Sözcü Haber |
- Yerel Kaynaklar ve Küreselleşme
- Ahmet Gürel'in etkinlik programı
- “Laiklik Günü” de Nereden Çıktı?
- Büro İş İzmir Şubesi’nde Yeni Yönetim!
- Bir Kez Daha Uyarıyoruz!
- Metal İşçisinin İradesi Tanınacak!
- Bay Galip Karakuş’a Açık Mektup
- İnadına Daha Fazla Dekolte Giyinin !
- AB Çerçeve Programı – AB Fonları(Hibeler)
- AKP'nin Demokrasi Anlayışı
- Ateşli Bir AB Mandacısı Olan Isparta Milletvekili Ali Haydar Öner'e Açık Mektup
- Türkiye'yi Emperyal Kumpaslardan, Kurtarsa Kurtarsa CHP Örgütleri Kurtarır!..
- Okulları Yıkıp Kaldıramazlarsa Başarılı Olamazlar!
| Yerel Kaynaklar ve Küreselleşme Posted: 08 Feb 2015 01:47 PM PST Ulusal Eğitim Derneği İzmir Şubesi Danışma Kurulu ve Öğretmen Dünyası dergisi İzmir Yazı Kurulu Üyesi Prof. Dr. T. Ayhan Çıkın'ın Sky TV! de tarım politikalarına ilişkin Osman Akbaşak'ın programında yaptığı söyleşi. Ulusal Eğitim Derneği Bugün insanların büyük çoğunluğu emeğinin geliri ile geçinmektedirler. Tıpkı Soma'da Kömür Ocaklarında çalışan işçiler gibi. Dünyada alınıp satılabilen malların değerinden çok daha fazla banka stoklarında paralar birikmiş durumdadır.. Bu paraların bir kısmı, bir yandan dar gelirli insanların artan harcamalarını finanse ederek (kredilerle) onları uzun vadede borç batağına sürüklemektedir. Öte yandan bu paraların büyük çoğunluğu , ülkelerin yer altı, yer üstü kaynaklarının bir grup uluslararası firmalara aktarılmasında kullanılmaktadır … HES'ler, RES'ler,vb… bunların en tipik örneğidir. Son yıllarda, karnımızın doyduğu tarım toprakları da ayni akıbete sürüklenmektedir. Kendi toprağını, kendi yer altı ve yerüstü kaynaklarını işletemeyen insanlara açlık beklemektedir. Tarımda Yerel Kaynaklar İzmir SKY TV Geçmişten Geleceğe Kent ve Yaşam 226.program 2015.01.13 M. Osman AKBAŞAK - Konuk: Prof. Dr. Ayhan ÇIKIN |
| Ahmet Gürel'in etkinlik programı Posted: 08 Feb 2015 01:42 PM PST Ulusal Eğitim Derneği İzmir Şubesi Danışma Kurulu Üyesi Ahmet Gürel'in etkinlik programı ektedir. Durumu uygun olan dostlarımızı etkinliklere katılmaya davet ederiz. Saygilar sunar, çalışmalarınızda başarılar dileriz. Ulusal Eğitim Derneği *"MÜHİM OLAN KALICI ESER BIRAKMAKTIR."* ( *Ön. Yzb. Mustafa KEMAL - 1908* ) AHMET GÜREL 2015 ETKİNLİKLERİ 1. 24 OCAK 2015 CUMARTESİ SAAT; 14.00 HANRİ AKYÜZ SÖYLEŞİ 2. 27 OCAK 2015 SALI SAAT: 14.00 BUCA OLİMPİYAT YÜZME HAVUZU, TÜRK ERMENİ İLİŞİKİLERİ (KONUŞMACI; PROF. DR. ERGÜN AYBARS VE AHMET GÜREL) 3. 5 ŞUBAT 2015 SOROPTOMİSTLER SAAT: 17.300, TÜRK ERMENİ İLİŞİKİLERİ (KONUŞMACI; AHMET GÜREL) 4. 7 ŞUBAT 2015 CUMARTESİ SAAT: 14.00 DSP BORNOVA-UĞUR MUMCU KÜLTÜR MERKEZİ TÜRK ERMENİ İLİŞİKİLERİ (KONUŞMACI; PROF. DR. ERGÜN AYBARS VE AHMET GÜREL) 5. 13 ŞUBAT 2015 SAAT:19.30 CUMA ESKİ FOÇA ADD TÜRK ERMENİ İLİŞİKİLERİ (KONUŞMACI; AHMET GÜREL) 6. 17 ŞUBAT 2015 SALI KIBRIS TÜRKTÜR DERNEĞİ KAHVALTI SAAT: 09.30 TÜRK ERMENİ İLİŞİKİLERİ (KONUŞMACI; AHMET GÜREL) 7. 27 ŞUBAT 2015 SAAT 10.00 İZMİR TURİST REHBERLER ODASI "İZMİR" SUNUMU 8. 20 ŞUBAT ANKARA 9. 21 ŞUBAT 2015 CUMARTESİ ALTAY İNAL KÖŞK GEZİSİ 10. 14 MART 2015 CUMARTESİ EÇEV SAAT: 12.00 ÇANAKKALE DESTANI (KONUŞMACI; AHMET GÜREL) 11. 15 MART 2015 PAZAR BORNOVA ADD TÜRK ERMENİ İLİŞİKİLERİ (KONUŞMACI; LEON PANOS DABAĞYAN VE AHMET GÜREL) 12. 20 MART 2015 ÇANAKKALE DESTANI (HALİS ATAKSOR-ARTUNA AYSUN-HÜSEYİN EMRE ALTINIŞIK) 13. 22 MART 2015 PAZAR ISPARTA ADO CUMHURİYET VE KADIN 14. 27 MART 2015 CUMA EÜ BAYINDIR MYO TÜRK ERMENİ İLİŞİKİLERİ (KONUŞMACI; AHMET GÜREL) 15. 31 MART 2015 SAAT: 14.00 NEVVAL UYBAT 16. 17 NİSAN 2015 CUMA SELAHATTİN AKÇİÇEK "KÖY ENSTİTÜLERİ DESTANI" (ENGİN TONGUÇ-HALİL VURAK) 17. 18 NİSAN 2015 CUMARTESİ EZİNE ADD TÜRK ERMENİ İLİŞİKİLERİ (KONUŞMACI; AHMET GÜREL) 18. 24 NİSAN 2015 ULUSAL EĞİTİM DERNEĞİ İZMİR ŞUBESİ-KİTAP FUARI TÜRK ERMENİ İLİŞİKİLERİ (KONUŞMACI; AHMET GÜREL) 19. 25 NİSAN 2015 CUMA ADD BALÇOVA TÜRK ERMENİ İLİŞİKİLERİ (KONUŞMACI; TÜRKKAYA ATAÖV, BİLAL ŞİMŞİR VE AHMET GÜREL) |
| “Laiklik Günü” de Nereden Çıktı? Posted: 08 Feb 2015 01:33 PM PST Her yıl olduğu gibi bu yıl da, 5 Şubat günü kamuoyunda "Atatürkçü olduğu" sanılan çok sayıda siyasetçinin, Demokratik kitle örgütü yöneticilerinin "laiklik günü" ile ilgili açıklamaları kimi medya organlarında yayınlandı. Yayınlanan açıklamaların ortak noktası ise şöyleydi. "Laiklik; 5 Şubat 1937 günü 'Altı Ok' ilkeleri ile birlikte anayasanın 2. Maddesine eklenmiştir. Anayasanın ikinci maddesinde laiklik ilkesine yer verilmesi ile de Türkiye Cumhuriyeti'nin lâik bir devlet olduğunun resmiyetinin yolu açıldı. En önemli Devrim Yasası olarak, yasal güvenceye alınmış oldu. Kutluyoruz" Demek ki 5 Şubat 1937 de Anayasamıza "Altı Ok" olarak bilinen ilkelerde girmiş. Ama nedense kimse 1937 de "cumhuriyetçilik, milliyetçilik, halkçılık, devletçilik ve devrimcilik" olarak anayasada yer alan 5 ilkeden söz etmiyor da, niçin ille de "laiklik" üzerinde duruluyor? Biz bu soruya doğru yanıt verebilmek için, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 2. Maddesinin başına gelenlere kısaca göz atalım. 1924 Anayasası'nda 2. madde şöyleydi: "Madde 2: Türkiye devletinin dini, dini İslâm'dır; resmi dil Türkçedir; makarrı(Başkenti) Ankara şehridir." 1937 de anayasanın 2'nci maddesi şöyle değişti. "Madde 2. Türkiye devleti, cumhuriyetçi, milliyetçi, halkçı, devletçi, laik ve inkılâpçıdır. Resmi dili Türkçedir, makarrı(Başkenti) Ankara şehridir." 1961 Anayasasında ise 2'nci madde şu şekilde yazıldı: "Madde 2. Türkiye cumhuriyeti, insan haklarına ve başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan milli, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir." Özellikle Aydın-Atatürkçü kesimlerce "ilerici" olarak nitelenen 1961 Anayasasından kaşla göz arası, bir oldubitti ile "cumhuriyetçilik, milliyetçilik, halkçılık, devletçilik ve devrimcilik" çıkarılmıştır. Bununla da yetinilmemiş. Bu ilkelerin tekrar anayasaya girmesi için yapılması olası girişimlerde 1982 Anayasasının 4. Maddesi ile engellenmiş."MADDE 4. – Anayasanın 1 inci maddesindeki Devletin şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm ile 2. maddesindeki Cumhuriyetin nitelikleri ve 3 üncü maddesi hükümleri değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez." Örneğin, Bu ilkelerin anayasaya yeniden girmesi ile ilgili bir imza kampanyası başlatanlar, TCK 220. Maddesi gereğince "Kanunun suç saydığı fiilleri işlemek amacıyla örgüt kurmak veya yönetmek", TCK 309. Maddesi gereğince "Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya bu düzen yerine başka bir düzen getirmeye"teşebbüs suçu ile yargılanabileceklerdir. Peki, 5 Şubatta "Atatürkçü olduğu sanılan" kimileri neyi kutluyorlar? Kemalizm'in olmazsa olmaz ilkelerinin TC. Anayasasından çıkarılışını! Yani "Kemalizm'in iğdiş edilişini! 5.Şubat "Laiklik Günü" Kemalizm'in antiemperyalist özünün ortadan kaldırıldığını, "emperyalizme teslimiyetin anayasal güvence altına alındığını" perdelemek için, mandacılar tarafından "icat edilmiş"bir soytarılıktan başka bir şey değildir. Bağımsızlığın olmadığı bir ortamda ulusal egemenlikten söz etmek "abesle iştigaldir. Bağımsızlıktan ve ulusal egemenlikten yoksun bir ulusun laik olup-olmaması hiçbir şeyi değiştirmez. İster istemez aklımıza şöyle bir soru geliyor. Atatürkçü! Bildiğimiz kimi aydın ve askerler 1961 Anayasasından Kemalizm'in özünü oluşturan "cumhuriyetçilik, milliyetçilik, halkçılık, devletçilik ve devrimcilik" ilkelerini niçin çıkarmışlar? Peki, bu beş ilke çıkarılırken "laiklik" niçin madde içinde kalmıştır? Bir yazımda bunun yanıtını şöyle vermiştim. "Atatürkçülüğü masonik bir laikliğe indirgeyerek, 1938 den bu yana gericiliğin beslendiği ana damar olan "batıcılığı" Atatürkçülük olarak Türk halkına yutturmaya çalışmaktadırlar. Türk halkını "Atatürk'le aldatıp" kandırmaktadırlar. Bu soysuzlar böylece tarihte ilk kez emperyalizme karşı başkaldıran ve onu yenen soylu Türk ulusunu emperyalizme ve dince gericiliğe mahkûm etmişlerdir." Anayasanın 2. Maddesinde ifadesini bulan laiklik, "Kemalist Laiklik" değil, "masonik laikliktir. Çünkü Kemalizm'in ilkeleri bir bütünlük oluşturur. Biri diğerinin "olmazsa-olmazıdır."Birinin diğerine göre önceliği, ya da "olmasa da olur" olması söz konusu edilemez. Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye dede gericiliği ayakta tutan, besleyen temel güç emperyalizmin varlığıdır. Cahil bırakılmış, Toprak ağalarının, mütegallibe ve şeyhlerin baskısı altındaki bir topluluk emperyalizmin ekonomik sömürüsü için çok daha elverişli bir zemin oluşturur. Toplumsal uyanışı engelleyen, ulusal ekonomiyi olanaksız kılan, ucuz işgücü sömürüsüne ortam yaratan yapı emperyalist sömürünün engelsiz sürmesini sağlar. Bu nedenle Emperyalizmi yıkmadan gericiliği ayakta tutan çağdışı toplumsal ilişkileri ortadan kaldırmak da olanaksızdır. Tarih böyle bir olay kaydetmemiştir. Bu evrensel gerçeğin ayırdında olan Mustafa Kemal ve Türk devriminin öncü kadrosu, yeniden emperyalizmin ağına düşmemek için, Sömürgeciliğin en azgın güçleri olan Batılı haçlıları ülkeden kovarken, devrimler yolu ile Toplumsal uyanışı engelleyen gerici yapıyı da tasfiye etmişlerdir. İşte "altı ok" bu nedenle emperyalizmin ve gericiliğin "panzehridir". Cumhuriyet tarihinde, Laikliğin devrimci özünün ödünsüz uygulandığı dönemler, emperyalizmden kopulduğu ve gericiliğin ekonomik altyapısının zayıfladığı dönemlerdir. Emperyalizme bağımlılık ise Türkiye'de gericiliği hortlatmıştır. Bu bağımlılık ilişkisini belgelerle ortaya koyalım. Bilimsel bir yasa gibidir: Büyük bir devletle ittifak ve ikili anlaşmalar yapan, ondan "yardım" alan nispeten küçük boyutlu azgelişmiş ülkeler; bağımsızlıklarını çok geçmeden yitirmeye başlıyor. Başka bir deyişle "kendiişlerinde Millî İrade' ye uygun olarak serbestçe karar alma güç ve yetkileri" zayıflıyor, hatta ortadan kalkıyor.(1) 13 Nisan 1939'da başlayan Türk-İngiliz görüşmeleri, 12 Mayıs 1939'da İngiltere ile Türkiye arasında Türkiye'yi "Barış Cephesi" ne bağlayan bir deklarasyonunun ilanıyla sonuçlanmıştır. Rockefeller (1956): "Azgelişmiş ülkelere yapılan yardımda özel amaç, o ülke ekonomilerinin kilit noktalarını ele geçirmektir." -G. Ford (ABD başkanlarından): "Dış yardım yoluyla ilişkili olduğumuz ülkelerin iç ve dış işlerine karışabiliriz." Thornburg Raporu'ndan (1947): "Türkiye, Amerikan çıkarlarının büyük önem kazandığı bir yerde bulunmaktadır. Türkiye bizden yardım isterse, yalnız sermayemizi değil, aynı zamanda hizmetlerimizi, geleneklerimizi ve ideallerimizi değerlendireceğimiz ve elden gitmesine izin vermeyeceğimiz bir yatırım fırsatı doğacaktır." Türk Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreteri Feridun Cemal Erkin (1946): "Türkiye, kaderini ancak Amerika ve Büyük Britanya'ya bağlarsa, esenliğe kavuşabilir." Bu öneri Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ve Başbakan Şükrü Saraçoğlu tarafından kabul görmüştür. 1950'de özel girişimciyi desteklemek üzere Türkiye Sınai Kalkınma Bankası, Dünya Bankası'nın önerisiyle kurulur. Bankanın özel bir kuruluş olmasına, Amerikalılar tarafından ayrı bir önem verilmiştir. 1945-47 yılları… CHP iktidarda… Cumhurbaşkanı İsmet İnönü… Sivil ve asker Amerikan heyetleri, savaş gemileri Türkiye'de. CHP Hükümeti ABD'den borç istiyor. Türkiye IMF ve Dünya Bankasına üye oluyor. Türkiye ve ABD arasında askerî ve ekonomik temaslar başlıyor. Dostluk derneği kuruluyor. Türk subayları Amerikan tipi üniformalar giymeye başlıyor Milli Eğitimimiz 27 Aralık 1947'de imzalanan ve "Fulbright Antlaşması" olarak anılan "Türkiye ve ABD Hükümetleri Arasında Eğitim Komisyonu Kurulması Hakkındaki Anlaşma'nın sonucu olarak, bütünüyle Amerikalı uzmanlar ve CIA tarafından, Amerikan çıkarları doğrultusunda biçimlendirildi. -ABD ile 1947 Antlaşması (Truman Doktrini)… "ABD'nin dünya egemenliği" doktrini olan Truman Doktrini ile başlayan Amerikan "yardımı" ülkemizi Kemalist Yoldan saptırdı. Türkiye Amerikan emperyalizminin gereklerine uygun şekilde yeniden yapılandırıldı. 1923-1938 Türkiye'sinde, Atatürk zamanında ne yapılmışsa yıkılmaya başladı, ters yüz edildi: Bağımsızlığımızın yitirilmesine karşı yükselebilecek sesler susturuldu.(1) Toplumsal uyanışın olmadığı yerde gericiliğin yükselmesinden daha doğal bir şey olamaz. Gericiliğin önünü kesecek olan da Atatürkçülük temelinde bir toplumsal uyanıştır. Bu uyanışı boğanlar elbette ki gericiliğin ekmeğine yağ sürmüşlerdir. Atatürk'ün 1935 Yılında Kökü Dışarıda Olduğu İçin kapattığı Mason Locaları, İsmet İnönü'nün aldığı ani bir kararla 5 Şubat 1948 yılında İnönü'nün emri ve Celal Bayar'ın desteği ile Türkiye Mason Derneği'nin kurulması ile tekrar faaliyete girmiştir. Masonlar açtıkları davalarda Halkevlerine devredilen tüm mal varlıklarını tekrar ele geçirdiler. 1952 de ise Atatürkçü geçinen ve onunla iftihar eden CELAL BAYAR locaların varlığını yasal güvenceye aldı. -J. F. Kennedy (ABD Başkanı, 1962): "Dış yardım ABD'nin dünyayı denetleme ve etkileme araçlarından biridir." Tarihte hiçbir şey "rastlantı" değildir. Batıcılık ve şeriatçılık Türkiye'ye eşzamanlı olarak girmiştir. Türkiye Batıya bağımlılaştıkça, uydulaştıkça gericilik ona paralel olarak istikrarlı bir şekilde yükselmiştir. Atatürk, gericiliğin dayandığı toplumsal ekonomik yapıyı ortadan kaldırmaya yöneldiği için O'nun ölümüne dek gericiler sığındıkları inlerinden çıkıp bir türlü belini doğrultamadı. Gericiliğin ininden çıkması, dirilmesi Atatürk'ün ölümünden sonra Türkiye'nin tekrar Batı yoluna sokulmasıyla gerçekleşti. Bu gün Türkiye de Toplumsal muhalefeti siyasal alanda temsil etme iddiasında olan siyasal partiler gericiliğin karşısına Atatürkçülükle çıkmak yerine IMF'yi, NATO'yu, Amerika'yı, AB'yi, sağa kaymayı savunarak Kemalizm'e ihanet etme yolunu seçmişler, böylece halkı gericilik karşısında seçeneksiz bırakmışlardır. Üstelik Mustafa Kemal Atatürk "Yabancı bir devletin himaye ve desteğini kabul etmek, insanlık özelliklerinden mahrumiyeti beceriksizlik ve miskinliği itiraftan başka bir şey değildir." Diye haykırırken. Konu ile ilgili son sözü yine Mustafa Kemal Atatürk'e bırakalım. "Efendiler! Avrupa'nın bütün ilerlemesine, yükselmesine ve medenileşmesine karşılık Türkiye tam tersine gerilemiş ve düşüş vadisine yuvarlanadurmuştur. Artık vaziyeti düzeltmek için mutlaka Avrupa'dan nasihat almak, bütün işleri Avrupa'nın emellerine göre yapmak, bütün dersleri Avrupa'dan almak gibi birtakım zihniyetler belirdi. Hâlbuki hangi istiklal vardır ki, ecnebilerin nasihatleriyle, ecnebilerin planlarıyla yükselebilsin? Tarih böyle bir hadiseyi kaydetmemiştir!" "Yabancılardan insaf ve iyilik dilenmek gibi bir ilke yoktur. Türk ulusu, Türk ilinin gelecek çocukları bunu bir an olsun akıllarından çıkarmamalıdır".(Mustafa Kemal Atatürk) Mahmut ÖZYÜREK Kaynak(1)TÜRKİYE'NİN BAĞIMSIZLIĞI NASIL YOK EDİLDİ? Prof. Dr.Cihan Dura |
| Büro İş İzmir Şubesi’nde Yeni Yönetim! Posted: 08 Feb 2015 01:28 PM PST 04.02.2015 tarihinde yetki belgelerini alan yöneticiler aynı akşam yaptıkları yönetim kurulu toplantısında görev dağılımı yaptı. 1. Olağan genel kurulda başkan seçilen Eski Yönetim Kurulu Başkanı Soner Sönmez başkanlığında toplanan yönetim kurulu üyeleri, aşağıdaki şekilde görev paylaşımı yaptılar. Özlem Sezen (Şube Sekreteri) Kamil Çelikkıran (Mali Sekreter) Cengiz Güven Kısa (Örgütlenme Sekreteri) Gökhan Ulu (Hukuk Sekreteri) Mehmet Çakıroğlu (Eğitim Sekreteri) Uğur İlkhız (Basın Yayın Sekreteri) Bornova, Kemeraltı, Belkahve, Kordon, Gaziemir, Yamanlar, Çiğli, Bergama, Basmane Vergi Daireleri'nde, Konak, Bergama Sosyal Güvenlik Merkezlerinde, Güzelbahçe, Narlıdere Mal Müdürlüğü, Gümrük Saymanlığı, Küçük ve Orta Ölçekli Mükellefler Denetleme Kurulu, Çiğli İş-Kur Müdürlüğü ve İzmir, Karşıyaka, Bergama Adliyelerinde örgütlü bulunan Büro İş İzmir Şubesi'nin yeni yönetimi, İzmir ve ilçelerindeki örgütlenmeyi hızlandırmayı hedeflerine koyduklarını açıkladı. Başkan Soner Sönmez, ''Vatan, Emek ve Özgürlük mücadelesinde yerini alan sendikamız, yeni dönemde mücadelenin en önünde yer alacaktır '' dedi. Büro İş İzmir Şube olarak, yeni dönemde üye sayılarını ikiye katlamayı, İzmir'in tüm ilçelerinde temsilcilik oluşturmayı, Ege Bölgesi illerindeki temsilcilikleri, şubeye dönüştürme konusunda Büro İş Genel Merkez yöneticileriyle birlikte örgütlenme çalışmalarına katkı sunmayı amaçladıklarını açıklayan Soner Sönmez, '' Büro işkolundaki tüm Atatürkçü, Cumhuriyetçi, ulusalcı ve devrimci emekçileri, sendikamıza üye olmaya davet ediyorum'' diyerek konuşmasını sonlandırdı. Haber ve fotoğraf : Osman Gazi OKTAY |
| Posted: 08 Feb 2015 01:17 PM PST 02.02.2015 tarihinde Ege Serbest Bölgesi'nde basın açıklaması yapan Birleşik Metal İş İzmir Şubesi, 03.02.2015 tarihinde Basmane'deki AKP Konak İlçe Örgütü önünde bir basın açıklaması daha yaptı. Saat 16.00'da Birleşik Metal İş İzmir Şubesi önünde toplanan işçiler ve demokratik kitle örgütü temsilcileri, Basmane Meydanı'na doğru yürüyüşe geçti. Yürüyüş kolu sloganlar eşliğinde, saat 16.30'da AKP ilçe örgütü önüne ulaştı. Bina girişi polis barikatı, Toma ve Akrep adı verilen araçlarla kapalıydı. Barikat önünde yapılan basın açıklamasını, Birleşik Metal İş Sendikası İzmir Şube Başkanı Ali Çeltek Yaptı. Metal işçilerinin insanca yaşamak ve insanca çalışmak için grev kararı aldığını, hükümetin grevi yasaklayarak, sermayeden yana olduğunu gösterdiğini, Bakanlar Kurulu'nun, sermayedar sınıfın hizmetinde sıradan bir kurul gibi çalıştığını, nüfusun % 80'ini oluşturan emekçilerin oyunu alarak iktidara geldiğini unuttuğunu, örgütlü oldukları işyerlerinde grevin yasaklanmasına rağmen üretimin durdurulduğunu, grev yasağının, işverenin dereyi geçmesine sağladığını, metal işçisinin denizinde boğulmalarını engelleyemeyeceğini, İşverenlerin MESS'ten ayrılarak sendiklarıyla toplu sözleşme masasına oturmasının işveren lehine olacağını belirten Ali Çeltek, '' Mücadele sokaklara AKP binaları önüne taşınmıştır. Hükümet kurumları önüne de taşınacaktır. Metal işçisinden ve onların öfkesinden kurtulamazsınız. 04 Şubat Çarşamba günü ekmeğimizin ve grev hakkımızın gasp edilmesine karşı kitlesel biçimde Danıştay'ın önünde olacağız'' diyerek konuşmasını sonlandırdı. Disiplin içinde alana gelen emekçiler, aynı disiplinle alandan ayrıldılar. Haber : Osman Gazi OKTAY Fotoğraf : Ender Utka |
| Metal İşçisinin İradesi Tanınacak! Posted: 08 Feb 2015 01:16 PM PST Birleşik Metal İş Sendikası, Mess ile yaptığı görüşmelerden sonuç alamayınca; örgütlü olduğu işyerlerinde grev kararı aldı. Bakanlar Kurulu, sendikanın aldığı kararı, milli güvenliği gerekçe göstererek 60 gün erteledi. Bakanlar Kurulu'nun aldığı kararı değerlendirmek üzere toplanan Birleşik Metal İş sendikası Başkanlar Kurulu, aldıkları grev kararını uygulamada kararlı olduklarını 2 Şubat 2015 tarihinde, Türkiye genelinde örgütlü oldukları 38 fabrika kapısı önünde, kent meydanlarında yaptıkları basın açıklamalarıyla gösterdiler. İzmir-Gaziemir Ege Serbest Bölgesi (ESBAŞ) içinde otomotiv parçaları üreten MAHLE işçileriyle birlikte yapılan basın açıklamasını, Birleşik Metal İş Sendikası İzmir Şubesi Başkanı Ali Çeltek yaptı. Sermayenin örgütü olan MESS ile masaya oturmayacaklarını ve işverenleri MESS'ten ayrılma çağrısında bulunan Çeltek, '' İşverenler, grevlerin yasaklanması ile sorunun bitmediğini, 2 Şubat Pazartesi gününden itibaren yaşayarak görecekler. Geçtikleri sadece bir deredir. Metal işçilerinin denizinde boğulmak istemiyorlar ise MESS'ten ayrılır, taleplerimizi karşılarlar. Sadece 60 gün değil, yıllarca sürecek bir mücadeleden söz ediyoruz'' dedi. KESK, Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği, Türk Tabipler Birliği ve pek çok demokratik kitle örgütünün destek verdiği basın açıklamasını, TMMOB İzmir İl Koordinasyon Kurulu Sekreteri Melih Yalçın yaptı. Grevin hak olduğunu ve yasaklanamayacağını ve yasaklayarak işçi sınıfının iradesine darbe yapıldığını belirten Yalçın, '' Milli güvenlik gerekçesini öne süren AKP iktidarı için işçilerin kitlesel ölümü değil, işçilerin kitlesel olarak hakkını araması güvenlik sorunudur. Kendi iktidarları döneminde 15 bin işçi ölürken fıtrat-kader söylemiyle sorunu geçiştirenler, konu işverenlerin çıkarı olunca, Bakanlar Kurulu'nun toplandığı Pazartesi gününü beklemeden kararı imzaya açmışlardır'' dedi. Yalçın konuşmasını, işçi sınıfının mücadelesini kendi mücadeleleri olarak gördüklerini ve haklı mücadeleleri başarıya ulaşıncaya dek yanlarında olacaklarını belirterek sona erdirdi. Haber : Osman Gazi OKTAY |
| Bay Galip Karakuş’a Açık Mektup Posted: 08 Feb 2015 01:13 PM PST "İnadına Daha Fazla Dekolte Giyinin!" Yazımı "yakışıksızca" eleştiren Bay Galip Karakuş'a ve diğerlerine AÇIK MEKTUP 30 Ocak 2015 günü çok sayıda internet sitesinde yayınlanan, Başta Sn. Yılmaz Dikbaş ve Sn. Banu Avar tarafından paylaşılan "İNADINA DAHA FAZLA DEKOLTE GİYİNİN!" başlıklı yazım yaklaşık 500'ün üzerinde paylaşım, 1000'i aşkın okunma sayısına ulaştı. Elbette bir o kadar da eleştiri aldı. Eleştirilerde yazı içeriğini beğenenler olduğu gibi, Bay Soner Yalçın'ın Müthiş bir "Kemalist" olduğundan hareketle Yazıyı kaleme alan şahsıma ve paylaşımları ile bana destek veren Sn. AVAR ve DİKBAŞ'a hakaretler yağdıranların sayısı azımsanamayacak sayıdaydı.. Bu eleştirilerin ortak noktasını oluşturan Bay GALİP KARAKUŞ'un eleştirisi aynen şöyle: Galip Karakuş: "Ben o programı (Arena) başından sonuna kadar izledim. Bu ağır eleştiriyi hak etmediklerini düşünüyorum. Oradaki; "kızlı erkekli oturma", "dekolte giyinme", "papyon takıyor olma" konularındaki söylemler, ancak bu kadar çarpıtılır! Sayın Mahmut ÖZYÜREK ve yazının "ders niteliğinde" olduğunu kabul eden Sayın Yılmaz DİKBAŞ'a yakıştıramadım! Pes doğrusu! Başka söyleyecek söz bulamıyorum." Bay Karakuş'a göre, Mahmut Özyürek ve yazısını "ders niteliğinde kabul etmek"yakışıksız bir durum.. Bakar mısınız? Demokrat-ilerici, Atatürkçü Bay Karakuş, kendi at gözlüğü görüş alanının dışına çıkanları nasıl aşağılıyor. Benzer " aşağılama"dili, eleştiri yazanların büyük bir çoğunluğunda ortak. Bu nedenle ben de Bay Karakuş'un eleştirisine yanıt verirken aynı düşünce anlayışına sahip tüm okuma özürlülere de yanıt vermiş olacağım. Bay Karakuş;SONER YALÇIN; Türkiye'deki Yahudi düşmanlığını körükleyen, Sabetayist histerisini başlatan, 1940'ların Nazi çılgınlığından sonra ilk kez insanları soy-sop avcılığına teşvik eden, emperyalizmi aklama, Kemalizm'i küçümseme çılgınlığının kötü bir kopyasıdır.. Kemalistlerin, kimsenin soyuyla, sopuyla, ismiyle, mezar taşıyla işi olamaz olmamıştır da. Kemalistler, "bizi yutmak isteyen emperyalizme ve yok etmek isteyen kapitalizme karşı savaşmayı meslek edinmiş insanlardır". Irklarla, inançlarla savaş FAŞİSTLERİN mesleğidir. Soner Yalçın'la Kemalistlerin temel çelişkisi de budur. Elbette Kemalist olmayanların böyle bir sorunu yoktur. Bu nedenle onları Kemalizm'in ilkeleri ile yargılayamayız. Yani bizim için böyle bir değerlendirme yapmak "yakışık" almaz. "SONER YALÇIN'A göre, Türkiye'de şu an yaşanılan karşı devrimci yükselişin nedeni emperyalizm ve işbirlikçileri değil, sayıları on binleri bulan gizli Yahudilerdir.Bu sabetayist, dönme Yahudiler, yargıyı, yasamayı, yürütmeyi ve tüm sektörleri ele geçirmişlerdir. Öyle ki, Cumhuriyet tarihinde olumlu ne kadar iş varsa bunların eseridir. Ne kadar aydın, sanatçı varsa yine bunlardan. (Dinciler de böyle saldırmıyorlar mı Kemalist Cumhuriyete?. "Klasik dinci tez: "Cumhuriyeti aslında Yahudiler kurdu.") Bay Karakuş'lara soralım; Sabetayistler olmasa Türkiye'ye emperyalizm gelmeyecek miydi? Örneğin Vahdettin, Damat Ferit Sabetayist mi? Ya Özal, Demirel veya Recep Tayyip? Bay Karakuş; Soner Yalçın ve Yalçın Küçük'e göre Türkiye'deki yıkımın tek sorumluları sabetayistlerdir. Böylelikle el çabukluğuyla Türkiye'de emperyalizmin egemenliği ve gerçek işbirlikçileri aklanıp-paklanıyor, hırsızlıkların, yolsuzlukların üzeri örtülüyor, günah keçisi beş on bin sabetayist, Yahudi egemenliğine dayalı bir tarih tezi konuyor ortaya. Kimi Bu Türk devrimine, Ulusal kurtuluş savaşına yapılmış iğrenç ve alçakça bir saldırıdır! Siz ne dersiniz Bay Karakuş ? Yoksa sizde mi Bay Yalçın ve Küçük gibi düşünüyorsunuz? Bay Karakuş; Soner Yalçın'a ve Yalçın Küçük'e, göre aslında Atatürk de Türk değil.. . Türkiye'de Türk bırakmayan "araştırmacımıza!"göre bu büyük bir bilimsel tezmiş!! Neymiş büyük bilimsel tez? "Osmanlı'da ve Cumhuriyet döneminde adında "Efendi" geçen herkes aslında Sabetayistmiş! Selanik de Sabetayistlerin başkenti. Atatürk'ün gittiği ilkokul ne? Selanik'teki Şemsi Efendi İlkokulu… Peki, bu okul ne okulu olabilir? İsminde "Efendi" geçtiği için olsa olsa Sabetayist okuludur. Peki, acaba Atatürk niye bu okula gitti?"Hım? Kılçığı ortaya atıp bırakıyor bu beyefendi, Sizin büüüüyyüüük Atatürkçünüz! . "İlgilenen araştırsın"demeye getiriyor yani.. Soner Yalçın'a göre yaptıkları ırkçılık değil. Onlar "isim bilim" ve "mezar taşı bilimi" diye daha önce kimsenin duymadığı ama Batıda çok yaygın olan "ihtisas konularını" hocası Yalçın Küçük ile birlikte Türkiye'ye getiriyorlarmış. Niyetleri yanlış anlaşılmamalıymış. Tarih sınıfların, ulusların ve uygarlıkların savaşımıdır, ırkların değil. Saldırıyı doğrudan yapamayınca kıvırtıyor aklınca.. Nasıl? Büyük bir alçaklık değil mi? Yoksa size göre "yüce" bir davranış mı? Eh. Nasılsa Türkiye'de aydın geçinen, okuryazar olduğunu iddia eden, ama bazı kişilerin her söylediğini doğru kabul eden azımsanamayacak sayıda "kara cahil" var.. Onlar, bu gibi maskeli Atatürkçülerin gönüllü avukatlığını da üstlenmişler! Ha! Unutmadan; bu beyefendiye göre, "Mustafa Kemal hep korunan birisi" Şimdi elbette "Türk Halkı" tarafından diyeceksiniz değil mi? Bak dostum; Atatürk'ü koruyup, kollayan, yüceltip yükselten "gizli Yahudilermiş" Yani Sabetayistler.. Onlar olmasa Mustafa Kemal zaten olmazdı!!! Tüm yaşamı boyunca emperyalizm ve işbirlikçisi iktidarlarla çatışmış, hem Abdülhamit, hem İttihatçılar hem de Vahdettin döneminde defalarca ölümün eşiğinden dönmüş, hapse girmiş, sürgünler yemiş, Dünyaya örnek bağımsızlık savaşı vermiş, devrimler gerçekleştirmiş, geldiği her makamı söke söke kazanmış büyük bir devrimciye "korunuyordu"yakıştırması büyük bir hakaret ve akıl tutulmasıdır. Bay Karakuş;Soner Yalçın'ın "Bay Pipo" adlı kitabında ne anlatılıyor dersin? Okuyun yine de. Ama kitap baştan aşağı MOSSAD hayranlığı ve Hiram Abas'ın efsaneleştirilmesinden ibarettir. Peki, "Hiram Abas"kim? Yahudi kökenli. Tüm yaşamı MİT-MOSSAD-CIA üçgeninde geçmiş. Aynı zamanda Hiram Abas, 30 Mart 1972 de Mehmet Eymür'le birlikte Kızıldere de Mahir Çayan ve arkadaşlarının katledildiği operasyonu yönetenlerden biridir. İşte Soner Yalçın'ın "Bay Pipo" kitabında efsaneleştirdiği "Hiram ABAS" budur.. Kitapta "MİT-MOSSAD-CIA"YA rağmen antiemperyalist, devrimci mücadeleye kalkışanlara "MİT-MOSSAD-CIA" ile savaşmanın olanaksız olduğu anlatılmaktadır..Yani mücadele kalkışmayın, oturun oturduğunuz yerde, itaat edin, boyun eğin. Yoksa "Hiram ABAS'LAR sizin sonunuzu da Mahir'lere benzetirler. Bay Karakuş; Bay Yalçın'ın 1994 e kadar "Kürtçü"lük kokan yazılarından sonra, 1995 ten sonra hidayete ererek, nasıl Atatürkçü oluverdiği konusuna burada girmeyeceğim. Yazımdaki son sözümü yineliyorum: "Bunlar, Atatürkçülük maskesi ile ortalıkta dolaşan ve yıllardır iyileşmeyen bir hastalık olan anti Kemalist virüslerdir." Bay Karakuş; Sizi ayıplamıyorum.. Sizi takdir edenlere, takdir ettikleri için "yakışıksız"bir davranış içinde olduklarını da söylemiyorum.. Siz zaten rotayı "inadına mini etek, inadına dekolte"yönüne kırmışsınız… Albert Einstein şöyle diyor; "Dünya yaşamak için tehlikeli bir yer, ama kötü insanlar yüzünden değil, bununla ilgili hiçbir şey yapmayan insanlar yüzünden" Üzüntülerimle Bay Karakuş! Mahmut ÖZYÜREK |
| İnadına Daha Fazla Dekolte Giyinin ! Posted: 08 Feb 2015 01:06 PM PST Bilindiği gibi çok yakın bir süre önceye kadar ülkemizde bir moda oluştu. Şahısların isimlerinden, ana adlarından, baba adlarından, doğdukları şehirlerden çıkarsamalar yapılarak ''YAHUDİ, SİYONİST, SABETAYİST'' yakıştırmaları yapılmaya başlandı. Bu yakıştırmaları yapanların genel amacı "Siyonist hareketin ne denli güçlü olduğunun propagandasını yaparak, halkları yıldırmak, halkların emperyalizme karşı yükselen toplumsal devrimci bilincin önünü kesmek, antiemperyalist bilincin yaygınlaşmasını ve güçlenmesini" önlemektir. Emperyalizmin yeniden işgali altına giren TÜRK HALKINI çaresizliğe itmek için geliştirilen bu yeni psikolojik harekâta ayak uyduran, en önemli isimlerden biri de Soner Yalçın'dır. Geçtiğimiz günlerde HALK TV de yayınlanan, Uğur Dündar'ın sunduğu "HALK ARENASI" programında Cumhuriyet ve Atatürk değerlerine sahip çıkılması çağrısı yapan, Atatürk papyon taktığı için kendisinin de papyon taktığını söyleyen gazeteci Soner Yalçın, kadınlara da seslenerek, "Saçınıza başınıza dikkat edeceksiniz. İnadına mini etek giyeceksiniz, inadına dekolte giyeceksiniz" dedi. Yalçın'ı tamamlayan sözleri ise Uğur Dündar sarf etti: "İnadına kızlı erkekli oturacaksınız" Bir alkış, kıyameti koptu izleyicilerden.. sormayın.. Sanırsınız Türkiye, mini etekli, dekoltesi yüksek, kızlı erkekli oturanlarca verilen yeniden bağımsızlık savaşını kazandı.. Bir gelecek tahmincisi (fütürist) olarak bilinen Alvin Toffler'e göre; göre üç çeşit önemli güç unsuru vardır: şiddet, servet ve bilgi. Bu üç unsurun içinde de bilgi aynı zamanda en demokratik olanıdır. "Çünkü bilginin en devrimsel özelliği zayıfların ve yoksulların da sahip olacağı bir şey olmasıdır". Emperyalist odakların derin dehlizlerinde üretilen ve test edilen bu yeni strateji Türkiye'de, antiemperyalist, halkçı devrimci bir düşün sistemi olan Kemalizm'in içini boşaltarak, antiemperyalist, halkçı, devrimci özünden arındırılmış "Neo Kemalizm"gibi ucube bir ideolojiyi Türk halkına "ATATÜRKÇÜLÜK" olarak sunmaktır. Alvin Toffler'e göre; "Bunun için de toplumun fertlerini, bilhassa münevver zümreyi, beyin yıkama usulü ile kendi kültür yapısından koparmak ve boşalan kafalara yabancı kültürü aşılamak gerekmektedir. Bu usul ve tatbikatın başarıya ulaşmasıyla, sömürülen toplum, sömüren toplumun kültür ve fikri atmosferine "entegre" edilmiş, yani yabancı kültürle bütünleştirilmiş olur. Ancak bu bütünleşme daima geri kalmış ülkenin zararına işleyen bir mekanizma oluşturmuştur."Toffler'e göre böylece yığınlar; "bireyselleşerek giysi/kıyafet/hayat tarzları ile bu bireyselliklerini yaşamayı"ister konuma sürüklenirler. Toplumsal bilinç, antiemperyalist savaşım, tam bağımsızlık "aykırı ve uç"fikirler olarak algılanmaya başlar. Yanılmıyorsam 2003-2004 yılları. Atatürkçü Düşünce Derneği Isparta Şubesi Yönetim Kuruluna önerdiğimiz, Isparta MPA lisesinde tarih öğretmeni olan bir bayan da seçilerek yönetime girdi. Görev paylaşımının üzerinden birkaç hafta geçmişti. Bu bayan arkadaşımız elinde bir dilekçe ile geldi.. "Siz siyaset yapıyorsunuz, ben okulumda gürül-gürül Atatürk'ü anlatıyorum. Türbanlı öğrencileri derslerime almıyorum. Siz Atatürkçülüğü siyasete alet ediyorsunuz.. Bu nedenle hem yönetimden, hem de üyelikten istifa ediyorum"diyerek dilekçesini bırakıp çıktı.. Aynı tarihlerde bu arkadaşımızın çalıştığı MPA Lisesi F-Tipi örgütlenmenin önemli merkezlerinden biriydi.. Bu arkadaşımız "Toplumsal bilinç, antiemperyalist savaşım, tam bağımsızlık" gibi Kemalizm'in özünü oluşturan düşün sistemini "aykırı ve uç" olarak değerlendiriyordu.. Bu son derece bilinçli çarpıtmanın yaratmak istediği Atatürkçülük algılaması tam da budur. Yani istemektedirler ki, tüm Atatürkçüler öyle antiemperyalizm, devrimcilik gibi "aykırı ve uç" düşünceleri savunmasınlar. laiklik savunulacaksa da otoriter değil yine masonik, liberal bir laiklik olsun. Bu yapılan, Atatürkçüleri düşünsel olarak hizaya sokma operasyonudur. AB ve ABD , tam ve kısmi sömürge ülkelerindeki menfaatlerini devam ettirebilmek için, emperyalizmine meşru bir kılıf giydirerek hareketinin adını "Dünyayı Medenileştirme" veya "Hümanizm"koydu. Buradan hareket edersek, Soner Yalçın ve Uğur Dündar'a göre, emperyalizme karşı mücadele giyimle, kuşamla, kızlı-erkekli yan yana oturmakla olur.. - BOP gereğince ülkemiz parçalanacak! - İnadına daha fazla dekolte giyinin ! - Efendim Özelleştirmeler, işsizlik! - İnadına kızlı- erkekli yan yana oturun! - HES'LER, doğanın yağmalanması! - İnadına Saçınızı, başınızı düzeltin! - NATO- Suriye! - İnadına Mini etek giyin! İşte Bay Uğur Dündar ve Soner Yalçın'a göre, emperyalizme karşı mücadele yöntemleri böyle olmalı…. Bay Soner Yalçın'a göre dünyadaki tüm kötülüklerin, açlığın, yoksulluğun, işsizliğin, temel nedeni beş on bin Sabetayist. Kemalizm, Atatürkçülük, devrimcilik ve antiemperyalizm boş işler. İsimlerdeki harfleri toplayıp çıkarın, mezar hırsızı gibi mezarlıkları dolaşın, kimin sebatayist, kimin, Siyonist, kimin Yahudi olduğunu bulun!. Emperyalizme karşı mücadele böyle yapılır. Bunlara göre Atatürk Sabetayist ve Yahudi'dir. Bu nedenle Mustafa Kemal Atatürk Batının içinden biri ve Batı Medeniyetinin(emperyalist uygarlığın) en büyük savunucusudur. Bunlara(Dündar-yalçın)göre tek medeniyet vardır. O da, bu beylerin yaptıkları hizmet karşılığı maaşlarını veren Batılı efendilerinin medeniyetidir. Ne güzel iş değil mi? Millet beş on bin Sabetayist, Yahudi ile uğraşırken, ABD, AB ve İsrail bu ülkede her istediğini yapsın. Bu ülkenin ilericileri, devrimcileri, Kemalistleri de isimlerin içindeki harflerle, mezar taşlarıyla uğraşsın. Bu işi kışkırtan adamlar da Türkiye'de Siyonizm'in, Natoculuğun, Amerikancılığın ve mandacılığın en sağlam kalelerinden yüklü miktarda dolar ve avrolar alsınlar.. Bunlar, Atatürkçülük maskesi ile ortalıkta dolaşan ve yıllardır iyileşmeyen bir hastalık olan anti Kemalist virüslerdir. …. Bunlar, Engerekler ve çıyanlardır, Bunlar, Aşımıza, ekmeğimize Göz koyanlardır, Tanı bunları, Tanı da büyü... Bu, namustur Künyemize kazınmış, Bu da sabır, Ağulardan süzülmüş. Sarıl bunlara Sarıl da büyü... Ahmet ARİF Mahmut ÖZYÜREK |
| AB Çerçeve Programı – AB Fonları(Hibeler) Posted: 08 Feb 2015 01:01 PM PST AB'den karşılıksız para alan örgüt yöneticileri, AB Mandacıları AB'den aldıkları milyonlarca avroluk hibeleri savunurken utanmazca yalan söylüyorlar. Haklılar çünkü gâvurun ekmeğini yiyen, gâvurun kılıcını çalar! AB'nin parasını yiyen örgütlerin de yine AB'nin kılıcını sallayacakları çok açıktır., AB Projesi, temelleri 50 yıl önce atılmış emperyalist bir projedir. AB Niçin Türkiye'de Hibe Dağıtıyor? Kim kime karşılıksız para verir? AB ile Türkiye'nin müzakerelere resmen başlama tarihi, 03 Ekim 2005'dir. Oysa AB, Türkiye'de sivil toplum örgütlerine 1995 yılında karşılıksız para dağıtmaya başlamıştır, neden? "Türkiye'nin AB'ye alınmayacağı", kapı önünde "kuma" gibi bekletileceği AB'nin kurnaz mimarlarının değişik zamanlarda yaptıkları açıklamalardan anlaşılmaktadır. Peki, Türkiye AB'ye üye yapılmazsa, o güne kadar Türkiye'de çeşitli örgütlere dağıtılmış olan paralar yandı gitti kül oldu mu, olacaktır? AB, sonunda kaybedeceği bir oyuna milyarlarca Avro harcar mı? · 25 Üyeli AB'de bugün yaklaşık 20 milyon işsizken, AB Üyesi Polonya'da 25 yaşından genç olanların yüzde 40,7'si, Slovakya'da yüzde 30,5'u ve Litvanya'da yüzde 25'i işsizken, · AB'nin kurucu üyelerinden Fransa'da 200.000'den fazla Almanya'da 860.000, AB genelinde 3 milyon evsiz insan perişan durumdayken, · AB'nin 15 üye Ülkesinde toplam 65 milyon insan, fakirlik sınırında yaşamaktayken · Her biri AB Üyesi olan Almanya'da 5 milyon 580 bin, İspanya'da 2 milyon 380 bin, İngiltere'de ise 2 milyon 200 bin, AB'nin 15 Üye Ülkesinde toplam 37 milyon bedensel ve zihinsel engelli yoksulluk içinde yaşarken, · İspanya'da 20 bin, İtalya'da 78 bin, Almanya'da 7.789, Belçika'da 3.445, Fransa'da ise 1.200 doktor işsiz bulunurken, AB neden Türkiye'ye 1995 yılından beri milyarlarca Avro hibe etmeyi sürdürüyor? Kendi yurttaşından esirgediği milyarlar tutarındaki "avroyu, AB hangi gerekçelerle Türkiye'de kimi örgütlere "HİBE" etmektedir? Bu soruları artırmak olasıdır. Ancak bu kadarı bile yeterli. 1956'da ABD Senato Dış İlişkiler Komitesi raporunda şöyle denilmektedir: "Amerikan yardımı, bir hükümet girişimi olarak başkalarının çıkarı için yapılan bir şey değildir. ABD ne sadaka veren bir kuruluş ve ne de ekonomik yardım Amerikan halkının cömert ruhunun dışarıya yansımasıdır... Teknik yardım, ABD'nin dış politikasını yürütmek ve ulusal çıkarlarını dışarıda geliştirmek için eldeki araçlardan bir tanesidir." (Karşı Devrim, Çetin Yetkin, syf. 360) Gerek emperyalistler, gerekse onların içimizdeki yamakları "karşı devrimci" güçler KEMALİST DÜŞÜN Sistemi'ni antiemperyalist, devrimci, halkçı niteliğinden uzaklaştırma, böylece Türk ulusunun Emperyalizmle mücadele, tam bağımsız yaşama azim ve kararlılığını yok etme çabalarını 70 yıldır sürdürüyorlar. Emperyalist merkezlerden yayılan bu karşı-devrimci propaganda kimi Atatürkçü kişi ve örgütlerde ideolojik sapmalara, bilinç bulanıklığına ve amaç yitimine, yol açmıştır. Bu bağlamda, Atatürkçülük adına yola çıkan kimi örgüt ve kişiler "KARŞI DEVRİM"i yalnızca "laiklik karşıtı hareketler"olarak algılarken, Atatürkçülüğü yalnızca "laiklikle" sınırlandırdıklarının, böylece savunmaya çalıştıkları "düşün sistemini" kendi elleri ile mezara gömdüklerinin ayırdına bile varamaz olmuşlardır. "Barış", "İnsan Hakları", "Demokrasi" ,"bireysel hak ve özgürlükler", "laiklik" vb. söylemleri dillerinden düşürmeyen emperyalist haydutların temel amacı, bu kavramların yaşama geçmesini sağlamak değil, bu kavramları savunan tüm kesimleri (elbette Kemalistleri de) bu anlayış çerçevesi içerisinde kendi yanlarına çekmek ya da en azından emperyalistlerle–mazlumlar arasındaki tarihsel savaşımda tarafsızlaştırmaktır. Böylesine bir ikiyüzlülük ve illüzyonla hareket eden emperyalist saldırganlar, hemen her ülkede kendilerine yandaş, yamak "ÖRGÜTLER" bulmakta da fazla zorlanmadılar. Kimi örgütlere uydurma projeler karşılığı "FON" adı altında "avrolar" veriliyor, "AVROLARI" alan sözde STÖ'ler ise emperyalistlerin özlem ve istemlerini kayıtsız koşulsuz yerine getiriyorlar. Bu örgütler Avrupa Birliği entegrasyonu adı altında ülkenin bağımlılaştırılma ve çökertilme serüvenine ortak-öncü oluyorlar. Avrupa Birliği'nin emperyalist bir örgütlenme olduğunu kavrayamayan, onu basit ve yeni bir uluslararası örgütlenme sanan bu kişi ve örgütler işi öylesine ileri götürmüşlerdir ki, AB emperyalizminin "ilericiliğini"! her geçen gün yeniden ve derinlemesine keşfederek, Avrupa Birliği'ni ilerici ve bu nedenle Türkiye'nin de mutlaka içinde yer alması gereken bir proje olarak değerlendirerek, AB'nin çeşitli kanallardan bazı kişilere, bazı örgütlenmelere ve bazı kitle iletişim araçlarına "istihbarat ve yönlendirme çabası için" aktardıkları kaynakları (fonları) gönül rahatlığı ile alıp kullanabilmişler/kullanmaktadırlar. AB'nin kurnaz ve deneyimli mimarları ise, stratejilerini buna göre uyarlamışlardır: Türkiye'yi ve Türkleri tam teslim alabilmek için, Türk vatanseverlerinin Ulus devletlerini savunma bilinci ve kararlığını yok etmek, teslimiyete karşı direnme gücünü yıkmak ön koşuldur! Bu amaçla emperyalist güçler, çeşitli kanallardan bazı kişilere, bazı örgütlenmelere ve bazı kitle iletişim araçlarına aktardıkları kaynaklar aracılığıyla, istihbarat toplamakta ve toplumu yönlendirmeye çalışmaktadırlar.AB'den 'proje bazında' karşılıksız para alan Sivil Toplum Örgütleri, AB'nin yukarıda sıraladığımız hedeflerine ulaşmak için verdikleri ve vermeyi sürdürecekleri savaşımda, AB'ye karşı çıkabilirler mi? AB'ye karşı, Türkiye'nin çıkarlarını savunabilirler mi? AB'den karşılıksız paralar alan örgütler, Anadolu'nun bağrına sürülmüş birer TRUVA ATI'dır! AB'den karşılıksız para alan örgütler, Türk Ulusunun içine girmiş BEŞİNCİ KOL' dur! Avrupa Birliği emperyalizmi, işte bu amaçlarına ulaşabilmek için "Avrupa Komisyonu fonlarını"kullanmaktadır. - Türkiye'de Sivil Toplum Örgütleri (Sendikalar, vakıflar, odalar, dernekler, birlikler, vb.), AB'den bugüne kadar yaklaşık 3 milyar Avro' ya yakın hibe aldılar. Elbette, AB'den karşılıksız para alanlar türlü gerekçelerle kendilerini savunmaya kalkışacaklardır. Bu savunmanın en önde geleni ise Türkiye'nin AB'ye her yıl yüklü bir miktarda katılım payı ödemiş/ödemekte olduğu, AB'den 'proje bazında' alınan "hibe" paraların bu fondan karşılandığı iddiasıdır. Bu AB Mandacıları tarafından utanmadan uydurulmuş bir kuyruklu yalandır! AB'nin bütçesine (Avrupa Komisyonu fonlarına) sadece üye ülkeler katkıda bulunurlar. Türkiye bir AB üyesi olmadığı için kendisinden AB bütçesine katkıda bulunması asla istenilmemiştir, istenilemez de! Bu nedenle, Türkiye'nin AB'ye taahhüt ettiği bir katılım katkısından asla söz edilemez! Türkiye "AB 'Çerçeve Programlarının bütçesine katkı koymaktadır. Peki, nedir "AB ÇERÇEVE PROGRAMLARI"? Türkiye AB Bakanlığı WEB sitesinden aynen aktaralım. "Temelde amacı sosyal ve ekonomik kalkınmayı sağlamak üzere bilimsel ve teknolojik araştırma kapasitesini arttırmak olan AB Çerçeve Programları dünyanın en büyük sivil Ar-Ge programıdır. Çerçeve Programı sadece Ar-Ge'nin geliştirilmesine değil Ar-Ge hazırlığı için gerekli çalışmalar, toplantılar, network çalışmaları, bilgi toplama, görüş alışverişi, uzman toplantıları vb. hazırlık çalışmalarını da desteklemektedir. Türkiye ile birlikte toplam 40 ülkenin katılım sağladığı ve 2007-2013 yıllarını kapsayan 7. Çerçeve Programı'nın (7.ÇP) bütçesi 50,5 Milyar Avro olarak belirlenmiştir. Türkiye'deki koordinasyonu TÜBİTAK tarafından yürütülmektedir. Bilgiye www.fp7.org.tr adresinden ulaşılabilir.http://www.abgs.gov.tr/index.php?p=45035& Çerçeve Programlarına AB üyesi ülkelerin yanı sıra Türkiye'nin de içinde bulunduğu aday ülkeler ve AB ile çerçeve programlarına katılım anlaşması imzalamış asosye ülkeler (Norveç, Liechtenstein, İsrail, İsviçre ve İzlanda) Arnavutluk, Bosna-Hersek, Faroe Adaları, Hırvatistan, İsrail, İsviçre, İzlanda, Karadağ, Lihtenştayn, Makedonya, Moldova, Norveç, Sırbistan ve Türkiye, Uluslararası İşbirliği Hedef Ülkeleri (ICPC):Afrika, Karayipler, Asya, Pasifik, Doğu Avrupa ve Orta Asya, Latin Amerika, Akdeniz Ortaklığı Ülkeleri, Batı Balkan Ülkeleri) de katkı koyarlar ve AR-GE projeleri karşılığında "destek" alırlar.. Projelere katılım için en az 3 farklı AB Üye veya Asosiye Ülkesi'nden 3 farklı kurumun bir araya gelmesi gerekmektedir. 2002-2006 sürecinde uygulanan bu programın toplam bütçesi 17,5 milyar Avro' dur. Türkiye Devleti'nin katkı payı yaklaşık 250 milyon Avro olmuştur. Yapılan bilimsel araştırma projeleri karşılığı Türkiye, yaklaşık 30 milyon Avro almış, sonuçta yaklaşık 200 milyon Avro kaybı olmuştur. Oysa AB'den alınan hibelerin tamamı AB bütçesinden çıkmaktadır ve içinde Türkiye'nin tek bir kuruşu dahi yoktur! Aynı yıllarda, Türkiye'de Sivil Toplum Örgütleri (Sendikalar, vakıflar, odalar, dernekler, birlikler, vb.), AB'den bugüne kadar yaklaşık 3 milyar Avro' ya yakın hibe aldılar Yani AB Hibeleri ile AB'nin 'Çerçeve Programları' arasında hiçbir bağ bulunmamaktadır, ikisi apayrı konulardır! AB'nin hiçbir ahlak kuralı tanımayan propagandacıları, bilinçli olarak AB'nin 'Çerçeve Programları' ile AB Fonları(Hibeleri) konusunda utanmazca yalan söylemektedirler. Bu AB Mandacıları, Hitler'in propaganda bakanı Goebbels'in şu sözlerini özümsemişlerdir: "Eğer bir yalan, uzun bir süre yeterince tekrarlanırsa, sonunda o yalan gerçekmiş gibi algılanır" 30 Ocak 2015 Isparta Mahmut ÖZYÜREK Kaynak 'Avrupa Birliği Tabuta Çakılan Son Çivi' Yılmaz DİKBAŞ-Asya Şafak Yayınları. |
| Posted: 08 Feb 2015 12:57 PM PST AKP'nin demokrasi diye bir derdi yoktur. O temsili demokrasinin sandık sonuçlarından hareketle otoriter bir yönetime ilerlemektedir. İktidara gelmeden önce " Demokrasi, 3y olarak tanımladığı, yolsuzluk,yoksulluk ve yasaklarla mücadele" vaatlerinin bir aldatmaca olduğu anlaşıldı. 17-25 Aralık yolsuzluk iddialarının kanıtlarını yok etmek için yaptığı işlemler, yargı ve emniyet görevlileri üzerinde yapılan değişiklikler, dört eski bakanı yüce divana göndermemek için yapılan siyasi atlama hiçbir dönemde bu denli görülmemiştir. Yasaları işine yarayacak şekilde düzenleyen AKP, bu konuda prağmatik olmayı, sonuç almayı düşündüğünden, kurallar getiriyor. Kendisine sadakatla bağlı olmayan siyasi kadroları siyasetten silecek. Bunun için otoritenin tartışılmaz sahibi kim ise ona biat edilmesi isteniyor. AK'nin parti içindeki demokrasi anlayışı böyle işlerse, devlet aygıtında nasıl işlediğini yaşayarak görüyoruz. Bir dönem demokrasi ve özgürlükler adına "yetmez ama evet" diyerek destek veren liberaller bile bu gerçeği görmüşlerdir. Ancak bunları iki grupta irdelemek gerekir. 1.grupta olanların ulusal ve toplumsal refleksleri tükenmiştir, tuzu-kurudurlar. Ana akım medyasında yer kalmadığından etki alanları kalmamıştır. 2. grupta olanlar, ulusal ve evrensel değerleri içselleştirmedikleri için dinci bir partinin amacı için demokrasiyi araç olarak kullanabileceğini öngörememişlerdir. Şimdi ise kuvvetler ayrılığının, bağımsız yargının, devletin hukuk devleti niteliğinin yok edilme çalışmalarını gördükçe iktidardan desteklerini çekmişlerdir. Acı ve ağır bedeller ödeyerek sürdürdüğümüz demokrasi mücadelesi yeni bir noktaya gelmiştir. Ekonomist dergisinin aralık 2014'de açıklanan " demokrasi endeksi" raporunda 167 ülke arasında 89.sırada yer alıyoruz. İktidarın " ileri demokrasi" diye tanımladığı yer burasıdır. Demokratik ülkeler demokrasi ve hukuk adına yaşananları bakarak ülkemizi "3.sınıf" bir demokrasi olarak görüyorlar. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin en çok tazminat ödemeye mahkum ettiği ülke Türkiye'dir. Mahkumiyetlerin çoğunluğu insan hakları ihlali, basın özgürlüğü ve yargılamanın hukuksuzluğudur. Demokrasinin ölçütü sadece seçimlerin aritmetik sonuçları değil, adaletin, temel hak ve özgürlüklerin nasıl uygulandığıdır. Siyaset, ülkeyi ve ülkenin sorunlarını yönetme, geleceği ön görme sanatıdır. AKP, demokrasi içinde ülkeyi yönetemediği için otoriterleşmektedir. Karşıtı olan herkese "paralel yapı" ve darbeci diyebilmektedir. Aslında kendi kurduğu, kurgu ve yapılanmalarla ülkemizi tehlikelere sokmuştur. 2015 haziran seçimleri siyasi tarihimizin ve demokrasi güçlerinin en önemli sınavı olacaktır. A.FUAT ÖZKAN |
| Ateşli Bir AB Mandacısı Olan Isparta Milletvekili Ali Haydar Öner'e Açık Mektup Posted: 08 Feb 2015 07:40 AM PST 10 Aralık 2014 tarihinde ABD'nin adana 2. Konsolosu James Michael Saxton Ruiz ve beraberindeki heyet, Güneydoğu Anadolu Bölgesi'ndeki gelişmelerle ilgili olarak Güneydoğu Genç İşadamları Derneği (GÜNGİAD) Başkanı Hakan Akbal'ı ziyaret etti. Önerilerinin 26 istatistiki bölgeden Şanlıurfa ve Diyarbakır'ın yer aldığı TRC 2 bölgesi ile Mardin, Batman, Şırnak ve Siirt'in yer aldığı TRC3 bölgesinde özerklik gibi yerinden yönetim pilot uygulamasına geçilmesi olduğunu dile getiren Akbal, şöyle konuştu: "Bizler TRC 2 ve TRC 3 bölgelerin yönetim merkezinin Diyarbakır olmasını, ulusal parlamento yanında yerel düzeyde de seçim esasına dayalı, temsile olanak veren meclislerin oluşmasının tartışılmasından yanayız. Bir düzenleme ile Diyarbakır, Şanlıurfa, Mardin, Batman, Şırnak ve Siirt illeri Osmanlı'da olduğu gibi Diyarbakır Vilayeti olarak tanımlanabilir, Diyarbakır Vilayetinin yönetim merkezi de Diyarbakır ili olabilir" dedi. Kamuoyunda "ikiz sözleşmeler" olarak bilinen *"Birleşmiş Milletler Bireysel (Medenî) ve Siyasal Haklar Sözleşmesi ve *Birleşmiş Milletler Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi" 4Haziran 2003 günü 4867 ve 4868 sayılı kanunlar ile TBMM'de kabul edildi. Ve yürürlüğe girdi. İkiz sözleşmelerin başından ilk iki madde "Madde:1– Bütün halklar kendi kaderlerini tayin hakkına sahiptir. Bu hak vasıtasıyla halklar kendi siyasal statülerini serbestçe tayin edebilir ve ekonomik, sosyal ve siyasal gelişmelerini serbestçe sürdürebilirler. Madde: 2– Bütün halklar uluslararası hukuka ve karşılıklı menfaat ilkesine dayanan uluslararası ekonomik işbirliği yükümlülüklerine zarar vermemek koşuluyla, doğal kaynakları ve zenginlikleri üzerinde kendi yararına serbestçe tasarrufta bulunabilir. Bir halk sahip olduğu maddi kaynaklardan hiç bir koşulda yoksun bırakılamaz." Yeter mi? Yetmez. 27 Haziran 1995 tarihli FBIS bülteninde, "ABD'nin eski Moritanya Büyükelçisi" unvanını kullanan David Adolph Korn'un Abdullah Öcalan ile yaptığı görüşmeler yayınlanmıştı. O görüşmede, terör örgütünün başı Öcalan, "Biz Amerika'da olduğu gibi federal bir devlet, İspanya ve Almanya'da olduğu kadar da demokrasi istiyoruz. Eğer Türkiye kimlik, kültür, dil ve ekonomiye dayalı haklarımızı verirse, şiddeti bir günde durdururuz. İsteğimiz, soykırıma son verilmesi ve bunun için ABD'nin aracılık yapmasıdır. Biz ABD kuruluşları ve vatandaşlarına yönelik hiçbir eylem yapmadık" demişti. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Washington Post yazarı Jackson Diehl'e açıkladı(10 Ara 2010) "İngiltere eski sömürgeleriyle bir milletler topluluğu halinde, neden Türkiye eski Osmanlı topraklarında, Balkanlarda, Orta Doğu ve Orta Asya'da yeniden liderlik kurmasın?" Osmanlı'dan kalan mirasımız var. Yeni Osmanlı diyorlar. Evet, Yeni Osmanlıyız. Bölgemizdeki ülkelerle ilgilenmek zorundayız" dedi. AB Türkiye Temsilcisi Karen Fogg, Adriaan van der Meer'e çektiği 3 Aralık 2001 günlü mesajında şöyle diyor: "Türk tarihinin hakkından gelmek gerekiyor" . "Hakkından gelinecek tarih", AB şeflerinin sık sık belirttikleri üzere, Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet Devrimi'dir. Ancak, Fogg'un yazdığına göre, "ABD ve AB bunu nasıl yapacaklarını bilmiyorlar". BAY AB MANDACISI ÖNER; ABD ve AB bunu nasıl yapacaklarını sizin gibi devşirilmiş, ateşli AB mandacılarından öğrendiler. BAY AB MANDACISI ÖNER; Siz ve sizin gibi Kemalist Cumhuriyetin üst katlarına sızmayı başarmış ateşli AB mandacılarının yol göstericiliğinde, ülkemiz bu gün kelimenin tam anlamıyla bölünmenin eşiğinde ve emperyalist haydutların işgali altında. Bu yargı, benim kişisel kanım değil, sizin valiliğiniz döneminde yaptığınız iş ve işlemlerin bir sonucudur. Hatırlayın; 10 Ağustos 2009 günü Batı Akdeniz Kalkınma Ajansı(BAKA) ilk toplantısını Isparta'da Vali Ali Haydar Öner'in yani sizin başkanlığınızda yaptı. ADD Isparta Şubesi Yönetim Kurulu, başkan Mahmut Özyürek imzası ile 09.08. 2009 günü Konu ile ilgili bir basın açıklaması yayınladı. ADD Isparta Şubesinin "Basın Açıklamasında" özetle;Türkiye'de "Bölgesel Kalkınma Ajansı" kurulması, Türkiye'ye yönelik AB ve ABD kaynaklı federasyon baskılarına büyük bir hız kazandıracağı, küreselleşmenin istediği pazarın yaratılacağı tartışmasızdır. "….Bölgesel Kalkınma Ajansları yakın bir gelecekte, Türk vatandaşlarının kendilerini ulus devlet kimliğinden çok yaşadıkları kent ve bölgelerdeki kimliklerle bağdaştırarak tanımlamalarını sağlayacaktır. Bu bölgeselleşme sayesinde Birlik, yerel birimlerle doğrudan bağlar kurarak yavaş yavaş Avrupalılık bilinci oluşturacak, böylece ulusal kimlikler yok edilecektir" , "…..Özellikle Güneydoğu Anadolu'da "Bölgesel Kalkınma Ajanslarının kuruluş ve uygulamaya girmesi; bölücü istem ve niyetleri zirveye çıkmış olan örgütçü-şehir teröristi sözde yerel yöneticiler, Kalkınma Ajanslarını üniter devlete karşı ayaklanmak için bir araç olarak kullanacaklardır.", "….Türkiye AKP hükümeti tarafından bir felakete doğru sürükleniyor. Türkiye kendisine karşı hazırlanan bir komplo ile karşı karşıyadır. Türkiye Cumhuriyeti devleti "Kalkınma Ajansları" aracılığı ile tasfiye edilmeye sürükleniyor. 09. Ağustos 2009"Peki, BAY AB MANDACISI ÖNER; Özetini verdiğimiz bu açıklamada, Vali olarak sizin adınıza, unvanınıza, makamınıza yönelik bir eleştiri var mı? Yok!Eleştirilen KİM? AKP hükümeti!Peki, BAY AB MANDACISI ÖNER; Siz bu açıklamaya nasıl bir yanıt verdiniz. Ben hatırlatayım.. "Bu söylemleri tutarlı bir söylem olarak değerlendirmiyorum. Marjinal bir söylemdir, önyargılı bir söylemdir, Atatürkçü Düşünce ile bağdaşmayan bir söylemdir ,kimse Atatürk adına rasgele konuşmamalıdır. Özellikle Atatürk'e saygısı olanlar, Atatürk'le ilgili söylemlerinde çok dikkatli olmalılar.", "Atatürkçülük bir şahsa münhasır bir olay değildir. Kaldı ki, ben 2000 yılında Atatürkçü Düşünce Derneği Genel Merkezi tarafından 'Yılın Atatürkçü Devlet Adamı' ödülünü almış bir kişiyim" Yani Bay Öner siz Atatürkçülük adına AKP'nin avukatlığını yaptınız!Neyin Karşılığı? Yanıtı biz verelim. Batı Akdeniz Kalkınma Ajansı(BAKA)'nın başkanlığını yaptığınız dönemde 4.500TL-8.000TL arası ücret karşılığında.. BAY AB Mandacısı Öner; sizin Atatürkçülüğünüzün ederi bu değil mi? Siz değilmisiniz TBMM Milli Eğitim Komisyonunda "ATATÜRKSÜZ ANDIMIZ DAHA İYİYDİ" diyen?BAY AB MANDACISI ÖNER; AB İlerleme Raporundan bir alıntı yapalım. "Türk devletinin temel felsefesi olan Kemalizm, Türk devletinin bütünlüğüne yönelik ölçüsüz bir endişe kaynağı oluyor. Kemalizm, Türk kültürünün ve milliyetçiliğinin homojenliği üzerinde duruyor. Devletçilik, ordunun güçlü rolü, dine karşı çok katı bir tavır gibi yaklaşımlara öncelik veren Kemalizm felsefesi, Türkiye'nin AB'ye katılımına köstek oluşturuyor."Yine Avrupa Parlamentosu ve AB yetkililerinden Günter Verheugen : "Kürtlere uygun düzeylerde idarî özerklik gereklidir, Kürtlere kendi kaderlerini tayin hakkı verilmeli" dedi. BAY AB MANDACISI ÖNER; Mustafa Kemal ATATÜRK 6 Mart 1922'de yaptığı TBMM Konuşmasında ne diyor? " Türkiye'yi yok etmeye girişenler, Türkiye'nin ortadan kaldırılmasında çıkar ve hayat görenler, zararlı olmaktan çıkmışlar, aralarında çıkarları paylaşarak, birleşmiş ve ittifak etmişlerdir. Ve bunun sonucu olarak, birçok zekâlar, duygular, fikirler, Türkiye'nin yok edilmesi noktasında yoğunlaştırılmıştır. Ve bu yoğunlaşma, yüzyıllar geçtikçe oluşan kuşaklarda, adeta tahrip edici bir gelenek biçimine dönüşmüştür. Ve bu geleneğin, Türkiye'nin hayatına ve varlığına aralıksız uygulanması sonucunda, nihayet Türkiye'yi ıslah etmek, Türkiye'yi uygarlaştırmak gibi birtakım bahanelerle, Türkiye'nin iç hayatına, iç yönetimine islemiş ve sızmışlardır. Böyle elverişli bir zemin hazırlamak güç ve kuvvetini elde etmişlerdir." BAY AB MANDACISI ÖNER; sizin gibi düşünenlere Mustafa kemal ATATÜRK "Ahmaklar, memleketi Amerikan mandasına, İngiliz himayesine terk etmekle kurtulacak sanıyorlar. Kendi rahatlarını temin etmek için bir vatani ve tarih boyunca devam edip gelen Türk istiklalini feda ediyorlar " diyor! BAY AB MANDACISI ÖNER; ; Siz yalnızca ateşli bir AB mandacısı değil, aynı zamanda demokrasiye inanmayan bir faşistsiniz! Çünkü Siz yaşamınızın hiçbir döneminde seçilmediniz. Dersimli Kemal tarafından atandığınız Milletvekilliği dâhil tüm görevlere birileri tarafından atandınız. Bu nedenle olsa gerek Atatürkçü Düşünce Derneği Isparta Şubesinin, Genel Kurullarında hep seçilerek gelmiş şube Başkanı Mahmut ÖZYÜREK görevde iken, Isparta da onlarca kişiye ADD Şube Başkanlığı önerdiniz.. İşin garibi bu önerilerinize hep olumsuz yanıt aldınız.. Bu yolla Mahmut Özyürek'i görevden uzaklaştıramayınca, sizin gibi ateşli bir mandacı ve mason olan Tansel Çölaşan'la el ve işbirliği içinde bir "kumpasla" amacınıza ulaştınız… ADD Isparta Şubesinin Kemalistlerden alınarak, kaplıca- kermes organizatörlerinin eline, güzellik ve sağlık ürünleri pazarlamacılarının yönetimine geçmesini sağladınız.. Milletvekilliğiniz süresince Isparta ya yaptığınız tek ve en önemli hizmet te bu oldu.. Bu hizmetinizle ne denli övünseniz yeridir! BAY AB MANDACISI ÖNER; Valiliğiniz döneminde yüksek ücret karşılığı "Atatürkçülük" adına kuruluşuna büyük emek verdiğiniz "BATI AKDENİZ KALKINMA AJANSI"; Diyarbakır Eyaletinde olduğu gibi ülkemizin 26 eyaletinden biri olarak, ayrışma, bölünme yolunda önemli hizmetler yapıyor.. Siz ise Milletvekilliği ile ödüllendirilerek, ülkenin ve ulusun geleceğini karartma pahasına, Bankalarda yüklü bir birikim yapma olanağını elde ettiniz. Kemalist devrimci Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt "Devlet yöneticileri zenginleştikçe halk fakirleşir" diyor. Siz bunun en iyi örneğisiniz.. Her yazımda olduğu gibi bu kez de son sözü Gazi Mustafa Kemal Atatürk'e bırakalım. Mustafa Kemal; 10/11 Eylül 1919'da Damat Ferit'in Dâhiliye Nazırı Adil Bey'e gönderdiği telgrafta şöyle diyor: "...Alçaklar, caniler, hainler! Düşmanlarla millet aleyhine hainane tertibatta bulunuyorsunuz. Milletin kudret ve iradesini takdirden aciz olduğunuza şüphe etmiyordum. Fakat vatan ve millete karşı hainane ve boğazlarcasına harekette bulunacağınıza inanmak istemiyordum. Aklınızı başınıza toplayın. (...) Mister Nowil gibi milletimiz ve vatanımız için zararlı olan yabancılara vicdanınızı satarak yaptığınız alçaklıkların milletçe tatbik olunacak sorumluluğunu nazarı dikkatte tutunuz. Güvendiğiniz şahısların ve kuvvetin akıbetini öğrendiğiniz zaman kendi akıbetinizle karşılaştırmayı unutmayın."Mustafa Kemal Derin üzüntülerimle BAY AB Mandacısı Ali Haydar Öner. |
| Türkiye'yi Emperyal Kumpaslardan, Kurtarsa Kurtarsa CHP Örgütleri Kurtarır!.. Posted: 08 Feb 2015 07:36 AM PST Tolga Yarman, Prof. Dr. CHP Kurultay Onur Uyesi Emperyal odaklar epeydir şunu keşfetmiş bulunuyorlar: Hepsi hepsi, dört adamı kontrol etmek suretiyle, 75 milyonu kontrol edebilirsiniz. Hele "medya silahları" ayrıca elinizde ise, kimseyi yerinden kımıldatmama becerisini sürdürebilirsiniz. Bu denklem; Ülkemiz'de de, Bölgemiz'de de yıllardır yürürlükte bulunuyor. Bir defa %10'luk baraj; hele bir de, hükümette istikrar adına, sözüm ona, kelli felli hukukçularımız tarafından savunulunca, tam bir "demokrasi faciası" oluşturyor. Oysa, "temsiliyetin" olmadığı yerde demokrasiden (özgürlüklerin ödünsüz izlendiği, halk yönetiminden) bahis, abestir. "Temsiliyet bunalımı" demek, "demokrasi bunalımı" demektir. "Temsiliyet", yalnızca bir ya da birkaç liderin, dağ taş demeden, vur ha sür ha koşuşturup -eyvallah gerçi- yarattıkları rüzgârı arkalarına almalarının uzantısında, ama işte milletvekilliklerinden başlayarak, giderek, partilerinin yönetim organlarının sandalyelerinin, hatta başbakan ve hükümet üyelerinin, isimlerini tek başlarına koyup, seçmenin önüne taşımalarıyla, olmuyor. Tersine, birisi size "Yürü ya Kulum!" demişse ve siz bütün şu dediklerimi, biraz marifetiniz varsa, encamında pekala tek başınıza yapabiliyor oluyorsunuz. Ama size el verene, kol kaptırıyorsunuz. Onun için genel seçim kadar, partilerin içlerinde ve çeşitli kademelerindeki seçimler, bu arada, milletvekili adaylarının belirlenmesine dönük olarak, tüm partililerin katılımıyla önseçim ("eğilim yoklaması" değil, düpedüz, "hakim huzurunda ve tüm partililerle önseçim temsiliyetin, giderek parti içinde, ya da ülkede iktidarsanız, dış odaklara "kol kaptırmamanın" temel yöntemi oluyor. ** CHP'de, Baykal'ın parti içi iktidarına (kim ne derse desin), fevkalade gaddar biçimde son verilmesinden önce; "parti içi demokrasi", çalışmıyordu. Tersine partide, dargrupçuluk hakimdi. O kadar böyleydi ki, "Cumhuriyet'in Partisi" CHP, Türkiye Cumhuriyeti'nin bütünlüğünü sağlamaktan uzaklaştı. Hatta, Türkiye'nin Doğusu'ndan ve Güney Doğusu'ndan (insanın söylemeye dili varmıyor) tam anlamıyla, kovuldu. Uzağa gitmeye gerek yok. Seçim sonuçları ortada... 1960'lardan başlayarak, "Orta'nın Solu" ilkesiyle, 1970'lerde, "Toprak işleyenin, su kullananın, ne ezen ne ezilen, hakça bir düzen!", özdeyişiyle, 1980 sonrası, Sosyal Demokrasi (toplumculuk, dayanışma, hakça gelir dağılımı, içte ve dışta barış) zeminindeki ilkeler demetiyle, CHP nüvesinin, yurtta, iyi kötü sağladığı bütünleşme ve sarmaşma, sonraları dargrupçulukla tavsayınca; Türkiye - telaffuz etmek, akademik namus gereğidir - Refah Partisi'nden başlayarak, AKP'nin mimarisini oluşturduğu adil düzen, iman, kuran, ezan zemininde bir arada durmayı, evet, başardı. Bu çizginin ise, hele, bölgede petrol ve doğal gaz uğruna, bitmek tükenmek bilmeyen fırıldaklar çevirmekte olan, emperyal odakların boyunduruğuna girince, gerek ülkede gerek bölgede nasıl yozlaştığına hep beraber tanık olduk; olmaya hâlâ devam ediyoruz... Encamında söz konusu çizgi, maateessüf, temelde, bölgemizde, vahşinin vahşisi bir mezhep çatışmasının aparatı oldu, çıktı. ** Her şey bir tarafa, parti içi demokrasi kültürü en yüksek olan parti - yıllar içinde bu özelliği ciddi olarak zayıflatılmış olmakla beraber- CHP'dir. Buna karşın, 2007 Seçimleri'nde, milletvekili listelerini, tek başına Genel Başkan (Baykal), yapmıştı. 2011'de tufaya getirildi. Buna dayanmasını beklerdik. Dayanamadı. Gitti. Yerine Kılıçdaroğlu geldi. Türkiye'nin, bölgenin dizaynı uzantısında, tam bir dizayn tazgâhında olduğu belliydi. Petrol ve doğal gaza sahip olma yünündeki acımasız ve kanlı stratejik denklemler, Türkiye'nin yakasını bırakmayacaktı. Bu olgu yalnız iktidarın değil, aynı zamanda ve bilhassa Meclis'teki muhalefet partilerinin de hizada tutulması gereğini behemehal, beraberinde getiriyordu. Kılıçdaroğlu, parti içinde dargrupçukluktan yaka silkmiş yığınlar tarafından, büyük umutlarla bağırlara basıldı... Maateessüf, bir iki istisnanın dışında "eski tas, eski hamam", hemen hiç değişmedi. 2011 Genel Seçimi'nde Örgütler, neredeyse külliyen hiçe sayıldı. Partinin tabelasının altında dolaşmadıkları bir tarafa, başka partilerin tabelaları altında dolaşmış kıyamet kadar insan (herkesin, kendi dürüst müktesebatıyla saygıdeğer olduğu hususu saklı olarak ifade ediyorum) partinin üst kademelerine ve milletvekilliklerine doluştu... En tepedeki bir arkadaşıma bir gün Genel Merkez'de sordum: - Bu partiyi kim yönetiyor, allaşkına? dedim. - Lobiler, Hocam, diyiverdi... Demek ki, lobiler ve bunların içli dışlı oldukları dış çervreler, CHP'nin örgütlerini nasıl çalıştırmayabileceklerini öğrenmişlerdi. Ama CHP örgütleri, yamandır. Durumu, hızlıca kavradılar... Bayrağı açtılar. Bu arada Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu, üstündeki çeşitli vesayet zincirlerinden kurtulma refleksleri gösteriyor... 2015 Genel Seçimi'ne dönük olarak: - Önseçim, olacak, diyor. Olmazsa, çok açık söyleyeyim, gider ve ağızdan yel alsın, partiyi bitirmiş olarak, gider. Rahmetli Genel Başkan Erdal İnönü, 1991 Genel Seçimi'nde, İzmir'de önseçime girmişti. Genel Sekreter Fikri Sağlar, Mersin'de önseçime girdi. Daha önceleri, İsmet Paşa'nın Malatya'dan, Ecevit'in Zonguldak'tan önseçime girdikleri, övünçle zikredilir. Kılıçdaroğlu'nun yapması gereken açıktır: Etrafında ne kadar toplama ya da tıkıştırma adam varsa, uzmanı, bürokratı, oradan buradan devşirme sözde (köklerini örgütlerimizden alan, azınlık sayıdaki omuzdaşımızı, elbette tenzih ederek ifade ediyorum, ama işte sözde) siyasetçisi, hepsine dönüp, diyecek ki: - Ben önseçime giriyorum. Hadi yallah hepiniz, sızlanmayı bırakın, önseçime gireceksiniz!.. O yolla, bu yolla, parti yönetimine kadar tırmandırılmış ya da tırmanmış, kimse, kendini bulunmaz Hint kumaşı sanmasın... Hemen hiç birinin "tabanı" yoktur. Hodri meydan, gelsinler, girsinler önseçime, alsınlar boylarının ölçüsünü... Önseçimin, kendine özgü tuzakları yok mudur, vardır, ama CHP Örgütleri bu konuda idmanlıdır ve bu tuzakları etksiz kılmayı başaracaktır; buna yürekten inanıyorum. ** Kayıtlı olduğum İlçe'nin, Örgüt Emekçileri, pek çok dost, beni milletvekilliğine taşımak üzere harekete geçmişler, telefon görüşmeleri yapmışlar, fakslar çekmişler, bir kısmı, karda kışta, üşenmeden, taa Genel Merkez'e kadar gitmiş, ilgili arkadaşlarla görüşmüşler... Bu gelişmeyi kıvançla oğrenmiş olmakla beraber, şu hususları yönetimdeki ilgili arkadaşlarıma derhal ilettim: o Örgütlerimizin verecekleri her görevi üstlenmeye amade olmaklığım saklı olarak, ancak, bulunduğumuz aşamada, o yönde şahsî, herhangi bir yönelişim olmamıştır. o Son iki genel seçimde, listelerde, parti içindeki ya da belki daha da önemlisi, parti dışındaki, seçkin sayılacak birikimlerim her ne olursa olsun, "malum denklemler" sebebiyle, tarafıma yer verilmeyeceğini öngörmüş bulunsam da, Örgütlerimiz'in, "Hocam siz aday olacaksınız, onlar yapmazlarsa biz hesabını soracagiz!", yönündeki sıcacık baskıları uzantısında, aday oldum; nedir ki bilindiği üzere, listelere alınmadımdı... o Bu sefer tüm partililerle ve hakim huzurunda, "Önseçim" olmazsa, aday olmayacağım, çünkü resim ortada; içerisi, dışarısı, nereleri ise, oraları, pek rahatsız olacakları için, listelere "Tolga Yarman", zinhar alınmayacaktır. o "Eğilim Yoklaması" yapılacak olsa da aday olmayacağım, çünkü sonuç, hangi başarı gradosunu tutturursam tutturayım, yine aynı olacaktır. o Bu çerçevede, bir tek "hakim nezaretinde ve tüm partililerle önseçim" olursa, aday olabilirim... Netice itibariyle önümüzde, Allah ömur verirse, daha çok kurultay vardır... Düşüncelerimizi, kaygılarımzı, önerilerimizi, bolca da "çığlığımızı" seslendiririz elbette. ** Bırakın Türkiye sorunlarına yoğun kafa patlatmış, pek çok çözüm üretmiş, nice projeye imza atmış, dünyanın bildiği bir bilim adamı olmamı bir tarafa; parti kurucusu, yılların örgüt emekçisi, kurultay onur üyesi, bir çırpıda sayılamayacak kadar çok demokratik kitle örgütünün kurucusu ve önderi olarak ben, "kontenjan milletvekilliğine" talip değilsem, tersine, "Ancak önseçim olursa, aday olacağım!" diyorsam, sanırım, pek kimsenin kontenjan nilletvekilliğine talip olmaya hakkı kalmamak gerekir. ** Son bir söz, Doğu ve Güney Doğu İllerimiz'den seçilecek partililerimiz için... Bir arkadaşım geçen gün danıştı: - Hocam, Doğu'da, Güney Doğu'da listelerimzi nasıl hazırlamalıyız, ne tür ittifaklar yapmalıyız?, diye sordu. Cevabım basitti: i) Aman "ittifak" lâfını bir tarafa bırakalım... Bunun yerine şöyle bakalım: Yörede temsil kabiliyeti yüksek olan partililer, eğer o ya da bu sebeple partiden ayrılmışlarsa, hemen partiye dönsünler. ii) Parti yörede, muhakkak ve tüm partililerin katılımıyla, hakim huzurunda, önseçim yapsın. iii) Süreç partiye sıcak, demokratik bir dinamizma kazandırır. iv) Hakim huzurunda ve tüm partililerle yapılacak önseçim (dikkat "eğilim yoklaması" değil) yoluyla, listelere yerleşecek adaylar, kitleyi sürekleyecektir. v) Yalnız orada mı, Türkiye'nin her tarafında... Türkiye'yi emperyal kumpaslardan, kurtarsa kurtarsa, ama açıklayageldiğim yöntemlerle, CHP örgütleri kurtarabilir... ** Bölge'de, her yıl bir milyon insanın kanını içerek yaşayan savaş makinasının efendisi, bir emperyal boyunduruk istemiyoruz Bölge'de mezhep savaşı istemiyoruz. Yok istikrarlı hükümetmiş, yok değilmiş, temsiliyette adaletsizlik istemiyoruz. İnanç dünyasında, din adına, hele emperyal tezgâhta, "şekil dayatmacılığını", bunun giderek inanç barışına, kezzap gibi boca edilmesini istemiyoruz. Diyanet'in, Cumhuriyet'in kurulduğu yıllarda olduğu gibi, bir, nakil kurumu, şekil kurumu, iktidar payandası, biat kurumu değil, bir, akıl kurumu ve inanç barışının güvencesi, özerk, gereğinde, eli mekruhtan, haramdan çıkmayan, münafık iktidar erbabına haddini bildirecek kurumunuz olmasını istiyoruz. Demokrasinin; üçte birlik oy oranlarıyla, üçte ikilik parlamento çoğunluğuna konanların akıllarına her geleni yapmaya yeltendiği; giderek, hâşâ, hırsızlığı, arsızlığı, hatta kıyımları aklamaya tevessül ettiği, inanç barışını, görenekte, kitapta yeri olmayan, "kendi paranoyak mutlakları" adına, taammüden dinamitlediği bir yozlaşma ve aldatmaca rejimine dönüşmesini şiddetle reddediyoruz. Yerel Yömetimler'e, bugünkünden daha geniş serbesti verilmesini ve icra alanı tanınmasını elbette, istiyoruz, ama ükemizin, hele emperyal dizaynlarla bölünmesini kesinlikle reddediyoruz. Avrupa'nın göbeğinden kalkan bombardıman uçakları, yok Arap baharıymış, yok Fellah baharatıymış diye, Libya'da çoluk, çocuk demeden binlerce insanın üstlerine bomba yağdırırken, bizim önümüze, "Pat!" diye atılıveren Dersim Meselesi'ne (hangi acılar yaşanmışsa, onları elbette yüreğimizde acımız olarak hissederiz, ama bir dakika) yem bulmuş civciv gibi kapaklanan, gabi, giderek emperyal odaklarla kolkola girmiş hain yöneticiler istemiyoruz. Gündemi, çözüm önerilerini tartışmayan ya da tam da emperyal buyurganların istedikleri gibi tartıştıran, her hal-u karda bölgedeki savaş makinasına dönük olarak ağızlarını açmayan medyacıları istemiyoruz. İrfanı kapalı, vicdanı mühürlü değil, irfanı hür, vicdanı hür nesillerin yetişmesine omuz vermek istiyoruz. Bilhassa içeridekilere söylüyorum, kimlerse artık, onlar: - Çekin mel'un ellerinizi CHP'den... Siz zaten batmışşınız. Ne Türkiye'yi, ne bölgeyi, ne de çocuklarınızın geleceğini daha fazla batırmaya hiç hakkınız yok!.. Çekmiyor musunuz: Nasıl isterseniz! CHP Örgütleri size, müstahak olduğunuz dayağı, er ya da geç, ama muhakkak, atacaktır!.. TEŞEKKÜR Değerli Omuzdaşlarım, Lale Gürman'a, Tünay Süer'e, Engin Demirkollu Sarıkartal'a, Cavit Savcı'ya, Suay Karaman'a, Çetin Karadağ'a, Birol Başaran'a, Batur İlter'e, Bozkurt Nuhoğlu'na, Kayhan Kantarlı'ya, Hüseyin Ünal'a, Mehmet Patan'a yapıcı eleştirileri ve sıcacık destekleri dolayısıyla gönül dolusu teşekkürlerimi sunuyorum... |
| Okulları Yıkıp Kaldıramazlarsa Başarılı Olamazlar! Posted: 08 Feb 2015 07:28 AM PST Her şey, okulda başlar, okulda biter. Çünkü özgürlük egemenlik, Cumhuriyet, demokrasi, devrimler, okulda kurulur; bunlar okulda kurulduğu gibi aynı zamanda okulda yıkılır. O yüzden Atatürk, savaş içinde bile hep okulları, eğitimi ve öğretmenleri düşünmüştür. Hem de öğretmenlere olabildiğince önem vererek. Çünkü öğretmenler ve okullar olmazsa, tasarladıklarını uygulama olanağı bulamazdı. Öğretmenlere inanmazsa devrimlerini gerçekleştiremezdi. Hiç kuşkusuz, Cumhuriyet ve devrimleri güvenebileceği gençliği, öğretmenler yetiştirecekti. Özellikle de bayan öğretmenler. Çünkü bayan öğretmenler, devrimlerin simgesi oluyorlardı. Hem de kızlarımız, bayan öğretmenleri örnek alacaktı. Atatürk, bu düşünce ve tasarısını sağlığında büyük oranda başardı. Cumhuriyet ve devrimlerin korkusuz savaşçıları daha çok onun sağlığında yetişti. Öyle olmasa, laik ve toplumcu Türkiye Cumhuriyeti, çoktan tarihe karışır, yerine çoktan şeriat devleti kurulurdu. Taa 19 Mayıs 1919'dan beri Cumhuriyet ve Atatürk'ü içlerine sindiremeyenler, Cumhuriyet ve Atatürk'e düşman olup şeriat özlemiyle yanıp tutuşanlar, amaçlarını okulları yıkmadan, öğretmenleri ele geçirmeden başaramayacaklarını çok iyi biliyorlardı. Onun için güç ve erk ellerine geçince önce eğitime, okullara ve öğretmenlere saldırdılar. Şimdi sizin bildiğiniz eğitim, öğretmen öğrenci kaldı mı sizce? Eğitimin içi çoktan boşaltıldı. Neredeyse okullarda anadilimiz Türkçe bile yasaklandı. Öğretmenler desen, bizim bildiğimiz öğretmenler olmaktan çoktan çıktı. Bilgütaylara (üniversitelere) bilgi yuvaları denilebilir mi bugün? Bilgütaylar, medrese, bilim insanı diye bildiğimiz derin uykuda olan öğretim üyeleri, molla müderris oldular. Demek ki, en önemli dayanağımızı yitirmek üzereyiz. Önce okullar ve öğretmenler ele geçirilecek, sonra her şey. Ne olacak, ellerimizi kollarımızı bağlayıp oturup ağlayacak mıyız? Biz, nereden geldik bugünlere? Çanakkale Savaşlarını, Kurtuluş Savaşını, Eğitim Öğretim Savaşını, Devrimlerimizi ne çabuk unuttuk? Usumuzda ve yüreğimizde onları savunmak için güç kalmadı mı? Önümüzde tüm yaptıklarıyla bize örnek olan Atatürk yok mu? İsmail Hakkı Tonguç, biz Cumhuriyetçilere, biz Atatürkçülere, " Korkudan korkmadan üstüne üstüne gideceksiniz, " demedi mi? Üstümüze ölü toprağı mı serpildi ne oldu, neden sesimiz çıkmıyor? Gelin okullarımızın öğretmenlerimizin, o umut bağladığımız geleceğimizin temeli olacak olan yavrularımızın karanlığın gayya kuyusuna atılmasına izin vermeyelim. Unutmayalım ki, o okullar, o öğretmenler bizi insan etti, bizi bugünlere getirdi. O okullar, öğretmenler olmasaydı şimdiye çoktan yiter giderdik. Aydınsak, Atatürkçüysek, devrimci ve ilericisiysek, iletişim ve uzay çağına ermişsek, bu kara günleri görmüşsek, haberiniz olsun, devinip silkinmenin zamanı çoktan geldi de geçiyor bile. Oturup mal gibi bakınamayız. " Hele dur, sonu ne olacak," diye bekleyemeyiz. Bizim için her geçen gün kayıp. Çocuklarımız torunlarımız, karanlığın burgacına düştü. Onları bu burgaçtan kim kurtaracak? Sonra Atatürk bizi ayıplar, onun yüzüne bakamayız. Öyleyse, davranmanın, bir şeyler yapmanın zamanı. Yoksa, okullarımız, öğretmenlerimiz, çocuklarımız, elimizden ha gitti, ha gidecek. Rıza Yetim Köy Enstitülü Emekli Eğitimci |
| You are subscribed to email updates from Sözcü Haber To stop receiving these emails, you may unsubscribe now. | Email delivery powered by Google |
| Google Inc., 1600 Amphitheatre Parkway, Mountain View, CA 94043, United States | |

















Hiç yorum yok:
Yorum Gönder