Sözcü Haber |
“Mobbing” kapsamına giren en yaygın davranışlar Posted: 16 May 2015 03:30 AM PDT Sistemli olarak ve kişiyi işi bırakmaya zorlamak için yapılan, "iş yerinde duygusal taciz" anlamına gelen "mobbing" kapsamına giren en yaygın davranışlar listesi… İş yerinde duygusal taciz anlamına gelen mobbing, kişiyi iş yaşamından dışlamak amacıyla kasıtlı olarak yapılan hareketlere deniyor. Mobbing, tepe yönetici tarafından alt düzeydeki personele uygulanabileceği gibi aynı düzeyde bulunan personel arasında kıskançlık ya da korku nedeniyle uygulanabiliyor. Aynı zamanda alt düzeyde bulunan personel tarafından, yapılacak değişikliklerde karar sürecine dahil edilmeme ya da üst düzey personeli yıldırıp pozisyonunu ele geçirmek amacı üst düzeyde bulunan personele de yapılabiliyor. Kişileri bunalıma, travma sonrası stres bozukluğu yaşamaya hatta intihara kadar iten mobbing, Türkiye'de henüz yasal olarak tanımlanmamış olsa da davalar açılmaya başlandı. Peki hangi davranışlar mobbing kapsamına giriyor? İş yerlerinde yaygın olarak uygulanan mobbing davranışları hangileri? İşte mobbing kapsamına giren davranışlar listesi… Size çok fazla iş yükünün verilmesi, altından kalkamayacağınız işler verilmesi ya da tam tersi size çok basit, sizin yetkinliklerinin çok altında işler verilmesi. Hakkınızda asılsız söylentiler çıkarılması, özel yaşamınız hakkında sürekli eleştirilmek ve dedikodunuzun yapılması. Dışlanmak, yemeklerde, toplantılarda dışarıda kalmak. Sürekli gözlenmek. Sürekli azarlanmak, yetersiz olunduğunun yüze vurulması, hakarete maruz kalmak. Kılık kıyafetle dalga geçilmesi. İşe gidiş geliş saatlerinin sürekli kontrol altında tutulması. Yaptığınız tüm önerilerin reddedilmesi, yanıtsız bırakılması, sanki siz yokmuşsunuz gibi davranılması. Yapılan işleriniz sürekli eleştirilip sözünüzün kesilmesi. Jest ve bakışlarla sizinle olan ilişkinin kesilmesi, yazılı olarak veya telefonla tehditler savrulması. Dini ve siyasi görüşünüzle alay edilmesi. Siz yokmuşsunuz gibi davranılması. Bu durumda kimsenin sizinle konuşmaması, size diğerlerinden ayrılmış bir iş yeri verilmesi, çalışanların sizinle ilişkiye geçmelerinin yasaklanması. Kararlarınızın sürekli sorgulanması, özgüveninizi olumsuz etkileyen bir iş yapmaya zorlanmanız. Hareketlerinizin taklit edilmesiyle gülünç duruma düşürülmek. Size verilen işlerin geri alınması. Psikolojik ve fiziksel olarak ağır işlerde görevlendirilmek. Fiziksel şiddet tehditlerine maruz kalmak, doğrudan cinsel taciz ve fiziksel zarara uğramak. Azarlama ve karalamaya maruz kalmak. |
Posted: 16 May 2015 12:00 AM PDT Yeni Türkiye diye bir söz atıldı ortaya. Yeni Türkiye nedir? Şu an itibariyle merak konusu olmaktan ileriye gitmiş değil. Tamamen spekulatif bir olgu. Tanımı nedir peki? Yeni Türkiye derken, toplum hayal gücüyle baş başa bırakılmış halde. Buna göre; yeni Türkiyeler demeli. Her Türk vatandaşı kafasında ayrı bir yeni Türkiye çiziyor, zira genel geçerliliği olan somut bir açıklaması mevcut değil. Bir kesim yeni Türkiye kavramını aydınlık, güçlü, tüm Orta Doğuyu kuşatan, hatta ümmetin kurtuluşu olarak algılarken, diğer bir kesim Cumhuriyetin yıkılışı, karanlıklara gömülüşü olarak değerlendiriyor. Ne „iktidar partisinin başbakanı", ne diğer bir yönetici kesin ve açık bir dille bu söylemin içini şu veya bu teori doldurur demiyor, diyemiyor. Yanıt sadece "tek kişide" gizli; Cumhurbaşkanı, yani gayri meşru Başkan konumunda, gözünü karartmış, dediğim dedik, anayasa, kanun, kural tanımayan, aktörlüğüne yeni boyut katmış, her şeyin üzerinden ülkeye kuş bakışı bakan Recep Tayyip Erdoğanda. Aslına bakıldığında Erdoğanı seçmen Cumhurbaşkanı tayin etmekle birlikte, kendi muhafazakâr hareketinin iktidar olduğu devlete darbe yapma yetkisi ile donatmış oldu. En azından Erdoğanın anlayışına göre bu böyle. Maalesef bu kişisel anlayış, kişisel insiyatif ülke için şu anda esas ve ülkeye hakim. Mevcut sistem bypass ameliyatı edilmekte ve bir ölçüde edilmiş konumda. Hiçbir kurum onun onayı olmadan, bir ağırlık, bir önem arz etmemekte. Tüm dengeler bozulmuş, bir erozyon yaşanmakta. Türkiye an itibari ile yap boz aşamasında bir ülke. Ürkütücü olmakla beraber gelecek açısından bir o kadarda endişe verici. Durum şöyle özetlenebilir: Bir iri köpeğe tasma, ipin ucunuda kendi elinize bağlamışsınız ve o güçlendikçe kendisinide sizide uçuruma sürüklemekte. Bir başka bakış açısı ile Erdoğan değilde, Türkiyenin yönetim görevini bir başkası üstlenseydi, şu anda özgürlükte Amerika Birlesik Devletleriyle, eğitimde Finlandiyayla, demokraside Isviçreyle, oto sanayide Almanyayla mı kapışıyor olacaktı Türkiye? Elbette hayır. Belki bu denli uçurum kenarı ile değilde, farklı zihniyetlerin, farklı uçlarıyla uğrasılacaktı. On iki yıldır sosyal demokrat kimliğiyle CHP iktidar olsa, belki dindar kesim baskı altında, milliyetçilerin etkisinde azınlıklar sıkıntı içerisinde, bir diğeri olsa belki apayrı sorunlarla karşı karşıya olunacaktı. Öyle değil; zira günümüzün Türkiyesinde Erdoğan yönetmen ve muhalifler meşru bir kaygı ve çaba içerisindeler. Ak parti ve Erdoğanı günah keçisi ilan ederek, masumane bir tavırla, kurtarıcı rolüne bürünmüşler. Buda ayrı bir trajedi öyküsü. Süregelen iktidar macerasında mevcut din eksenli iktidarın, güçlü kozlarından birtanesi daima zayıf iradeli muhalefet olmuştur. Özellikle ana muhalefet partisinin ve liderinin tutumu etkendir. Kendi içerisinde çelişkili, potansiyelini kullanamayan, kendisini ifade etmekte başarısız bir grafik çizen bir Cumhuriyet Halk Partisi. Müjde Ar´ın siyaset bilgisi tartişılır, yalnız bir söyleşide ifade ettiği çok manidar. Bir televizyon kanalında diyor ki: "Kemal Kılıçdaroğlu, yanındaki insanları belirleyemeyen, yetersiz bir genel başkandır." Katılmamak mümkünmü? Bu vahim durumda, bu yükü sırtlayabilecek kapasiteye sahip olmamakla, parti içerisinde güçlü sesleri yerinde kullanamayan veya kullanmak istemeyen genel başkan, duygusal türk halkına hitap edebilecek bir kişilik değil maalesef. Tek kelime ile "yetersiz". Dürüst olabilir, belkide iyi bir milletvekili, bir bakan olabilir ama son periyotların genel seçimlerinde, bir o kadar yerel seçimde ve Cumhurbaşkanı adayı fiyaskosuyla sınıfta kalmış bir siyasetçinin hâlâ partiyi başkan olarak temsil ederek iktidar olacağız demesi düşündürücü. Diğer bir konu ise Türk halkının öteden beri çokça kutuplaşarak birleşen bir yapı oluşturmakta olması. Gerçekci bir bakışla, her kesim kendi yapısı, kültürü, değer yargıları, inancı ve dahası ile ele alınarak, birlestirici unsurlarla bir arada yaşamalı ve yaşatılmalı. Nedir bu unsurlar? Elbette Türk vatandaşlığı ve Cumhuriyet. Cumhurbaşkanı Erdoğan meydanlarda tek millet, tek bayrak, tek devlet diye çırpınsada; Alevisiyle, Sünnisiyle Kürdüyle, Çerkeziyle ve sairesiyle diye eklemeden edemiyor. Dikkat çeken ise, Ermeniyi, Süryaniyi, Hrıstıyanı, Yahudiyi, ateisti bu sıralamaya katmıyor. Hem birleştiriciyim havası yaratıp, hem zihniyetini ortaya koyuyor. Kapsamak istediği kesimleri telaffuz etmekle yetiniyor. Erdoğanı çok iyi, hatta neredeyse ailemizin bir ferdi kadar yakından tanıdık artık. Aklından geçenleri muhalif duruş sergileyen vatandaş, taraftarından daha iyi analiz ediyor. Kendi taraftarı sorgulamaktan vaz geçmiş. Hayran sıfatıyla izliyor. Fanatik futbol taraftarı gibi adeta. Yense yenilse gönlü her daim onda. Yeni yüz yılin baslangicindan bu yana bu mozağiyi kendi içinde tekrar bölen hükümet - ve taraftarları, Cumhuriyet taraftarları ile aynı bayrak altında ezelli rekabetle bir derbi mücâdelesine çıkmış gibiler. Ay yıldızlı bayrak, kişilik bölünmesine tabi tutuluyor. Her iki kesimde aynı bayrağı benimsemiş, bir taraf Mustafa Kemal Atatürkün Cumhuriyetinin bayrağını dalgalandırırken, diğer taraf Erdoğanın yeni Türkiyesinin sahiplendiği bayrağı sallıyor. Bayrağa bakıldığında bir fark gözetlenemezken, sallayan el, fark belirtisi teşkil ediyor. Oysa Cumhuriyet her ferdini, dini ve etnik kimligini gözetmeksizin, sırf vatandaş vasfıyla kabul ederek, hak ve hürriyet ile donatmalı. Bu bilinmedik bir konu olmasada bu konjektörde, demokrasiyi ve cumhuriyeti benimsemiş tüm Türk vatandaşları tarafından tekrar tekrar dile getirilmesinin gerekliligi ve önemi artmakta olan bir ilke. Yeni Türkiye olarak, imparatorlukla, saraylarla, gösterişli ve ihdişamli bir ülke haline gelinmesi, gereksiz olmakla birlikte, bir yarar sağlamamakta, aksine Türkiyenin içinden çıkılamayacak karanlıklara gömülmesine neden olabilecek zeminsiz ve tehlikeli çılgınlıklardır. Türk halkı bilindik Türkiyesinde özgürlükçü, din tartışmaları yerine din özgürlükleri tartışan, eğitimde aşama kaydetmiş, azınlıkları kucaklayan, kadını ezilmeyen, fikir özgürü, güçler ayrılıgı temelinde yargısı bozulmamıs, yasamaların bireyler için degil toplum için yapıldıgı ve en önemlisi çocuklarının uygar ve mutlu bir ortamda yetiştigi bir ülke olma yolunda saglam adımlarla ilerlemeli. Yeni Türkiye ve başkanlık sistemi hayalleri bir tarafa, demokrasiyi benimsemiş, saplantısız, celişkisiz, kavgasız, pozitif insanlardan oluşan bir iktidar gereklidir. Tıpkı Ak Partinin ilk dönemlerde gerçek yüzünü göstermeden cizdiği portre gibi. Aksi takdirde kırığı, çıkığı veya bir cilt hastaliğını kurtuluş savaşıyla atlatmış bu ülke, ölümcül iç hastalıkları ile yeni bir kurtuluş savaşına itilecektir. Ümitsizlikler karşısında yılmayan bir topluluk oldugunu sıkca kanıtlamıs türk toplumunun bu olumsuzluklarında üstesinden geleceğine inanılmalı. Buna inanmaktan başka çarede yok zaten. Erhan Balaban erhan.balaban@sowi.uni-giessen.de |
You are subscribed to email updates from Sözcü Haber To stop receiving these emails, you may unsubscribe now. | Email delivery powered by Google |
Google Inc., 1600 Amphitheatre Parkway, Mountain View, CA 94043, United States |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder