâr havuzunda oluşan kirli paradan nemalandırmak yani amiyane tabirle doğrudan rüşvet vererek hukuk dışı olarak yaptırılan tüm bu icraatların son dem de ki faturası " tuzu her dönem her daim kuru olan ve hiçbir vakit yaş tahtaya basmama ve dünya yansa hakim olduğu saltanatından çöp dahi zayi etmeme hususunda kabiliyeti kati olan kamu idaresinin nöbetçi sahiplerinin şaşa ve debdebe üzerine inşa ettikleri sahte saltanatları değil,bu coğrafyanın asıl sahipleri olan bir milletin evlatları " uzun yıllar boyunca ayağın pranga vurulmuş mahkum misali " yediden yetmişe ödemek durumunda kalacaktır. " 3Y ( yolsuzluk-yoksulluk-yasaklar ) ile mücadele edecek partimizin siyasi program ve mevcut politikası bu formül üzerinde şekillenecektir " vaatleriyle umutsuz çaresiz yönetme kabiliyeti haiz olmayan ve neredeyse yarım yüzyıldır sadece belli bir klişe üzerinde siyaset ve çözümden ziyade sadece laf üretmekle makam ve mevki adına koltuklarını sağlamlaştıran kısır bir döngü içerisinde hareketsiz kalmaktan artık kangren noktasına gelmiş askeri vesayetin ve devlet adına asayişi ve güvenliği temin ediyorum gibi boş laflarla kamu yönetimi bölge bölge illegal yapılanmaların ve mafya artıklarının ellerine peşkeş çekilmiş " yapanın vuranın çalanın " yanı kâr kaldığı hesapsız ve sahipsiz bir Türkiye batağından ve tüm bu çalkantılı dönemin siyasi müsebbibi olarak görülen koalisyon ortaklığı ihtimalinden tabir yerindeyse bıkmış ve usanmış olan bir milletin teveccuhünü çok kısa bir süre içinde kazanarak elde ettiği politik başarının ardından ekonomik çalışma ve programlara ağırlık verilerek geçirilen ilk iki dönemi hariç tutarsak özellikle kendilerinin ustalık dönemi olarak ifade ettikleri 2011 genel seçimi sonrası elde edilen % 50 bandına yakın oy ortalamasının da verdiği rehavet ve güven ortamının akabinde " kamu idaresi içinde parti merkezli olarak kurgulanan yönetim zihniyetinin ülkenin her bir sathında yaygınlaştırılmış olmanın ve anayasa gereği birbirinden kesin ve kati çizgilerle ayrılmış ve her birinin diğerine karşı denetim üstünlüğünün olduğu ve bu şekilde bir çeşit otokontrol hakimiyetini sağlayan kuvvetler ayrılığı ilkesi içinde var olan " yasama yürütme ve yargı " bağımsızlığının,çıkarılan nitelik itibariyle anayasaya suç teşkil eden ısmarlama yasalarla yürütmenin lehinde güçlendirilmesi ve böylece hakim güç olan yürütmenin yani hükümetin yasama organını kendi şahsi çıkar ve menfaatlerine yönelik yasal düzenlemelerin vakit kaybedilmeden yapılması noktasında hızla çalıştırılması ve yürütme gücünün yasal ve anayasal denetimi yapmak vazifesi olan yargı erkinin de tamamen yürütme gücünün otoritesi ve güdümü altına alınarak iktidar aleyhinde hiçbir adli işlem yapamayacak şekilde siyasallaştırılması ve böylece tek adam otoritesine dayalı tek parti devleti hegamonyasının fiilen ve resmen Türkiye Cumhuriyeti Devleti idaresinin üzerine tek kelimeyle çökmüş olmasının neticesinde her şeyin en iyisini en güzelini en doğrusunu ve en mükemmelini yaptığını zan ve iddia eyleyen tek şahıs ve etrafına kümelediği danışmanlar tayfasının dümeninde güzel ülkem sonu belirsiz ve uluslararası arenada çok tehlikeli dipsiz mecralara sürüklenirken,ırak hükümetinin petrol ihalesinde tek taraflı olarak Türk menşeili firmalara karşı uyguladığı süresiz ambargo örneğinde olduğu gibi ben merkezli sorumsuz yönetim anlayışının fevri uygulamaların kaçınılmaz sonucu olarak ağır ticari siyasi ve bir sonra ki süreç olan hukuki bedelleri Türkiye Cumhuriyetinin tüzel kişiliğine ve bu devletin aziz evlatlarına ödettirilmek gibi acı bir reçeteyle karşı karşıya kalmak uzak bir ihtimal olmasa gerek Göstere göstere gelen ve bu noktaya gelinceye kadar toplumun hemen her kesinimi ki özellikle hamasi söylemlerle oy devşirdiği ve sonrasında utanmadan " biz olmazsak siz de yoksunuz sizler varlığınızı bizlere borçlusunuz " gibi boylarından büyük laflarla açıkça tehdit ettikler ve her seçim döneminde sabit varlıklarını daha da sabitleme adına " potansiyel oy sağmalı " olarak gördükleri mütedeyyin kesimleri ve sosyolojik farklılıklar ve çeşitlilikler içinde toplumsal barışın kaynaşmanın ve bu bağlamda sağlanan huzur ortamının kılcallarını teşkil eden farklı ritüellere dayalı cemaat cemiyet dernek vakıf gibi sivil toplum örgütlerini kullanan ve hatta saf ve temiz duygu,beklenti,ümit ve umutlarını sömüren " çok partili hayata geçildikten sonra en az 10 yılda bir fasılasız olarak tekrarlanan askeri vesayet ve ara rejim müdahalelerinden usanma noktasına gelmiş tüm toplularının " milli iradenin varlığını gölgelemeyecek ve idari sisteme dışarıdan müdahale etmeyecek demokratik bir sistem beklentisi " üzerinden de hareket ederek sözde darbe döneleriyle hesaplaşılıyor hesabıyla zahiren göstermelik olarak açılan kamu davaları neticesinde hasta yataklarından kaldıran ölüm döşeğinde bulunan ve neredeyse cezai ehliyet açısından akıl sağlıkları dahi yerinde olmayan 12 eylül darbesinin tepe isimlerinden hayatta alan iki generalini yargılayıp rütbelerini söktürerek " 80 yılında yapılan müdahaleden ve sorumlularından hesap sorduk diyecek kadar reklam üzerine bina edilmiş tabela siyaseti müstahsili olan bu zihniyet darbe dönemiyle sözde hesaplaşıyorum naraları atarak liberal ve sağ kesimin oylarını toplarken " o döneme ait olan 82 anayasasının hak ve özgürlükleri kısıtlayıp sınırlandırarak ve demokratik anlamda çoğulculuğu reddeden sayısız uygulama ve hükümlerini " değiştirme adına 12 yıl süresince tek bir adım dahi atmadan taassub otoritesine dayalı mevcudiyetini bu anayasal kılıfların ardına saklanarak güçlendirdi.. Öyle görünüyor ki,yalan dolan zarar ziyan isyan iftira ihanet gibi sivil siyaset mitolojisiyle bağdaşmayan kırk türlü illegal eylemlerin,cebri ve fevri işlemlerin akabinde varlığını garanti altına alan tek adam otoritesi ve etrafında kümeleşen nema sevdalısı yandaş taifesi ve tamamını gölgeleyen hanedanlık ahalisi ile Türkiye Cumhuriyetinin varlığına musallat olan idare kısa ve uzu vadede bu topluma çok daha ağır bedeller ödetecek.. Çözüm süreci adı altında devlet egemenliğinin şahsiyet ve onurunu ayaklar altına alarak çapulcu sürüsü militanlarını resmi devlet idaresi seviyesinde muhatap kabul ederek sonrasında bölge halkının oy potansiyelini lehine çevirme gayesi ile 40 yıldır yapılan fiili mücadelenin semeresinin nerdeyse alınacağı ve örgütün mâli,askeri,siyasi ve ideolojik anlamada ülke sınırları içinde varlığının tamamen bitme noktasına getirildiği ve kandil sırtlarında üç peş kaya parçasının arasına hapsedildiği özet olarak bu millete ve devlete uluslararası terör besleyicilerinin gözetim ve hamiliğinde musallat olan kanlı örgütünün her yönüyle bitme noktasına getirildiği bir dönemde " devlet adına doğrudan görüşmeler yaparak bölge üzerinde yaşayan kürt vatandaşlarının akıbeti geleceği ve belki de kaderlerini " militanların ve elebaşlarının insafına terk etme ihanetini gösteren ve bu uğurda kapalı kapılar ardında sayısız taviz ve vaatlerde bulunan acem işbirlikçisi diktatoryal sivil görünümlü vesayet idaresi " kan ve göz yaşı dindi artık çatış olmuyor ve barış yakındır " gibi kulağa hoş gelen söylemlerle bölge üzerinde var olan devlet egemenliği ve otoritesinin hukuken ve fiilen bitirme ve bdp bölgesinin tamamının idaresini militan tayfasına terk etme acziyetini çözüm süreci olarak yutturmaya çalıştıkları dönemim sonunda " karşılarında devlet otoritesi olarak bayat içi boş köhnemiş teslim olmuş oy için adeta yalvaran şerefi ve haysiyeti ayaklar altına inmiş bir kukla iktidar olmasından dolayı " iyiden iyiye arsızlaşan varlığını bitirmek yerine lojisitk askeri mühimmat teçhizat personel iaşe ve hepsinden önemlisi saha ve alan genişlemesi açısından rahat bir dönem geçirmenin de sağladığı huzur (!)ı ortamının neticesinde kurulduğu günden bu tarafa 84 ten beri tarihinin en güçlü ve operasyonel seviyesine ulaşan terör örgütünün " bu tarihten sonra 2011 – 2014 arası geride kalan 3 seçimden de terör örgütüyle yürütülen pazarlığın bölge insanı üzerinden siyasi kazanımlarını alan parti ve başında bulunan otoritenin " tüm bu siyasi kazanımlarının ardından örgüte verdikleri bilinen yada bilinmeyen söz ve tavizlerin bir an önce hayata geçirilmesi ve örgüt elemanlarının bölgesel otorite içinde söz sahibi olma isteklerinin frenlenmesi yada çözüm adı altında yapılan görüşmelerin aksatılması durumunda tarihinin hiçbir döneminde olmadığı kadar güçlenen ve yine hükümetin bir icraatı olarak sınır bölgemizi mesken tutan ışıt belası bahanesiyle uluslararası başat güçlerden " ağır silah ve mühimmat takviyesi " alan ve bu yönüyle dağlarda gezen teröristten ziyade profesyonel ordu birliklerini andıran pkk terör örgütünün " hükümet ile yaptığı sayısız müzakerelerin sonunda geri adım olarak nitelendireceği " herhangi bir eylem sonrası tekrar ve yeniden başlaması muhtemel olan taaruz ve fiili saldırılardan en fazla zararlı çıkacak olan maalesef ki yine bu milletin aziz evlatları olmayacak mıdır ? Yetki ve sorumluluk birbiriyle eşdeğer olan iki kavramdır.her şahıs,kurum yada kuruluş yetkisi mislinde aynı derecede sorumludur bugün ülke idaresini tekelinde bulunduran güruh yasa gereği sahip oldukları yetkilerle saltanat ve hükümranlıklarının sefasını sürerken bu süre zarfında mesuliyetleri dahilinde olan tüm işlerin aynı ölçüde sorumluluklarını da üstelenmek durumundadır. Maç kazanılınca şahsi başarısını ön planda tutan ama maç sonu istediği sonucu alamayınca takım oyuncularında kabahat bulan uyanık teknik adamlar gibi bu ülkeyi ateşe attıktan sonra Çankaya tepesinin seyir terasından olan biteni uzaktan seyretme arzusu ütopik bir hayal mahsülünden başka bir şey değildir..her kim kamu adına sahip olduğu yetkiyi kullanma yada kullanmama noktasında hata yada noksanlık yaptı ise yahut ihmal yada suistimale sebebiyet verdiyse bunun bedelini er geç kamu adına ödeyecektir ki devlet ve dahi millet Varolsun….. Aksi bir durumda " adalet dümeni olamayan idare gemisinin batması adettendir " ifadesinin özet mahiyetinde işaret buyurduğu gibi / bir yiğit vardı gömdüler şu karşı bayıra türküsü eşliğinde ki ( Rabbim öyle bir gün göstermesin ) egemenliğimizin mevcudiyeti 2023 yılını hedef gösteren basiretsiz zihniyetin şovanist eylemleri karşısında inkıtaya uğrayabilir…. Malum-u İlam pembekonak@hotmail.com http://twitter.com/rasyonelboyut |
10 Ocak Çalışan Gazetecilerin Mücadele Posted: 11 Jan 2015 07:07 AM PST Yalnızca 2014 yılında 217 gazetecinin "DARP" edildiği, Yalnızca 2014 yılında 900'e yakın gazetecinin, yazar ve medya çalışanının işine son verildiği, Yalnızca 2014 yılında 83 gazetecinin istifa ettiği/ettirildiği, Yüzlerce gazetecinin işsizlik nedeniyle yaşam kavgası vermek zorunda bırakıldığı, 10 Ocak 1961 tarihinde yürürlüğe giren, Gazetecilerin ekonomik, sosyal ve sendikal, haklarını güvence altına alan 5953 sayılı Basın İş Kanunun işlevini tümden yitirdiği Ülkemizde ve bölgemizde; küresel ve bölgesel oyunlarda gazetecilerin örtülü ajan olarak kullanılmaya başlandığı. Haberlerin; gazetesini, asıl işlerinin yürütülmesinde bir silah olarak kullanan Patronun çıkarına göre şekillendirildiği, Medya patronlarının baskısı altında çalışan gazetecilerin sendikal örgütlülükten yoksun bırakıldığı, Gazete çalışanlarının Sosyal, Ekonomik hiçbir güvencesi olmaması nedeniyle işverene göre haber yapmak zorunda bırakıldığı, Bir süreçte 10 Ocak'lar bayram olma özelliğini kaybetmiş, "Çalışan Gazetecilerin Mücadele Günü" olmuştur. Dürüst, namuslu, ahlaklı, mesleğini tüm olumsuzluklara karşın, tarafsız, yansız yürütmeye çabalayan gazeteci ve gazete çalışanlarının, bu onurlu ve haklı savaşımlarında yanlarında olduğumuz/ olacağımız bilinç ve inancı ile "10 Ocak Çalışan Gazetecilerin Mücadele Günü"nü KUTLUYORUZ. Yönetim Kurulu Adına: Mahmut ÖZYÜREK Ulusal Eğitim Derneği Isparta Şube Başkanı |
24 Ocak'ta Devrim Şehitlerini Anıyoruz Posted: 11 Jan 2015 07:03 AM PST 24 Ocak 1993'te öldürülen gazeteci-yazar Uğur Mumcu ile 31 Ocak 1990'da öldürülen Prof. Dr. Muammer Aksoy'un ölüm yıldönümlerini belirleyen 24 Ocak-31 Ocak günleri arasındaki hafta 'Adalet ve Demokrasi Haftası' olarak anılmaktadır. Emperyalizmin kanlı, karanlık ilişki ağlarını halkın anlayabileceği bir dil ve yöntemle açığa çıkaran aydınlarımız, halkımızın yarınlarını çalan, işbirlikçi, devşirilmiş çetelerin kumpas ve tertipleri ile birer birer aramızdan alınarak katledilmişlerdir. "Özgürlüge adanmış bir top cicek gibi" kanları dökülen aydınlarımızı; Muammer Aksoy , Turan Dursun, Bahriye Üçok, Uğur Mumcu, Çetin Emeç, Ahmet Taner Kışlalı , Abdi İpekçi, Esref Bitlis, Gaffar Okkan, Necip Hablemitoğlu ve aramızdan alınan tüm devrim şehitlerimizi hep birlikte anıyoruz. Tüm Kemalist, cumhuriyetçi, devrimci, yurtseverlerle birlikte olmayı diliyoruz… ISPARTA ULUSAL GÜÇ BİRLİĞİ BİLEŞENLERİ |
Posted: 11 Jan 2015 07:00 AM PST |
Siyasal İktidar ve Paralel Yapı Posted: 11 Jan 2015 06:51 AM PST 2015 yılına girerken siyasi liderlerin yeni yıl mesajları yayınlandı. Bir ülkenin en yetkilisinin barış ve huzur dilemesini beklerken, "Karanlık odaklar, hain eller, ahlaksız darbeciler." diye seslenmesi bu çatışmanın önümüzdeki siyasal iklimde önemli yer tutacağını gösteriyor. Paralel sözcüğü geometrik bir tanımdır. Eşit uzaklıkta, aynı doğrultuda ve aynı yönde sonsuza uzanan iki doğrudur. 12 yıldır süren ortaklık ne oldu da bir savaşa dönüştü. Burada cemaat tabanındaki samimi, dürüst, dindar binlerce insanı ayrı düşünmek gerekir. Bu çatışma 7 Şubat 2012 tarihinde MİT krizi ile gün yüzüne çıktı. Özel yetkili mahkemelerin özel savcısı MİT müsteşarını ifadeye çağırdı. Buna karşı dönemin başbakanı özel yasa çıkararak müsteşarını korudu. Yargı ne istiyordu MİT'ten bilmiyoruz. Bir devlet için istihbarat en önemli kurumlardan birisidir. Daha sonra dershaneler krizi derken, yolsuzluk ve rüşvet iddiaları patladı. 17 – 25 Aralık operasyonları ile işler iyice karıştı. Konuyla ilgili olan savcı ve yargıçlar, kolluk kuvvetleri görevlerinden alındı. Yerlerine yenileri atandı. Şimdi ise o dönemin muktedirleri mağdur duruma düştüler. Siyasi görüşlerimiz farklı da olsa demokrasiyi içselleştirmeliyiz. Filozofun dediği gibi "Düşüncelerine katılmıyorum ama, senin düşüncelerini savunma hakkını sonuna kadar destekleyeceğim." diyebilmek erdemli bir duruştur. Demokratik hukuk devletlerinde adalet herkes için gereklidir. Dünyanın her yerinde hukuk dışı bir zalimlik varsa, zulüm varsa direnen de olur ve geç de olsa adalet yerini bulur. Cezaevinde bırakın aylarca, yıllarca haksız yere yatmayı, bir gün bile yatmanın ne olduğunu yaşayanlar bilir. Ülke içinde güvenliğin - asayişin sağlanması, dış güçlere karşı bağımsızlığımızın korunması, yargı ve güvenlik kuvvetlerinin görevini huzur içinde yapması, bağımsız yargı güveninin zedelenmemesi devletin asli görevleri arasında yer alır. Mütedeyyin kesimde siyasi görüş olarak ikisinden birini onaylamak gibi bir psikolojik ruh hali mevcut. İki yanlıştan bir doğru çıkmaz. Siyasal görüşünüz ne olursa olsun önemli olan, demokrasi ve özgürlükleri herkes için savunmaktır. Her türlü darbenin (asker – sivil) bize öğrettiği yalın gerçek budur. Demokrasi mücadelesi bu eksende yürürse başarılı oluruz. Ahmet Fuat ÖZKAN |
Belediyeler, Halkın Zenginleşmesini Sadece İktidarlardan Beklememeli Posted: 11 Jan 2015 06:45 AM PST Prof. Dr. T. Ayhan Çıkın ile, emeklilik sonrası yaptığı çalışmalara ilişkin bir görüşme gerçekleştirdik. 2000 yılında yaşamını yitiren bir emekçinin kalbinin, kendisine nakledilmesi sonucu yaşamını sürdüren Çıkın, şiir yazmaya, kooperatifçilik konusunda halkı bilinçlendirmeye, hem sosyal medya hem de yapılan söyleşilerle sürdürüyor. Kendisine yapılan organ bağışıyla yaşamını sürdürdüğü için; organ bağışını canlı tutabilmek ve arttırabilmek için şiir ve yazılar kaleme alarak ''Başka Yürek'' sayfasında yayımlıyor. Kooperatifçilik konusunda uzman olan Çıkın, kendisine ihtiyaç duyulduğunda; belediyeler ve emekçilerin yanında oluyor. Eğitimde kooperatifçilik konusunda kafa yoran Çıkın, Bursa'da başlatılan eğitim kooperatifçiliğini incelemiş. Türkiye'ye yayılması için tartışılıp, geliştirilmesi gerektiğini düşünüyor. Yerel iktidarların aldığı kararlar, genel iktidarca desteklenmediği sürece başarının zor olacağını belirten Çıkın, yerel yöneticilerin insan, toprak ve sanayi kaynaklarını inceleterek, bu güçlerin ortak paydada birleşmelerini sağlamaları durumunda; kendi bölgelerinin zenginleşmesini sağlayabileceklerini belirtti. Bölge halkının kendi yerli kaynaklarını kullanmaları konusunda bilinçlendirilmesi gerektiğini vurgulayan Çıkın, ''Milas'ta; ülkemizin tat ve yumuşaklık açısında sayılı su kaynaklarından birinin suyu şişelenmesine rağmen; lokantada bir başka marka su önünüze getirilebiliyor'' dedi. Tüccarın, zeytinyağını Türkiye ortalaması üzerinden satabildiğini, Milas'ta 10 lira olan yağın, İzmir'de 9 liraya alınabildiğini, üreticinin tüketiciyi, tüccarın üreticiyi, büyük sermayedarın tüccarı soymaya çalıştığını; Bu durumun da fiyatı yükselmesine neden olduğunu açıkladı. Çıkın, üreticinin kooperatifleşmesinin sağlanması durumunda, daha ucuza daha kaliteli ürünü edinmenin olası olduğunu söyledi. Köy- Koop'un tarım alanındaki önemli kooperatifleşme örneklerinden biri olduğunu belirten Çıkın, benzeri kooperatiflerin, ürünlerini belediye pazarlarında ve şirketlerinde sergileyememekten şikayet ettiklerini açıkladı Çıkın, ''Ben öğretim üyesi olarak çalışırken, Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi ürünlerini, aynı üniversitenin Tıp Fakültesi Hastanesi'ne veremedik'' dedi. Tarım ekonomisi ve şiir üzerinde çalışma yürüten Çıkın, yazılarını, sosyal medyada açtığı ''Zaman Çiçeği'', ''T. Ayhan Çıkın Şiirleri'', '' Başka Yürek'', ''Yerel Kalkınma ve Belediyeler'', ''Kooperatifçinin Desteği'' sayfalarında paylaşıyor. Hacettepe Üniversitesi Hastanesi'nde çalışan, kalp yetmezliği yaşayan bir doktorun eşinin kendisini aradığını, ablası kalp bağışı bekleyen bir psikolojik tedavi merkezi sahibinin evine gelerek görüştüğünü, kendisinin de organ bağışı bekleyen hastaları ziyaret ederek moral vermeye çalıştığını belirten Çıkın, kalp nakli olduğu 2000 yılından sonra yazdığı şiirlerini, Başak Hülya Ekmekçi'nin müzik eşliğinde görsel sunuma dönüştürdüğünü söyledi. Zaman Çiçeği ve Ortak Kalpler Türküsü adlı iki basılmış şiir kitabı olan Çıkın, ''Başka Yürek'' ve ''Zeytinci Hurşit'' adını vermeyi düşündüğü iki şiir kitabını ve ekonomi ve kooperatifçilik konusunda yayımlanmış yazılarını da kitap olarak basıma hazır hale getirdiğini açıkladı. Haber ve fotoğraf : Osman Gazi OKTAY |
Posted: 11 Jan 2015 06:40 AM PST |
Kaybedeceğimi bile bile “Isparta Şehir Hastanesi” Posted: 11 Jan 2015 06:29 AM PST Akfen Holding tarafından kamu-özel sektör işbirliği (PPP) modeli ile755 yatak kapasiteli Isparta Şehir Hastanesi'nin proje tanıtımı 09 ve 10 Ekim 2014'de yapıldı. Proje tanıtım toplantısına, Akfen Holding üst düzey yöneticilerinin yanı sıra Isparta Valisi, Kumu kurum ve kuruluşları, özel sektör, Sivil toplum Örgütleri, Meslek Odaları ve Basın Kuruluşlarının temsilcileri katıldı. Akfen Holding üst düzey yöneticilerinin verdiği bilgiye göre, özelleştirilerek kapatılan Sümer Halı Fabrikasına ait ve bedelsiz olarak Akfen Holdinge tahsis edilen 198 bin metrekare alana yapılacak olanIsparta Şehir Hastanesinin İnşaat süresinin iki yıl olacak. Akfen Holding; projenin tasarım, finansman, inşaatı, donanım tedariği de dâhil olmak üzere işletmeye hazır duruma getirilmesi karşılığı olarak25 yıl süre ile hastaneyi işletecek. Başka bir anlatımla, devlet hem bu binanın (hastanenin) kiracısı hem de hizmet satın alıcısı olacak. Yani kendi binasında kiracı, hizmetinde taşeron Sağlık Bakanlığı'nın "devlet hastanesini"Akfen Holding yönetecek. Akfen Holding'e biraz daha yakından bakalım. Başında Hamdi Akın'ın olduğu Akfen Holding'in özellikle AKP hükümetleri döneminde gösterdiği hızlı gelişme dikkat çekiyor. İhsan Doğramacı'nın sahibi olduğu Bilkent Holding'le ortak kurulan TAV (Tepe-Akfen Ventures) ile çok sayıda havalimanı işletmesini alan Akfen, liman özelleştirmelerinin de değişmez ismi oldu. Akfen aynı zamanda, Irak işgaliyle semiren ve ABD ordusuna hizmet için yanıp tutuşan şirketlerin başında geliyor. Akfen'e ait tanıtımlarda okuyana, işbirlikçiğin ve onursuzluğun bu kadarı da olmaz, dedirten şu ifadeler kullanılıyor: "Akfen İnşaat Irak'ta Amerikan Askerlerine hizmet vermekte olup, Kellogg, Brown & Root firması ile yapmış olduğu sözleşmeye istinaden; atık arıtma, çelik konstrüksiyon işleri yapmakta, yemekhane, çamaşırhane işletmekte ve yüksek kalite internet teknolojisi kullanımını sağlamaktadır. Firmamız, Amerikan Ordusunun Askeri Kamplarına tam destek vermek ve büyük ölçekli Hükümet Projelerinde yer almak, deneyimlerini daha geniş bir yelpazede sunmak arzusundadır." İşgal güçleri Iraktasömürü amacıyla yıkım-yağma-ölüm saçacak, yüzbinlerce insanı katledecek, AKFEN HOLDİNG bu katliama "yeşil dolarlar kazanmak" adına sınırsız destek sağlayacak, hizmet sunmak için yanıp tutuşacak… Bizde Isparta "Şehir Hastanesi'nin ölü soyucusu Akfen Holding tarafından inşa edilecek olmasını alkışlayacağız öylemi? Akfen Holding konusunda bu kısa açıklamadan sonra konumuza dönelim ve soralım. Peki, nedir bu Kamu Özel Ortaklığı? Kamu-Özel Ortaklığı, uluslararası alanda bilinen adıyla PPP (Public Private Partnership), bir finansman modelidir. Devletin sunacağı mal ve hizmetlerin, yapım işlerinin bütçe yetersizliği nedeniyle ertelenmesinin veya yapılamamasının önüne geçmek amacıyla kullanılmaktadır. Kamu Özel Ortaklığı'nın fikir babası emperyalizmin kurnaz mimarlarından biri olan Milton Friedman'dır. Friedman, Emperyalist sistemin tıkandığı, geniş halk yığınlarının sömürüye karşı başkaldırdığı 70'li yıllarda, "kitleler uyanmadan" sömürü çarkının yürütebilmesinin "inceliklerini"ortaya koyduğu modelin adıdır "Kamu Özel Ortaklığı" Friedman'ın ortaya atıp olgunlaştırdığı bu yok etme projesinin ilk laboratuarı ise 11 Eylül 1973'te faşist ve kanlı darbe ile Salvador Allende'yi katleden Şili diktatörlüğü oldu. Friedman, Askeri Diktatör Pinochet'nin danışmanı olarak ilk elden uygulamayı denetledi. Şili diktatörlüğünde test edilen"Kamu Özel Ortaklığı" projesine, Uluslararası Para Fonu (IMF), Dünya Bankası (DB) ve Avrupa Birliği(AB) Uluslararası kaynak desteği sağladılar. İşte Türkiye'deki Sağlıkta Dönüşüm Programı, "Kamu Özel Ortaklığı" projesi RTE'nin "8 yıllık rüyası" değil, bir IMF, DB ve AB projesidir.. Bu çıkarsamayı doğrulamak için Türkiye'nin AB'ye verdiği taahhütlerden oluşan, adına neden "Ulusal Program" dendiği belli olmayan belgeden okuyalım. "Sağlık Bakanlığının yeniden yapılandırılması, devlet hastanesi, sigorta hastanesi ve kurum hastanesi ayırımının kaldırılarak tüm hastanelerin tek çatı altında toplanması ve hastanelerin idari ve mali yönden özerk bir yapıya kavuşturulmasına yönelik olarak başlatılan çalışmaların tamamlanması amaçlanmaktadır."(Ulusal Program, 2002) Şimdi anlaşıldı sanırım bu "Kamu Özel Ortaklığı"nın kimin rüyası olduğu. Türkiye'de Kamu Özel Ortaklığı; 21.02.2013 tarihinde kabul edilen,08.03.2013 tarihinde yürürlüğe giren 6428 sayılı "Kamu Özel İş Birliği Modeli ile Tesis Yaptırılması, Yenilenmesi ve Hizmet Alınması" hakkındaki kanuna göre yürütülmektedir. Ancak"Kamu Özel Ortaklığı" projesini yalnızca bu yasa ile ele almak bizi yanılgıya götürür. Yasal dayanakları, kuruluş amaçları bakımından "Kamu Özel Ortaklığı" projesi, AB'nin kurnaz mimarlarınca dayatılan, aynı zamanda "bölgeselleşmiş devlet" projesi olan "Kalkınma Ajanslarının"önemli, ayrılmaz ve vazgeçilmez bir parçasıdır. AB'nin 15 üye Ülkesinde toplam 65 milyon insan, fakirlik sınırındaAB'nin 25 üye ülkesinde bugün yaklaşık 20 milyon işsiz, AB'nin 15 Üye Ülkesinde toplam 37 milyon yardıma muhtaç fakir bedensel ve zihinsel engelli, AB'nin 15 üye ülkesinde 3 milyon evsiz insan dururken, İspanya'da 20 bin, İtalya'da 78 bin, Almanya'da 7.789, Belçika'da 3.445, Fransa'da ise 1.200 doktor işsizken AB'nin kurnaz mimarları niçin, Türk halkının sağlığına yatırım yapılması için kredi musluklarını sonuna kadar açar? Türk halkının sağlığı Uluslararası Para Fonu (IMF), Dünya Bankası (DB) ve Avrupa Birliği(AB)nin hiç umurunda değil. .Türkiye'de sağlık ciddi, bakir bir rant kapısıdır. Türkiye'de bir yıl içinde özel-kamu tüm sağlık kuruluşlarına 2010'da 539 milyon başvuru gerçekleşirken, 2011'de bu sayı 72 milyon artarak 611 milyona çıkmış. 2013 yılında kamu hastaneleri kurumuna toplamda günlük ayaktan başvuran hasta sayısının 766 bin, acil servise gelen sayısının ise 232 bin. Yalnızca 2011 yılında hastanelerde yapılan muayene ve reçetelerden alınan katkı payı 3 milyar 512 milyon TL dolayında. Katkı paylarına yapılan %23,6 oranındaki artış sonucunda 2012 yılında vatandaşın cebinden 831 milyon 329 bin TL fazladan para çıkmış. Böylece toplanan katkı payı miktarı 4 milyar 344 milyon TL ye ulaşmış. 2014 Ocak-Haziran döneminde sağlık hizmetlerine ulaşma yüzde 4.26 zamlandı. SGK anlaşmalı özel hastanelerde hastadan alınan fark %200 artırıldı. Türkiye'de sosyal devletin çökertilmesi ile ortaya çıkan bu tablo, dizginsiz bir şekilde azami kar elde etmek hırsıyla dünyanın her yerinde kan döküp, savaş çıkaran emperyalizmin doyumsuz iştahını kabartmaktadır. Demek ki "Isparta Şehir Hastanesi" Isparta ve bölge halkına sağlık hizmeti sunmak amacı ile değil ; Birincil olarak; Bölgemizdeki parasız tüm sağlık hizmetinin tasfiyesi, devlete ait sağlık kurumlarının tümüyle özelleştirilerek sağlık alanının yerli ve yabancı büyük sermaye açısından kârlı bir yatırım alanı haline getirilmesi ve böylelikle bütçeden bu kamu hizmetine ayrılan kaynakların da büyük sermayeye farklı biçimler halinde aktarılması amaçlı kurulmaktadır. İkincil olarak, sağlık emekçileri(doktor, hemşire ve diğer) iş güvencesinden yoksun, sözleşmeli, esnek çalışmaya uyum sağlamış ucuz işgücü haline getirilecektir. Konuya biraz daha yakından bakalım. 1. Akfen Holdinge 198 bin metrekare hazine arazisi (Kapatılan Sümer Halı Fabrikasının arazisi) 25 yıllığına ücretsiz tahsis edildi. 2. Akfen Holding yapacağı hastaneyi donatacak, ancak cerrahi branşlardan, morg, restoran işletmesi, hastalara dağıtılan yemekler, hastaneye ulaşım, güvenlik, temizlik, kantin, otel, eczane, radyoloji hizmetleri ve gasil hane vb. hizmetler ihaleyi alan Akfen Holding tarafından verilecektir 3. Akfen Holdinge 25 yıl boyunca hem bina kirası hem de bu "kamu hizmetleri" karşılığında hizmet bedeli ödenecek. (Burada kısa bir açıklama yapalım. Akfen Holding 25 yılda sabit yatırımlarının 5,5 ila 11,5 kat kadarını devletten "kira" adıyla alacak. Yani Akfen Holding 30 ay içinde veya en geç 60 ay içinde sabit yatırımlarını amorti edecek.) Anlayacağınız devlet 2,5-5 senelik "kira" ücretiyle aslında bu binaları ve donanımları kendisi yapabilirdi. 4. Akfen Holding hastanenin etrafında yapacağı taksi durağından kreşe kadar tüm ticari alanları da işleterek gelir elde edecek. 5. Yetmiyor. Akfen Holding, hizmet ve mal alımları dâhil olmak üzere KDV'den, Damga Vergisinden ve harçlardan muaf tutuluyor. 6. Yetiyor mu? Yetmiyor, Akfen Holdingin bu binaları yapmak için aldığı/alacağı uluslararası kredilere devlet tam Hazine garantisi sağlıyor. 7. Yetiyor mu? Yetmiyor. Devlet, "Isparta Şehir Hastanelerinin" yüzde 70 doluluk oranıyla çalışacağını, yani "müşteriyi" garanti ediyor. Eğer doluluk %70 in altına düşerse, boş yatak bedelleri Devlet tarafından ödenecek.. 8. Yetiyor mu? Yetmiyor. Akfen Holding hastanede kullanacağı tıbbi teknoloji, ilaç, vb. hepsini dışarıdan getirecek. Bu işlem Holding için ayrıca bir "rant" sağlayacaktır. 9. Yetmiyor. Şehir hastanesi hizmet vermeye başladığında, Rakip olmaması için Isparta Devlet Hastanesi ve Eski SSK hastaneleri kapatılacak, tüm bina ve arazileri Akfen Holdinge bedelsiz tahsis edilecektir. Akfen Holding bu arazileri büyük bir olasılıkla AVM veya 7 yıldızlı otel yapımı için kullanacaktır. Peki, bu paralar kimin cebinden çıkacak? Bizim ödediğimiz vergilerden sağlanacak. Neden dünyanın en pahalı benzinini kullandığımızı sanıyorsunuz? Daha bitmedi. Şehir hastanesi hizmet vermeye başladığında, Isparta halkının sağlık giderleri 4-5 kat artacak. Neden diye soracağınızı biliyorum. Çünkü: Sistemin gereği olarak Hastane ticarethaneye, hasta ise müşteriye dönüştürülmüştür. Bu durumda daha fazla para kazanma hırsıyla hastalara gereğinden fazla tetkik ve ameliyat dâhil tedavi yöntemleri uygulanacak, hastalar hastanelerde gereğinden fazla yatırılacak. Artık devlet Koruyucu sağlık hizmetlerine yatırım yapmayacak. Bu nedenle de artık adını unuttuğumuz Salgın hastalıklar( verem, tifo, tifüs, sıtma, çiçek vb.) yeniden hortlayacak. Diğer taraftan Şehir hastanesi açıldıktan sonra özel hastaneler ile SGK arasındaki anlaşma İptal edilecek. SGK Getirisi fazla olmayan klasik bazı branşlar dışındaki, muayene ve tedavi giderlerini özel hastanelere ödemeyecek. Örneğin (KVC, onkoloji, organ nakilleri vs. ) Böylece ilimizdeki özel hastanelerin birer birer kapılarına kilit vurulacak. Buralarda çalışan sağlık personeli ya işsiz kalacak, ya da en düşük ücreti kabul ederek şehir hastanesinde (bulabilirse) çalışacak. Büyük bir olasılıkla bu açıklama 2015 seçimi sonrası yapılacaktır. İşin en acı yanı bütün bu planlar ülkemiz insanlarının geleceğini daha sağlıklı kılmak için değil, İnsanımızın daha fazla hasta olması, ulus ötesi sermayenin ve Türkiye'deki taşeronlarının daha fazla kazanması için yapılıyor. Hâlbuki çok basit ve ucuz tedbirlerle çok daha sağlıklı bir Türkiye oluşturulabilir. " Her şey daha iyi ve güya ucuz" diyerek yurttaşlarımız "sağlıkta dönüşüm", şehir hastaneleri" hapı ile uyutuluyor. Kaba yalanlarla, gerçekler alçakça çarpıtılarak, soygun ve sömürünüm kanlı dişlisi çevriliyor. Kamu Özel Ortaklığı adı altında "torunlarımızın bile ödeyemeyeceği" katrilyonlarca liralık borçların altına imzalar atılarak sağlığımız uluslararası konsorsiyumlara kurban ediliyor. Daha önce Ispartalıların bir kesimi, hatta kimi sözde Atatürkçüleri tarafından "Kalkınma Ajanslarına karşı çıktı", "Kent Konseylerine de karşı çıktı" diyerek şiddetle eleştirildiğimi, hatta kınandığımı biliyorum. "Isparta Şehir Hastanesine" bu karşı çıkışım da eleştirilecek. Ancak tüm bunlara Özdemir Asaf'ın özlü bir sözü ile yanıt vereyim. "Kaybedeceğini bile bile neden mücadele ediyorsun dedi, öleceğini bile bile yaşadığını unutmuştu o an…Bozmadım" 05.01.2015 Isparta Mahmut ÖZYÜREK |
You are subscribed to email updates from Sözcü Haber To stop receiving these emails, you may unsubscribe now. | Email delivery powered by Google |
Google Inc., 1600 Amphitheatre Parkway, Mountain View, CA 94043, United States |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder