GÜNDEM


More

Sözcü Haber

Unknown on : 6 Mart 2015 Cuma 0 YORUMLAR
Unknown
ETİKETLER :

Sözcü Haber


CHP’nin Önceliği

Posted: 05 Mar 2015 01:24 PM PST



Yaklaşan genel seçimlerde Cumhuriyet Halk Partisi'nin stratejisinin demokrasi, özgürlük, insan hakları vb. entelektüel söylemler yerine "yoksullukla mücadele"ye dönük ekonomi politikalarının oluşturacağını Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu açıkladı. Yurttaşlarımızın sürüklendiği konum açısından doğru bir karardır. Çünkü yurttaşlarımızın önceliği siyasal iktidar tarafından sürüklendikleri borç ve yoksulluk sarmalından nasıl kurtulacağıdır. Evini bir ekmek götürmede, çocuğunun okul giderlerini karşılamakta çektiği zorlukları aşarak antidemokratik uygulamalar, meydanlarda uygulanan polis şiddeti, oluşturulan "baskıcı/sansürcü devlet" anlayışı fazla ilgilerini çekmiyor. Siyasal iktidarın baskıcı/sansürcü, kumpasçı, entrikacı, soyguncu, yankesici politikalarının ayırtını varamıyor.

Siyasal İslamcı iktidar, devamlılığını yoksullaşmanın getirdiği bağımlılıktan geçtiğini biliyor. Bu nedenle yurttaşlarımız iki yöntemle bağımlı kılınmaya çalışılıyor. Yurttaşlarımızı bağımlı kılma yollarından ilki ölçüsüz borçlandırmadır. Borçlandırmanın yolu tüketici kredileri, kredi kartları, toplu konut uygulamalarıdır. Köylerinden/beldelerinden kopartılarak kent varoşlarına getirilen, binlerce alt gelir gurubu aile ucuz konut sahibi yapmak söylemiyle on/on beş yıl gibi uzun süreli borçlandırılarak iktidara bağımlı kılındılar. Düzenli işi, yeterli geliri olmayan aileler aylık ev kredisi borçlarını ödeyebilmek için sosyal yaşamdan kopmuş, konutlarının içine hapsolmuştur. Orta gelir gurubunda bulunan yurttaşlarımız ihtiyaç, araba, konut kredileri ve kredi kartları ile ölçüsüz borçlandırılarak bankalara bağımlı kılındı. Siyasal iktidarın özendirmeleri ile 2002 yılında kullanılan konut, taşıt, ihtiyaç kredisi tutarı 2014 yılında yaklaşık 126 kat artmıştır. Türkiye Bankalar Birliği verilerine göre tüketici ve konut kredisi kullananların sayısı 15 milyon kişiye ulaştı. Aynı dönemde kredi kartları ile yapılan harcamalar 4.3 milyar liradan 79.2 milyar liraya yükselmiştir. Kullandıkları kredileri/kredi kartları borçlarını ödemeyenlerin sayısı sürekli artıyor. Merkez Bankası verilerine göre bankalarda takibe giren kredi kartı borcu miktarı 20 Şubat (2015) itibari ile bir önce ki yıla göre yüzde 10.39 artışla 6 milyar liraya yaklaştı.

Yoksullaşan, borç sarmalında boğulan yurttaşlarımızı bağımlı kılmanın diğer yolu yapılan sosyal yardımlardır. Sosyal yardım uygulamalarından yararlanmak için hiçbir ölçüt dikkate alınmıyor. Yapılan yardımlarda öncelik siyasi taraftarlıktır. Başvuran herkes yardıma ulaşabildiği gibi alması için özendiriliyor. Bugün Sosyal Dayanışma ve Yardımlaşma Vakfı ve belediyeler tarafından yapılan yardımlardan yararlananların sayısı 2 milyon aile, sağlık hizmetlerinden yaralanan yeşil kartlı sayısı 9.5 milyon kişiye ulaşmıştır. Sosyal yardım alanlar arasında yapılan bir araştırmada yardım almanın yaşam biçenine döndüğü, bağımlılık yaptığı saptandı. Ailelerin çoğu yardımsız yaşamayız diyor. Yardım alanların üç kişiden ikisi işsiz olmasına karşın iş aramıyorlar. Neden iş aramadıkları sorulduğunda yardımların kesileceğini, yeşil kartlarının elinden alınarak sağlık hizmetlerine ulaşamayacaklarını ileri sürüyor. Kısacası uygulanmakta olan yardım politikası insanlarımızı yardımları bağımlı kılarak tembelleştirmekte, üretimden koparmakta ve yoksulluğu sürdürülebilir kılıyor. Çalışma, üretme kültürünü yok ettiğinden, yardım kesilir aç kalırım korkusu nedeniyle iktidara bağımlı kitle oluşmasına sağlamaktadır.

Yaklaşan genel seçimlerde CHP'nin başarılı olmasının yolu yurttaşları borçlarından/yoksulluktan kurtaracak politikalar üretmesinden geçmektedir. Sayın Kılıçdaroğlu'nun "yoksullukla mücadele"ye temel aldık söylemi bu nedenle önemlidir. Eğer yurttaşlarımızı borçlarından kurtarıp özgürlüğüne kavuşturmazsak siyasal İslamcı iktidar önümüzde ki on yıla teslim almakla yetinmeyecek, tüm geleceğimizi esir alacaktır.

İrfan O. Hatipoğlu

Can Feda Edilen Atatürk ve Can Feda Eden Bozok Olabilmek

Posted: 05 Mar 2015 01:09 PM PST

             

            Yok olmak üzereydi TÜRK milleti,  Anadolu' nun her karışı gördüğü acı ve zulümden ağlayan TÜRK analarıyla dolmuştu artık, ülke dört bir yandan içerde ve dışarda dünyada eşi benzeri görülmemiş en cani en kanlı emperyalist devletlerin ve bunların soysuz uşaklarının, fırsatçı kalleş tüm vatan hainlerinin istilasıyla bitirilmek üzereydi. Ülkeyi bu durumdan sadece mucize bir melek kurtarabilirdi.  Aylarca gün yüzü görmemiş sislerin, karanlıkların ardında, yalnız, öksüz, ortada bırakılmış bir milletin üzerine doğan aydınlık,  ışık saçan ışıl ışıl bir güneş gibi doğdu yüce ATATÜRK.
             Öyle kolay değildi yok oluştan var oluşa geçmek, yanmış bitmiş kül olmuşu diriltmek, bunu yapmak her lidere nasip de olamazdı her insanın yapabileceği bir mucizevi bir durum da değildi. Yedi düvele meydan okudu eşsiz dünya lideri Mustafa Kemal ATATÜRK. Milletini yüceltti ne kadar hurafe ve insana yakışmayan ne varsa bitirdi, ümmetlikten padişahın kulluğundan çekip aldı canından daha da çok sevdiği milletini, insana yakışır olan yalnızca Allah'ın kulu olmasını sağladı ''Egemenliğin de kayıtsız şartsız milletinin'' olmasını başardı öğretti. Bunlarla da yetinmeyip yıkık harabe bitik bir ulusun küllerinden bir mucize gibi bir eser çıkardı, çok kısa bir zamanda adeta ışık hızıyla yüzyıl ileriye götürerek tüm dünyaya en güzel bir örnek,  aydın, medeni, ilerici TÜRKİYE CUMHURİYETİ' ni kurdu.
                Tüm dünya da eşi benzeri yoktu yaptıklarının ve dünyada ki bu durumda olan  tüm uluslara da ilham kaynağı oldu, dünya onu artık ayakta alkışlıyor saygı ile izliyordu.
              Bizim Mustafa Kemal' imiz Emperyalist güçleri Anadolu'da var olduklarına ve doğduklarına pişman etti. TÜRK' e karşı zalimlik yapanlara, TÜRK devletine ve TÜRK milletine karşı hainlik yapanlara Allah ile aldatanlara  en büyük dersi verip köklerini bir daha filizlenmeyecek şekilde kuruttu,  gerçek komutan gerçek devlet adamı, yüce TÜRK MİLLETİ' nin en büyük kahramanı, yüz yılın lideri aziz yüce ATATÜRK ölümsüzlüğe kavuştuğun bu 10 KASIM  ve her 10 KASIM' da  yaşamımızın her yılı, ayı, günü her anında en derin duygularla, saygı hasret ve minnetle seni anıyor seni arıyor seni yaşıyoruz. Seni ve ilkelerini her zaman yaşatacak hiçbir zaman unutmayacağız.
                 Aziz ATATÜRK seni anarken daha da çok anlayacak anladıkça da izinden hiçbir zaman ayrılmayacağız. Sen bize vatanı, vatan aşkını, milleti, millet aşkını, TÜRK olmayı, TÜRK aşkını, liderliği, devlet adamlığını, askeri, askerliği, komutanı, komutanlığı, şehit ve gazi olmayı, şehit ve gazi aşkını, İslam' ı, gerçek İslam aşkını, insanı, insanlığın aşkını; Sen evet ATAM sen ve BOZOK her şeyden önemlisi bize ''CAN FEDA EDİLEN  ATATÜRK  VE CANINI FEDA EDEN SALİH BOZOK OLABİLMEK'' i öğrettiniz. Biz size sizin asilliğinize  minnettarız aziz ATAM ve aziz BOZOK !…
                Salih BOZOK ile ATATÜRK taa Selanik'ten bu güne mahalleden çocukluk arkadaşı sırdaşı bir birinin her şeyiydiler, ikisi de 1881'li aynı yaşıt  ve en başından beri yoldaştılar, Salih BOZOK yarbaydı ve ATATÜRK' ün efsane seryaveriydi. Onunla nefes alır onunla yer onunla içer onun üzerine titrerdi. Adım adım nefesi hemen ATATÜRK' ün ensesindeydi. Evlendiğinde Latife hanımın nikah şahitliğini de, Zübeyde hanımın sonsuzluğa yolculuğunu da, kısacası acıyı da tatlıyı da birlikte yan yana omuz omuza yaşamışlardı.
               Kendisini, ruhunu, ailesini, eşini dostunu, tüm dünyevi ve manevi hayatını, can yoldaşının eğer kötüye giden bir durumu olursa diye hazırlamıştı her açıdan. Yaptığı planlara göre eğer ATATÜRK ölecek olursa hemen ardından gidecekti.
             Tüm araştırmalarını ve tespitlerini yapıp bitirmişti, etrafında ki doktorlara da sorup çok araştırmıştı kesin anında ölüm nasıl olmalıydı, ilk aklına gelen direk silahıyla kafasına  ateş etmekti sonra öğrendi ki eğer kafasına ateş ederse ölme ihtimali az ve eğer yaşarsa da kör olup hayatına böyle devam etmesi gerekecekti.  İstediği bu değildi istediği sadece kesin ve anında ölümdü başka da bir şey istemiyordu, direk kalbine ateş ederse işte o zaman anında ölüm olacaktı.
            Baktı ki arkadaşının durumu da artık ne yazık ki iyice kötüye gitmeye başlamıştı o acı gün yaklaşmaktaydı ve o oğlu Muzaffer' in de canlı şahit olduğu ama tıraş olduğunu zannettiği bir gün, kurşunun tam kalbine isabet etmesi için tentürdiyot ile kalbini işaretliyordu yoksa bir milim hata arkadaşına kavuşamamasına neden olabilirdi ve o kalbinin tam üzerini tespit edip işaretledi.
            Sonsuzluğa kavuşunca  geride kalan özellikle ailesi maddi yada hiçbir açıdan bir sıkıntı yaşamamalıydı rahat bir hayat sürmeleri için her şeyi düşündü her şeyi en mükemmel bir şekilde  ayarladı.
             Muzaffer hariç tüm aile fertlerini yurt dışına göndermişti BOZOK  ve en son olarak çok sevdiği ve birlikte yaşamaktan da çok mutlu olduğu sevgili hayat arkadaşı eşine o son mektubunu gözlerinden yaşlar akarak yazabildi bu durum onu da çok üzüyordu ama başka bir çıkar yol bulamıyordu, 17 yaşında olan oğlu Muzaffer BOZOK ile de bir konuşma kalmıştı geriye ve sonra onu da güzelce halledip bitirecekti.
             Oğlunu ilk olarak yedi aylık olunca görebilen kucağına alabilen BOZOK adını Mustafa Kemal koymak istedi ama ATATÜRK, ordumuz bunca ardı sıra zafer kazanırken oğlunun adını Muzaffer Kemal koyalım dedi ve öyle de oldu.  ATATÜRK' ün yüzüne karşı sövebilen tek insan olan (ATATÜRK daha Muzaffer Kemal küçükken kucağına alır inadına onu kızdırmak için  çimdikler o da kızar çocukça küfürler edermiş bu ATATÜRK' ün çok hoşuna gidermiş) oğluna döndü, bak oğlum Muzaffer Kemal dedi ;
isterseniz gerisini Muzaffer Kemal BOZOK' un kendisinden dinleyelim !...

______"1938'de ben 17 yaşındaydım. O zamanlar evde yalnızdım. Atatürk hastaydı. O yüzden babam hep Atatürk'le kalıyor, hiç eve gelmiyordu. Annemleri, ablamları, eniştemleri de Avrupa'ya yollamıştı.
Sonra bir gün babam beni Dolmabahçe Sarayı'na davet etti.
'Sana araba yollayacağım, biner gelirsin' dedi.
Çok sertti babam... Çok top düşkünüydüm, mektebim iyi değildi. Arada kaçar, maça giderdim. Kızardı çok... Yine böyle bir şeyi haber aldı, yanına çağırıp dayak atacak diye korktum.
Evde giyindim bekliyorum. Kapı çaldı. Resmi üniformalı biri geldi. 'Moskof Ziya' derlermiş. Sarayın şoförüymüş. Boşnak. Bir seferinde ben bir Fenerbahçe maçında buna çarpmıştım. Beni dövecekti, kurtardılar. Babam beni dövmeye onu yolladı sandım.
'Saraydan geliyorum. Baban yolladı, seni bekliyorlar' dedi.
Çıktım. Kel Ali de (Ali Çetinkaya) arabada... Gittik saraya...
Ben korkudan titriyorum ama babam o kadar müşfik karşıladı ki beni, şaşırdım.
'Bak Muzaffer' dedi (şimdi anlatırken bile çok duygulanıyorum); 'Artık koca adam oldun' dedi, 'Atatürk ölüyor' dedi.
Başladım ağlamaya... Çünkü ben Atatürk'ü hiç ölmez bilirdim kafamda...
'Ağlama evladım. Atatürk'ü uyandıracaksın; duyarsa kızar' dedi. 'Ben de sevmem erkeklerin ağlamasını' dedi.
'Şunu bil ki' dedi, 'Eğer Atatürk ölürse ben de hayatıma son vereceğim' dedi.
Annemlere telgraf çektiğini, bir an önce trenle dönmelerini istediğini söyledi.
'Sen artık koca adam oldun. Ailenin erkeği sensin. Annen, tüm aile sana emanet. Aileye bakarsın. Oku, memleketine faydalı bir adam ol' dedi.
Hiçbir şey söyleyemedim.
Yüzümü sakladım.
Beni öptü, uğurladı.
Döndüm, bitik bir vaziyette..."
              Artık Salih BOZOK oğluyla da konuşmuş ve hazırdı her an ölümsüzlüğe giden yolculuğa arkadaşıyla el ele çıkabilirdi tüm hazırlıkları bitmişti artık.
             İşte ATATÜRK o bir ulusu, dünya da ki TÜRK milletlerini yaşanabilecek en büyük yasa boğan, cephede savaştığı komutanları bile ağlatan, yalnızca TÜRK MİLLETİ' nin değil dünya için de çok önemi olan bir lider için artık  o kara acı dolu gün geldi çattı 10 KASIM 1938 saat 09,05 her şey bitti !...
               Ve Salih BOZOK içinde Yaşam bitti, yaşamsal nedenler bitti. Duyar duymaz nefes bile alamadı koştu uçtu bir rüzgar oldu poyraz oldu esti kondu arkadaşının yanına; Elini tuttu hemen, gözlerinden fışkırıyordu adeta yaşlar, can dostu can arkadaşı canı her şeyi orada öylece uyur gibi yatıyordu, ölür müydü ki hiç ölebilir miydi ki ona ölüm yakışır mıydı ne yapacaktı şimdi TÜRK milleti. Eyy yiğit sarı zeybeğim. Eyy kükreyen aslan koca Mustafa Kemal ATATÜRK. Bir yandan dualar ediyor bir yandan ne yapacağını da bilemiyordu. Mustafa dedi elini öptü bir daha öptü, bir an bilinç bulanıklaşmıştı sanki ve kalbi bir başka çarpıyor sanki artık çarpamayacağım diyor psikolojik olarak hazırladığı vücudu ona mesaj gönderiyordu haydi haydi diyordu. Ağlamakla haykırmakla isyan etmekle bile vakit harcamak istemedi haydi Salih dedi doğruca Mustafa' nın yanına koş hemen dedi. Birden doğruldu şöyle bir etrafına baktı sonra da arkadaşı Mustafa' ya son kez bir daha baktı, durdu döndü bir kez daha baktı gözlerinden akan yaşlar hiç durmamıştı ayrılamıyordu arkadaşının yanından ama sonra kendini ikna etti ''ayrılmayacaksın ki ondan onun yanına gideceksin zaten'' !...
Ve kendinden emin adımlarla aşağıya inmeye yeltendi, arkadaşları aman Salih nereye gidiyorsun sakın kendine bir şey yapayım deme diye söylendiler, yok dedi görmüyor musunuz gayet sizin gibi normalim ne yapacağım ki dedi.
                Hiç de fazla vakit kaybetmemeliydi hemen arkadaşının yanına gitmeliydi onu yalnız bırakmamalıydı  daha inerken  hazırlıyordu kendini, hemen yapacağı sonsuzluğa yolculuk için uygun bir boş oda buldu. Salih  dedi kendi kendine, işaretlediğin yeri biliyorsun haydi yap gereğini dedi  son kez kalbini işaretlediği yere tekrar baktı çünkü işi şansa bırakmak istemiyordu ve acele de etmeliydi Mustafa onu bekliyordu, sonra darılırdı arkadaşı,  birden ateşledi her daim belinde taşıdığı sedef kabzalı , 228411 seri nolu Smith Wesson marka beylik silahını ve yıkıldı kanlar içinde yere, ağladı gök, ağladı yer,  bir kez daha ağladı dünya, ağladı ulus.
               Hemen sesi duyanlar koştu geldi ATATÜRK yukarda yatıyor seryaveri aşağıda kanlar içinde yatıyordu ne yapacaklarını bilemediler. ATA' ya mı koşalım  yoksa BOZOK' a mı koşalım elleri ayaklarına dolaştı ortalık feryat figan ağlayanlar ağıt yakanlar dünyanın sonuydu sanki,  kanlar içinde kalan Salih BOZOK' u hemen hastaneye yetiştirdiler acil ameliyata alındı. Bu arka arkaya gelen acılar herkesi şaşkın üzgün kederli ne yapacağını bilmez hale sokmuştu.  Ama onca hesaplamalara onca işaretlere ve dikkate karşın ölmedi Salih.
                 Kurşun kalbine isabet etmemiş birkaç milim sıyırarak geçmiş ve akciğerlerini parçalamış ardından sırtına saplanıp kalmıştı, sonunda ameliyat başarılı geçti ve kurtarıldı BOZOK, o kurşun daha sonra kızının boynunda ölene dek hatıra kalacaktı. Ama kendisi bundan hiç memnun olmadı, çünkü böyle planlamamıştı ki, planında kesinlikle ayrılık yoktu şimdi hem ayrı kalmış hem de ATATÜRK' ün son yolculuğunda tüm ulus varken BOZOK yanında olamayacaktı bu onu çok üzdü. Gidecek kalkacak gücü olsa bir saniye bile durmayacak koşacaktı ama ne yazık ki o güç yoktu hayatta kalması nefes alması bile bir mucizeydi.
                  Normalde neşeli konuşkan hayat dolu ve biraz da çılgındı Salih BOZOK  hatta evine atla ve de arabayla bile girmişti çılgınlığı ünlüydü öyle böyle değildi yani, ama şimdi o neşeli hayat dolu adam gitmiş yerine yaşayan bir ölü gelmişti sanki yüzü hiç gülmez ağzı hiç laf yapmaz olmuştu. Yanlış tarafta olduğunu biliyor bu durum onu çok üzüyordu. Zaten hiç de istemediği bu duruma yalnızca 2,5 yıl dayanabildi ve sonunda 24 Nisan'ı 25 'ine  bağlayan gece yarısı yıl 1941' de Suadiye, İstanbul' da ki evinde kalp krizinden vefat etmiş sonun da sonsuz ölümsüzlüğe arkadaşının yanına gitmişti.  Şundan adım gibi eminim ki o iki yüce şahsiyet orada çok mutlular asil ve aziz insanlar ruhunuz şad mekanınız cennet olsun  !..    
                Evet şöyle bir düşünelim dostlar acaba biz olsaydık ne yapardık. Dünyada kaç insan silah arkadaşı için çocukluk arkadaşı sırdaşı için canını verir. Hatta acaba kaç insan ailesi için anne baba kardeşi için canını verir.
                  Kardeşin kardeşe tavuğunu bile vermediği bu günümüzde galiba ailesi kardeşi için az oranda belki canını verecek bulunur ama arkadaşı sırdaşı için canını verecek insan sayısı ya yoktur ya da yok denecek kadar azdır.
                 Böyle bir durumda en önemli olan hayati önem taşıyan olay ise şudur ki; Acaba canını verecek kadar sevdiğin değer verdiğin insan nasıl bir insandır, hangi özelliklere sahip olmalıdır. Düşünün mutlu güzel bir ailesi olan bir aile babası tüm aile fertlerini bırakıp çok sevdiği eşini, sevdiğini, hayat arkadaşını çocuklarının anasını bırakıp, çocuklarını tüm her şeyini bırakıp canını veriyor.
                O can verilecek insan acaba nasıl bir insandır o aradığımız cevap  yüce ATATÜRK  gibi bir insandır. İşte ATATÜRK böyle bir değere sahip uğruna can verilen bir insan her hangi birisi değil yani !...
                Peki silah arkadaşı çocukluk arkadaşına can yoldaşına sırdaşına  canını veren vefakar onsuz yaşayamayan  nasıl bir insandır, nasıl bir ruh ve yürek taşır bunun cevabı nedir acaba yine dalalım derin derin düşünelim !...
                 O canını feda eden altın yürekli şahsiyet için aradığımız cevap  ise yüce SALİH BOZOK  gibi bir insandır. İşte Salih BOZOK' da böyle birisi can yoldaşı uğruna canını verebilen bir vefakar her hangi birisi değil yani !...
               ''CAN FEDA EDİLEN  ATATÜRK VE CANINI FEDA EDEN SALİH BOZOK OLABİLMEK'' böyle bir şey dostlar. Kırk yıllık bambaşka bir yaşanmışlık tüm mutluluklar tüm üzüntüler, düğün de cenaze de  iyi de kötü de sırdaşlıklar kardeşlikler her şey ama tamı tamına her şey birlikte yaşandı ve ölesiye bağlılık can yoldaşlık işte tam da budur. Salih BOZOK' un kendi sözleriyle  ''ben ölenle ölmedim ben onsuz yaşayamadığım için ölmek istedim''
                 Bu gün ölümsüzlüğe kavuşan bu ölümüne dostluğun bu iki yüce insanın muhteşem unutulamaz tarihi önünde eğiliyor saygı ve hürmet ile anıyor sonsuz ilham alıyoruz. Ruhları şad mekanları cennet olsun. Yüce TÜRK milletinin kalbinde sonsuza kadar yaşayacaksınız.  
KAYNAKÇA;
              ATATÜRK' ün efsane seryaveri, silah ve çocukluk arkadaşı SALİH BOZOK ' un sevgili torunu MEHMET S.BOZOK ile ben HASAN DURGUT bizzat konuşarak bilgilerin doğruluğunu da tek tek teyitleşerek hazırladığım tarih adına çok büyük önemi olduğunu düşündüğüm bir çalışmadır.
             Bizzat böyle bir şerefe sahip olmaktan çok da onur ve  gurur duyarak ve böyle bir şerefe sahip olma mutluluğuna kavuşma sevinci ile canı gönülden hazırladığım bir kaynak ve çalışmadır. Tüm BOZOK ailesine saygı ve sevgilerimle !...

HASAN DURGUT - YÜCE TÜRK MİLLETİ (TCHD)

Hiç yorum yok: