Sözcü Haber |
- Bu Tepki Dinmesin "Kadın Katillerine Müebbet"
- Klavye kullanmaya son
- MEB'den skandal Alevilik sorusu
- Papa Francesco'ya öğrencilerden tepki
- Öğretmenler değerlendirmeye tabi tutulacak
- Bu nasıl anne!
- Erdoğan'dan istediğim tek şey, çatımı yaptırsın
- Mevsim özellikleri değişiyor
- Seçmene kira ve fatura desteği
- Kaynarca'ya göre gezi olayları hataydı
- Kaçak göçmen taşıyan tekne battı
- Öğretmen Dünyası Ziyaretçilerini Bekliyor!
- Atatürk'ün Kadın Hakları ve Afyonkarahisar
- “Isparta Şehir Hastanesi Kaçak, Ruhsatsız Yapılıyor!”
Bu Tepki Dinmesin "Kadın Katillerine Müebbet" Posted: 19 Apr 2015 08:44 AM PDT Uşak'ta kadın katillerinin davalarında yapılan indirimler protesto edildi. UŞAK'ta yakınlarını cinayete kurban veren aileler, kadın cinayetlerini protesto etti. Aileler; kadın cinayeti sanıklarının 'ağırlaştırılmış ömürboyu hapis cezası' ile yargılanmaları için hükümete çağrı yaptı. Son yıllarda artan kadın cinayetlerine karşı tepkilerini göstermek isteyen Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu üyeleri ve mağdur aileler, eylem düzenledi. İsmetpaşa Caddesi PTT Uşak Şubesi önünde bir araya gelen grup, eşleri tarafından öldürülen kadınların fotoğraflarının bulunduğu dövizler taşıdı. Alandan, 'Kadın Cinayetlerini Durduracağız' sloganı yükseldi. Grup adına basın açıklamasını Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Üyesi Fatma Kurt, yaptı. Kadınlar olarak, kadın cinayetlerini durdurmak ve öldürülen kadın hesabını sormak için mücadele ettiklerini ifade eden Kurt şöyle konuştu: "Bizler kadın katillerine ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının yasalaştırılmasını istiyoruz. İyi hal ve tahrik indiriminin iptal edilmesini istiyoruz. Özgecan Aslan kardeşimiz öldürüldüğünde, meclisteki Kadına Şiddeti Araştırma Komisyonu bir yasa hazırlayacağını söyledi. Bu yasa düzgün hazırlansın diyerek platform olarak yasa önerimizi sunduk. 'Kadın katillerine af yok, indirim yok' demiştik. 'Ağırlaştırılmış müebbet yasalaşmalıdır' demiştik. 'Kadınları öldürmenin hiçbir bahanesi olamaz' demiştik. Ancak dün komisyon yasa tasarısı ile ilgili olarak yayınladığı metindekilerin, bizim istediğimiz yasa ile hiçbir alakası yoktur. Kadın katillerine verilen indirimler ,devletin kadın cinayetlerini onaylaması demektir. Komisyon yasayı resmi olarak sunmadan önce platformumuzun ve kadınların taleplerine göre tekrar düzenlenmelidir." Konuşmanın ardından bir süre slogan atan kadınlar, sessizce dağıldı. |
Posted: 19 Apr 2015 08:27 AM PDT Google, telefonunuzda parmağınızı kullanarak el yazısı yazmanıza izin veren yeni Handwriting Input'u ortaya çıkardı. Telefonlarda ve tabletlerde 82 dilde desteklenen uygulama, klavyeyle yazmak istemeyenlere bir alternatif sunuyor. Chip.com.tr'nin firmanın blog gönderisinde yer alan bilgilere göre derlediği habere göre Handwriting Input, el yazınızı algılamak için geniş-ölçekli dil modelleme, çok dilli OCR, geniş-ölçekli sinirsel-ağlar gibi teknolojilerden faydalanıyor. Google'a göre el yazısı işlevi, özellikle Çince gibi sanal klavyede yazması zor dillerde işe yarıyor. Google'ın yeni giriş biçimi, bazı el yazısı tanıma araçları gibi bulut tabanlı çalışmadığından, aktif bir internet bağlantısına ihtiyaç duymuyor. Ancak daha isabetli sonuçlar isteyenlerin bulut tabanlı algılama işlevini etkinleştirmesi mümkün. Not: Google Handwriting'in desteklediği 82 dil arasında Türkçe de var, ancak denememizde onu indirmeyi başaramadık. Bunun nedeni, muhtemelen uygulamanın kademeli olarak dağıtılıyor olması. Yani uygulamayı şimdi yükleyemiyorsanız, birkaç gün sonra tekrar denemenizde fayda var. |
MEB'den skandal Alevilik sorusu Posted: 19 Apr 2015 08:18 AM PDT Geçtiğimiz günlerde Gaziantep İl Milli Eğitim Müdürlüğü tarafından okullarda yapılan deneme sınavında skandal bir soru bulunduğu ortaya çıktı. 7.Sınıfların deneme sınavında Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi testinin bir sorusunda, "Yukarıdakilerden hangisi Alevilik-Bektaşiliğin dayandığı karakteristik özelliklerdendir" diye soruldu. Cevaba göre Hz. Ali Sevgisi ve On İki İmam Sevgisi Alevilik-Bektaşiliğin dayandığı karakteristik özellikler arasında yer alırken, "Kur'an sevgisi ve doğa sevgisi" ise bu özellikler arasında bulunmuyor. CHP Şahinbey Belediye Meclis Üyesi Uğur Kalkan, yaşanan skandalla ilgili "Alevi toplumuna karşı sistemli olarak yürütülen kindar söylemler şehrimizde de kendisini ele verdi." dedi. "A" kitapçığının cevap anahtasında söz konusu sorunun cevabı "A" şıkkı, yani "Hz. Ali sevgisi ve 12 İmam sevgisi" diye görünüyor. OY DEVŞİRME UĞRUNA... "Türkiye'nin etnik ve mezhepsel haritasını çıkarıp seçim mitinglerinde bunları kullananların temsilcileri, cemevlerini ibadet yeri olarak kabul etmeyen zihniyet herkesimden oy devşirme uğruna mavi boncuklar dağıtıyor." diyen Uğur Kalkan şöyle devam etti: "Bakın biz Aleviliği de Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi derslerinde soruyoruz diye göstermelik işler yaparken bile soruları hazırlattıkları firmalar işleri ellerine yüzlerine bulaştırdılar. Özürleri kabahatlerinden büyük. (...)Hak Muhammet Ali diyen bir inancı, Ali bendendir ben Alidenim diyen Hz Peygamberimizi bilmezsiniz. Kuranı Kerime yazılı Kuran; Hz Ali'ye canlı Kuran, bağlamalarına sazlarına telli Kuran diyen bir inancı nasıl olur da "Kuran Sevgisiz" anlatırlar? Tevhid inancıyla gördüğü her çekirdekte, yeşil yaprakta havada, suda, toprakta doğanın her zerresinde yaradanı ve onun sevgisini gören, duyan, söyleyen Alevliği nasıl olur da toplumun gencecik beyinlerine böyle anlatırsınız?" |
Papa Francesco'ya öğrencilerden tepki Posted: 19 Apr 2015 08:09 AM PDT Erzurum Atatürk Üniversitesi öğrencileri, Sözde Ermeni Soykırımı iddialarını protesto etti. Atatürk Üniversitesi Tarih Bölümü öğrencileri öncülüğünde gerçekleşen yürüyüşe çok sayıda vatandaş da destek verdi. Yakutiye Kent meydanında toplanan grup, sloganlar eşliğinde Havuzbaşı Kent Meydanı'na kadar yürüdü. Grup adına açıklama yapan Tarih Bölümü öğrencisi Tayfun Sezdi'nin hedefinde Papa Francesco vardı. Avrupa Parlamentosunun kirli siyaset oyunu başlattığını söyleyen Sezdi, amaçlarının haçlı zihniyetini canlandırmak olduğunu söyledi |
Öğretmenler değerlendirmeye tabi tutulacak Posted: 19 Apr 2015 08:02 AM PDT KPSS mağduriyeti yetmiyormuş gibi atanan öğretmenler, asilliklerini kazanmak için şimdi de 5 aşamalı değerlendirmeye tabi tutulacak ASİL öğretmenliğe geçişte artık öğretmen adaylarında 50 ölçüt aranacak. 'Kılık-kıyafet', 'değerlere bağlılık', 'teknolojiyi kullanma', 'iyi ilişki' gibi kriterlerin belirleyici olacağı performans değerlendirmesinde 100 üzerinden en az 50 puan alan, yazılı ve sözlü sınava girecek. Başarısız olan, öğretmenlikten çıkarılacak. Resmi Gazete'de yayımlanan "Milli Eğitim Bakanlığı Öğretmen Atama ve Yer Değiştirme Yönetmeliği"ne göre aday öğretmenler maarif müfettişi, okul müdürü ve danışman öğretmen tarafından 50 kritere göre 3 kez değerlendirilecek. Performans kriterlerine göre başarılı olup yazılı ve sözlü sınavda başarısız olanlar bir yıl daha aday öğretmen olarak kalacak. İkinci yılın sonunda tekrar başarısız olanlar ise öğretmenlikten çıkarılacak, memurluktan atılacak ve 3 yıl memurluk başvurusu yapamayacak. Türk Eğitim Sen ve Türkiye Kamu Sen Genel Başkanı İsmail Koncuk, bu uygulamanın insanlık dışı olduğunu söyledi. AKP iktidarının öğretmenliğe başlayanlar üzerinde alenen tahakküm kurmaya çalıştığını belirten Koncuk, "Benim değirmenime su taşıyacaksın, anlayışı var burada. Öğretmenlerimiz korkmasınlar" dedi. Koncuk, sistemin iptali için dava açacaklarını söyledi. Müdürlerin değerlendirmesine de güvenmediğini belirten Koncuk, "Kriterler arasında örneğin milli ve manevi değerlere saygı var. Bu saygıyı kim değerlendirecek? Neye göre puan vereceksiniz? Siyasi görüşe göre mi, ideolojik görüşe göre mi? Okul müdürlerinin nasıl atandığını herkes biliyor... O makama kabiliyetiyle gelmemiş insanların değerlendirmelerine güvenmem. Kasıtlı değerlendirmeler yapılırsa ciddi gerginlikler ortaya çıkar" ifadelerini kullandı. Yeni düzenlemeden önce aday öğretmenler bir yıl temel, genel ve uygulamalı olarak 240 saat eğitim alıyordu. Temel ve genel eğitimden sonra yıl sonunda yazılı sınava giriyordu. Bu sürecin ardından adaylığı kaldırılıyordu. |
Posted: 19 Apr 2015 05:06 AM PDT Sarıyer'de 8 Nisan tarihinde 1 yaşındaki kızı Mira'yı acil olarak hastaneye getiren Özlem A. kızının yanlışlıkla balkondan düştüğünü söyledi. Ağır yaralı olarak getirildiği hastanede yoğun bakıma alınan daha sonra odaya çıkarılan bebeğin tedavisine devam edilirken anne Özlem A. ve annesi S.K. refakatçi olarak kalmaya başladı. Görgü tanıklarının ifadelerine göre bir süre odadan ayrılan S.K. geri döndüğünde Mira bebek ve Özlem A.'yı bulamayınca görevlilerden yardım istedi. Hastaneyi alarma geçiren olay sırasında görevliler aynı odanın tuvaletine girdiklerinde Özlem A.'yı bebeğinin ağız ve burun kısmını kapatarak boğmaya çalışırken buldu. Hemen müdahale edilerek bebek kurtarılıp tekrar yoğun bakım ünitesine kaldırılırken anne Özlem A. çağırılan polislere teslim edildi. Cinayet Büro Amirliğine getirilen Özlem A.'nın üniversite mezunu olduğu ve bir bankada müfettiş olarak çalıştığı belirlendi. Özlem A. kendisine "neden yaptın" diye soran polislere "Bebeğim benim elimden düşmüştü. Bu nedenle vicdan azabı çekiyordum. Daha fazla acı çeksin istemedim" dedi. Ancak resmi ifadesinde "Susma" hakkını kullanan Özlem A. konuşmadı. Polisteki işlemlerinin ardından sevk edildiği Çağlayan Adalet Sarayında tutuklanan Özlem A. cezaevine gönderildi Öte yandan hastanede yoğun bakım servisinde tedavisi süren 1 yaşındaki Mira bebek ise bugün beyin kanaması sonucu hayatını kaybetti. |
Erdoğan'dan istediğim tek şey, çatımı yaptırsın Posted: 19 Apr 2015 05:03 AM PDT Samsun'un Tekkeköy İlçesi 19 Mayıs Mahallesi'nde tek katlı bir evde yalnız yaşayan 2 çocuk annesi Hanım Özdemir'in yaşadıkları yürekleri burktu. Eşinin ölümünden sonra 12 yıldır yalnız yaşayan Özdemir, komşularının desteği ele geçimini sağlıyor. Derme çatma evde kalan zaman zaman kendi ihtiyaçlarını görmekte sıkıntı çeken Hanım Özdemir, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'dan yardım istedi. 12 yıl önce eşinin vefat ettiğini söyleyen Özdemir, "Biz eşimle çok güzel yaşıyorduk. Ama ölüm bu güzelliği bozdu. Kimseden bir yardım beklemedim. 2 çocuğum var, ama onlar da uzakta. Bir çocuğum arkadaşları ile Belçika'ya gitti, orada kaldı. Buradaki oğlum da Samsun'da yaşıyor" dedi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'dan tek isteği olduğunu belirten Hanım Özdemir, "Burada ben aç dururum, çıplak dururum, ama çatımı yapsınlar. Yatarken üzerime su damlıyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'dan istediğim tek şey, çatımı yaptırsın" diye konuştu. |
Posted: 19 Apr 2015 04:58 AM PDT İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Meteoroloji Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Orhan Şen, Türkiye'de mevsimlerin yarı kurak ve tropik iklim özelliklerine doğru gittiğini belirterek, "Son yıllarda sonbahar ve ilkbaharın yarısı kışa, yarısı da yaza döndü" dedi. Şen, hızla artan nüfus ve sanayileşmenin atmosfere etkileri ve küresel ısınmanın bir takım iklimsel değişiklere yol açtığını vurguladı. Değişen ve gelişen teknolojinin de küresel ısınmanın oluşmasında büyük etkisi olduğuna işaret eden Şen, sanayi devrimiyle 1850'den sonra üretimin artmaya, teknolojinin ise her geçen gün gelişmeye başladığını kaydetti. Tüketicilerin ihtiyaçlarının karşılanabilmesi için birçok ürünün geliştirildiğini anlatan Şen, "Bu ürünleri yapmak için dev sanayiler oluşturuldu, enerji ihtiyacı arttı. Bu enerjiyi fosil yakıtlar dediğimiz kömür, doğalgaz, fuel oil gibi maddeleri kullanarak üretiyoruz. Bunlar, küresel ısınmaya yol açan sera gazlarını atmosfere bırakıyor ve bunun sonucunda iklimsel değişimler yaşanıyor" ifadesini kullandı. Şen, 1900'lü yıllarda bir milyar civarında olan dünyadaki insan nüfusunun, bugün 7 milyara ulaştığına dikkati çekerek, bunun sonucunda atmosferde bazı değişiklikler yaşandığını anlattı. "Sonbahar ve ilkbaharın yarısı kışa yarısı da yaza döndü" Asrın sonunda bekledikleri iklimsel risklerin, birer birer öne çıkmaya başladığını aktaran Şen, sözlerini şöyle sürdürdü: "Şu an küresel ısınmaya bağlı 2 derecelik bir sıcaklık artışı var, yani dünyanın sıcaklık ortalaması 15 derece iken 17 derece oldu. Bu artışı 2040-2050'de bekliyorduk ancak günümüzde yaşadık. Bazı bölgeler bundan olumlu etkilenip faydalandı bazıları da zarar gördü. Örneğin, Almanya'nın kuzeyindeki ülkelerde aşırı yağan kar sıcaklık artışı sonucu yağmura döndü ve tarımda verim arttı. Akdeniz çukuru dediğimiz Türkiye'nin bulunduğu bölgede ise kuraklık baş gösterdi. Bu etkenler sonucunda bazı bölgelerde iklim şartları değişmeye, doğal afetlerin şiddet ve sayıları da artmaya başladı. Türkiye'de mevsimler yarı kurak ve tropik iklim özelliklerine doğru gidiyor. Son yıllarda sonbahar ve ilkbaharın yarısı kışa, yarısı da yaza döndü." Şen, nisan ayı itibarıyla iç kesimlerde kar yağdığını, son iki yılın yaz mevsimine bakıldığında sıcak bir hava görüldüğünü hatırlattı. "Ülke olarak atmosfere salınan karbondioksit miktarını azaltmalıyız" Mevsimlerin iki mevsime doğru gittiğini savunan Şen, şöyle devam etti: "Biri sıcak yaz mevsimi, diğeri daha soğuk veya ılık kış mevsimi. Türkiye'de iklim yavaş yavaş buna doğru yöneldi. Yıl içinde toplam yağış miktarı değişmese de kısa sürede fazla yağmur yağmaya başladı, seller meydana geldi, taşkınlar yaşandı. Fırtınaların kuvveti arttı, çatılar uçtu. Son iki senede kuraklık yaşadık, tarımsal üretim ve içme suyu açısından sıkıntılar çıktı, barajlar kurudu. Hortum, sık görülen bir durum değilken, sıcaklık artışına bağlı bu tür doğa olayları arttı. Ege, Güney Akdeniz ve Marmara'daki hortumlar can ve mal kayıplarına yol açtı. Bunların hepsi birer yarı kurak ve tropik iklim özelliklerine benzer şekilde. Türkiye de artık buna doğru gidiyor." Şen, basit tedbirlerle doğayı korumanın mümkün olduğunu, trafik yoğunluğunu azaltmak için toplu taşıma araçlarının tercih edilmesi gerektiğini vurgulayarak, "Her türlü israftan kaçınmalıyız. Kömür tercihlerimizde de kaliteye yönelerek güneş, rüzgar, jeotermal, hidroelektrik enerjileri gibi yenilenebilir enerji kaynaklarından daha fazla yararlanmalıyız. Özellikle yenilenebilir enerjide payımızı artırmamız gerekiyor, Türkiye'nin buna ihtiyacı var. Herkes duyarlı davranmalı, ülke olarak atmosfere salınan karbondioksit miktarını azaltmalıyız" değerlendirmesinde bulundu. Prof. Dr. Orhan, Birleşmiş Milletlerin (BM) 2012'de sona eren Kyoto Protokolü'nün yerine geçecek bir düzenleme hazırlığı içinde olduğunu, söz konusu çalışmanın 2020'de yürürlüğe gireceğini sözlerine ekledi. |
Seçmene kira ve fatura desteği Posted: 19 Apr 2015 04:18 AM PDT Cumhuriyet Halk Partisi seçim bildirgesini açıklıyor. ATO kongre salonu saatler öncesinden dolarken yüzlerce partili oturacak yer bulamadığı için ayakta bekledi. Bildirgede ekonomiyi ilgilendiren önemli vaatler yer aldı. CHP'nin, ailelere ilişkin seçim vaatleri arasında en çok dikkat çekeni, hanelere yönelik kira ve fatura desteği sözü oldu. Cumhuriyet Halk Partisi bugün seçim bildirgesini açıklıyor. Bildirgede önemli ekonomik detaylar dikkat çekti. CHP bildirgesine göre, hanelere 360 TL kira ve fatura desteği geliyor. 16,7 milyon kişi ve 3,5 milyon haneye sosyal destek verilecek ve kadınlara 400 lira kreş desteği sağlanacak. CHP bildirgesine göre, askerdeki gençlere 360 lira destek verilecek. Buna ek olarak öğrencilere çantalar, kalemler, kitaplar ve defterler devletten verilecek. Sadece asgari ücret değil, en düşük emekli maaşı da 1500 TL olacak emeklilere, dini bayramlarda birer maaş ikramiye geliyor emeklilere de banka promosyonunun önü açılacak emeklilikte yaşa takılanların sorunları çözülecek. Emeklilere yönelik diğer detaylarsa şöyle: * Emeklilere, her iki dini bayramda, birer maaş ikramiye verilecek * Emekli maaşları ile çalışan maaşları arasındaki "uçurum" kapanacak * Emekli maaşları, gıda fiyat artışına ve refah payı artışına bağlı olarak yükselecek * Bakıma muhtaç emekliler ve yakınlarının sağlık, barınma ve beslenme ihtiyaçları karşılanacak * Bankalara emeklilere, kamu çalışanları ile aynı oranda promosyon ödeyecek * Emeklilere uygun fiyatla gezi ve tatil olanağı sağlanacak * Emekliler arasındaki eşitsizliği giderecek adil bir intibak yasası çıkarılacak * Emeklilikte yaşa takılanların sorunları çözülecek * Emekliden alınan muayene ve katılım payı kalkacak * Çalışan emeklilerden kesilen sosyal güvenlik destek primi kalkacak CHP'nin, ailelere ilişkin seçim vaatleri arasında en çok dikkat çekeni, hanelere yönelik kira ve fatura desteği sözü oldu. Ailelere ilişkin CHP'nin vaatleri şöyle; * Hanelere, 360 TL'ye kadar kira ve fatura desteği sağlanacak * Sosyal destekler iki katına çıkacak, yardım çeşitleri artacak. * 5 milyon yurttaş sosyal yardım kapsamına alınacak * Hiçbir hanenin geliri 720 TL'nin altında olmayacak * 16, 7 milyon kişi ve 3.75 haneye sosyal destek sağlanacak * Yoksul yetişkinlere 240 TL'ye kadar muhtaçlık desteği verilecek * Engellilere, 400 ile 600 TL arasına destek sağlanacak * Kadınlara 400 TL kreş desteği gelecek * 3,2 milyon yurttaş ücretsiz Genel Sağlık Sigortası kapsamına alınacak * Askerdeki gençlere, 360 TL destek sağlanacak * Yaşlılara üç ayda bir 900 TL yaşlılık desteği verilecek * Çocuk destekleri gebelikle birlikte başlayacak * Aile sigortası ödemeleri kadınların hesabına yatırılacak * Öğrencilere her ders yılı başında eğitim araç gereç desteği verilecek * Kronik hastalığı bulunan vatandaşlara 'engelli desteği' düzeyinde, destek sağlanacak Esnafa ödediği vergi kadar sıfır faizli kredi Suriyeli esnafa vergi geliyor, Türk vatandaşı esnafa karşı haksız rekabeti bitiriliyor esnaf bakanlığı kurulacak CHP'nin esnaflara ilişkin seçim vaatleri arasında öne çıkan, tüm esnaflara her yıl ödediği kadar faizsiz kredi verilmesi oldu. CHP'nin esnafa yönelik vaatleri şöyle: * Kira, araç gideri gibi işyeri masrafları vergiden düşürülecek * AVM ve hipermarketlere, küçük esnaf korunacak * Esnafa, ödediği vergi ve prim miktarı kadar sıfır faizli kredi kullandırılacak * Belediyelerin esnafla rekabet etmesi önlenecek * Prim borcu olan esnaf da sağlık hizmetlerinden yararlanacak * Esnaf diğer çalışanlarla aynı sürede emekli olabilecek ve aynı haklardan yararlanacak * Esnafa stratejik destek sağlanacak * Haksız rekabete yol açan, Suriyeli göçmenlerin vergiden ve yasal yükümlülüklerden muaf iş yapmaları önlenecek * Esnaf Bakanlığı kurulacak CHP'nin eğitim konusundaki seçim vaatleri arasında, öne çıkan zorunlu eğitimin 13 yıla çıkarılması ve halen uygulanmakta olan 4+4+4 eğitim sisteminden vazgeçilmesi olacak. Eğitimle ilgili öne çıkan detaylar şu şekilde: * 4+4+4 eğitim sisteminden vazgeçilecek, bunun yerine 1+8+4 sistemi gelecek * Tam gün eğitim sistemine geçilecek, tüm öğrencilere sıcak öğle yemeği verilecek * Yoksul öğrencilere zorunlu eğitim süresince aylık 240 TL'ye kadar eğitim desteği gelecek * Halen uygulanmakta olan temel eğitimin 60 ayda başlaması uygulanması, 72 aya çıkarılacak. Çocuklar temel eğitime 7 yaşında başlayacak * Din kültürü ve ahlak bilgisi dersi seçmeli olacak * Meslek liselerine sınavsız girilebilecek * Mesleki lisesinden mezun olanlar, kendi mesleklerindeki üniversitelere sınavsız girebilecek * Temel eğitimde okulların kendi bütçeleri olacak EVİ OLMAYANLARA DESTEK Evi olmayıp da ev almak isteyenlere, yaşı ve geliri ne olursa olsun, ev almaları için aylık 277 TL ev kredisi desteği sağlanacak. |
Kaynarca'ya göre gezi olayları hataydı Posted: 19 Apr 2015 04:13 AM PDT İşte Oktay Kaynarca'nın Sabah gazetesindeki röportajında yer alan o açıklaması:"Yazı diliyle konuşma dili ayrıdır. Bazen arkadaşlarımızla konuşmak yerine mesajlaşıyoruz ya, aslında o mesajlaşma neticesinde birçok şey yanlış anlaşılıyor. Söylediğim ve arkasında durduğum yanlış anlaşılsa bile doğru şeyler var mı? Var. Yanlış yazdığım ve yaptığım şeyler var mı? Tabii ki var. Ben insanım; hata yaparım. Paralel Yapı'yla ilgili ben dün nerde durduysam bugün de aynı yerdeyim. Bazıları benim durduğum yere sonradan gelmiş olabilir. Ee onlar da insan, onlar da hata yapabilir.Bana sorarsanız; Gezi başlı başına bir hataydı; yaşananlara ve ölümlere bakınca. Biz oyuncular sanatla olayları eleştirmeliyiz, aksi halde büyük planların küçük figüranları oluruz." |
Kaçak göçmen taşıyan tekne battı Posted: 19 Apr 2015 04:06 AM PDT Kaçak göçmenleri taşıyan teknenin Libya karasularında gece yarısı alabora olduğu bildirildi. Başlatılan arama çalışmalarında şimdiye kadar 28 kişinin kurtarıldığı belirtildi. Reuters'ın haberine göre teknede 700'den fazla kaçak göçmen olduğu kurtarılanlar tarafından ifade edildi. İtalyan sahil güvenlik yetkilileri geniş çaplı arama kurtarma çalışması başlattı. Malta donanması da kurtarma çalışmasına destek verdiğini açıkladı. Kurtarma çalışmasına 20 gemi ve 3 helikopter katılıyor. Teknenin Libya kıyılarından 96 kilometre, İtalya'nın Lempedusa adasının ise 193 kilometre açığında battığı belirtiliyor. Times of Malta gazetesinin haberinde, göçmenlerin bölgeden geçen bir ticari gemiye seslenmeye çalışırken bir tarafa yığılması nedeniyle dengesi bozulan teknenin battığı ifade edildi. |
Öğretmen Dünyası Ziyaretçilerini Bekliyor! Posted: 19 Apr 2015 03:56 AM PDT İzmir 20. Tüyap Kitap Fuarı, 18.04.2015 tarihinde İzmir Fuarı'nda okuyucuları kitaplarla buluşturdu. Düzenlenmeye başlamasından bu yana fuarın değişmez katılımcılarından birisi olan Öğretmen Dünyası Dergisi, bu yılda konuklarını Salon 1/A No:511'de bekliyor. 26 Nisan 2015 tarihine kadar sürecek olan kitap fuarında, Öğretmen Dünyası-Ulusal Eğitim Derneği Yayınları yazarları Gülseren Delibaş 20-21 Nisan, Zeki Sarıhan 25-26 Nisan'da kitaplarını imzalayacak. Ziyaretçisinin bol satışların düşük olduğu ilk günde, Öğretmen Dünyası standını, Eğitimci Yazar Hidayet Karakuş, TV program yapımcısı Orhan Ayber, Prof. Dr. Mustafa Kaymakçı, Doktor-Yazar Bülent Keçik, Bal-Göç Genel Merkez Yöneticisi Kamuran Gacaner, CHP Emekli Komisyonu üyeleri Mustafa Özbek ve Mehmet Ali Gener ziyaret edenler arasındaydı. Öğretmen Dünyası Standı temsilcileri, 1. gün akşamı İzmir Fuarı içerisindeki İzmir Sanat'ta düzenlenen 20 Yıl Kokteyli'ne katıldılar. Stand görevlileri Kazım Bozkurt ve Özkan Sucuoğlu Ulusal Eğitim Derneği üye ve dostlarını, standı ziyaret ederek, kitap satın almaya davet ediyor. Haber ve fotoğraf : Osman Gazi OKTAY |
Atatürk'ün Kadın Hakları ve Afyonkarahisar Posted: 19 Apr 2015 03:47 AM PDT ATATÜRK'ÜN KADINLARA SEÇME VE SEÇİLME HAKKI TANIMASIYLA CUMHURİYETİN İLK KADIN MİLLETVEKİLLERİNDEN AFYONKARAHİSAR MİLLETVEKİLİ MEBRURE GÖNENÇ VE HAZIR OL !...AFYONKARAHİSAR ATATÜRK'ÜN YÜCELTTİĞİ TÜRK KADINI NİHAYET KABUĞUNU KIRMAK ÜZERESİN ÇOK MUTLU OL ATATÜRK'ÜN KADINLARA SEÇME VE SEÇİLME HAKKI TANIMASIYLA CUMHURİYET'TEN BU GÜNE AFYON'DA İKİNCİ ATATÜRKÇÜ KADIN MİLLETVEKİLİ SEÇİYORSUN AVUKAT BURCU KAYIKCI CUMHURİYET TARİHİNE GEÇİYOR ATATÜRK VE KADIN HAKLARI 05 ARALIK 1934 TÜRK KADININA MİLLETVEKİLİ SEÇME VE SEÇİLME HAKKI TANINDI Atatürk'ün düşünceleri tutarlı bir bütün oluşturur. Atatürk'ün, kadının hakları ve toplumdaki yeri ile görüşleri bu bütünün önemli bir unsurudur. Atatürk hayatında başka hiçbir hizmet yapmamış olsaydı, sadece kadınları akla ve vicdana aykırı bir durumdan kurtarma yolundaki düşünceleri ve başarılarıyla, Türk tarihinde olduğu gibi, insanlık tarihinde de şerefli bir yerin sahibi olurdu. Kasım 1938'de, Atatürk'ün ölümü üzerine yayınladığı bildiride Hindistan Kadınlar Birliği, O'nu, "kadın haklarının tarihi boyunca gelmiş en büyük savunucularından biri" ilân etmişti1. Bu değerlendirmenin ne kadar yerinde olduğunu anlamak için tarihe kısaca göz atmak ve Türkiye dışındaki islâm ülkelerinde hüküm süren durumla Türkiye'deki şartları karşılaştırmak yeterlidir. KADIN SORUNUNUN TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ Kadını hor görüp aşağılayan görüşlerin kökleri tarihin derinliklerindedir. Birçok din yorumcuları, kadını, pek haksız şekilde, "acıların kaynağı", "günahın sembolü", "şeytanın aracı" gibi göstermeye çalışmışlardır. Budizmle ve Hıristiyanlıkla ilgili eski kaynaklarda, bugün bu dinlere bağlananların da ciddiye almadıkları böyle yersiz suçlamaların sayısız örneğine rastlanır2. İslâmiyetten önce, Arap toplumu, istenmeyen bir kız çocuğunun diri diri gömülebildiği, erkeğin dilediği sayıda evlenebildiği, kadının bir eşya parçası gibi alınıp satılabildiği bir toplumdu. Böyle bir toplumda, İslâmiyet daha önceki duruma göre kadınlar lehine çok büyük bir değişiklik getirmiş sayılabilir3. İslâmiyet, Arap toplumunda âdeta bir eşya statüsünde olan kadını bu durumdan kurtarıp, belli hakları olan bir insan statüsüne kavuşturmuştur, denebilir. Ancak nasıl ki bugün insan aklının ve vicdanının asla kabul edemeyeceği bir durum olan kölelik, yüzyıllar boyunca, yalnız Arap toplumunda değil, eski Yunan ve Roma toplumlarının en demokratik çağlarında bile pek tabiî bir olay gibi görülmüşse ve büyük dinlerin hepsi bu kökleşmiş sosyal kurumu ortadan kaldırmayı başaramayarak, sadece kölelik statüsünü düzenlemek ve kölenin durumunu bir ölçüde iyileştirici hükümler getirmekle yetinmişlerse; kadın erkek eşitsizliği de Arap toplumunda öylesine kökleşmiş idi ki, bunu bir çırpıda ortadan kaldırmak kabil olmadı. Kaldı ki Müslümanlığın yayılması sırasında, bazan İslâmiyetin özüyle hiçbir ilgisi olmayan birtakım eski âdetler, kötü ve yanlış uygulamalar, eksik ve çarpık yorumlar etkili olmaya başladı. Böylece, zamanla, kadın hakları konusunda, İslâm'ın asıl ruhuna ve amacına uygun bir yönde olumlu gelişmeler görülecek yerde, tam aksine, kadını ikinci sınıf insan durumuna düşüren bir takım anlayış ve uygulamalar İslâm dünyasına gitgide egemen oldu. Din kuralları dar ve ters yönde yorumlandı. Kadınlar aleyhine yorumlar getirildi. Hukukî çözümler bir noktada donduruldu. Çağların değişmesine ve dünyadaki ilerlemelere ayak uydurulamadı. Kadının yeterince eğitilmemesi, peçe ve kafes ardına hapsedilmesi, sosyal hayatın dışına atılması, giderek toplumda geriletici etkiler yapmağa başladı. İslâmiyetten önceki eski Türk toplumlarında, kadın, erkekten farklı, ama ona eşit bir varlık olarak saygı görürdü. Aile tek evliliğe dayanırdı. Doğan çocuğun kız olması matem sebebi sayılmazdı. İstenmeyen kız çocuklarının öldürülmesi âdeti hiçbir Türk toplumunda görülmemişti. Çocuklar üzerinde baba kadar ananın da hakları olduğu kabul edilirdi. Mülkiyet bakımından da kadın eşit haklara sahipti. "Hakan"ın emirlerinde, eşinin, "Hatundun adına da yer verilirdi. Türk toplumu, kadınlar için, kapalı bir toplum değildi. 4 Türk dünyasında sayısız hayır ve bilim kurumunun "Hatun"lar tarafından veya onlar adına kurulmuş olması, Anadolu'daki birçok Türk aşiretinde kaç-göçe ve çok evliliğe rastlanmaması gösteriyor ki, Türklerin eski gelenekleri, İslâmiyeti kabul etmelerinden sonra da canlılığını bir ölçüde sürdürmüştür. 5 İstanbul alındıktan sonra, özellikle saray hayatı ile ilgili olarak, Bizans'ın bazı olumsuz etkileri görüldü. Arabistan ve Mısır'ın fethinden sonra ise, Arap toplumunun kural ve geleneklerinin Osmanlı toplumu üzerindeki etkisi arttı. Buna, bazı din kurallarının hiçbir ilerlemeye imkân vermeyecek şekilde dar, yanlış ve donmuş yorumlara bağlanışı da eklenince, uygar dünyada görülen gelişmelerin tam aksine, kadının statüsü geriledikçe geriledi. O kadar ki, XIX. yüzyılda bile, İstanbul'da beyaz kadınların köle olarak eşya gibi alınıp satıldığı, çalışmaları resmî şekilde düzenlenmiş pazarlar vardı. Bu pazarlar ancak 1848'de, köleliği yasaklayan milletlerarası anlaşmaların kabulü üzerine kapatıldı. XIX. yüzyılda İstanbul'da, yalnız padişah sarayı değil, devlet ricalinin, şeyhülislâmların, kadı askerlerin konakları, satın alınmış veya eşya gibi hediye edilmiş düzineler, hatta yüzlerce kadınla dolu idi.6 Köle olmayan, "hür" kadınların durumu da hiç parlak sayılmazdı. Çünkü onlar da ikinci sınıf insan muamelesi görüyordu. Erkeğin birden çok kadınla evlenebilmesi (poligami) ve dilediği zaman tek taraflı iradesi ile eşini boşayabilmesi; kadının kendi isteği dışında, temsil yoluyla evlendirilebilmesi; kız çocuğunun erkek çocuğa göre mirasta yarım hisse sahibi oluşu; mahkemede kadın şahidin ifadesinin, erkek şahidin verdiği ifadeye göre, yarı değerde sayılması; kız çocuklara ancak 7-8 yaşlarına kadar dua öğrenmek için okula gitme izni verilmesi ve daha ileri yaşlarda eğitim hakkından yoksun bırakılmaları; ancak bir avuç ayrıcalıklı kadının özel öğretmenlerle eğitim görebilmeleri; mesleklerin genellikle kadınlara kapalı oluşu ve benzeri eşitsizliklerin bir kısmı, XX. yüzyıla kadar sürüp geldi. KADIN SORUNUNDA TANZİMAT SONRASI AYDINLARININ TEPKİLERİ, CILIZ DÜZELTME TEDBİRLERİ Gitgide güçlenen Avrupa karşısında İslâm dünyası geriliyor, birçok İslâm ülkesi batı sömürgeciliğinin pençesine düşüyordu. Osmanlı aydınları bu geri kalışın sebepleri üzerinde düşünmeye başlamışlardı. Buldukları sebeplerden biri de, nüfusun yarısını oluşturan ve çocuğun yetişmesinde çok etkili olan kadının eğitimden ve özgürlükten yoksun oluşu idi. Tanınmış yazarlar, şairler, romancılar, kadının ezilmesine, horlanıp aşağılanmasına karşı mücadele açtılar. 7 Şinasi, "Şair Evlenmesi"nde, görücü usulü ile evlenmenin zararlarına dikkati çekti. Namık Kemal, "İbret" ve "Tasvir-i Efkâr" gazetelerinde kadın haklarını savunan ateşli makaleler yazdı. Roman ve piyeslerinde kadının dramını ortaya koydu. Ahmet Mithat, çok kadınla evlenmeyi eleştirdi ve bu yüzden saldırılara uğradı. Tevfik Fikret, "Elbet sefil olursa kadın alçalır beşer" diyerek sesini yükseltti. Abdülhak Hami t, "Bir milletin kadınları o milletin ilerleme derecesinin ölçüsüdür" diye yazdı. Hüseyin Rahmi (Gürpınar) eserlerinde kadın-erkek eşitsizliğini işledi. Halide Edip, daha 1909 da, İkinci Meşrutiyetin getirdiği özgürlük ortamından yararlanarak, "Kadınların Yükselmesi (Taali-i Nisvan) Derneği"ni kurmuştu8. Yabancı okullarda eğitim görme imkânı bulmuş çok az sayıdaki Türk kadınlarından biri olan Halide Edip, Tanin gazetesinde, bütün Türk kızlarının eğitime kavuşturulması için güçlü ve etkileyici makaleler yazdı. Romanlarında kadın-erkek eşitsizliğinin zararlı sonuçlarını, horlanan kadının acılarını ustalıkla işledi 9. Ziya Gökalp, kadın hakları konusuna hem bilim adamı, hem sanatçı gözüyle eğildi. "Türk Medeniyeti Tarihi" adlı eserinde eski Türklerde kadının durumunu aydınlığa kavuşturdu. "Türkçülüğün Esasları"nda. geleceğin Türk kadını ile ilgili düşüncelerini açıkladı. Somut öneriler getiren bir düşünür olarak kadın davasına büyük hizmetler yaptı. Şiir şeklinde yayınladığı öğretici yazılarında, kadının değerini ve bu konuda tutulması gerekli yolu anlattı. "Bu mahlûklar nasıl hakir olur şer'in* gözünde? Bir yanlışlık var mutlaka müfessirin* sözünde"10 beytiyle din kurallarının dar ve yanlış yorumlanmasına karşı çıktı. Yeni Hayat dergisinde yayınlanan "Kadın" adlı şiirinde: "Millet yalnız yapılamaz, bunu ancak birlikte Kadın erkek, iki vicdan birleşerek yapacak" diyerek kadının millî toplum içindeki rolünü belirtti. "Bir kız irste yarım erkek, izdivaçta dörtte bir Bulundukça ne aile, ne memleket yükselir" dizeleriyle mirasta kız çocuklarının yarım hisse almasına, erkeğin dört kadınla evlenebilmesine karşı çıkan Ziya Gökalp : "Kadın yükselmezse alçalır vatan" dizesinde aynı düşünceyi tekrarladı. Başka şiirlerinde de "nikâhta, boşanmada, mirasta" kadınlar için eşitlik istedi. "Bunlar da olmasa, kadın insandır, Kadının en büyük hakkı irfandır" diyerek kızların eğitim hakkını savundu11. İstanbul'un işgalinden sonra İngilizler tarafından tutuklanıp Malta^ya sürgüne gönderilen Ziya Gökalp, oradan kızına yazdığı mektuplarda da şunları söylüyordu: "Yeni Hayat ne zaman başlayacak? Ne zaman ki, kadınlar da erkekler kadar tahsil görerek, cemiyetin idaresindeki rollerini icraya başlarsa…" "Aile millî cemiyetin temelidir. Aileyi kadın yapar. O halde millet de kadının bir eseri demektir… Bizde kadınlar iyi tahsil görmedikleri için aile yükselemiyor. Aile yükselmeyince, millet de geri kalıyor. O halde, ilerlemenin baş şartı kadın terbiyesidir. Kızların iyi yetiştirilmesidir 12". 1912'de "içtihat" dergisinde yayınlanan "Pek Uyanık Bir Uyku" başlıklı bir makale, çağdaşlaşma yanlısı bazı yazarların ne kadar ileri istekler öne sürdüklerini gösterir. Bir yazarın rüyası olarak yayınlanan bu son derece ilginç istekler arasında, kadınlarla ilgili önemli maddeler de vardı: a) Padişahın tek eşi olacak, emrinde cariye bulundurmayacaktı. b) Kızlar için okullar, bu arada bir tıp okulu açılacaktı. c) Kaç-göç kalkacak, görücülük yoluyla evlenme sona erecek, herkes eşini görerek seçebilecekti. d) Kadınlar, israftan kaçınmak şartıyla, diledikleri şekilde giyine bilecekler, softalar veya sokak külhanbeyleri kadınların giyimlerine karışamayacaktı. Şeyhülislâmlık makamı, kadın çarşaflarının uzunluğu veya peçelerin kalınlığı gibi konularda bildiriler yayınlamaktan vaz geçecekti. e) Kadınlar "vatanın en büyük velinimeti" sayılarak kendilerine erkekler tarafından saygı gösterilecekti. f) Avrupa Medenî Kanunu kabul edilecek, birden fazla kadınla evlenme ve bir sözle karısını boşama usulleri kalkacaktı13". Bütün bu düşünce akımlarının etkisiyle Tanzimat ve Meşrutiyet dönemlerinde, kızların eğitimi konusunda sınırlı bazı adımlar atıldı. Birinci Dünya Savaşı yıllarında, 1917'de, aile hukukuyla ilgili bir "Kanun Gücünde Kararname" çıkarıldı. Bu Kararname birden fazla kadınla evlenmeyi kaldırmak cesaretini göstermiyor, ancak kocanın ikinci bir kadınla evlenmesi halinde ilk eşine boşanma hakkı tanıyordu. Ayrıca, kadına, evlenme sırasında, mukavele ile "tek evliliği" şart koşma hakkım veriyordu. Belki birkaç aydın kadının yararlanabildiği bu sınırlı değişiklik bile bağnaz çevrelerin şiddetli tepkisiyle karşılaştı. Hıristiyan ve Museviler de, kararnamede kendileri için özel hükümler bulunmasına rağmen, öteden beri kendi din adamları vasıtasıyla devletin tamamiyle dışında yürüttükleri aile hukuku alanında devletin düzenlemeler yapmasından hiç hoşnut olmadılar. Aile hukukunu lâikleştirme yolunda son derece sınırlı bir adım olan "Aile Hukuku Kararnamesi", 1918'de Türkiye işgale uğrayınca, azınlıklara mensup din adamlarının isteği üzerine, işgal kuvvetleri tarafından yürürlükten kaldırıldı14. ATATÜRK'ÜN KADIN HAKLARI KONUSUNDAKİ FİKİRLERİ VE BU ALANDA GERÇEKLEŞTİRDİĞİ KÖKLÜ DEĞİŞİKLİK Atatürk Meşrutiyet döneminin bütün düşünce akımlarım ilgiyle izlemişti. Ülkesinin sorunlarını yakından incelemiş, bunlar üzerinde çok düşünmüştü. Türk kadınını "ikinci sınıf" insan durumundan kurtarmanın zorunlu olduğu sonucuna ulaşmıştı. Yüzyıllardır, yarım tedbirlerle bir yere varılamamıştı. Yarım tedbirlerle ne hukuk ne de eğitim çağdaşlaşabilir, ne Türk kadını ne de ülke kurtarılabilirdi. Tek bir çıkış yolu vardı. Devlet yapısını, eğitimi, hukuku, kadının statüsünü lâikleştirmek, kimsenin dinî inancına ve vicdan hürriyetine karışmadan din ile devleti, din ile hukuku ayırmak; aklın ve çağın gerektirdiği yola girmek. Atatürk'ün kadın hakları konusunda getirdiği büyük ve köklü değişiklikler, ancak akılcılığın ve lâikliğin benimsenmesiyle başarılabilirdi.15" Atatürk'ün daha 1916'da, Doğu Cephesinde komutan olduğu sırada, karargâhındaki arkadaşlarıyla sohbet ederken, kadınlara sosyal haklar tanınması; annelerin iyi yetiştirilmesinin topluma sağlayacağı yararlar; çalışma hayatında kadınlara da yer verilmesi gibi konulan ele aldığını, yayınlanan "Hâtıra Defteri'nden anlıyoruz.ıs 1918 de tedavi amacıyla bulunduğu Karlsbad'da tuttuğu notlar da gösteriyor ki, bir gün, gerekli yetki ve kudrete sahip olursa, sosyal hayatta istenen inkılâbı "bir anda gerçekleştirmeyi" daha o tarihte düşünmüştür.17 1923 yılının Ocak ayında, Cumhuriyetin ilânından dokuz ay önce, Atatürk, İzmir'de halkla konuşurken kadın konusundaki düşüncelerini cesaretle açıklamıştır: "… Bir toplum cinslerden yalnız birinin yüzyılımızın gerektirdiklerini elde etmesiyle yetinirse, o toplum yarı yarıya zayıflamış olur.. . Bizim toplumumuzun uğradığı başarısızlıkların sebebi kadınlarımıza karşı ihmal ve kusurun sonucudur… Bir toplumun bir uzvu faaliyette bulunurken öteki uzvu atâlette olursa, o toplum felce uğramış demektir. Bizim toplumumuz için ilim ve fen lüzumlu ise, bunları aynı derecede hem erkek ve hem de kadınlarımızın elde etmeleri gerekir. Kadının en büyük görevi analıktır. İlk terbiye verilen yerin ana kucağı olduğu düşünülürse, bu görevin önemi tam olarak anlaşılır. Milletimiz güçlü bir millet olmağa azmetmiştir. Bunun gereklerinden biri de kari ularımızın her konuda yükselmelerini sağlamaktır. Bundan dolayı, kadınlarımız ilim ve fen sahibi olacaklar ve erkeklerin geçtikleri bütün öğretim basamaklarından geçeceklerdir.. Kadınlar toplum yaşamında erkeklerle birlikte yürüyerek birbirinin yardımcısı ve destekçisi olacaklardır".18 Atatürk Türk kadınının cevherini, yüksek değerini yakından görüp tanımıştı. Şehirlerde, saraylardan yayılan kötü âdetlerin etkisi altında, kafes ardında yaşayan kadınlar vardı. Ancak, bir de, yurdun her köşesinde, kocasıyla omuz omuza üretim çabalarına katılan köy kadınları vardı. Atatürk onlardan saygıyla söz eder: "… Tarlalarda erkeklerle birlikte çalışan, merkeplerine binerek öteberi satmak için kasabadaki pazar yerine giden, oralarda bizzat yumurta ve tavuğunu, buğdayını satan, ondan sonra kendisine gerekenleri bizzat satın alan, köyüne dönen ve çalışmalarının hepsinde kocalarına, kardeşlerine yardımcı olan kadınlar… Ben bu kadınlar arasında kocalarından daha iyi iş anlayanlara ve hesap yapanlara rastladım".19 Atatürk'ün Türk kadınına beslediği saygı, Bağımsızlık Savaşı'ndaki tecrübeleriyle iyice perçinleşmiştir. 1923 yılında, Konya'da konuşurken, bu saygısını büyük bir içtenlikle dile getirir: "… Dünyada hiçbir milletin kadını, 'Ben Anadolu kadınından fazla çalıştım…, milletimi kurtuluşa ve zafere götürmekte Anadolu kadını kadar emek verdim' diyemez. … Belki erkeklerimiz memleketi istilâ edenlere karşı süngüleriyle, düşmanın süngülerine göğüslerini germekle düşman karşısında hazır bulundular. Fakat erkeklerimizin teşkil ettiği ordunun hayat kaynaklarını kadınlarımız işletmiştir… Çift süren, tarlayı eken, ormandan odunu, keresteyi getiren, mahsulleri pazara götürerek paraya çeviren, aile ocaklarının dumanını tüttüren, bütün bunlarla beraber, sırtıyla, kağnısıyla, kucağındaki yavrusuyla yağmur demeyip, kış demeyip, sıcak demeyip cephenin harp malzemesini taşıyan hep onlar, hep o yüce, o fedakâr, o ilâhî Anadolu kadınları olmuştur. Bundan ötürü, hepimiz bu büyük ruhlu ve büyük duygulu kadınlarımızı, şükran ve minnetle sonsuza kadar aziz ve kutsal bilelim". 20 Türk kadınlarının, kendilerine tanınan hakları, bir mücadele vermeden kolayca elde ettiklerini söyleyenlere en iyi cevap Atatürk'ün bu sözleridir. Kadınlara milletvekili seçme ve seçilme hakkının verilmesi ile ilgili görüşmeler sırasında da, aynı gerçek BMM kürsüsünden belirtilmiştir : "Türk kadınına bu hakkın bir lütuf olarak verildiği kanaatinde değiliz. Kimse bu kanaatte olamaz. Bir memlekette ki, yurdun her tarafı istilâya uğradığı zaman, kadınlar ateş altında erkeklerle beraber omuz omuza çalışırlar, memleketin geri kalan kısmını korumak ve beslemek için tarlanın kara toprağından yiyecek çıkarmaya çalışırlar, elbette bu varlıkların yurdun her köşesinde ve her tabakasında söz söylemeye hakları vardır". Yine aynı konuşmada haklı olarak şöyle deniyordu: "Tarih, Türk inkılâbını anlatırken, bunun bir kurtuluş olduğunu en başta söyleyecektir. Bu kurtuluşun çeşitli aşamaları içinde de, özellikle kadınların kurtulmasını anacaktır21'". Türk kadını, kendisine tanınan bütün haklara lâyık olduğunu, hem söz konusu haklar tanınmadan önceki asalet ve kahramanlığı ile, hem de bu haklar tanındıktan sonra, kısa zamanda, çeşitli mesleklerde gösterdiği başarılarla kanıtlamıştır. Atatürk, Türk kadınlarının, şartlar elverişli olursa, hiçbir alanda erkeklerden geri kalmayacağından emindi22. Türk kadınlarının Avrupalı kadınlardan da geri kalmayacakları yolundaki inancını, Atatürk şu sözlerle belirtmiştir: "Kadınlarımız için, asıl mücadele alanı, asıl zafer kazanılması gereken alan, biçim ve kılıkta basandan çok, ışıkla, bilgi ve kültürle, gerçek faziletle süslenip donanmaktır. Ben muhterem hanımlarımızın Avrupa kadınlarının aşağısında kalmayacak, aksine pek çok yönden onların üstüne çıkacak şekilde ışıkla, bilgi ve kültürle donanacaklarından asla şüphe etmeyen ve buna kesinlikle emin olanlardanım"23. İyi anne olmanın kadınların en önemli görevi olduğunu hatırlatırken de, bunun ancak bilgi ve kültürle başarılabileceğini vurgular: "Zaman ilerledikçe, ilim geliştikçe, medeniyet dev adımlarıyla yürüdükçe, hayatın, asrın bugünkü gereklerine göre evlât yetiştirmenin güçlüklerini biliyoruz. Anaların, bugünkü evlâtlarına vereceği terbiye eski devirlerdeki gibi basit değildir. Bugünün anaları için gerekli özellikleri taşıyan evlât yetiştirmek… pek çok yüksek özelliği şahıslarında taşımalarına bağlıdır. Bu sebeple kadınlarımız hattâ erkeklerden daha çok aydın, daha çok feyizli, daha fazla bilgili olmaya mecburdurlar."24 Atatürk'ün gözünde, Türk kadınlarının içinde bulundukları haksız statüden kurtulmaları, elbette onları kişi olarak en doğal ve vazgeçilmez insan haklarından yararlandırmak açısından zorunlu idi. insanî ve ahlâkî zorunluluğun yanında, ayrıca, Türk toplumunun gelişip yükselmesi açısından da buna gerek vardı. Bu inancını, Atatürk, eşine az rastlanır bir açıklıkla ve güçlü bir üslûpla belirtmiştir: "Son yıllardan önce de milletimiz yenileşme yolları üzerinde yürümeğe, sosyal değişmeye teşebbüs etmemiş değildir. Fakat gerçek yararlar görülmedi. Bunun sebebini araştırdınız mı? Bence sebep işe esasından, temelinden başlanmamış olmasıdır. .. . Bir toplum, bir millet erkek ve kadın denilen iki cins insandan meydana gelir. Kabil midir ki, bir kütlenin bir parçasını ilerletelim, diğerini öylesine bırakalım da kütlenin hepsi yükselme şerefine erişebilsin? Mümkün müdür ki, bir topluluğun yansı topraklara zincirlerle bağlı kaldıkça diğer kısmı göklere yükselebilsin?".25 Atatürk'ün ülkeyi dolaşarak kamuoyunu kadın hakları konusunda yapacağı büyük değişikliğe hazırlamasından sonra, 4 Nisan 1926'da Medenî Kanun kabul edildi ve 6 ay sonra yürürlüğe girdi. Medenî Kanuncun kadın haklarıyla ilgili olarak getirdiği değişikliklerin bazıları şunlardır: — Birden fazla kadınla evlenme kaldırıldı. — Evlenme akdinin, iki ergin şahit huzurunda, resmî nikâh memuru önünde yapılması esası kabul edildi. Resmî olmayan nikâh hukukî açıdan geçerli değildi. Resmî evlenmeden sonra, ayrıca, dinî nikâh kıyılması serbestti. — Evlenmede kadın ve erkek için yaş sınırı getirilerek çok küçük yaşta evlenmeler kaldırıldı. — Velilerin kızları adına evlenme akdi yapabilmeleri, onları "cebr" hakkına dayanarak zorla evlendirebilmeleri usulü kalktı. Temsilci yoluyla evlenme yasaklandı. (Evlenme yaşma gelmiş olmakla birlikte 18 yaşını doldurmamış olanların evlenebilmeleri için ana-babanın izninin aranması usulünün zorla evlendirme ile ilgisi yoktur. Ana-babanın iradesi, evlenen gencin iradesinin yerine geçmez. Bu iradeye eklenir. Amaç, gençlerin korunmasıdır). — Şer'î hukukta boşanma yetkisi bir taraflı olarak kocaya tanınmıştı. Bu bir çeşit "kovma" hakkı idi. Koca boşanma kararını, eşine bir vekil aracılığı ile de bildirebilirdi. Kocanın dayanacağı boşanma sebepleri belirlenmiş, sınırlanmış değildi. Medenî Kanun, bu haksızlığa da son vererek, boşanma konusunda erkeğe tanınan hakları kadına da tanıdı. Gerekli şartlar varsa, kadın da, erkek gibi boşanma davası açabilecekti. Boşanmada keyfîlik kaldırıldı ve boşanmanın kanunda gösterilen sebeplerden birine dayalı olması zorunluğu kabul edildi. Kanunda gösterilen sebeplerden birinin gerçekleşmiş olması halinde bile, eşlerden birinin, hatta ikisinin iradesi boşanma için yeterli değildi; boşanmaya hâkim karar vere bilecekti. — Boşanma halinde, kadının ve çocuğun haklarını güvence altına alacak hükümler getirildi. — Evli kadının ekonomik haklarını daha iyi koruyan esaslar kabul edildi. — Miras hukukunda cinsiyet ayrımı kaldırılarak kadın ve erkeğin eşitliği sağlandı. 26 Medenî Kanun'u, Türk kadınına siyasî hakların verilmesi izledi. 3 Nisan 1930'da belediye seçimlerinde, 5 Aralık 1934'te milletvekili seçimlerinde kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanındı. O yıllarda, henüz, Avrupa, Amerika ve Asya kıt'alarındaki birçok ülkede kadınlar bu hakları elde edememişlerdi. İslâm ülkelerinde kadınlara siyasî hakların tanınmadığı, hatta İsviçre dahil, birçok Avrupa ülkesinde bile kadınların oy kullanamadığı bir dönemde, Türk milletinin böyle bir adımı atabilmiş olmasının önemi elbette büyüktü. Konuya karşılaştırmalı hukuk açısından bakılınca, kadın-erkek eşitliğini bir milletlerarası hukuk kuralı haline getiren İnsan Hakları Evrensel Bildirisi, İnsan Hakları Sözleşmeleri henüz ortada yok iken, bundan yarım yüzyıl önce, Atatürk'ün Türk kadınına, ülkesinin yönetimine katılma hakkını tanımasının değeri daha iyi anlaşılır. Kadınların eğitim ve meslekî çalışma haklarından oldukça geniş şekilde yararlanabildikleri bir Arap ülkesi olan Kuveyt'te, 1985 yılının yaz aylarında, yasaların şeriata uygunluğunu incelemekle görevli komisyon, Kuveyt'li kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanınmasının doğru ve mümkün olmadığını hükme bağlamıştır. Üstelik, kadınların bu haktan yoksun bırakılmalarının Peygamber emri olduğunu iddia edebilmiştir. Bununla birlikte, asıl güç olan ve büyük cesaret isteyen adım, siyasî hakların tanınması değil, Medenî Kanun'un kabulü idi. Çünkü, kadının özel hukuktaki statüsünü yeniden düzenlemek; evlenme, boşanma, miras hukukunu değiştirmek, ancak hukuku, dinî temeller yerine lâik bir temele oturtmakla kabildi.27 Yeni bir Ticaret Kanunu, Ceza Kanunu veya Seçim Kanunu yapmak, Aile Hukuku'nu değiştirmek kadar zor değildi. Nitekim, Osmanlı Devleti'nin son döneminde, Ticaret Hukuku'yla, Ceza Hukuku'yla ilgili kanunlar çıkarılmıştı. Fakat Aile Hukuku'nu değiştirebilmek için Atatürk'ün gücü, kararlılığı, uzak görüşlülüğü gerekliydi. Bugün, Batı uygarlığı ile en yakın ilişkiler içinde bulunan İslâm ülkelerinde bile, Medenî Hukuku akılcı ve çağdaş hale getirmek; evlilikte, boşanmada, mirasta kadın-erkek eşitliğini sağlamak mümkün olmamıştır. Bu ülkelerin hepsinde, 1917 tarihli Osmanlı Aile Hukuku Kararnamesi'ni andıran tereddütlü ve yarım adımlar atılmağa çalışılmakta; din otoriteleri ile devleti çağdaşlaştırmak isteyen siyasî otorite arasındaki çatışma, çeşitli dalgalanmalarla, sürüp gitmektedir. Bu sorunu çözebilen, birden fazla kadınla evlenmeyi kesin şekilde yasaklayıcı bir kanunu yürürlüğe koyabilen, kız çocukla erkek çocuğu eşit hale getirebilen, boşanmada taraflara eşitlik sağlayabilen tek İslâm ülkesi, Türkiye'dir. Çünkü, lâiklik ilkesini kabul ederek, hukuku lâik temeller üstüne oturtabilmiş tek İslâm ülkesi, Türkiye'dir28. Türk kadını, Türk gençleri, bunun derin anlamını iyice kavramalı ve Atatürk'ün eserine bilinçle sahip çıkmalıdır. Kanunlarda yapılan değişikliklerin uygulamadaki sonuçları yeterli midir? 29. Kız çocukların eğitimi konusunda aşılan mesafe büyük olmakla beraber, henüz eski alışkanlıklar tam olarak kırılamamıştır. "Eğitim Birliği" (Tevhid-i Tedrisat) kanununa aykırı kuruluşların çoğalması, son derecede önemli bir sorundur. Kızların çok büyük çoğunluğunun ortaokul ve liselere bile devam edemedikleri, Hukuk Fakültesinde sadece üç genç kızın okuyabildiği günler artık çok gerilerde kalmış, öğretim kurumlarının kapıları kız öğrencilere açılmıştır. Ancak, devam eden sorunları görmezlikten gelemeyiz. Kadınların sadece ebelik, hemşirelik, bir ölçüde öğretmenlik yapabildikleri, öteki mesleklerin genellikle erkeklerin tekelinde bulunduğu günler de tarihe gömülmüştür. Bugün, Türk "irfan ordusu"-nun büyük bir bölümü kadın öğretmenlerden oluşmuştur. Üniversitelerimizde, hemen hemen her bilim dalında, kadın öğretim üyelerimiz, araştırmacılarımız vardır. Sanatçı, yüksek mahkemelerde üye veya daire başkam, hâkim, savcı, avukat, hekim, eczacı, mühendis, hariciyeci, iktisatçı, genel müdür, işletmeci, bankacı, fizikçi, kimyacı, matematikçi vb. olarak akla gelebilecek mesleklerin hemen hepsinde, kadınlarımız başarıyla hizmet görmektedirler. Ancak, özellikle kırsal kesimde ve yurdumuzun uzak köşelerinde, kız çocuklarının bir kısmı okula gönderilmektedir. Kadın nüfusta, okur-yazar olmayanların oranı hâlâ yüksektir. Kanun gereğince zorunlu olan ilköğretimden sonra, yetenekli kız çocuklarını okula göndermeyen ailelerin sayısı az değildir. Bütün bu alanlarda, yüzyılların alışkanlıklarını kırmak için, daha geniş çabalara ihtiyaç vardır. Atatürk'ün birçok Avrupa ülkesinden önce Türk kadınına tanıdığı siyasî hakların kadınlarımız tarafından yeterince kullanılıp kullanılmadığı da, ülkemizde sık sık tartışılan bir konudur. Türkiye, seçimlere katılma oranının, birçok köklü demokrasilere göre, yüksek olduğu bir ülkedir. Bu oranların yüksekliği, kadınlarımızın oylamaya katılarak yurttaşlık ve seçmenlik görevlerini yerine getirdiklerini gösteriyor. Seçilme hakkından yararlanabilme konusunda durum biraz farklıdır. Parlâmento'ya 1934'te 18 kadın milletvekili girmişti. Çok partili döneme geçilince, bu sayı azaldı. 1983 seçiminde yeniden bir artış görüldü. Türkiye'de milletvekilliği görevini en iyi şekilde yapabilecek pek çok kadın bulunduğu şüphe götürmez. Ancak, adaylığın gerektirdiği parti içi ve partiler arası mücadeleler, bazı aydınlarımıza çekici gelmediği gibi, kadınlarımıza da çekici gelmemektedir, öte yandan, partilerin, kadınlardan çok daha fazla sayıda erkek aday göstermeleri, aslında, Türkiye'ye özgü bir durum değildir. Elli yıllık zaman diliminde, Türkiye'de parlâmentoya giren kadın üye sayısı ile başlıca demokratik ülkelerdeki sayılar karşılaştırılınca, arada çok büyük farklar bulunmadığı görülür. 30 Zaman ve genel eğitim düzeyindeki ilerlemeler, kadınların siyasî hayata daha aktif şekilde katılmalarım sağlayacaktır. Uygulama ile ilgili en önemli ve düşündürücü sorunlar, Aile Hukuku alanındadır. Ülkemizde, hâlâ resmî nikâh dışında, sadece imam nikâhı ile yapılan birleşmeler vardır. Bu gibi yasa dışı "evlenmeler" hem kadınların, hem çocukların kanunî hakları bakımından son derece büyük sakıncalar doğurmaktadır. Resmî nikâh belgesi gösterilmeden yapılan yasa dışı dinî nikâhların, az sayıda da olsa, "birden çok kadınla evlenme" olayına imkân hazırladığı da meydandadır. (1945 nüfus sayımı sonuçlarında, evli kadın sayısı, evli erkek sayısından 97 bin fazla görünüyor. Daha sonraki sayımlarda da iki sayı arasında fark görülmüştür. Ancak, ailesini yurt içinde bırakarak yurt dışında çalışan çok sayıda erkek yurttaş bulunduğu için, özellikle 1960'tan sonraki nüfus sayımlarında, evli erkek ve evli kadın sayılarının eşit olmaması "çok kadınla evlilik" olayının bilimsel ölçütü olarak kullanılamaz).31 Medenî Kanuncun getirdiği aile yapısının, bugün artık Türk yurttaşlarının büyük çoğunluğunca benimsendiği ve bundan geri dönülemeyeceği açık bir gerçektir. Bununla birlikte, bu Kanuncun hükümlerine uymayan uygulamaların sona erdiği söylenemez. Bu sorunun çözümü için de, çare, bir yönü ile eğitim'dir; bir yönü ile de, lâik devlet ilkesine sımsıkı bağlı kalarak bu ilkeden asla ödün (tâviz) verilmemesidir. Dinî nikâh kıyanların yasalara saygılı olarak, resmî nikâhın yapıldığına ve sicile kaydolunduğuna dair belge istemeleri, çok sayıda kadınla yasa dışı "evlilik"leri önler; kadınları ve çocukları bin türlü dertten korur. Atatürk'ün kadın hakları ve kadının statüsü konusunda bundan 60 yıl önce ileri sürdüğü görüşlerin ve uygulamaya koyduğu ilkelerin, uzun yıllar sonra, insan Hakları Bildiri ve Sözleşmelerinde ve uygar ülkelerin Anayasalarında yer aldığını görüyoruz. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası da, "herkesin, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayrım gözetilmeksizin kanun önünde eşit" olduğunu hükme bağlamıştır (Madde 10). Anayasa, ayrıca "Aile Türk toplumunun temelidir" ilkesini benimsemiştir. Devlete, özellikle ananın ve çocukların korunması görevini vermiştir (Madde 41). Böylece, Atatürk'ün bu konudaki başlıca düşünceleri, Anayasa emri haline gelmiştir. 1985'te, Nairobi'de, "kadın için eşitlik" konusunu görüşmek üzere Birleşmiş Milletler Teşkilâtının düzenlediği bir dünya konferansı toplandı. Ortaya çıkan gerçek şudur ki, dünyada pek çok milletin kadınları, Atatürk'ün Türk kadınına sağladığı haklara kavuşmak için daha uzun yıllar mücadele etmeğe mecbur olacaklardır. Atatürk'ün bu konuyla ilgili görüşlerini ve Türk milleti'nin O'nun önderliğinde gerçekleştirdiği atılımı bütün dünyaya daha iyi anlatıp tanıtmak görevimizdir. Bundan daha büyük önem taşıyan asıl görev ise, Atatürk'ün, çok çetin güçlüklere rağmen, kadının hakları ve statüsü konusunda gerçekleştirdiklerini koruyup kökleştirmek, O'nun ilkelerine sahip çıkmak ve bu ilkelerin aşınmasına imkân vermemektir.32 1 Hindistan'ın Profesör S.A.H. Haqqi'nin Atatürk'ün doğumunun yüzüncü yıldönümü münasebetiyle İş Bankası'nca düzenlenen Milletlerarası Sempozyum'a sunduğu "The Atatürk Revolution and India" başlıklı bildiri. Değerli bilim adamının bildirisinde, Atatürk'ün Hindistan'ın bağımsızlığı için uğraşan Müslüman veya Hindu liderlerin hepsini ve Hindistan halkını ne kadar derinden etkilediğini gösteren belgeler vardır. ATATÜRK'ÜN AFYON'DA İLK KADIN MİLLETVEKİLİ MEBRURE GÖNENÇ OLDU İKİNCİ BURCU KAYIKCI OLACAK Tarih 5 Aralık 1934 İslam dünyası ve Türk dünyası için muhteşem bir tarih ve de dünyaya muhteşem bir örnek Atatürk'ün, Türk'ün, Türkiye Cumhuriyeti, Türk Kadınına Milletvekili Seçme ve Seçilme Hakkı Tanıdı. Cumhuriyetimizin kazanıldığı topraklar olan AFYONKARAHİSAR' da bu güne kadar ATATÜRK' ün Kadın Milletvekili sadece Mebrure GÖNENÇ olabilmiş ve bu günlere geldiğimizdeyse nihayet 7 Haziran 2015 seçimlerinde AFYON'da ikinci ATATÜRK'ün Kadın Milletvekili Burcu KAYIKCI olacaktır. Sayın Burcu KAYIKCI ile birlikte artık AFYONKARAHİSAR'ın özellikle her dönem ATATÜRK'ün Kadın Milletvekilleriyle dolmasını hiç eksilmeden çoğalarak gitmesini diliyorum zaten bu şehre Cumhuriyetin kazanıldığı topraklara da yakışanı da budur. AFYONKARAHİSAR' ın, ATATÜRKÇÜ, Cumhuriyetçi, çağdaş ve örnek geleceği bu günden sonra Burcu KAYIKCI ve AFYONKARAHİSAR halkına özellikle de bu şehrin kadınlarına kalmıştır. İstenirse ''Cumhuriyetin Kazanıldığı Bu Topraklar'' Cumhuriyete en güzel örnek bir kent olabilir bu çok da zor bir şey değildir, yeter ki şehit ve gazilerimizi Atatürk'ü ''ÇANAKKALE ve KURTULUŞ '' savaşını iyi okuyup iyi anlayalım ve Atalarımıza layık olalım. YÜCE ATATÜRK'ÜN YÜCELTTİĞİ YÜCE TÜRK KADINLARI İŞTE İLK KADIN MİLLETVEKİLLERİMİZ 1- Mebrure Gönenç - Afyonkarahisar 2- Sabiha Gökçül Erbay - Balıkesir 3- Şekibe İnsel - Bursa 4- Huriye Öniz Baha - Diyarbakır 5- Dr. Fatma Memik - Edirne 6- Nakiye Elgün - Erzurum 7- Fakihe Öymen - İstanbul 8- Satı Çırpan (Satı Kadın) - Ankara 9- Ferruh Güpgüp - Kayseri 10- Behire Bediş Morova - Konya 11- Mihri Pektaş - Malatya 12- Meliha Ulaş - Samsun 13- Fatma Esma Nayman Seyhan 14- Sabiha Görkey - Sivas 15- Seniha Hızal - Trabzon 16- Benal Nevzat Arıman - İzmir 17- Türkan Örs Baştuğ - Antalya 18- Hatice Özgener - (Ara seçimle) (Çankırı) Bu 18 kişi Türkiye Cumhuriyeti'nin asil kadın milletvekili o zamanki Meclisin %5,6'sını oluşturuyordu. Bu rekor o gün bu gündür halen daha kırılamadı ne yazık ki.. Aşağıdaki listede kimi ülkelerde kadınların seçme ve seçilme hakkını elde edişleri kronolojik olarak gösterilmiştir. Türkiye, birçok Avrupa Ülkesinin şaşkın ve hayran bakışları önünde, bu konuda başı çeken ülkeler arasında gurur ve şerefle yer edinmiştir. Şimdi ne yazık ki, bu kazanılmış eşit yurttaşlık, eşit insanlık hakkını yitirmeye ve gerek Allah'sız Allah ile aldatanlar gerekse Emperyalist düşmanlar tarafından biat kültürüyle ve kafa karıştıran bin bir çeşit aldatmaca ve safsatalarla ikinci sınıf olmaya insanlık dışı her türlü hal ve davranışlara rıza göstermeye alıştırılmış kadınlar yetiştirilmektedir. İşte Atatürk; Böylesine mucizelerle dolu asil bir liderdi İşte Atatürk; Gerçek bir islam lideri, gerçek bir Türk liderdi İşte Atatürk; Gerçek bir Türk-İslam lideri ardından da dünya da ki Emperyal ülkelere en büyük yumruğu vuran, yedi düvele bunu ilan eden ilk ve tek doğulu liderdi. Zaten özellikle dünyanın yarattığı Türk'e ve gerçek İslam'a karşı olan dinsel ve ırksal emperyalizm canavarı bu yüzden Atatürk'e o hastalıklı dişlerini saplamaya çalışmıştır. Bunu hiçbir zaman başaramayan emperyalizm bu durumu kıyamete kadar da ATATÜRKÇÜLÜĞE karşı sürdüreceğe benziyor. Ama şunu iyi bilmelidirler ki ''Bu topraklarda ve dünyada Türk'ün kudreti ve Mustafa KEMAL'ler hiçbir zaman tükenmez'' Şimdi sözü Türk Kadınının neredeyse bir asır sonra bu gün ne durumlara düşürüldüğünü ATATÜRK'ün yücelttiği yüce Türk Kadınlarımıza AKP'nin hurafeli, bağnaz, ilkel bakış açısını tüm gerçekliğiyle tarih tarih, madde madde çıkaran, sayın, Emin ÇÖLAŞAN'da ; Tayyip Kadın ve Demokrasi Derneği (KADEM) 1. Uluslararası Kadın ve Adalet Zirvesi'nde konuştu: "Kadınların ihtiyacı olan, eşitlikten ziyade eşdeğer olabilmektir. Yani adalettir. Buna ihtiyacımız var. Kadın ile erkeği eşit konuma getiremezsiniz. O fıtrata terstir. Çünkü fıtratları farklıdır, tabiatları farklıdır, bünyeleri farklıdır. Örneğin iş hayatında hamile bir kadını erkek ile aynı şartlara tabi tutamazsınız. Çocuğunu emzirmek zorunda olan bir anneyi bu tür yükümlülükleri olmayan bir erkekle eşit konuma getiremezsiniz. Kadınları erkeklerin yaptığı her işte çalıştıramazsınız komünist rejimlerde olduğu gibi. Olmaz böyle bir şey." * * * 20 Temmuz 2010'da kadın örgütleriyle bir araya gelen Başbakan Erdoğan, "Kadın erkek eşitliğine inanmıyorum, kadın ve erkek farklıdır, birbirinin mütemmimidir (tamamlayıcısıdır)" dedi. "Kürtajı bir cinayet olarak görüyorum"… 7 Mart 2011'de konuşan Başbakan Erdoğan, AKP döneminde yüzde 1.400 artan kadına şiddet için "Kadına şiddet abartılıyor" dedi. * * * AKP'nin (eski) Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin ise "Medya olayları abartıyor" demişti. * * * "Benim bedenim diyenler feminist…" Kürtajın yasaklanmasının konuşulduğu 2012 yılında da Erdoğan birçok tepki toplayan söze imza attı. "Kürtajı bir cinayet olarak görüyorum" diyen Erdoğan'a karşı çok sayıda kadın eylemi yapıldı. Kadınlar sokaklara çıkarken, Erdoğan bu kez de "Benim bedenim, benim kararım diyenler feministtir" dedi. * * * Aralık 2011: Ankara'daki Hopa eyleminde polis şiddeti sonucu kalçası kırılan Halkevleri MYK üyesi Dilşat Aktaş'ın bir bacağı kısalırken, Aktaş zorlukla yürüyebiliyor. Başbakan Erdoğan'ın "O kadın, kız mıdır kadın mıdır bilemem" diye hitap ettiği Aktaş, polislerin saldırısı sonucunda iki ay hastanede tedavi gördü. Aktaş'ın kalça kemiğini kıran polisler hakkında ise suç duyurusunda bulunulmasına rağmen bugüne kadar hiçbir işlem yapılmadı. * * * 20 Mart 2009: "Kadınlar iş aradığı için işsizlik yüksek!" Devlet Bakanı Mehmet Şimşek'e göre bu sayı 150-200 bin. Şimşek, "İşsizlik oranı niye artıyor biliyor musunuz? Çünkü kriz dönemlerinde daha çok iş aranıyor. Özellikle kadınlar arasında kriz döneminde işgücüne katılım oranı daha artıyor" dedi. * * * Şubat 2012: AKP İl Genel Meclis Üyesi Erhan Ekmekçi "Kızlar okuyunca erkekler evlenecek kız bulamıyor" dedi. Çorum Kargı'daki kız çocuklarının okula gönderilme oranları ile ilgili yorum yapan Ekmekçi "Kızlarımız okuyor ama bu seferde erkeklerimizi evlendirecek kız bulamıyoruz" diye konuştu! * * * 13 Mart 2009: Afyon ve ilçelerini ziyaret eden Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu, kendisinden iş isteyen kadınlara ise "Evdeki işler yetmiyor mu?" karşılığını verdi. * * * 2 Haziran 2012: Samanyolu Haber'e konuşan Ankara Belediye Başkanı Melih Gökçek, kürtaj konusunda yakışıksız bir açıklama yaptı. Gökçek, "Anası tecavüze uğruyorsa neden çocuk ölsün, günahı ne, anası da ölsün öyleyse" dedi. Gökçek twitter'dan genç bir kadınla kürtaj konusunda polemiğe girerek kadın takipçisine "Sen çok mu kürtaj yaptırdın, bu kadar bağırmanın nedeni bu mu ?" diye yazmıştı. * * * "Tecavüze uğrayan doğursun, gerekirse devlet bakar" diyen dönemin Sağlık Bakanı Recep Akdağ'a tepki yağarken, AKP Milletvekili İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Ayhan Sefer Üstün de "Tecavüzcü, kürtaj yaptıran tecavüz kurbanından daha masum. Tecavüze uğrayan da kürtaj yaptırmamalı. Bosna'da kadınlar tecavüze uğradı ama doğurdular" diyerek tartışmalara katıldı. * * * Erkek arkadaşı tarafından başı kesilerek katledilen Münevver Karabulut için İstanbul eski Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah "Kızlarına sahip çıksalarmış" dedi. Tayyip Erdoğan "Çocuğumuz öyle nereye giderse gitsin olmaz. Yalnız bırakırsan ya davulcuya ya zurnacıya gider" dedi. * * * Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç da kürtaj tartışmalarına katılıp, CHP'li Aylin Nazlıaka için "Kürtaj meselesi konuşulurken siz öyle bir söz söylediniz ki benim yüzüm kıpkırmızı oldu. Evli bayan, çocuğu olan bir milletvekili kendisi ile ilgili bir organını nasıl böyle açıkça konuşabilir" diyerek, 'Vajina' kelimesinden duyduğu rahatsızlığı dile getirmiş ve büyük tepki çekmişti. * * * AKP Tokat Milletvekili Zeyid Aslan, kendisine TBMM kulisindeki fotoğraflarını soran kadın gazetecilere "Ben de sizin bacak aranızı çekip gazeteye bastırsam" dedi. * * * AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, sunucu Gözde Kansu'nun kıyafetini eleştirerek, "Bir hanım aşırı dekolte ile bir yere giderse kabul edilebilir mi? Bu sunucu öyle bir kıyafet giymiş ki olmaz böyle kardeşim" diyerek Kansu'nun işsiz kalmasına neden olmuştu. * * * 3 Kasım 2012: Başbakan Erdoğan partisinin Genel Merkez Kadın Kolları 3. Olağan Kongresi'nde yaptığı konuşmada "Yatıyorsunuz kalkıyorsunuz Uludere diyorsunuz. Her kürtaj bir Uludere'dir" dedi. * * * Vecdi Gönül: "Türk kadını evinin süsüdür." * * * AKP Ünye tanıtım sorumlusu Süleyman Demirci: "Örtüsüz kadın perdesiz eve benzer. Perdesiz ev ya satılıktır ya da kiralıktır." * * * AKP'li yaşam koçu ve aile danışmanı Sibel Üresin: "Kocama arkadaşımı tavsiye ettim, ikinci bir eş almasına müsaade ettim." * * * Prof. Remzi Fındıklı. Polis Akademisi Başkanı: "15'inde kız ya evde, ya yerde olmalı." * * * Tayyip, üniversiteli gençler için "Kızlı-erkekli aynı evde ne yapıyorlar belli değil" dedi. * * * Erdoğan'ın 1995'te Kayseri'de Refah Partisi'nin düzenlediği bir gecede yaptığı konuşmasında "Makyaj yapan kadının kaportası bozuktur" sözleri aslında daha o günden AKP'nin kadına bakış açısını gözler önüne seriyordu. * * * Erdoğan, zaman zaman konuşmalarında sıkça söylediği "Benim başörtülü bacılarım, kardeşlerim" sözleriyle başörtülü ile örtülü olmayan kadınları kutuplaştırıp ayrıştırmaktan da geri kalmıyor. * * * AKP Kırıkkale İl Başkanı Mehmet Demir'in 8 Mart Dünya Kadınlar Günü mesajı "Onları hafifçe dövüp korkutabilirsiniz" oldu. * * * Bülent Arınç Bursa'da bayramlaşma töreninde konuştu: "Kadın iffetli olacak. Mahremi, namahremi bilecek, öyle herkesin içinde kahkaha atmayacak." * * * Sosyal Doku Vakfı kurucusu ve Başkanı Nurettin Yıldız, çalışan kadınları hedef aldı, "Bir kadının çalışmayı tercih ederek fuhuşa hazırlık yapmış olacağını" iddia etti. Youtube'da yer alan videosunda çalışan kadınlar için hakaretamiz suçlamalarda bulundu. "Çalışan kadınların erkekleri doyumsuz hale getirdiğini ve ümmete zarar verdiğini" söyledi. Çalışan kadınlar için "Erkeği ile ilişkisinde kadınlığı arızalıdır" dedi." Her çalışan kadın gözü doymamış erkek demektir. Çalışan kadın ya evlenmeyi erteleyerek erkeklerin evlilik sürecini baltalıyor ya da evli olduğu halde çalıştığı için yorgunluğu ve vakit darlığı nedeniyle erkeği ile ilişkisinde kadınlığı arızalıdır. Kadınlığı arızalı olduğu için erkeğin gözü açtır. O evinde erkeğini eksik bırakıyor, erkeği de iş yerinde bir başka kadına musallat oluyor. Böylece fuhuş değil ama fuhuşa hazırlık yapan sürece destek oluyor. Ayrıca çalışan kadın doğurmayan ya da az doğuran kadın demektir. Yani benim ümmetim zarar görüyor." * * * Furkan Vakfı Grubu lideri Alparslan Kuytul'un tesettür ve cinsellik konularında yaptığı açıklamalar şoke etti. Vakfa ait internet sitesinde yayınlanan videoda Kuytul, "Annen de olsa, diz kapağının üstü tahrik eder. İslam gerçeği konuşuyor" ifadelerini kullandı. Kuytul'un tepki çeken açıklamaları şöyle: * * * "Ne diyor İslam, annen de olsa diz kapağının altından göbeğine kadar ve sırtına bakamazsın. Annen de olsa, diz kapağının üstü tahrik eder. İslam gerçeği konuşuyor. Hayal aleminde değil İslam. Toz pembe hayallerde gezmiyor İslam. 'Olmaz canım, annesiyle olur mu, bacısıyla olur mu?' İslam hayal kurmuyor, gerçeği söylüyor. 'Olur' diyor. Biri yapmazsa biri yapar. 'Olur mu' diyenlerin başlarına geliyor." * * * İlahiyat Profesörü Orhan Çeker, "Dekolte giyerek tacizciyi tahrik eden kadının da suçlu olduğunu" savundu ve "Tahrik edici kıyafeti" belirleyecek bir komisyonun kurulmasını önerdi. * * * TRT'de yayınlanan "Ramazan Sevinci" programında konuşan Ömer Tuğrul İnançer, hamile kadınların sokakta gezmemesi gerektiğini savunurken bunun terbiyesizlik olduğunu söylemişti. İnançer'in bu sözleri büyük tepki toplarken tüm Türkiye'de protesto edilmişti. Aynı şahıs daha sonra "Çalışan kadın kocasının emrinde olmayı uygun bulmuyor ama patronuna hizmeti haysiyetine uygun buluyor" dedi. Sayın ÇÖLAŞAN'a ''Günümüz Türkiye'sinde çok sayıda kimsenin güçlünün yanında olduğu ama ÇÖLAŞAN'ın güçlünün yanında değil haklının yanında olduğu '' ATATÜRKÇÜ, vatansever, korkusuzca, dim dik duruşundan dolayı minnetle çok takdir ve teşekkürlerimi sunup sözü tekrar ben alıyorum. Şimdi yüceler yücesi, mert delikanlı, aziz şehit ve gazilerimizin, Atatürk ve tüm silah dava arkadaşlarının, dünyaya ders veren gerçek vatansever tüm yüce Türk Milleti'nin, bedelini kanla, canla, cananla, koluyla, bacağıyla, kardeşiyle, evladıyla, anasıyla, babasıyla, beşikteki çocuğuyla,malıyla mülküyle ödeyerek, yokluk içinde, kan içinde, aç susuz, bitik, virane, ne efsanevi acılarla, çığlıklar, haykırışlar, ağlamalar, hüsranlar içinde, yaşanabilecek en büyük acıları yaşayarak alınan bu cennet vatan, Türkiye Cumhuriyeti'nin dört bir yanı yüreği beş para etmez, amacı para, mal, mülk birde Türk'ün bağımsızlığını, çağdaşlığını, toprağını, dinini, dilini, namusunu, şerefini elinden almak isteyen insan müsveddesi mahluklar tarafından sanki bir kutsal cennet vatanın değil bir dağdaki mağaranın etrafını saran aç, kudurmuş, cani, yırtıcı canavarlar gibi sarmışlardır. Yüce Atatürk'ün ''YÜCE TÜRK MİLLETİ'' ne gençliğe hitabesinde bahsettiği gibi tüm önemli can damarlarımız özellikle de cumhuriyetin beslendiği ATATÜRKÇÜ tüm önemli damarlar kurutulmaya çalışılmakta, haince pusuya düşürülen tüm değerlerimiz asimile edilmekte, binlerce kanlı ve canlı kurşunla alınan her nice şanlı değerlerimiz bir kurşun bile atmadan vampir dişlerini şah damarımıza geçirip canice gasp edilmiş, tüm tersanelerimize girilmiş ve Allah ile aldatanlarla tüm Emperyalist eli kanlı zebani topluluğu el ele vermiş eşkiyaya eşkiya, teröriste terörist deme kudretini, iradesini göstermekten aciz kalmış, vatan nedir, millet nedir, şehit nedir, gazi nedir bi haber soyunu sopunu unutmuş kendini yüce Türk'den başka her şey zanneden bir Meclisle baş başa muhtaç ve mecbur bırakılmıştır. Ve yine aynı Meclis hem de kendi yapmış olduğu araştırmasına göre, Dünyada kahpece eli kanlı terör örgütleri içinde eşi benzeri bulunmayan devasa sayılarla yüce Türkiye Cumhuriyeti'nin canına ve toprağına, bağımsızlığına kast eden, Türkiye'de son 30 yılda toplam 35 bin 566 ana kuzusu, yiğit anlı şanlı askerlerimizi ve sivil halkımızı katletmiş lanetli PKK terör örgütü ile aynı masaya oturmuş salyalarının altından hep birlikte aziz şehit ve gazi ailelerimizin asil yüzlerine bakarak sanki hiçbir şey olmamış gibi sanki kümesten sadece 35 bin 566 tavuk katletmişler gibi her şeyi unutmuş tavukların sahibiyle bir uzlaşma barış süreci başlatmışlar lay lay lom kırlarda koşuyorlar koşarken de hayasız insanlar bir halt yaptıklarını zannedip bu yüce Türk Milleti' ni bu kadar acınası aciz duruma düşüren adama da dünya lideri diye böğür böğür böğürmekteler. Eğer '' KOCA GAZİ ATATÜRK '' bu gün bu durumları görse yaşasaydı o Meclisi onlara dar eder, doğup doğmayacaklarına, Meclisin içine girip girmeyeceklerine pişman ederdi. Bunun ÇANAKKALE' de, KURTULUŞ' da, saraysız, evsiz damsız, aç susuz, beş meteliksiz, silahlı silahsız gerektiğinde çarıklı çarıksız, çok canlı, çok şanlı, çok destansı dünyada tek deste deste örnekleri mevcuttur. *********************************************************************************** YÜCE TÜRK ÇOCUĞU Korkma sen; Eyy nesli iki cihanda şanlı güzel Gazi'nin kağnıları ÇANAKKALE'den KURTULUŞ'a gider Elbet bir gün olacak sana zulm eden Meclis mahşer İşte o zaman dolacak vatana Nes-li Kemaller İstiklal ve bayrak uğruna canı cananı her şeye değer Ne mutluTürk'üm diyene heyy! Emperyal dünya ödendi bedel Olsun Şehitlerimiz ruhu şad, cennette mutlu seni bekler Yüce Türk çocuğu dinde Muhammed ırkda Mustafa sana yeter *********************************************************************************** Hasan DURGUT İyi bak canım kardeşim bırak dünyayı bir karınca yuvasının lideri olabilmek için bile ne meharetler gerekiyor ki sen dünya liderliğinden bahsediyorsun, dünya lideri olabilmenin yüzlerce maddelerinden sadece bir şekli aşağıda duruyor, bir oku ve ne olur bin anla artık çünkü vakit kalmadı çocuk. •1893 Yeni Zelanda •1902 Avustralya •1906 Finlandiya •1913 Norveç, •1915 Danimarka ve İzlanda •1917 Kanada (Quebec bölgesi dışında) •1918 Rusya, Almanya, Avusturya •1920 ABD •1928 İngiltere •1934 TÜRKİYE CUMHURİYETİ, Brezilya *** •1945 Fransa, Japonya •1946 İtalya, Arjantin, Meksika •1947 Çin •1971 İsviçre •1994 Güney Afrika Cumhuriyeti Seçimlerden üç ay sonra da 27 Mayıs 1935'te 23 Nisan günü "Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı" olarak kutlanmaya başlandı. UNESCO'nun 1979'u "Çocuk yılı" ilan etmesiyle birlikte 23 Nisan günü uluslar arası bir nitelik kazandı. Mebrure Gönenç bu ilk kadınlardan; Afyonkarahisar'dan seçilerek TBMM'ne geldi. Peki kimdi Gönenç? İstanbullu öğretmen Mebrure Gönenç, 1900'de İstanbul'da doğdu. İlköğrenimine Üsküdar Doğancılar'daki, Kız Sanayi Okulu'nda başladı. Öğrenimini Beşiktaş Akaretler'deki özel bir okulda sürdürdü. 1919'da Arnavutköy Amerikan Kız Koleji'nden mezun oldu. İngilizce'nin yanı sıra Fransızca ve Almanca da bilen Gönenç, Çamlıca Kız Lisesi'yle bir özel okulda İngilizce öğretmenliği yaptı. 1929'da Kıbrıslı Doktor Remzi Bey ile evlendi. Bu evlilikten iki kızı dünyaya gelen Mebrure Gönenç, eşinin görevi nedeniyle bir süre Mersin ve Adana'da yaşadı. Atatürk'le tanışma Kadınların seçme ve seçilme hakkını kazanması üzerine Mersin Belediye Meclisi üyeliğine ve ardından İl İdare Kurulu'na seçildi. 1935 seçimleri öncesi Mersin'e giden Atatürk ile tanışma fırsatı bulan Gönenç, Atatürk'ün tavsiyesi ve arkadaşlarının da desteği ile Afyonkarahisar'dan Milletvekili adaylığını koydu. Atatürk'ün kararı O dönem Atatürk'ün Silah Arkadaşı ve Türkiye'nin ilk Ulaştırma Bakanlarından Ali Çetinkaya, Afyonkarahisar Milletvekilliği için başka bir kadının ismini gündeme getirirken, Atatürk'ün isteği üzerine Mebrure Gönenç, Afyonkarahisar milletvekilliğine aday gösterildi ve seçildi. Üç dönem Mecliste Afyonkarahisar'a hiç gelmeden milletvekili seçilen Gönenç Afyonkarahisar milletvekilliğini üç dönem sürdürdükten sonra 1946 milletvekili seçimlerinde kazanamadı. . Mebrure Gönenç 1900 yılında İstanbul'da doğdu. İlk öğrenimine Üsküdar Doğancılardaki Kız Sanayi Okulunda başladı, Beşiktaş-Akaretler'deki özel bir okulda sürdürdü. 1919 yılında Kolej'den mezun oldu. Bir süre Çamlıca Kız Lisesi'nde, bir süre de özel bir okulda ingilizce öğretmenliği yaptı, ingilizce'den başka Fransızca ve Almanca da bilirdi. 1929 yılında Kıbrıslı Doktor Remzi Beyle evlendi. Eşinin görevi nedeniyle bir süre Adana ve Mersinde bulundu. Bu evlilikten iki kız dünyaya getirdi. 1934 yılında kadınlara seçme ve seçilme hakkının sağlanması üzerine, önce Mersin Belediye Meclisi üyeliğine, sonra İl İdare Kurulu'na seçildi. Bu faaliyetler ona. Atatürk'le tanışma imkânını sağladı Mebrure Gönenç, 24 Temmuz 1972 tarihinde bana şöyle yazmıştı: "... O günlerde Atatürk vapurla bir cenup seyahatine çıkmıştı arada Mersin'e de uğradı, fakat karaya çıkmadılar. Onun için vali ve belediye reisi vapura kadar giderek kendilerine hoş geldiniz dediler ve beni de beraberlerinde götürdüler. 1935 Meclis seçiminde, bir takım dostlarımın teşvikiyle de adaylığımı koydum ve sonunda Afyon Milletvekilliğine seçildiğimi öğrendim. Tabii bu benim için mutlu olmakla beraber hayli heyecanlı bir hadise oldu. Nihayet Meclise devama başladıktan sonra diğer arkadaşlarla olduğu gibi Ali Çetinkaya ile de tanıştık. Sonra bir gün kendisi bana anlattı: Meğer seçimin ilk günlerinde Afyon'a bir başka kadın aday ismi vermişler. Fakat son karar toplantısında o İsim kalkmış, yerine benimki konmuş. Buna Çetinkayâ' nın çok canı sıkılmış ve Atatürk'e üzüntüsünü söylemiş. Nihayet mesele hallolduktan sonra bana kendisi hakkında tahkikat yapmıştım, iyi bir öğretmen, dürüst bir insanmış, ben o ismi beklerken, onun yerinde son listede hiç tanımadığım bir isim çıktı dedim. Atatürk'e bana, hiç merak etme bu adayı ben de gördüm, hiç senin anlaşamayacağın bir insan değil. dedi... Afyon için ben arzu etiğim kadar, bilhassa o zamanlar daha da tecrübesiz olduğum için arzu ettiğin Kıymette bir şeyler yapamadım. Halkla temasa çalıştım, eğitim meseleleriyle alâkadar oldum. Kabiliyet ve istidadı olup da yüksek tahsile oralarda imkân bulamayan gençlere yardım etmeye çalıştım. Eğer hatalı bu iş de yaptıysam Allah beni affetsin!..." Mebrure Gönenç, TBMM'nde Afyonkarahisar'ı 4., 5., 6. ve 7. dönemlerde temsil etti ve bu görev ,1946 yılına kadar devam etti. Zira o yılki seçimlerde kaybetti. Gönenç Ankara'da vefat etti. FAYDALANILAN KAYNAKLAR Prof. Dr. TURHAN FEYZİOĞLU' nun yazısının ve kaynaklarının tamamı Kaynak; 2 Enver Ziya Karal, "Atatürk ve Kadın Sorunu" {Atatürk ve Devrim, Konferans ve Makaleler, Ankara 1980), s. 118 3 Aynı eser, s. 118. 4 Enver Ziya Karal, age., s. 119-120; Emel Doğramacı Türkiye'de Kadın Hakları, Ankara 198a, s. 3 ve devamı; Sıdıka Tezel, "Atatürk ve Kadın Hakları" (Kadın Dernekleri Federasyonu ve Gönüllü Kuruluşlar, Ankara 1983) s. 1-3. 5 Kadınlar tarafından veya onlar adına hastaneler, kitaplıklar, bilim kurumları vb. için bk. A. Afet inan, "Atatürk ve Türk Kadın Haklarının Kazanılması". İstanbul, 1968, s. 40 ve s. 73-77. 6 Daha geniş bilgi için bk. Enver Ziya Karal, age., s. 121-122. 7 Emel Doğramacı, age., "Bazı Örneklerle Türk Edebiyatında Kadın" bölümü, s.23-80. 8 Bu dernek ve İkinci Meşrutiyetten sonra kadınlarımızın dernek kurma ve yayın faaliyetleri hakkında, bk. Gülgün Bolat, "Cumhuriyet Öncesi Kadın Dernekleri"(Atatürk ve Kadın Hakları, Kadın Dernekleri Federasyonu ve Gönüllü Kuruluşlar. Ankara 1983, s. 177 ve devamı). 9 Halide Edib'in bu konudaki çalışmaları ile ilgili değerlendirmeler için, Emel Doğramacı, age., s. 53-71. * Şefin: şeriatın, müfessirin: yorumcunun. 10 Uriel Heyd: Türk Ulusçuluğunun Temelleri, (K. Günay Çevirisi). Ankara1979, s. 112. 11 Ziya Gökalp'ın şiirleri toplu ve düzenli olarak, Fevziye Abdullah Tansel'in Ziya Gökalp Külliyatı-I Şiirler ve Halk Masalları (Türk Tarih Kurumu Yayını, 2. basım, Ankara 1977) adlı eserinde bulunabilir 12 19 Ağustos 1920 tarihli Malta mektubu (Bk. Emel Doğramacı, age., s. 75-76, Fevziye Abdullah Tansel, age., c. II, s. 414). 13 Arap harfleri yerine Lâtin harflerine dayalı bir Türk alfabesi yapılmasından şer'î mahkemelerin kaldırılmasına, medrese, tekke ve zeviyelerin kapatılmasından çağdaş bir eğitim sistemine geçilmesine ve sanayileşmeye kadar pek çok yeniliğin önerildiği bu ilginç yazı hakkında daha fazla bilgi için bk. Peyami Safa, Türk inkılâbına Bakışlar, İstanbul 1938, s. 51-56; Bernard Lewis. The Emer gence of Modem Turkey, Oxford University Press, ig62, s. 231-232. Turhan Feyzioğlu, "Türk inkılâbının Temel Taşı Lâiklik", (Atatürk Yolu, adlı ortak eser, İstanbul 1981), s. 190-192. 14 Daha geniş bilgi için Ebul'üla Mardin'e Armağan adlı eserde Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu'nun "Aile Hukukumuzun Tedaini Meselesi" başlıklı incelemesine ve Ömer Lütfü Barkan'm "Türkiye'de Din ve Devlet İlişkilerinin Tarihsel Gelişimi" başlıklı bildirisine (Cumhuriyetin 50. Yıldönümü Semineri, Ankara 1975, s. 97) bakılabilir. 15 T. Feyzioğlu, age., s. 192-207. 18 Şükrü Tezer, Atatürk'ün Hâtıra Defteri, T. Tarih Kurumu yayını. Ankara 1972, s. 75-76. 17 6 Temmuz 1918 gününe ait notları (nakleden A. Âfetinan, "Türk Kadın Haklarının Tanınmasının Kültür Devrimindeki Önemi" (Atatürk Önderliğinde Kültür Devrimi, RCD Semineri) Ankara 1972, s. 115. 18 31 Ocak 1923, Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, c. II, 2. baskı, Ankara 1959, 85-86. 19 31 Ocak 1923, Aynı eser, s. 86. 20 21 Mart 1923, Aynı eser, s. 147-148. Türk kadınının Bağımsızlık Savaşı'nda gösterdiği kahramanlığın örnekleri için bk. Burhan Göksel, 'Atatürk ve Kadın Hakları", "Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, c. 1, sayı 1, s. 223-226; Sıdıka Tezel, age.,s. 7-10; A. Afetinan, Tarih Boyunca Türk Kadınının Hak ve Görevleri, İstanbul 1975,s. 102-103, Bekir Sıtkı Baykal, "Millî Mücadelemde Anadolu Kadınları Müdafaa-i Vatan Cemiyeti", Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, c. 1, sayı 1 ve 2. 21 TBMM Tutanakları, Dönem IV. toplantı 4, s. 25, 5 Aralık 1934, İkinci Oturum, s. 82-83. 22 21 Mart 1923, Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, c. II, 2. baskı, Ankara 1959, s. 152. 23 Aynı eser, s. 152-153; Utkan Kocatürk, age., s. 97. 24 21 Mart 1923. Aynı eser, s. 151-152; Ayrıca bk. Utkan Kocatürk "Atatürk ve Aile", Atatürkçülük, İkinci Kitap, Ankara 1983, s. 205-209. 26 1925, Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, c. II, 2. basım, Ankara 1959, s. 216. 26 Bu konularda ayrıntılı bilgi bütün Medenî Hukuk kitaplarının Aile ve Miras Hukuku bölümlerinde bulunabilir. Ayrıca bk. Coşkun Üçok-Ahmet Mumcu, Türk Hukuk Tarihi, Ankara 1976; Emel Doğramacı, age., s. 87; E. Akyüz, "Atatürk'ün Aile Hukukuna İlişkin Devrimleri" {Atatürk Devrimleri ve Eğitim Sempozyumu, Ankara 1981) s. 81-93. 27 Bu adımın güçlüğünü, derin anlamını, inkilâpçı karakterini ve tamamlanması Kadın Hakları," Türk Dili, Mayıs 1981, sayı. 353). Sadık Rıfat Paşa, Tanzimat Fermanı'ndan beş yıl sonra, Stratford Canming'e siyasî konularda reform yapabileceğini, fakat dine dayalı kanunlara dokunmaya, Padişah dahil, hiç kimsenin gücünün yetmeyeceğini söylemişti (Bernard Lewis, age., s. 101). 28 Turhan Feyzioğlu, age., s. 185-302. 29 Sorunun hukukî boyutları yanında sosyolojik boyutlarını da incelemek için başvurulabilecek temel incelemelerden biri, Nermin Abadan-Unat'ın, Toplumsal Değişme ve Türk Kadını (Ankara 1979) başlıklı eseridir. Ayrıca bk. Burhan Göksel, age., s. 230-235. Emel Doğramacı, Kültürel Etkinliklerde Kadın ve Atatürk (Atatürk ve Kültür, Hacettepe Üniversitesi Yayını, Ankara 1982), s. 79-86. 30 Emel Doğramacı, Türkiyede Kadın Hakları, Ankara 198a, s. 89 ve orada gösterilen kaynaklar. 31 Bu konuda bk. Geoffery Lewis, Modern Turkey, New York 1974, s. 234-236. 32 Kadın hakları konusunda daha etraflı inceleme yapmak için başvurulabilecek kitap ve makalelerin geniş bir listesini îsmet Gönülal'ın "Türk Kadını ve Kadın Hakları Kaynakçası" adlı eserinde bulmak mümkündür. {Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, C. 1, Sayı 2'den ayrı basım, Ankara 1985). T.B.M.M. Kaynakları Araştıran, yorumlayan, derleyen; HASAN DURGUT - YÜCE TÜRK MİLLETİ - (TCHKD) |
“Isparta Şehir Hastanesi Kaçak, Ruhsatsız Yapılıyor!” Posted: 19 Apr 2015 03:37 AM PDT Değerli Dostlar; Aşağıdaki "Kaybedeceğimi bile bile "Isparta Şehir Hastanesi" Başlıklı yazımız 05 Ocak 2015 te kaleme alınmış ve çok sayıda e- gazete de yayınlanmıştı. Aradan yaklaşık 3 ay yani 90 gün geçti.. Ispartanın yerel basın organlarının bazılarında "Isparta Şehir Hastanesi Kaçak, Ruhsatsız Yapılıyor! (Video)" haberleri yayınlandı. Ne denli haklıymışız.. Bu haberler üzerine "Isparta Şehir Hastanesi" yazımızı bir kez daha yayınlama gereği duyduk. Saygılarımızla. Kaybedeceğimi bile bile "Isparta Şehir Hastanesi" Posted: 11 Jan 2015 06:29 Akfen Holding tarafından kamu-özel sektör işbirliği (PPP) modeli ile755 yatak kapasiteli Isparta Şehir Hastanesi'nin proje tanıtımı 09 ve 10 Ekim 2014'de yapıldı. Proje tanıtım toplantısına, Akfen Holding üst düzey yöneticilerinin yanı sıra Isparta Valisi, Kumu kurum ve kuruluşları, özel sektör, Sivil toplum Örgütleri, Meslek Odaları ve Basın Kuruluşlarının temsilcileri katıldı. Akfen Holding üst düzey yöneticilerinin verdiği bilgiye göre, özelleştirilerek kapatılan Sümer Halı Fabrikasına ait ve bedelsiz olarak Akfen Holdinge tahsis edilen 198 bin metrekare alana yapılacak olan Isparta Şehir Hastanesinin İnşaat süresinin iki yıl olacak. Akfen Holding; projenin tasarım, finansman, inşaatı, donanım tedariği de dâhil olmak üzere işletmeye hazır duruma getirilmesi karşılığı olarak25 yıl süre ile hastaneyi işletecek. Başka bir anlatımla, devlet hem bu binanın (hastanenin) kiracısı hem de hizmet satın alıcısı olacak. Yani kendi binasında kiracı, hizmetinde taşeron Sağlık Bakanlığı'nın "devlet hastanesini"Akfen Holding yönetecek. Akfen Holding'e biraz daha yakından bakalım. Başında Hamdi Akın'ın olduğu Akfen Holding'in özellikle AKP hükümetleri döneminde gösterdiği hızlı gelişme dikkat çekiyor. İhsan Doğramacı'nın sahibi olduğu Bilkent Holding'le ortak kurulan TAV (Tepe-Akfen Ventures) ile çok sayıda havalimanı işletmesini alan Akfen, liman özelleştirmelerinin de değişmez ismi oldu. Akfen aynı zamanda, Irak işgaliyle semiren ve ABD ordusuna hizmet için yanıp tutuşan şirketlerin başında geliyor. Akfen'e ait tanıtımlarda okuyana, işbirlikçiğin ve onursuzluğun bu kadarı da olmaz, dedirten şu ifadeler kullanılıyor: "Akfen İnşaat Irak'ta Amerikan Askerlerine hizmet vermekte olup, Kellogg, Brown & Root firması ile yapmış olduğu sözleşmeye istinaden; atık arıtma, çelik konstrüksiyon işleri yapmakta, yemekhane, çamaşırhane işletmekte ve yüksek kalite internet teknolojisi kullanımını sağlamaktadır. Firmamız, Amerikan Ordusunun Askeri Kamplarına tam destek vermek ve büyük ölçekli Hükümet Projelerinde yer almak, deneyimlerini daha geniş bir yelpazede sunmak arzusundadır." İşgal güçleri Irakta sömürü amacıyla yıkım-yağma-ölüm saçacak, yüzbinlerce insanı katledecek, AKFEN HOLDİNG bu katliama "yeşil dolarlar kazanmak" adına sınırsız destek sağlayacak, hizmet sunmak için yanıp tutuşacak… Bizde Isparta "Şehir Hastanesi'nin ölü soyucusu Akfen Holding tarafından inşa edilecek olmasını alkışlayacağız öylemi? Akfen Holding konusunda bu kısa açıklamadan sonra konumuza dönelim ve soralım. Peki, nedir bu Kamu Özel Ortaklığı? Kamu-Özel Ortaklığı, uluslararası alanda bilinen adıyla PPP (Public Private Partnership), bir finansman modelidir. Devletin sunacağı mal ve hizmetlerin, yapım işlerinin bütçe yetersizliği nedeniyle ertelenmesinin veya yapılamamasının önüne geçmek amacıyla kullanılmaktadır. Kamu Özel Ortaklığı'nın fikir babası emperyalizmin kurnaz mimarlarından biri olan Milton Friedman'dır. Friedman, Emperyalist sistemin tıkandığı, geniş halk yığınlarının sömürüye karşı başkaldırdığı 70'li yıllarda, "kitleler uyanmadan" sömürü çarkının yürütebilmesinin "inceliklerini"ortaya koyduğu modelin adıdır "Kamu Özel Ortaklığı" Friedman'ın ortaya atıp olgunlaştırdığı bu yok etme projesinin ilk labratuarı ise 11 Eylül 1973'te faşist ve kanlı darbe ile Salvador Allende'yi katleden Şili diktatörlüğü oldu. Friedman, Askeri Diktatör Pinochet'nin danışmanı olarak ilk elden uygulamayı denetledi. Şili diktatörlüğünde test edilen "Kamu Özel Ortaklığı" projesine, Uluslararası Para Fonu (IMF), Dünya Bankası (DB) ve Avrupa Birliği(AB) Uluslararası kaynak desteği sağladılar. İşte Türkiye'deki Sağlıkta Dönüşüm Programı, "Kamu Özel Ortaklığı" projesi RTE'nin "8 yıllık rüyası" değil, bir IMF, DB ve AB projesidir.. Bu çıkarsamayı doğrulamak için Türkiye'nin AB'ye verdiği taahhütlerden oluşan, adına neden "Ulusal Program" dendiği belli olmayan belgeden okuyalım. "Sağlık Bakanlığının yeniden yapılandırılması, devlet hastanesi, sigorta hastanesi ve kurum hastanesi ayırımının kaldırılarak tüm hastanelerin tek çatı altında toplanması ve hastanelerin idari ve mali yönden özerk bir yapıya kavuşturulmasına yönelik olarak başlatılan çalışmaların tamamlanması amaçlanmaktadır."(Ulusal Program, 2002) Şimdi anlaşıldı sanırım bu "Kamu Özel Ortaklığı"nın kimin rüyası olduğu. Türkiye'de Kamu Özel Ortaklığı; 21.02.2013 tarihinde kabul edilen,08.03.2013 tarihinde yürürlüğe giren 6428 sayılı "Kamu Özel İş Birliği Modeli ile Tesis Yaptırılması, Yenilenmesi ve Hizmet Alınması" hakkındaki kanuna göre yürütülmektedir. Ancak "Kamu Özel Ortaklığı" projesini yalnızca bu yasa ile ele almak bizi yanılgıya götürür. Yasal dayanakları, kuruluş amaçları bakımından "Kamu Özel Ortaklığı" projesi, AB'nin kurnaz mimarlarınca dayatılan, aynı zamanda "bölgeselleşmiş devlet" projesi olan "Kalkınma Ajanslarının"önemli, ayrılmaz ve vazgeçilmez bir parçasıdır. AB'nin 15 üye Ülkesinde toplam 65 milyon insan, fakirlik sınırındaAB'nin 25 üye ülkesinde bugün yaklaşık 20 milyon işsiz, AB'nin 15 Üye Ülkesinde toplam 37 milyon yardıma muhtaç fakir bedensel ve zihinsel engelli, AB'nin 15 üye ülkesinde 3 milyon evsiz insan dururken, İspanya'da 20 bin, İtalya'da 78 bin, Almanya'da 7.789, Belçika'da 3.445, Fransa'da ise 1.200 doktor işsizken AB'nin kurnaz mimarları niçin, Türk halkının sağlığına yatırım yapılması için kredi musluklarını sonuna kadar açar? Türk halkının sağlığı Uluslararası Para Fonu (IMF), Dünya Bankası (DB) ve Avrupa Birliği(AB)nin hiç umurunda değil. .Türkiye'de sağlık ciddi, bakir bir rant kapısıdır. Türkiye'de bir yıl içinde özel-kamu tüm sağlık kuruluşlarına 2010'da 539 milyon başvuru gerçekleşirken, 2011'de bu sayı 72 milyon artarak 611 milyona çıkmış. 2013 yılında kamu hastaneleri kurumuna toplamda günlük ayaktan başvuran hasta sayısının 766 bin, acil servise gelen sayısının ise 232 bin. Yalnızca 2011 yılında hastanelerde yapılan muayene ve reçetelerden alınan katkı payı 3 milyar 512 milyon TL dolayında. Katkı paylarına yapılan %23,6 oranındaki artış sonucunda 2012 yılında vatandaşın cebinden 831 milyon 329 bin TL fazladan para çıkmış. Böylece toplanan katkı payı miktarı 4 milyar 344 milyon TL ye ulaşmış. 2014 Ocak-Haziran döneminde sağlık hizmetlerine ulaşma yüzde 4.26 zamlandı. SGK anlaşmalı özel hastanelerde hastadan alınan fark %200 artırıldı. Türkiye'de sosyal devletin çökertilmesi ile ortaya çıkan bu tablo, dizginsiz bir şekilde azami kar elde etmek hırsıyla dünyanın her yerinde kan döküp, savaş çıkaran emperyalizmin doyumsuz iştahını kabartmaktadır. Demek ki "Isparta Şehir Hastanesi" Isparta ve bölge halkına sağlık hizmeti sunmak amacı ile değil ; Birincil olarak; Bölgemizdeki parasız tüm sağlık hizmetinin tasfiyesi, devlete ait sağlık kurumlarının tümüyle özelleştirilerek sağlık alanının yerli ve yabancı büyük sermaye açısından kârlı bir yatırım alanı haline getirilmesi ve böylelikle bütçeden bu kamu hizmetine ayrılan kaynakların da büyük sermayeye farklı biçimler halinde aktarılması amaçlı kurulmaktadır. İkincil olarak, sağlık emekçileri(doktor, hemşire ve diğer) iş güvencesinden yoksun, sözleşmeli, esnek çalışmaya uyum sağlamış ucuz işgücü haline getirilecektir. Konuya biraz daha yakından bakalım. 1. Akfen Holdinge 198 bin metrekare hazine arazisi (Kapatılan Sümer Halı Fabrikasının arazisi) 25 yıllığına ücretsiz tahsis edildi. 2. Akfen Holding yapacağı hastaneyi donatacak, ancak cerrahi branşlardan, morg, restoran işletmesi, hastalara dağıtılan yemekler, hastaneye ulaşım, güvenlik, temizlik, kantin, otel, eczane, radyoloji hizmetleri ve gasil hane vb. hizmetler ihaleyi alan Akfen Holding tarafından verilecektir 3. Akfen Holdinge 25 yıl boyunca hem bina kirası hem de bu "kamu hizmetleri" karşılığında hizmet bedeli ödenecek. (Burada kısa bir açıklama yapalım. Akfen Holding 25 yılda sabit yatırımlarının 5,5 ila 11,5 kat kadarını devletten "kira" adıyla alacak. Yani Akfen Holding 30 ay içinde veya en geç 60 ay içinde sabit yatırımlarını amorti edecek.) Anlayacağınız devlet 2,5-5 senelik "kira" ücretiyle aslında bu binaları ve donanımları kendisi yapabilirdi. 4. Akfen Holding hastanenin etrafında yapacağı taksi durağından kreşe kadar tüm ticari alanları da işleterek gelir elde edecek. 5. Yetmiyor. Akfen Holding, hizmet ve mal alımları dâhil olmak üzere KDV'den, Damga Vergisinden ve harçlardan muaf tutuluyor. 6. Yetiyor mu? Yetmiyor, Akfen Holdingin bu binaları yapmak için aldığı/alacağı uluslararası kredilere devlet tam Hazine garantisi sağlıyor. 7. Yetiyor mu? Yetmiyor. Devlet, "Isparta Şehir Hastanelerinin" yüzde 70 doluluk oranıyla çalışacağını, yani "müşteriyi"garanti ediyor. Eğer doluluk %70 in altına düşerse, boş yatak bedelleri Devlet tarafından ödenecek.. 8. Yetiyor mu? Yetmiyor. Akfen Holding hastanede kullanacağı tıbbi teknoloji, ilaç, vb. hepsini dışarıdan getirecek. Bu işlem Holding için ayrıca bir "rant" sağlayacaktır. 9. Yetmiyor. Şehir hastanesi hizmet vermeye başladığında, Rakip olmaması için Isparta Devlet Hastanesi ve Eski SSK hastaneleri kapatılacak, tüm bina ve arazileri Akfen Holdinge bedelsiz tahsis edilecektir. Akfen Holding bu arazileri büyük bir olasılıkla AVM veya 7 yıldızlı otel yapımı için kullanacaktır. Peki, bu paralar kimin cebinden çıkacak? Bizim ödediğimiz vergilerden sağlanacak. Neden dünyanın en pahalı benzinini kullandığımızı sanıyorsunuz? Daha bitmedi. Şehir hastanesi hizmet vermeye başladığında, Isparta halkının sağlık giderleri 4-5 kat artacak. Neden diye soracağınızı biliyorum. Çünkü: Sistemin gereği olarak Hastane ticarethaneye, hasta ise müşteriye dönüştürülmüştür. Bu durumda daha fazla para kazanma hırsıyla hastalara gereğinden fazla tetkik ve ameliyat dâhil tedavi yöntemleri uygulanacak, hastalar hastanelerde gereğinden fazla yatırılacak. Artık devlet Koruyucu sağlık hizmetlerine yatırım yapmayacak. Bu nedenle de artık adını unuttuğumuz Salgın hastalıklar( verem, tifo, tifüs, sıtma, çiçek vb.) yeniden hortlayacak. Diğer taraftan Şehir hastanesi açıldıktan sonra özel hastaneler ile SGK arasındaki anlaşma İptal edilecek. SGK Getirisi fazla olmayan klasik bazı branşlar dışındaki, muayene ve tedavi giderlerini özel hastanelere ödemeyecek. Örneğin (KVC, onkoloji, organ nakilleri vs. ) Böylece ilimizdeki özel hastanelerin birer birer kapılarına kilit vurulacak. Buralarda çalışan sağlık personeli ya işsiz kalacak, ya da en düşük ücreti kabul ederek şehir hastanesinde (bulabilirse) çalışacak. Büyük bir olasılıkla bu açıklama 2015 seçimi sonrası yapılacaktır. İşin en acı yanı bütün bu planlar ülkemiz insanlarının geleceğini daha sağlıklı kılmak için değil, İnsanımızın daha fazla hasta olması, ulus ötesi sermayenin ve Türkiye'deki taşeronlarının daha fazla kazanması için yapılıyor. Hâlbuki çok basit ve ucuz tedbirlerle çok daha sağlıklı bir Türkiye oluşturulabilir. " Her şey daha iyi ve güya ucuz" diyerek yurttaşlarımız "sağlıkta dönüşüm", şehir hastaneleri" hapı ile uyutuluyor. Kaba yalanlarla, gerçekler alçakça çarpıtılarak, soygun ve sömürünüm kanlı dişlisi çevriliyor. Kamu Özel Ortaklığı adı altında"torunlarımızın bile ödeyemeyeceği" katrilyonlarca liralık borçların altına imzalar atılarak sağlığımız uluslararası konsorsiyumlara kurban ediliyor. Daha önce Ispartalıların bir kesimi, hatta kimi sözde Atatürkçüleri tarafından "Kalkınma Ajanslarına karşı çıktı", "Kent Konseylerine de karşı çıktı" diyerek şiddetle eleştirildiğimi, hatta kınandığımı biliyorum. "Isparta Şehir Hastanesine" bu karşı çıkışım da eleştirilecek. Ancak tüm bunlara Özdemir Asaf'ın özlü bir sözü ile yanıt vereyim. "Kaybedeceğini bile bile neden mücadele ediyorsun dedi, öleceğini bile bile yaşadığını unutmuştu o an…Bozmadım" |
You are subscribed to email updates from Sözcü Haber To stop receiving these emails, you may unsubscribe now. | Email delivery powered by Google |
Google Inc., 1600 Amphitheatre Parkway, Mountain View, CA 94043, United States |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder