GÜNDEM


More

Sözcü Haber

Unknown on : 26 Ocak 2015 Pazartesi 0 YORUMLAR
Unknown
ETİKETLER :

Sözcü Haber


Eğitim ve Kadın Sorunu

Posted: 25 Jan 2015 05:17 AM PST



Geçtiğimiz hafta Cumhuriyet,aydınlanma ve ulus devlet düşüncesinin doğduğu yer olan Fransa'nın başkentinde 12 kişi katledildi. Dün 1,5 milyon insan Paris'te yürüdü, terörü lanetledi. Bizde ise Sultanahmet turizm bürosuna saldıran canlı bomba terörist kendisi ölürken bir polisimize de şehit etti. Bu olay Paris terörünün gölgesinde kaldı,yeterince aydınlatılmadı.

Ortadoğu'yu cehenneme çeviren orta çağ kalıntısı gerici terörü besleyen,silah dağıtan büyük güçler, soğuk savaş döneminde dinci örgütlenmeleri teşvik etmediler mi? Uzun erimde terörü ve gericiliği yenecek tek güç aydınlanma ve demokrasi düşüncesidir. Bu da eğitim sisteminin laik,eleştirel ve bilimsel olmasıyla gerçekleşir. Laik, aydınlanmacı bilimsel eğitim olmadan kalkınamayacağımızı bilmeliyiz. Siyasal iktidarın her yıl yaptığı değişliklerle eğitim programlarının içi boşaltıldı, bilimsellikten uzaklaştırıldı. Son 4+4+4'le ders çeşitliliği, sayısı ve saati sürekli arttırılan inanç temelli dersler aracılığı ile öğrencilere kadercilik anlayışı aşılanarak, edilgen bir kişilik geliştiriliyor. Diğer yandan kendisi gibi düşünmeyen insanların düşüncelerine,saygılı ve hoşgörülü davranamayan gençlik, günlük hayatta karşılaştığı sorun ve problemlere dinden aldığı referanslarla çözmeye kalkıyor. Bu durum " Dindar ve kindar." bir gençliğin yetişme nedeni olacaktır. Bu yüzden sorunun kaynağı eğitimdir,diyoruz. Kutsal mekan yeri olan cami, inancın yeridir,tartışılmaz,örtülü girilir. Okul ve üniversiteye başını örterek giren öğrenci,daha baştan bilimsel düşünceyi reddeder.

Emperyalizme karşı bağımsızlık savaşı verilerek kurulan Türkiye Cumhuriyetinde, padişahlık ve hilafet düzeni daha iyi sayılır oldu. Kadının toplumsal yaşam içindeki yerinin ve işlevinin dinsel açıdan belirlenir olması bunun kanıtıdır. Kadın ve erkeğin aslında eşit olmadığı vurgusundan hareketle, kadın toplumsal yaşamdan yalıtılarak kapalı bir dünya da yaşatılmak isteniyor. Kadın ve erkek elbette farklı biyolojik yapılara sahiptir. Ancak toplumda ki hakları görev ve sorumluluklar açısından eşittir. 21.yy.da kadına biçilen rol; bilim,sanat,ekonomik,siyasal ve sosyal yaşamdan uzak, erkek egemen bir toplumda erkeğe boyun eğen anlayış olmamalıdır. Sağlık Bakanının "Anneler, annelik kariyerinin dışında bir başka kariyeri merkeze almamalıdır." sözü kadına çalışma hayatından çıkış kapısı aralıyor. Üç ve daha çok çocuk doğurma teşvikleriyle gelmekte olan ekonomik krizin taşıracağı işsizlik havuzu belli bir seviyede tutulmak isteniyor.

İslam inancına göre kadın erkekten sonra gelir,erkek egemenliği altında yaşar. İslam coğrafyasında kadın erkek eşitliğine ulaşmak için aydınlanma ışığında laik ve bilimsel eğitim yolunda daha çok yol almak gerekir.

A.FUAT ÖZKAN

AB Mandacıları vatana ihanete teşebbüs halindedirler

Posted: 25 Jan 2015 03:45 AM PST




CHP Genel Başkanı Kemal KILIÇDAROĞLU, "Stratejik İletişim Merkezi" (STRATİM) tarafından 19 Ocak 2015'te düzenlenen ve Mercator Vakfı ile Avrupa Birliği delegasyonu tarafından desteklenen "5. İstanbul Forumu'na" katıldı.

 K.KILIÇDAROĞLU, nam-ı diğer DersimliKemal, bu toplantıda yaptığı konuşmada;

 "Biz Türkiye'nin AB üyeliğini demokrasimiz, ekonomimiz ve toplumumuz için vazgeçilmez bir hedef olarak görüyoruz. Türkiye'de otoriter bir rejim inşa etme hevesinin hız kazandığı bir dönemde AB'yi bir demokrasi çıpası olarak görüyoruz." "Partimizin önceliği ülkemizin AB'nin temsil ettiği çağdaş değerlere kavuşmasıdır". "Zira AB savaşa karşı barışı, yoksulluğa karşı refahı savunanların çok önemli bir projesidir."

Gerçekten böyle midir? Bilindiği üzere "AB Anayasası ve AB Müktesebatı, 29 Ekim 2004 tarihinde Roma'da, AB'nin o günkü 25 üyesinin devlet ya da hükümet başkanları Avrupa Birliği Anayasasını ilke olarak kabul edip imzaladılar. AB'ni 27 üye devletinin tümü, AB Anayasasını, Lizbon Anlaşması ile yapılan değişikliklerle birlikte kabul etmiştir. AB Anayasasını kabul etmeyen bir ülkenin AB'ye aday üye olması ya da o ülke ile Müzakerelerin başlaması düşünülemez, Bu nedenle Türkiye'yi temsil eden Abdullah Gül-Recep Tayyip Erdoğan ikilisi de, AB Anayasasını kabul ettiklerini bildiren bir belgeyi imzaladılar."(1)

Müzakerelerin amacı, AB Müktesebatının tamamının Aday Ülkede uygulamaya konulmasını sağlamaktır. AB Müktesebatı yaklaşık 100.000 sayfanın üzerindedir.
Türkiye, AB'ye üye olabilmek için, AB Müktesebatının tamamını, yani 35 bölümün tümünü birden kabul etmek zorundadır. İşte, AKP hükümetinin Türkiye adına, tamamını kabul ettiği AB Müktesebatının 23. ve 24. bölümlerinde, şu kurumlar, kuruluşlar ve uygulamalar yer almaktadır:

Avrupa Adalet Kurumu (Eurojust)
• Avrupa Birliği Savcılığı (European Public Prosecutor)
• Avrupa Polis Teşkilatı (Europol)
• Avrupa Tutuklama Emri (European Arrest Warrant)
Yazıyı uzatmamak adına burada yalnızca "Avrupa Tutuklama Emri" ne ilişkin kısmını, Araştırmacı –Yazar Sn. Yılmaz Dikbaş'ın sağlam belgelerle gerçekliğini kanıtladığı "Avrupa Birliği Tabuta Çakılan Son Çivi" kitabından yararlanarak açıklayamaya çalışalım.
  "• Avrupa Tutuklama Emri (European Arrest Warrant) ile ilgili çerçeve karar, 13 Haziran 2002 tarihinde alındı. Bu karar 7 Ağustos 2003 tarihinde yürürlüğe girdi. Avrupa Tutuklama Emrinin yasal olarak uygulanmasına 1 Ocak 2004 tarihinde başlandı. 1 Ocak 2004 tarihi itibariyle Avrupa Birliği yargı organlarına, tüm AB üye ülkelerinde Tutuklama Emri çıkarma yetkisi verilmiştir. Adına, Avrupa Tutuklama Emri (ATE) denilen bu yetkiyi kullanma, Avrupa Birliği'nin 27 ülkesinin tümünde geçerlidir. Avrupa Tutuklama Emri şöyle uygulanmaktadır.         
Bir AB üye ülkesindeki bir şüpheli kişi hakkında, başka bir AB ülkesindeki bir mahkeme tarafından Tutuklama Emri çıkarılabilmektedir. Tutuklama Emrini alan ülke mahkemesi 48 saat içinde şüpheliyi bulup tutuklama zorundadır. İlke olarak hiçbir AB üyesi, kendi vatandaşları hakkında çıkarılan Tutuklama Emrini reddedemez." 

Sn. DİKBAŞ, 32 maddesinin tümünü yazdığı "Avrupa Tutuklama Emri Kapsamına Giren Suçların bazıları şöyle;

1. Bir suç örgütüne katılma
2. Terörizm
11. Bilgisayar kullanarak internet ortamında işlenen suçlar
17. Irkçılık ve yabancı düşmanlığı

Bunlardan kimileri, Türkiye'de Türk vatandaşları için kolayca uygulanabilecektir:
"• Irkçılık ve yabancı düşmanlığı. "Ne Mutlu Türküm Diyene" söylemini kullananlar hakkında, herhangi bir AB ülkesindeki bir mahkeme, 'ırkçılık yapıyor' gerekçesiyle tutuklama emri çıkarabilecektir.
  'Toprak vatandır, yabancılara satılamaz!' diyenlere, bu görüşü yazarak ve konuşarak yayanlara, 'yabancı düşmanlığı' yaptıkları gerekçesiyle, herhangi bir AB üyesi ülkedeki mahkeme tutuklama emri çıkarabilecektir.
  'Özelleştirme' adı altında Türk halkının 90 yıllık birikimleri, yer altı ve yer üstü madenleri, fabrikaları, işletmeleri ellerinden alındı.'Özelleştirme, sömürgeleştirmektir' diyenler, 'özelleştirme adı altında milli servetlerimiz yabancılara peşkeş çekildi!' diye haykıranlar, 'yabancı düşmanlığı'yaptıkları gerekçesiyle, herhangi bir AB üyesi ülkedeki mahkeme tarafından çıkarılan Tutuklama Emri ile tutuklanıp hapse atılabilecektir."(1)
Bilgisayar kullanarak internet ortamında işlenen suçlar 'Türkler 1915 yılında bir Ermeni soykırımı yapmamıştır, bu alçakça uydurulmuş bir yalandır!' diye yazıp bunu internet ortamında yayanlar AB üyesi herhangi bir ülke mahkemesi kararı ile tutuklanabileceklerdir.
·                        Tam bağımsızlığı, ulusal egemenliği, ulusal değerleri savunan "Kemalist" bir örgüte üye, yönetici veya kurucu olan herhangi bir TC yurttaşı "Bir suç örgütüne katılma" gerekçesi ile AB üyesi bir ülke mahkemesi kararı gereğince tutuklanabilir.
"AB demokratik bir kuruluş değil, faşist bir örgüttür. Avrupa Birliği'nin hükümet konumundaki kurumunun adı, Avrupa Komisyonu'dur. Avrupa Komisyonu, seçilmişlerden değil, atanmışlardan oluşmaktadır. AB'de yasaları, Avrupa Komisyonu yapar.
Yani AB'de yasaları yapan organ, seçilmişlerden değil, atanmışlardan oluşmaktadır." (1)
Yasaları, seçilmişlerin değil de atanmışların yaptığı rejimin adı, demokrasi olamaz! Bu nedenle, AB demokratik bir kuruluş değil faşist bir diktatörlüktür.
Peki, AB Mandacısı, TESEV kurucu üyesi Bay KILIÇDAROĞLU ne diyor? "AB'yi bir demokrasi çıpası olarak görüyoruz."
 Çıpa veya Çapa, "Denizcilikte herhangi bir deniz taşıtını istenilen bir yerde sabit tutmak için suyun dibine bırakılan metalden yapılmış aletin adıdır"
Bay KILIÇDAROĞLU'na göre, Türkiye'de demokrasi, Türk halkının değil, AB'nin güvencesi altındadır. Bu durumda Türkiye'deki demokrasi düşmanı gericiliği Emperyalist AB ile kol kola girerek yeneceğiz!  Tarih onlarca kez doğrulamıştır ki; Emperyalizmle kol kola girerek gericiliğe karşı mücadele verilemez. Böylesine sefil ve alçakça bir düşünüş ancak emperyalizmi güçlendirmeye ve meşrulaştırmaya yarar.
AB müktesebatı incelenirse kolaylıkla görülecektir ki AB'nin temel ilkesi ve amacı ulus devletleri ortadan kaldırmaktır. Yani ulus devletlerin Egemenlik haklarını ortadan kaldırmaktır. Demek ki;
"AB'ye girmek demek, Ulusal Egemenliği AB devletine teslime razı olma anlamına gelmektedir. Peki, Ulusal Egemenliği AB'ye teslim etmenin anlamı nedir? Ulusal Egemenliği AB'ye teslim etmenin anlamı, Hıristiyan Avrupa Birliği'nin vesayeti altına girmek demektir. Adı, unvanı, makamı ve rütbesi ne olursa olsun, her kim ki AB yanlısıdır, o kişi "Ben Hıristiyan Avrupa Birliği'nin boyunduruğu altına girmeyi kabul ediyorum" demektedir."
Bay KILIÇDAROĞLU; "AB üyeliğini demokrasimiz, ekonomimiz ve toplumumuz için vazgeçilmez bir hedef olarak görüyoruz" diyerek, Türk halkını aldatıp kandırmayı "vazgeçilmez bir hedef olarak" görüyor.
Oysa AB'nin kendi kaynakları Bay Kemal KILIÇDAROĞLU'nu yalanlıyor.
Avrupa İstatistik Ofisi ya da kısaca "Eurostat", Avrupa Komisyonu'nun bünyesinde yer alan ve merkezi Lüksemburg'da bulunan örgüt Kasım 2014 te bir istatistik yayınladı. Buna göre:
·                        Avrupa Birliği vatandaşlarının yaklaşık 4'te 1'i yoksulluk ve sosyal dışlanma riski altında bulunuyor.
·                        Eurostat verilerine göre yoksulluk ve dışlanma riski Macaristan'da yüzde 34, Letonya'da yüzde 35, Yunanistan'da yüzde 36, Romanya'da yüzde 40 ve Bulgaristan'da yüzde 48'e kadar yükseliyor.
·                        Yoksulluk ve sosyal dışlanma riski altında yaşayanların oranı İtalya'da yüzde 28, İspanya'da yüzde 27, İngiltere'de yüzde 25, Belçika'da yüzde 21, Almanya'da yüzde 20, Danimarka'da yüzde 19, Fransa'da yüzde 18, Hollanda, İsveç ve Finlandiya'da yüzde 16 düzeyinde bulunuyor.
·                        AB'de risk altındakilerin sayısı 2008'de 116,5 milyon seviyesindeyken bu rakam geçen yıl 122,7 milyona yükseldi.
·                        Nüfusun yüzde 17'sinin yoksulluk sınırının ve yüzde 10'unun açlık sınırının altında yaşadığı AB'de, kronik işsizler de hesaba katıldığında risk altındakilerin oranı yüzde 24,5'i buluyor.

Bay KILIÇDAROĞLU'nun Türk halkına sunduğu "vazgeçilmez hedef" budur. 

Buraya kadar yazdıklarımızı özetlersek;
·        Avrupa Birliği, bir Polis Devletidir!
·        Avrupa Birliği, bir Faşist Devlettir!
·        Avrupa Birliği, küresel yağmacı, işgalci, emperyalist haydutlar örgütüdür.
"Yeni CHP'nin Genel Başkanı Bay Kemal KILIÇDAROĞLU, çok ateşli bir Avrupa Birliği yanlısı ve AB mandacısıdır." Kemal KILIÇDAROĞLU, AB'ye girmeyi en temel, en vazgeçilmez politikası olarak saptamış, TESEV kurucu üyesi, bir özel görevlidir. Avrupa Birliği ile ilgili gerçekleri halkımızdan özenle saklamakta, halkımıza yalan söylemektedir.  Bay KILIÇDAROĞLU, bu yazdıklarımızın hiç birini yalanlayamayacak, gerçek olmadığını iddia edemeyecektir!

Türkiye Cumhuriyetinin ve CHP'nin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk gerçekleri, Kemal KILIÇDAROĞLU ve tüm mandacıların suratına bir tokat gibi çarparak, şöyle diyor;
"Ahmaklar, memleketi Amerikan mandasına, İngiliz koruyuculuğuna bırakmakla kurtulacak sanıyorlar. Kendi rahatlarını sağlamak için bütün bir vatanı ve tarih boyunca devam edip gelen Türk bağımsızlığını feda ediyorlar.
"Oh, ne ala!... Mücadele yerine mandayı kabul edeceğiz ve rahata kavuşacağız!... Bu ne gaflet, ne körlük ve hatta ne budalalık! İstanbul'un yüce kişileri de bu fikirde. İçlerinden biri çıkıp da "Ya İstiklal, ya ölüm" diyemiyor."
 "Temel ilke, Türk Milleti'nin onurlu ve şerefli yaşamasıdır. Bu amaç tam bağımsız olmakla sağlanır. Ne denlai zengin ve gönençli olursa olsun, bağımsızlıktan yoksun bir millet, uygar insanlık önünde, uşaklıktan öte bir gözle görülmeye layık değildir.
Yabancı bir devletin güdümüne girmeyi istemek, insanlık niteliklerinden yoksunluğu, güçsüzlüğü, uyuşukluğu benimsemekten başka bir şey değildir. Bu aşağılık duruma gerçekten düşmemiş olanların isteyerek başlarına bir yabancı yönetici getirmeleri hiç düşünülemez.
Oysa Türk'ün onuru ve yetenekleri çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir millet, tutsak yaşamaktansa yok olsun daha iyidir.
Öyleyse; ya bağımsızlık ya ölüm."

Ancak hiç kuşku duyulmasın, Türk ulusunu düştüğü bu aşağılık durumdan kurtaracak olan Kemalistler, AB'yle imzalanmış tüm belgeleri yırtıp tarihin çöp sepetine atacaklardır. Adı, unvanı, makamı ve rütbesi ne olursa olsun, AB yanlılarının vatana ihanete teşebbüs halinde olduklarınıbıkmadan, usanmadan, yılmadan haykırmayı sürdürecekler, Ulusal Egemenliğimize sahip çıkacaklardır.


Mahmut ÖZYÜREK

Kıyı Ege’den Ziyaret!

Posted: 25 Jan 2015 03:28 AM PST




Foça'da yayımlanmaya başlayan Kıyı Ege Gazetesi'nin İmtiyaz Sahibi ve Yazı İşleri Sorumluları Aslı Kurt ve Çağdaş Can, Genel Yayın Yönetmeni Tarık Dursun K. Aslı Kurt ve Çağdaş Can, Ulusal Eğitim Derneği İzmir Şubesi'ni ziyaret etti.

İlk 3 sayısı çıkmış olan gazete, Foça'da önemli bir boşluğu doldurmuş gözüküyor.
Kendisi Edebiyat öğretmeni olan Aslı Kurt, Foça'nın, İzmir'in daha sonra da bölgenin gazetesi olmayı hedeflerine koyduklarını belirtti.

Yörük kültürü araştırmacısı Zeki Oğuz, Nuray Çiloğlu ve Dündar Değirmenci'yi yazar kadrosuna katan Kıyı Ege, yeni yazar kadrosuyla gazeteyi daha da güçlendirmek istiyor.
Yazılı ulusal basının, görsel basın ve internet gazeteciliği karşısında varlığını sürdürmedeki zorlanmayı bilenler, yerel basının yaşam mücadelesindeki güçlükleri tahmin eder.

Foçalıları ve İzmirlileri, gazeteye abone olmaya ve reklam vererek destek olmaya davet eden Kurt, ''Yarın halkın ve ülkenin sorunlarını dile getirecek yayın organı bulmada zorlanabiliriz'' dedi.


Haber : Osman Gazi OKTAY
Fotoğraflar : Çağdaş Can

Isparta’da 24 Ocak Demokrasi haftası kutlamalarına tahammülsüzlük‏

Posted: 25 Jan 2015 03:23 AM PST



24 Ocak Adalet ve Demokrasi Haftası kapsamında Gladyo tarafından katledilen Uğur Mumcu, Muammer Aksoy ve devrim şehitlerimizi anmak için faaliyete geçen Isparta Ulusal Güçler Birliği'nin etkinlik düzenlemek için Öğretmenevi Konferans Salonu için ön onay alınmasına rağmen tahsis edilmemesi, Adalet ve Demokrasi Haftası'na tahammülsüzlük ve demokrasi düşmanlığı olarak değerlendirildi.

24 Ocak Adalet ve Demokrasi Haftası kapsamında Gladyo tarafından katledilen Uğur Mumcu, Muammer Aksoy ve devrim şehitlerimizi anmak için faaliyete geçen Isparta Ulusal Güçler Birliği'nin etkinlik düzenlemek için Öğretmenevi Konferans Salonu için ön onay alınmasına rağmen tahsis edilmemesi, Adalet ve Demokrasi Haftası'na tahammülsüzlük ve demokrasi düşmanlığı olarak değerlendirildi.

Ulusal Eğitim Derneği Isparta Şubesi, İşçi Partisi, Cumhuriyet Halk Partisi –TGB, EĞİTİM-İŞ, DSP, TEMAD gibi Isparta'da faaliyet gösterten ilerici ve devrimci kitle örgütü ve siyasal partilerin bileşeni olan Ulusal Güçler Birlik'inin açıklamasında;

Öğretmenevi Müdürlüğünün tutumu protesto edilirken, 24 Ocak 1993'te öldürülen gazeteci-yazar Uğur Mumcu ile 31 Ocak 1990'da öldürülen Prof. Dr. Muammer Aksoy'un ölüm yıldönümlerini belirleyen 24-31 Ocak günleri arasındaki haftanın Adalet ve Demokrasi Haftası olarak anıldığına dikkat çekildi. "Emperyalizmin kanlı, karanlık ilişki ağlarını halkın anlayabileceği bir dil ve yöntemle açığa çıkaran aydınlarımız, halkımızın yarınlarını çalan, işbirlikçi, devşirilmiş çetelerin kumpas ve tertipleriyle birer birer aramızdan alınarak katledilmişlerdir.

"Özgürlüğe adanmış bir top çiçek gibi" kanları dökülen aydınlarımız Muammer Aksoy, Turan Dursun, Bahriye Üçok, Uğur Mumcu, Çetin Emeç, Ahmet Taner Kışlalı, Abdi İpekçi, Eşref Bitlis, Gaffar Okkan, Necip Hablemitoğlu ve aramızdan alınan Aydınlanma Devrimi şehitlerimizi, konuşmacı konuğumuz Prof. Dr. Ahmet Saltık ın da katılımıyla bir kez daha anacak ve katillerini sorgulayacağız" denildi.

Birlik etkinliğin ve konferansın Halı Sarayı Düğün Salonunda sürdürüleceğini belirtti.

Mutluluklar Bilge ve Ali Rıza…

Posted: 25 Jan 2015 03:20 AM PST

Ulusal Eğitim Derneği İzmir Şubesi yönetim kurulu üyesi, Eğitim İş Sendikası Konak Temsilcilik Başkanı Cengiz Oktay'ın oğlu Ali Rıza Oktay, Bilge Çetin ile nişanlandı.
Aile arası yapılan nişana Çetin ve Oktay ailesinden, gelin ve damadın büyük anneleri, dedesi, anne babaları, amcası, yengesi, kardeş ve kuzenleri katıldı.

Nişan yüzüklerini Ulusal Eğitim Derneği İzmir Şubesi Başkanı Osman Gazi Oktay taktı.
Oktay, yüzükleri takarken yaptığı konuşmada, Özdemir Asaf'ın ''Herkes fazlasıyla sevmiş, Ben eksiklikleriyle sevdim oysa'' sözünü anımsatan Oktay, ''Siz de eksikliklerinizi tamamlayarak birbirinizi sevin'' diyerek kurdeleyi kesti.

Daha sonra kesilen pasta servis edildi. Toplu fotoğraf çekimi yapıldı.






Haber : Osman Gazi OKTAY
Fotoğraflar : Başak OKTAY

Sendika mı?

Posted: 25 Jan 2015 03:11 AM PST



Vikipedi'ye göre sendika, ''Çalışanların ortak hak ve çıkarlarını korumak, sorunlarını çözmek için kurulmuş, ekonomik öğeler taşıyan, devlet, siyasi parti ve iktidar örgütlenmelerinden bağımsız örgütlerdir.''

Memur sendikalarının geçmişi pek eskiye dayanmaz. 657 Sayılı Memur Yasası'nda daha önce var olan memur sendika kuramaz ve kurulan sendikalara üye olamaz maddesi nedeniyle kurulamayan memur sendikaları, İLO Sözleşmesi'nin sendikalarla ilgili maddesine dayanılarak kuruldu.

12 Eylül faşist rejiminin yoğun baskılarının sürdüğü bir dönemde, Niyazi Altunya ve arkadaşları, onlarca yıl hapis yatmayı göze alarak ilk memur sendikasını kurdular.

Kuruluş dilekçelerini kabul edecek makam bulamadıkları için, evrakları posta yoluyla gönderdiler. Bunu; aylar, yıllar sonra da diğer sendikaların kuruluşları takip etti.

12 Eylül öncesi, sayıları 5 bini bulan memur dernekleri vardı. Bu durum memur mücadelesinin zayıf kalmasına ve kazanım elde edilememesine neden oluyordu.

Geçmişten ders çıkartılamadığından veya var olan sendikaların, kamu emekçilerinin özlük, ekonomik ve demokratik haklarıyla ilgilenme yerine, belirli siyasi anlayışların peşine takılmalarından olsa gerek, sadece kamuda 136 memur sendikası kuruldu.

Memur sendikaları, 2 milyon 270 bin 558 kamu çalışanından, 1 milyon 589 bin 964'ünü, 11 işkolundaki 136 sendikada örgütleyerek, örgütlenmede % 70 oranını yakaladı.

Ülkemizde değişik siyasi anlayıştan gelen işverenler, emekçiye karşı çıkar ve menfaatlerini korumak ve daha fazla kar elde etmek amacıyla, bölünmeden tek bir sendikada örgütlenmelerini sürdürmektedir.

Emekçiler, emperyalizmin ve işbirlikçilerinin oyununa gelerek, tek bir sendikal yapıda örgütlenmeyi bugüne kadar başaramadı.

Yurdumuzda adı sendika olan; tayin, makam ve mevki sözü vererek üye kaydedip, kamu çalışanlarının %33.58'ini örgütleme başarısı gösterebilen konfederasyonlar var.

Kamunun 11 işkolunda yetkili olan konfederasyonun, eğitim işkolundaki ''malum sendikası'' 2002 yılında 18.028 üyeye sahipken; 2014 yılında 279.722 üyeye ulaştı.

İktidarın eğitim alanında gönlünden geçenleri, eğitimcilerin talebiymiş gibi dile getirerek, iktidara olan borcunu ödemeye çalışan bu sendika, son günlerdeki talepleriyle, Atatürk İlke ve Devrimleri'ne, Cumhuriyet'e karşı zehrini akıtmaktadır.

Harf devrimine karşı çıkarak, Latin Alfabesi yerine Arap Alfabesi kullanılmasını, çeşitli dillerin birleşmesinden oluşmuş Osmanlıca'nın eğitim dili, Cuma günlerinin tatil olmasını eğitimcilerin talebiymişçesine ileri sürmektedir.

Kurtuluş Savaşı sonrası, ülkede okuma yazma oranı %5 seviyelerindeydi. Halk Türkçe konuşuyordu. Sadece saray çevresi Osmanlıca kullanıyordu.

Bugün sadece araştırmacıların ve çok az sayıdaki ilgilenenin bildiği Osmanlıca'yı; üyelerini tümü Latin Harflerini kullanan ve anlaşma dili olarak Türkçe konuşan malum sendikanın, üyelerinin isteği olarak ileri sürmesini, mantık kabul etmez.

Yıllardır tarikat mensuplarının dillendirdiği, ''Cuma günleri tatil olsun'' malum sendikanın bir diğer talebi.

Adına eğitim şurası denen, katılımcıları eğitimci olmayan toplantılarda alınan kararları seslendirmek, sendikaların görevi olamaz.

Atatürk'ü seven, Cumhuriyeti savunan eğitimcilerin, tayin, makam ve mevki için malum sendikaya üye olarak, üye kalarak, yetkili sendika yaparak, ülkeye, halkımıza ve geleceğimize verdikleri zararın farkına varmaları zamanı geldi, geçiyor.

Yarın, Cumhuriyetle elde ettiğiniz o makam ve mevki, hepsinden önemlisi onurunla yaşayabileceğin bir ülke kalmayacak.

Osman Gazi OKTAY

Ulusal Eğitim Derneği İzmir Şubesi Başkanı

Hiç yorum yok: